K Deyimleri |
06-21-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
K Deyimleri"K" harfiyle başlayan deyimler K Kabak (birinin) başına (başında) patlamak: Birçok kimsenin ilgili olduğu olaydan yalnızca bir kimse zararlı çıkmak; beklenmediği hâlde, bir işin zararlı sonucuna katlanmak Kabak tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak"Senin bu konuşmaların da artık kabak tadı vermeye başladı" Kabına sığmamak: Sevinç ve heyecanından taşkın hareketlerde bulunmak Kabir azabı çekmek: Çok sıkılmak, eziyet çekmek"Kabir azabı çekmeye daha ne kadar devam edeceğiz" Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek"Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi" Kaçın kur`ası: Aldatılması güç, kurnaz; gün görmüş, geçirmiş; tecrübeli"O kaçın kur`ası, boşuna uğraşma, sen onu kandıramazsın" Kafadan atmak: Bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rast gele konuşmak"Derse hiç çalışmadığın belli, öyle kafadan atıyorsun ki" Kafadan kontak (sakat): Düşüncesiz, delice işler yapan, aklı kıt"Bırak şu elindeki baltayı, kafadan kontak mısın nesin?" Kafa dengi: Davranışları, anlayışları, dünya görüşleri birbirine uymuş kimselerden her biri"Kafa dengi bir arkadaşa öylesine ihtiyacım var ki" Kafa patlatmak: Bir konu üzerinde pek çok düşünmek, zihin yormak"Bu makine üzerinde az kafa yormamışsın, öyle karışık ki" Kafa tutmak: Karşı gelmek, direnmek, boyun eğmemek"Her önüne gelene kafa tutmakla bir yere varacağını mı sanıyorsun?" Kafası almamak: 1 Anlayıp kavrayamamak 2 Zihin yorgunluğundan ötürü anlayamaz olmak 3 Olabileceğine inanmamak"Boşuna nefes tüketme, kafası almaz onun" Kafası işlemek (çalışmak): Bir konu üzerinde kavrayışı çok iyi olmak Kafası kazan (gibi) olmak, (veya kafası şişmek): 1 Zihni yorulmak 2 Gürültülü, patırtılı şeyler dinlemekten rahatsız olmak, yorgunluk duymak"Kesin artık şu makinenin sesini, kafam kazan gibi oldu" Kafası kızmak: Çok öfkelenip sinirlenmek"Kafamı kızdırmadan çekip gidin buradan" Kafasına dank etmek (demek): Çoktandır anlayamadığı bir meseleyi bir olay sebebiyle birden bire kavramak, doğruyu yakalamak Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya kararlı olup zamanını beklemek"Yarın onunla görüşmeyi kafama koydum" Kafası yerinde olmamak: 1 O anda kafası çok yorgun olmak 2 Başka şeyler düşündüğünden, o anda konuşulana hemen intibak edememek"Kusura bakmayın, ne söylediğinizi anlayamadım, kafam yerinde değildi de" Kafese girmek: 1 Hapse girmek 2 Aldatılmak, hile yoluyla kendisinden çıkar sağlanmak, oyuna gelmek"Zavallı kafese girmekten kurtulduğunu sanmıştı" Kafese koymak: Tuzağa düşürüp çıkar sağlamak Kâğıda dökmek: Düşüncelerini, duygularını yazıya geçirmek Kâğıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı hùlde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak"O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kâğıt üzerinde kaldı" Kalbini kırmak: İncitmek, küstürecek kadar üzmek, gönlünü kırmak, gücendirmek"Onu, kalbini kırmadan uyarmaya çalış" Kalburla su taşımak: Verimsiz, verim alınamayacak, olmayacak bir işle uğraşmak Kalbur üstü: Benzerleri arasında üstün, seçkin, görünür Kaldırım mühendisi: İşsiz güçsüz, sokaklarda dolaşan kimse Kaale almamak: Önemsiz görmek, sözünü etmeye değer bulmamak"O, kaale alınacak bir insan değil" Kalem efendisi: Kalemde çalışan görevli, yazman