Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
mesnevisi, mevlananın

Mevlana'nın Mesnevisi

Eski 06-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Mevlana'nın Mesnevisi



MEVLANA'NIN MESNEVİSİ

MESNEVİ NASIL YAZILDI

NE ZAMAN VE KAÇ YILDA YAZILDI

Yazma, Basma ve Beyit Sayıları

KONULARI, KAYNAKLARI VE AMACI



TERCÜME VE ŞERHLERİ

ETKİLERİ

DİĞER DİLLERDEKİ TERCÜME VE ŞERHLER

MESNEVİDEN SEÇMELER

MESNEVİDEN NASİHATLER








MESNEVİ


YardDoçDr Nuri Şimşekler


SÜFen-Edebiyat FakÖğÜ


Mesnevî Kelimesinin Anlamı ve Mesnevî Nazım Türü


“Mesnevî” kelimesi Arapça olup, sözlük mânâsı “ikişer ikişer” demektir Edebiyatta ise; her beyti kendi arasında kafiyeli manzum söz söylemek olup; beyit sınırı olmadığı için uzun eserlerde tercih edilen bir nazım türü olmuştur


İslâmî edebiyatlarda (özellikle Fars Edebiyatı, ve XVyy’dan sonra Türk Edebiyatı) şairlerin, uzun aşk hikayelerini ve destanımsı konuları işlerken kullandıkları Mesnevî tarzı, Mevlâna’nın dönemine gelindiğinde bir hayli mesafe kaydetmiş; tasavvufî eserlerin hemen hemen tamamı bu nazım türünde kaleme alınmıştır Mevlâna’nın da etkilendiği, Senâî’nin (ö1180) Hadîkatü’l- Hakîka’sı, Attâr’ın (ö1193-1234 arası) Musîbetnâme ve Mantıku’t-tayr’ı gibi eserler tasavvufî mesnevî geleneğinin ilk ve en güzel örneklerinden sayılmıştır


Mevlâna’nın zamanına gelinceye kadar bu şekilde edebî bir terim olarak çağrışım yapan “Mesnevî” kelimesi, Mevlâna’nın mesnevî nazım türünde yazdığı ve bizzat adını Mesnevî olarak kendisinin koyduğu eseri, günümüzde de olduğu gibi yazıldıktan hemen sonra bile mânâ değiştirip, tereddütsüz Mevlâna’nın Mesnevî’sini akla getirmiştir


Mevlâna’nın Mesnevîsi <YUKARI>


Adı, Mevlâna’nın da eserinin birçok yerinde belirttiği gibi Mesnevî’dir VI cildin ikinci beytinde Hüsâmeddin Çelebi’ye ithafen “Hüsâmînâme” olarak zikredilse de, hemen bir sonraki beyitte “Mesnevî’nin son cildi” ibaresinden anlaşıldığı üzere eserin isminde bir tereddüt yoktur Kaldı ki Mevlâna, Mesnevî’sinin I cildinin henüz başında “Bu kitap Mesnevî kitabıdır” diyerek eserinin ismini koyar


Mesnevî Nasıl Yazıldı? <YUKARI>


Daha önce belirtildiği gibi herhangi bir eser yazma endişesinde olmayan Mevlâna, özellikle; Şems ve Selâhaddin-i Zerkûb’un ardından kendisine halife seçtiği Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarlarına dayanamayarak Mesnevî’yi söylemeye, Çelebi de yazmaya başlar Mevlâna’nın ölümünden 45 yıl sonra onun ve ailesinin menkıbelerini yazmaya başlayan Ahmed Eflâkî (ö1360), Mesnevî’nin yazılmaya başlanmasını Dergâhın Mesnevîhânı Sirâceddin’in dilinden şöyle anlatır:


“Hüsâmeddin Çelebi, bir gece Mevlâna’ya gelerek onunla baş başa kaldığı sırada baş koyup dedi ki “Gazel divanı çoğaldı, bunların sırlarının nurları deniz ve karaların, Doğu ve Batı’nın her tarafını kapladı Allah’a hamdolsun bütün söz söyleyenler, bu sözlerin yüceliği karşısında şaşakaldılar Eğer Senâî’nin İlâhînâme (Hadîka) tarzında ve Mantıku’t-tayr’ın vezninde bir kitap yazılsa bu, bütün insanlar arasında bir hatıra olarak kalır; âşıkların ve dertlilerin can yoldaşı olur Bu son derece büyük bir merhamet ve inayet olacaktır Bu kulunuz da ister ki değerli dostların yüzlerini sizin kutlu yüzünüze çevirip başka bir şey ile meşgul olmasınlar Artık bundan sonrası Hüdâvendigâr (Mevlâna) ın lûtuf ve inayetine kalmıştır