Kalem oynatmak: 1 Yazı yazmak 2 Bir yazıyı düzeltmek 3 Bir yazıda değişiklik yapmak"Ben senin gibi kalem oynatmayı beceremiyorum" Kaleyi içinden fethetmek: Karşı taraftan birinin yardımını alarak davasını kazanmak Kalıbını basmak: Bir şeye bütün içtenliği ile güvenmek, bir şeyi doğrulamak"Kalıbımı basarım ki o, bu işi yapmamıştır" Kalıbının adamı olmamak: Görünüşünden bekleneni yapamaz olmak, umulanı ortaya koymamak Kalıptan kalıba girmek: 1 Sık sık iş değiştirmek 2 Çıkar sağlamak için değişik kılıklara girmek Kalp kazanmak: Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek"Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz" Kambersiz düğün olmaz (olur mu?): "Bir toplantı, eğlence veya iş, en çok ilgili kişiler bulunmadan yapılırsa tadı çıkmaz" anlamında alay yollu kullanılır Kambur üstüne kambur (kambur kambur üstüne): "Sıkıntı üstüne sıkıntı, terslik üstüne terslik, borç üstüne borç, aksilikler birbirini kovalıyor" anlamında kullanılır Kanadı altına almak: Korumak, gözetmek, himayesi altına almak"Yeğenini kanadının altına aldı" Kan ağlamak: Büyük bir üzüntü içinde olup yakınmak"Dört çocuk tek başıma kaldım, çaresizim, içim kan ağlıyor ama kimseye açılamıyorum" Kana susamak: Birini öldürme hırsı içinde olmak"Bırak elindeki bıçağı dedim ama dinletemedim, kana susamış gibiydi" Kanat germek: Birini korumak, gözetimi altına almak Kan başına sıçramak (beynine çıkmak): Çok sinirlenmek, öfkelenmek,"Kan başına sıçramıştı, sağa sola bağırıp duruyordu" Kancayı takmak: Bir kimsenin zararı, kötülüğü için uğraşmak Kan çıkmak: Cinayet işlenmek, kan dökülmek"Şu adamı götürün gözümün önünden, yoksa kan çıkacak" Kandilli temenna: Eli yere kadar uzatarak yapılan selâmlama Kan dökmek: Ölüme yol açmak, yaralanıp ölmek veya birini yaralayıp öldürmek Kan gövdeyi götürmek: Çok kan akıtılmış olmak, çok insan öldürülmek"Düşmanla göğüs göğüse gelmiştik, biliyordum ki birazdan kan gövdeyi götürecek ve pek çoğumuz ölecekti" Kan gütmek: Kan dökerek öç almayı istemek Kanı ağır: Davranışları yavaş, sevimsiz, konuşması insana sıkıntı veren, hoşa gitmeyen kimse Kanı bozuk: Soysuz, iğrenç işler yapmaktan geri durmayan"Toplum bu kanı bozuk insanlardan temizlenmelidir" Kanı kaynamak: 1 Hareketli, coşkun olmak 2 Birine içten bir sevgi beslemek, yakınlık duymak"Çocuğa, ilk rastladığımda kanım kaynamıştı" Kanına girmek: 1 Birini öldürtmek veya öldürmek 2 Bir şeyi harcamak, ziyan etmek Kanına susamak: Belâsını aramak, kendisinin öldürülmesine yol açacak bir davranışta bulunmak"Kanına mı susadın sen, o katilin üstüne böyle gidilir mi hiç!" Kanını emmek: Hiç insaf etmeden sömürmek, varını yoğunu elinden almak"Yıllardır kanımızı emiyor bu soysuz herifler!" Kanı pahasına: Yaralanmayı veya öldürülmeyi göze alarak"Kanım pahasına da olsa, o adamlara, buradan adımlarını attırmayacağım" Kanı sıcak: Sevimli, kendisini sevdiren, sempatik, sıcakkanlı Kanıyla ödemek: Yaptığı işin cezasını hayatıyla ödemek"Yaptığını kanıyla ödettiler zavallıya" Kan kusmak: Çok eziyet, sıkıntı çekmek Kan kusturmak: Çok büyük sıkıntı ve eziyet çektirmek"Bana kan kusturmaya yemin etmişler, haydi görelim" Kanlı bıçaklı olmak: Birbirlerinin kanını dökecek, birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşman olmak"Küçücük bir tarla yüzünden kanlı bıçaklı olduk" Kanlı canlı: Sağlıklı, sapasağlam, dinç