Bunun üzerine Mevlâna, hemen mübarek sarığının içinden küllî ve cüz’î bütün sırları açıklayan bir cüz çıkartıp, Çelebi Hüsâmeddin’in eline verdi Bunda Mesnevî’nin başında bulunan on sekiz beyit yazılı idi:


Bi’şnev în ney çun şikÂyet mî-koned


Ez-cüdâ’îhâ hikÂyet mî-koned





Der-ne-yâbed hâl-i puhte hîç hâm


Pes suhen kûtâh bâyed ve’s-selâm


Bu neyi dinle, nasıl şikayet ediyor;


Ayrılıkların macerasını nasıl anlatıyor





Ham kişiler, hiç olgunların halinden anlar mı?


O halde sözü kısa kesmek gerektir, vesselâm


Mevlâna da Çelebi Hüsâmeddin’e cevapla, böyle bir eser yazmasının Allah’ın gayb âleminden kendisine ilham olunduğunu belirtir; ve böylece Mesnevî’nin söylenmesi ve Çelebi vasıtası ve ricasıyla yazılmasına başlanmış olur


Ne Zaman ve Kaç Yılda Yazıldı? <YUKARI>


Mevlâna’nın diğer eserleri gibi Farsça söylenip yazılan VI ciltlik Mesnevî’nin ICildine 1259 yılında başlanıp 1263 yılında tamamlandı II cilde başlanmak üzere iken Hüsâmeddin Çelebi’nin eşi vefat etti ve Mesnevî’nin yazılması iki yıl kadar beklemede kaldı Çünkü; Mesnevî, Mevlâna tarafından sabah-akşam, semâ-sohbet, otururken-ayakta demeden söyleniyor ve Hüsâmeddin Çelebi tarafından da yazılıyordu


Hüsâmeddin Çelebi, eşinin ölümünden iki yıl sonra tekrar Mevlâna’nın huzuruna gelerek vazifesine devam etmek istediğini belirtti Böylece 14 Mayıs 1264 günü tekrar başlanan Mesnevî’nin kalan V cildi , hiç ara vermeden 1268 tarihinde tamamlandı


Yazma, Basma ve Beyit Sayıları <YUKARI>


Mesnevî’nin her cildi bittikten sonra, Çelebi bunları gözden geçirerek Mevlâna’ya okur, kontrol ettirirdi İşte bu şekilde VI cilt halinde meydana getirilen Mesnevî’nin beyit sayısı çeşitli yazmalara göre değişiklik göstermekte, 25585 ila 26660 arasında değişmektedir Hindistan bölgesindeki yazmalarda 30 bin beyte kadar çıkan Mesnevî’nin beyit sayısı en güvenilir neşir olarak değerlendirilen Nicholson’un hazırladığı metinde ise 25632 dir Şu ana kadar tespit edilebilen en eski nüsha özelliğine sahip 677/1278 tarihli, Mevlâna Müzesi teşhir salonunda sergilenen Mesnevî ise 25668 beyit olup, Nicholson metnini hazırlarken kısmen, Abdülbaki Gölpınarlı ve Veled Çelebi (İzbudak) da tercümelerinde bu nüshadan faydalanmışlardır Bu nüsha, tıpkı basım olarak, 49x32 cm ve 32x23 cm olmak üzere iki boyutta Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır(Ankara, 1993, XIV s+325vr) Aynı nüsha 1371 hş/1992 yılında İran’da da tıpkı basım olarak neşredilmiştir( Zîr-i nazar-ı Nasrullah Pur- Cevâdî, Tahran, 28,5x22 cm; 7+610 s)


Konuları, Kaynakları ve Amacı <YUKARI>


Mesnevî’nin konuları hakkında birkaç cümleyle fikir beyan etmek oldukça zordur Çünkü Mesnevî’de hemen hemen akla gelebilecek her konuda bilgi verilmiş; Âyet, Hadis ve hikayeler yoluyla da bu bilgiler daha iyi aktarılmaya çalışılmıştır


“Kur’ân’ın tefsiri” ve “Allah âşıklarının kitabı” olarak da nitelendirilen Mesnevî, Mevlâna’ya göre hakîkate ulaşma ve yakîn sırlarını açma hususunda din temellerinin, temellerinin temelidir İşte Mevlâna bu amaç doğrultusunda hikmetli sözleri ve gizli sırları açarken sıkça hikâyelere başvurur; bu hikayelerin arasında başka bir konuya girer, sonra tekrar başladığı hikayeye geri dönerek öğütler içeren beyitleri sıralar; bununla da yetinmez, Âyet ve Hadis-i şeriflerden delil getirerek vermeye çalıştığı fikirlerin iyice anlaşılmasını amaçlar Bütün bunlarla birlikte Mesnevî’yi anlamanın öyle kolay olmadığını da belirten Mevlâna, eserini “vahdet dükkânı” olarak nitelendirir ve okuyanlara şöyle der:


Bu kitap, masal diyene masaldır; fakat bu kitapta halini gören, bu kitap vasıtasıyla kendini tanıyan, anlayan da er kişidir


Mesnevî, Nil ırmağının suyudur; Kıptiye kan görünür, ama Musa kavmine sudur


Bu sözün (Mesnevî’nin) düşmanı, gözüme cehennemde tepe taklak olmuş bir halde görünüyor


Mevlâna Mesnevî’sini aydın gönüllü, görüş sahibi ve ciğeri yanmış âşıklar için süslenmiş bir bahçe ve lezzetli bir rızk olarak nitelendirir ve Mesnevî’nin konularını anlama hususunda şu öğütleri dile getirir:


“Mesnevî’nin nurlarla dolu sırlarını ve inceliklerini anlamak, Âyetlerin, Hadislerin ve hikayelerin tertibinden aralarındaki ilgiyi kavrayabilmek için büyük bir itikat, daimî bir aşk, tam bir doğruluk, selîm bir kalp, kıvrak bir zekâ ve anlama gücü ve bazı ilimleri bilmek gerekir ki insan onun (Mesnevî) sırrının sırrına ulaşabilsin Eğer doğru bir âşıksa bu özellikler olmadan da Mesnevî’yi anlama hususunda aşkı ona kılavuz olabilir ve bir menzile erişebilir” (Eflâkî, II, 182 vd)


Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled (ö1312) de babasının Mesnevî’sine nazire olarak yazdığı İbtidânâme adlı eserinin girişinde Mesnevî hakkında «Mevlâna, Mesnevî’sinde geçmiş erenlerin kıssalarını zikretmiş; onların kerametlerini, makamlarını beyan buyurmuştur ki bunları anlatmaktan maksadı da kendi keramet ve makamlarını belirtmekti» diyerek Mevlâna’nın amacının eskiden meydana gelen bu olayların kendi zamanında da olduğu ve bunlardan dersler çıkartmak gerektiğini belirtir


Mevlâna’ya göre; sûfîlerin söyledikleri, yazdıkları ve sözünü ettikleri konu ne rüya, ne de fal; Allah tarafından gönüllerine doğan vahiy (gönül vahyi, ilhamı)dir Hal böyle olunca da Allah istemedikçe dil söze gelmez; geldiğinde de O’nun ilham ettiklerinden başka bir şey söylemez Bazen de kalbe doğan bu ilhamların söylenmesi yasaklanır; ya da halkın anlayabileceği, akılların alabileceği ölçü ve seviyede söylenir :


Sevgili, benim sözüme darılsaydı, susardım; bana bir lâhzacık mühlet verseydi, sükût ederdim;


Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz Senin sözün, gayb âlemindeki kaza ve kaderin zuhurundan başka bir şey değildir” demekte


Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim; ya da izin ver, tamamıyla açıklayayım


Yine de ne bunu, nede onu istiyorsan ferman senin





Ey doğacak çocuğun oynaması gibi bu mânâları içimde oynatıp duran Allah’ım! Madem ki bunun (Mesnevî) tamamlanmasını diliyorsun;


Kolaylaştır, yol göster, başarı ver; ya da bu isteği, bu arzuyu gider, bizi suçlama


Sen olmadıkça, senin inayetin lûtfetmedikçe gece-gündüz nazım ve kafiyenin ne değeri olabilir; (Sen olmadıkça) meydana getirilen şiire kim bakar ki?


Yukarıdaki beyitlerden de anlaşılacağı gibi Mesnevî’nin sadece kendi fikirlerinden oluşmadığını vurgulayan Mevlâna VI cildin sonlarına doğru «Bu bahisler ancak buraya kadar söylenip, açıklanabilir; bundan sonrakilerin gizlenmesi gerekir» (b4620) der ve aşağıdaki beyitle eserini tamamlar:


Gönlümden kopup gelen o söz, o taraftan gelmededir Çünkü gönülden gönle pencere vardır


Tercüme ve Şerhleri <YUKARI>


Mevlâna, yaşadığı dönemde «Bizden sonra Mesnevî şeyhlik edecek ve arayanlara doğru yolu gösterecek; onları yönetecek ve onlara önderlik edecektir» demişti İşte, Mevlâna’nın ölümünden yüzyıllar geçmesine rağmen bu söz hâlâ geçerliliğini devam ettirmekte; Mesnevî yüzyıllar boyu Mevlevîlerin el kitabı, başvuru kaynağı olarak vazifesini idame ettirmekteydi Selçuklular döneminde resmî ve edebî dil olarak benimsenen Farsça, Osmanlı Devleti’nin kurulması ve bilhassa gelişmesiyle geçerliliğini yitiriyor, yerini Türkçe’ye (Osmanlıca) bırakıyordu XVIyy’dan itibaren Mevlevîhânelerin yaygınlaşması Mevlevî derviş ve muhiplerinin Farsça’yı tam olarak bilmemeleri ve Mesnevî’den gerektiği gibi istifade edememelerinden dolayı Mesnevî’nin Türkçe’ye tercüme edilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştı Bu dönemden itibaren sadece Mesnevî’yi anlayabilmek için Farsça-Türkçe sözlükler dahi yazılıyor; Mevlâna’nın döneminden üç yüz yıl geçtiği için Farsça bilinse dahi tercümenin yanında bu derin fikirler içeren eserin tam anlaşılması için onu şerh etmek (açıklamak) ihtiyacı duyuluyordu İşte bu ihtiyaçlar doğrultusunda Mesnevî, Türkçe’ye tercüme edilmeye ve hakkında şerhler yazılmaya başlandı


Şu ana kadar ki tespitlere göre Mesnevî’nin Türkçe ilk tam tercüme ve şerhleri Şem’î’nin (ö1600’den sonra) ve Sûdî’nin (ö1596) eserleridir


İlk yapılan bu tercüme ve şerhlerden sonra “Fâtihü’l-Ebyât” adlı eseriyle HzŞârih unvanı alan İsmail Rüsûhî Dede (Ankaravî) (ö1631) bu konuda haklı bir şöhrete kavuşmuş; eseri günümüzde dahi Mesnevî’yi anlama hususunda en önemli kaynak olarak kabul edilmiştir Bu değerli eser önce Mısır’da (1836) ikinci defa da İstanbul’da (1872) basılmıştır


XVIyy’dan günümüze kadar hâlâ devam eden Türkçe tercüme ve şerhlerin en önemlileri ise aşağıda sunulmuştur :


1-Sarı Abdullah (ö1660), Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî, I-V c (Mesnevî’nin sadece I cildini kapsar), İstanbul, Matbaa-yi Âmire, 1287-1288/1870-1871


2-Bursalı İsmail Hakkı (ö1725), Rûhu’l- Mesnevî, I-II c (Mesnevî’nin bir bölümü), İstanbul, Matbaa-yi Âmire, 1287/1870


3-Âbidin Paşa (ö1908), Tercüme ve Şerh-i Mesnevi-yi Şerîf, I-VI c (Mesnevî’nin sadece I cildini kapsar), İstanbul, 1324/1906


4-Ahmed Avni Konuk (ö1938), Mesnevî Şerhi, 1937 yılında tamamlanan bu tam şerh henüz basılmamış, Mevlâna Müzesi’nde bulunmaktadır


5-Tâhirü’l-Mevlevî (Tahir Olgun, ö1951), Mesnevî’nin Tercümesi ve Şerhi, Mesnevî’nin ilk IV cildini ve V cildin bir kısmını kapsayan bu eser, F Sezai Türkmen’in teşebbüsüyle 1963-1975 yılları arasında XIV cilt halinde neşredilmiş; daha sonra bu neşir, Şamil Yayınları tarafından tekrar yayınlanmıştır (2000) Bu eksik tercüme ve şerhin kalanı Tâhirü’l-Mevlevî’nin öğrencisi Şefik Can (d1910) tarafından yapılarak yayınlanmıştır


6-Abdülbâki Gölpınarlı (ö1982), Mesnevî ve Şerhi, I-VI c, Mesnevî’nin tamamının tercüme ve şerhini kapsayan bu eser de birkaç kez değişik yayınevleri tarafından basılmış, son olarak da Kültür Bakanlığı tarafından üç defa yayınlanmıştır (I-VI c, Ankara, 2000, 3Baskı)


Mesnevî’nin tercüme ve şerhini kapsayan bu eserler haricinde Muînî’nin, Sultan II Murad’a (ö1451) sunduğu Mesnevi-yi Murâdî (1436, Mesnevî hikayelerinin bir bölümünün manzum tercümesi) ilk Mesnevî tercümesi olarak kayıtlara geçer Ayrıca Nahîfî (ö1738) Mesnevî’yi aynı vezinde manzum olarak tamamını tercüme etmiştir En son ve günümüzde en çok ilgi gören Mesnevî tercümesi ise Veled Çelebi (İzbudak, ö1953) tarafından mensur olarak yapılmış ve Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında VI cilt olarak defalarca basılmıştır Bunların haricinde eski tercümelerden de yararlanılarak Mesnevî’nin bazı bölümleri ya da hikayeleri mensur yada manzum olarak tercüme edilmekte ve sık sık yayınlanmaktadır


Oldukça hacimli bir eser olan Mesnevî’den, XVIyy’dan başlayarak çeşitli seçmeler de yapılmış ve tercüme ve şerh edilmiştir Buna ilk örnek de Yusuf Sîneçâk’ın (XVIyy) Cezîre-i Mesnevî’sidir Oldukça ilgi gören bu eser İlmî Dede (ö1661) ve Şeyh Gâlib (ö1799) tarafından Türkçe’ye tercüme ve şerh edilmiştir Ayrıca XVIyy Mevlevî şairlerinden Muğlalı Şâhidî Dede (ö1550) de Mesnevî’nin her cildinden 100’er beyit seçerek her bir beyiti 5 beyitle Farsça manzum olarak şerh etmiş (1530) bu şerh de Türkiye (İstanbul, 1880) ve İran’da (Meşhed,1372 hş/1993) birer defa basılmıştır Şâhidî’nin Gülşen-i Tevhîd adlı bu eseri Mithat Bahari Beytur tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (İstanbul, 1967)


Etkileri <YUKARI>


Mesnevî, birçok âlim, edip ve şair tarafından tercüme edilmekle birlikte Mevlevî olsun olmasın birçok şaire de ilham teşkil etmiş ve adeta bir “Mevlevî Edebiyatı”nın doğmasına sebep olmuştur Hayli tafsilatlı olan bu konuya burada girilmeyecek ve en önemlilerinden birkaç örnek verilecektir:


Şüphesiz Mesnevî’nin ilk tesiri Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled’e (ö1312) olmuş ve onun ilk mesnevîsi olan İbtidânâme (Velednâme) (1291, 8760 beyit) meydana gelmiştir Sultan Veled bu konuda, babasına her hususta çok benzediğini mesnevî usulünde de onun yolunu takip etmek istediği için bu eserini meydana getirdiğini söyler ve “Gücüm yettiğince o Hazrete benzemeye çalıştım, ama buna imkan yoktu” der


Mesnevî’yi ilham kaynağı alarak Türkçe mesnevîler oluşturan bazı önemli şairler ve eserlerinin te’lif tarihi de şu şekildedir:


1- Gülşehrî (öXVI yy), Mantıku’t-tayr (Gülşen-nâme, 1317)


2- Âşık Paşa (ö1333), Garîb-nâme, 1330


3- Şeyh Gâlib (ö1799) Hüsn ü Aşk, 1782


Bu eserler defalarca basılmış, günümüz diline aktarılmış ve haklarında gerek tez ve gerekse kitap olarak birçok araştırmalar yapılıp, yayınlanmıştır


Diğer Dillerdeki Tercüme ve Şerhleri <YUKARI>


Mesnevi’ye başta Farsça olmak üzere Arapça, Fransızca, İngilizce ve Almanca tercüme ve şerhler yazılmış ve hâlâ da yazılmaktadır Ayrı bir makale konusu olacak bu sahaya da burada girilmeyecek; temel teşkil etmesi bakımından bu dillerde yapılan ilk tercüme ve şerhlerin önemlileri sunulacaktır:


1- Kemâleddin Hüseyin b Harezmî (ö1436), Künûzu’l- Hakâyık, I-III c, Mesnevî’nin tamamının Farsça şerhidir


2- Sürûrî (ö1561-62), Şerh-i Mesnevî, I-IV c, Mesnevî’nin tamamının Farsça şerhidir


3- Molla Fenârî (ö1431), Mesnevî’nin mukaddimesini Arapça olarak şerhetmiştir


4- Yusuf Ahmed el-Mevlevî(ö1650), Menhecü’l-Kavî li-tullâbi’l-Mesnevî, I-VI c, Arap mevlevîleri için yazılan bu şerh de Arapça’dır


5- JDWallenbourg, Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi olan bu zât, Mesnevî’yi Fransızca’ya tercüme etmiş, 1799 yılında yayınlamak üzere iken İstanbul Beyoğlu’ndaki yangında eserinin büyük bir bölümünü kaybetmiş, daha sonra da neşre muvaffak olamamıştır


6- EHVhinfield, Mesnevî’nin VI cildinden seçtiği 2500 beyti 1887 yılında İngilizce’ye tercüme etmiştir


7- SJames Redhouse, 1881 yılında Mesnevî’nin Icildini manzum olarak İngilizce’ye çevirmiştir


8- RANicholson (ö1945), Mesnevî’nin tamamını İngilizce’ye tercüme ve şerh ederek orijinal metniyle birlikte VIII cilt halinde yayınlamıştır(1925-1940, Leiden - Cambridge Univercity Press)


9- George Rosen, Mesnevî’nin üçte birini Almanca’ya tercüme etmiş ve 1849 yılında yayınlamıştır (Mesnevî oder Doppelverse des Scheich Mevlâna Dschalâleddin Rûmî)


10- Eva de Vitray Meyerovitch et Djamchid Mortazavi, Mesnevî’nin tamamını Fransızca’ya tercüme etmişlerdir (Djalâl-od-Dîn Rûmî, Mathnawî, La Quéte de l’Absolu, 1990,1705 s)


MESNEVÎ’ DEN SEÇMELER, ÖZLÜ SÖZLER, NASİHATLAR


I Cildin Önsöz’ünden: <YUKARI>


Bu kitap Mesnevî kitabıdır Mesnevî, hakikate ulaşma ve yakîn sırlarını açma hususunda din temellerinin, temellerinin temelidir Allah’ın en büyük fıkhı, Allah’ın en aydın yolu, Allah’ın en açık delilidir


Şüphe yok ki Mesnevî, gönüllere şifadır; hüzünleri giderir, Kur’an’ı apaçık bir hale koyar; rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir


Ekmek! Ama hem az, hem de helâlinden!


Sen gözyaşı zevkini nereden bilirsin? Gök görmedikler gibi ekmeğe âşıksın


Karnından ekmeği boşaltırsan, ululuk incileriyle doldurursun


Nur ve kemâli, artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır


Hiç buğday ektin de arpa bittiğini gördün mü?


(I,1638,1639,1642,1646)


Balık baştan kokar!


Yöneticilerin huyu halkına da tesir eder


Yönetici bir havuza benzer; halk da bu havuza bağlı bu boruları gibidir


Eğer havuzdaki su pis olursa, borulardan da aynı bu su akar


Sen bu sözün mânâsına dal, adamakıllı dikkat et, iyice düşün bakalım!


(I,2820,2821,2823,2824)


Gerçek makam bizim makamımız


İnsanlar makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hallere düşer; yücelik ümidiyle aşağılık şeylerden lezzet alır


On günlük makam için alçaklığa katlanırlar; gam ve kederle boyunlarını ip gibi ipince bir hale sokarlar


Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikle, aydın bir güneş olduğum mekâna gelmiyorlar?


Bana yapışın da doğan olun; eğer baykuşsanız bile doğan kesilin!


(II,1104-1106,1165)


Şekilden geç, mânâya ulaş!


Ne güzel ibadet ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor; fakat bir parçacık bile tat yok


İbadet kabuktan ibaret, içi yok; cevizler çok, ama içleri boş


İbadetin netice vermesi için zevk; tohumun ağaç olması için iç gerek!


(II,3394-3396)


Kuşkudan vazgeç, emin ol!


Yerde yarım arşınlık genişlikte bir yol olsa, insan hiç kuşkuya düşmeden rahatça yürür;


Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen, yolun genişliği de iki arşın olsa, yine eğri-büğrü gidersin;


Hatta içindeki kuşku yüzünden belki de düşersin İşte kuşkudan gelen bu korkuya iyice dikkat et de kuşkunun kötülüğünü anla!


(III,1559-1561)


Mal-mülk, makam; ama sonuç!


Sığır, kasapların ne yapacağını bilseydi, hiç onların peşine düşer, dükkana gider miydi?


Veya kasapların elinden kepek yer miydi? Yahut da onların gülücüğüne aldanıp, onlara süt verir miydi?


Hatta ot yese bile, niçin beslendiğini bilseydi, hiç otu hazmedebilir miydi?


Şu halde bu âlemin direği gafletten, bilmezlikten ibarettir Devlet (maddî manevî zenginlik) “Dev” (koş) kelimesiyle “let” (dayak) kelimesinden meydana gelmiştir


Önce koş; koş da sonundaki dayağa bak! Bu yıkık yerde (dünyada) devlet sahibine eşekcesine ölümden başka bir şey yoktur


(IV,1327-1331)


Hâlâ şekilcilik mi?


Birisi şehâdet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptımı dış görünüşe önem verenler, o adamın mümin olduğuna hükmederler


Bu şekilde nice münafıklar şekle, gösterişe sığınmışlar; böylece de yüzlerce gerçek iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir


(IV,2176-2177)


Doğruyu söyle; ama gereği gibi!


Kaynayan yağın üstüne su dökersen ocağı da yıkarsın tencereyi de


Söyle; ama yumuşak söyle, sakın doğrudan başka da bir şey söyleme; yumuşak sözlerle de vesveseler satmaya kalkışma!


(IV,3816, 3817)


Herkesin doğrusu kıyamette ölçülür!


Tüm insanlar bir hayale kapılmış, bir bucağı eşelemekte Biri define bulmak için bir köşeyi kazmakta;


Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış; bir başkası da hırs içinde ekine, tarlaya koşmuş,


Bir diğeri cin çağırmakla meşgul, gönlünü aklını kaybetmiş; öbürü yıldız bilgisine kapılıp nalı yıldızın üzerine koymuş, fal bakmada


Bunların her biri, bir diğerine bakıp “Ne iş yapıyor bu” diye hayret etmede; her biri bir diğerinin işini boş bulmada


Bunların hepsi can kıblesini kaybetmişlerde onun için herkes bir tarafa yönelmiş;


Nitekim bir bölük insan da kıble nerede, diye arar; bir hayale kapılıp her tarafa döner, durur


Sabah olup da Kâbe göründü mü gerçekten kimin yolunu kaybettiği anlaşılır


Bu şuna benzer: Hani, dalgıçlar denize dalar, denizin dibinde aceleyle ellerine ne geçerse toplarlar ya!


İnci bulurum ümidiyle onu bunu torbalarına doldurur;


Fakat o koca denizin dibinden çıktılar mı iri ve kıymetli inci kimin torbasındaysa meydana çıkar


Birinin küçük bir inci, diğerinin sadece taş parçaları veya boncuk olduğu anlaşılır


İşte, kıyamet günü de buna benzer; onları bu gaflet uykusundan uyandırıp, iyiyi, kötüyü, kimin ne topladığını ortaya çıkarır


(V,319,322,324,326,328-335)


Ölüm gelmeden yoldaşını iyi seç!


Zamanede sana üç yoldaş vardır Biri vefâkârdır, diğer ikisi ise gaddar :


Biri dostların, öbürü malın-mülkün, üçüncüsü ise iyi işlerin ki, vefalı olan budur


Öldüğün vakit, malın seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkamaz; dostun gelir, ama sadece mezarının başına kadar


Fakat yaptığın işler vefakârdır; onlara iyice sarıl ki mezarının içine kadar seninle gelen onlardır


Ama! Eğer amelin iyiyse, orada sana dost olur; kötüyse yılan kesilir


(V,1045-1047,1050,1052)


Koyacaksan iyi adet koy!


Yiğidim! Kim kötü bir gelenek koyarsa, ondan sonra halk cahilliğinden bu geleneğe uysa,


Bütün bu adeti işleyenlerin günahı, o adeti ilk koyana da yazılır Çünkü o baştır, diğerleri kuyruk (V,1956,1957)


Ne ekersen onu biçersin


Yiğidim! Kadere az bahane bul; nasıl oluyor da suçunu başkalarına yüklüyorsun? Kendini araştır, kendi suçunu kendin gör!


Gündüz vakti çalışıyorsun da, akşam ücretini başkası mı alıyor?


Neye çalıştın da zararını yada faydasını görmedin? Ne ektin de zamanı gelince onu devşirmedin?


Sen de bilirsin ki elde ettiğin şey, yaptığının karşılığıdır Yoksa âdil olan Allah’ın takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl olur da verir?


Suçu kendine bul! Çünkü o tohumu sen kendin ektin


(VI,413,415,417,418,423,427)


Evlâdın hayırlısı


Babanın ağaca benzeyen vücudu, gizli bir yol vasıtasıyla oğlunun iki gözünden su alır, gıdalanır


Oğuldan coşan bu kaynak ananın, babanın bahçelerine kadar akar gider


Anayla babanın gönül ve hayat bahçeleri bu suretle yeşerir, tazeleşir


Kaynak (oğul) kötü olursa o ağacın dalları, yaprakları da kurur;


Çünkü o, oğlun vücut kaynağından sulanıp, gıdalanıyordu


Ey gafil insanlar! Nice, canınıza eklenmiş böyle su kaynakları var, bilir misiniz?


(VI,3586-3591)


Mesnevî’den Nasihatler-Özlü Sözler <YUKARI>


-Ey oğul, bağı çöz; özgür ol! Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın? (I,19)


-Merhamete nâil olmak istersen, zayıflara merhamet et! (I,822)


-İçinde pusu kurmuş olan nefis, kibir ve kin bakımından bütün insanlardan beterdir (I,906)


-Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey koyunun kurda gönül vermesidir (I,1292)


-İnsan dostunu göremiyor, ayırt edemiyorsa kör olsun daha iyi (I,1407)


-Sözün faydası yoksa söyleme! (I,1524)


-Söz söylemek için önce dinlemek gerekir (I,1627)


-Şekilde-surette kalırsan putperestsin; her şeyin dış yüzünü bırak, mânâya bak!(I,2893)


-İnsanların savaşı, çocukların kavgasına benzer; hepsi de anlamsız ve saçmadır(I,3435)


-Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil! Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir (I,4003)


-Türk sağ oldukça mutlaka kendine bir otağ(ülke) bulur, hele bu Türk Hak kapısının değerli bir kulu olursa? (II,455)


-Çalışıp, kazanmak define bulmaya engel değil ya! Sen çalışmana devam et; eğer nasibin varsa define de arkandan gelsin (II,735)


-Ben, bu çalışıp-çabalama dünyasında iyi huydan daha üstün bir şey görmedim(II,810)


-Akılsız dost zaten düşmandır (II,1734)


-Zafer için yardımcısı Allah olmayan kişiye tavşan bile aslan gibi görünür(II,2298)


-Ey rüşvet alan! Sen fil yavrusu yemektesin; düşmanın olan o fil sonunda kökünü kazır, mahveder seni (III,159)


-Nefis üç köşeli dikendir; nasıl koyarsan koy yine sana batar; ondan kurtulmanın imkânı var mı?(III,375)


-Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!(III,431)


-Yer, gökyüzüyle düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline gelir(III,,936)


-Adımımı nereye atacaksam bakar da öyle atarım; işte bu yüzden yanlıştan da kurtulurum, düşmekten de(III,1753)


-Bütün bilimlerin özü “Mahşer günü ben kimim, ne hale geleceğim” ilmini bilmektir (III,2654)


-Vay o kişiye ki nefsine uyar da lüzumsuz fetvalar verir (III,3246)


-Helva kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil! (III,4532)


-Evlilikte iki kişinin birbirine denk olması lâzım; yoksa iş bozulur, geçim kalmaz(IV,197)


-İyi huylu, kötü huylulara tahammül edip, onların kötülüğünü söylemeyendir (IV,774)


-Belâların çoğu peygamberlere gelir Çünkü ham kişileri yola getirmek zaten bir belâdır(IV,2009)


-Otu ha çağırmışsın, ha çağırmamışsın ne fark eder? Ayağı toprağa çakılmış kalmıştır (IV,2896)


-Kim işin sonunu görürse, yolda hiçbir zaman ayağı takılmaz (IV,3371)


-Demircilik sanatını bilmeyen kişi, demirci ocağına yaklaşırsa sakalını, bıyığını yakar(V,1381)


-Rızkı Allah’tan ara; ondan bundan değil!(V,1496)


-Allah sana bir el vermişse, bir iş yap, kazan da dostlarına yardımın dokunsun(V,2420)


-Gönlün nâmertlikle dolu olduktan sonra sakalına ve bıyığına gülünür ancak!(V,2511)


-Tilki bir eşeği baştan çıkarıyorsa bırak çıkarsın Sen eşek olma da üzülme! (V,2537)


-İyilik aradımı insanda kötü şey kalmaz ki! (VI,124)


-Allah için hizmette bulun; halkın kabul edip etmemesiyle ne işin var senin! (VI,845)


-Söz, dinleyene göre söylenir; terzi elbiseyi adamın boyuna göre diker (VI,1241)


-Adaleti bilmeyen, kurt yavrusunu emziren keçiye benzer (VI,1576)


-Kıyamet kurban gününe benzer; Mü’minlere bayram, öküzlere ise helâk olma günü (VI,1876)


-Kurt çok zalimdir; ama hiç değilse hilesi yoktur (VI,2472)


-Aynada çirkinliğini görünce aynaya kızma! (VI,3154)


-Evin içindeki acı su çeşmesi, dışarıdaki tatlı su ırmağından daha üstündür (VI,3603)


-Niceleri kadın alarak Kârun gibi zengin oldu; niceleri de kadın yüzünden borçlandı gitti! (VI,3689)


-Hazırlığın olmadan bir madene bile girersen bir kuruş elde edemeden geri çıkarsın (VI,4425)


-Sen ört ki, senin de ayıbını örtsünler (VI,4526

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.