ve diri olduğu yüzünden belli olan"Kanlı canlı oluncaya kadar hastanede tutuldum" Kan ter içinde kalmak: Çok yorgun, terli, bitkin ve perişan durumda olmak"Elindeki kazmayı bırakmaya niyetli değildi, kan ter içinde kalmış bedenini doğrultarak yüzüme baktı" Kan tutmak: 1 Kan görünce bayılmak 2 (Adam öldüren kimse korku ve heyecandan) şok geçirmek, kaçamamak, olduğu yere yığılıp kalmak Kapağı atmak: Sıkıntılı bir yerden kurtulup rahat edeceği bir yere kavuşmak; uygun bir yere yerleşmek, işe girmek"Evimize kapağı attık mı tamam, gel keyfim gel o zaman" Kapalı kutu: İçinde ne sakladığını belli etmeyen, niteliği gizli kalan Kapı dışarı etmek: Kovmak, dışarı atmak"Ben de bu evin insanıyım, beni kapı dışarı edemezsiniz!" Kapı kapı dolaşmak: 1 Ev ev gezmek, her eve uğramak 2 Hemen her devlet dairesine başvurmak"Kapı kapı dolaştı, ne var ki bir iş bulamadı" Kapı komşu: Bitişikte oturan komşu, evleri yan yana olan ailelerden her biri"Kapı komşum öyle iyi bir insan ki" Kapısında büyümek: Birinin evinde eğitim görüp yetişmek"Onun kapısında büyümüştü, ona bu kötülüğü nasıl yapmıştı aklı almıyordu" Kapısını aşındırmak: İstediğini elde edinceye kadar birinin yanına çok sık gidip gelmek Kapı yoldaşı: Herhangi bir yerde aynı hizmette bulananlardan her biri Kapıyı açmak: 1 Başlama 2 Bir işte birilerine örnek olmak"Açık artırmada kapı bir milyon liradan açıldı" Karaborsa: Piyasada olmayan malın gizlice, el altından yüksek fiyatla alınıp satılması"Karaborsacılar toplumun kanını emiyorlar" Kara cahil: Hiçbir şey bilmeyen, çok bilgisiz"Onun kara cahil birisi olduğunu ilk konuşmamızda fark etmiştim" Kara çalı: İki kişi, iki dost arasına girerek arayı bozan kimse Kara çalmak: Birine iftira etmek, leke sürmek, haksız yere suçlamak"Kadıncağıza yok yere kara çaldılar" Kara gün: Sıkıntılı, üzüntülü, büyük bir yasa düşülen gün"Allah kimseye kara gün göstermesin" Kara gün dostu: Yalnız iyi günlerde değil sıkıntılı, üzücü, düşkünlük günlerinde de insanın yardımına koşan, dostunu yalnız bırakmayan kimse Kara haber: Ölüm veya felâket haberi, çok üzücü haber"Fatma kadına bu kara haberi vermeye kimse yanaşmadı" Karalar bağlamak (giymek): Bir felâket dolayısıyla yas tutmak, siyah elbise giymek ya da siyah örtü bağlamak Kara liste: Zararlı görülüp cezalandırılmaları, öldürülmeleri düşünülen kimseler hakkında tutulan liste"Köy muhtarını da kara listeye almışlar" Karaman`ın koyunu sonra çıkar oyunu: "Dış görünüşe aldanmamalı, bir kişi ya da iş olağan görünebilir, ancak altından neler çıkabileceği hiç belli olmaz, o sonra görünür" anlamında kullanılır Karar kılmak: Dönüp dolaşıp o şeyin üstünde durmak, onu tercih etmek, birçok şeyi deneyip onu seçmek"Ben bu elbisede karar kıldım" Karda gezip izini belli etmemek: Kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli bir iş çevirmek, uygunsuz işler yapmak"Onun ne biçim bir insan olduğunu bana sorun; o, karda gezer izini belli etmez biridir" Kargacık burgacık: Eğri büğrü, kötü, okunması güç, çarpık, düzensiz (yazı) Kardeş payı yapmak: Eşit oranlarda bölmek, taksim etmek, paylaştırmak"Çok açtılar, buldukları ekmeği oracıkta kardeş payı yaptılar" Karga tulumba etmek: Birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup havaya kaldırmak"Hep birlikte babalarını karga tulumba edip havuzun başına getirdiler" Karınca duası gibi: Çok küçük, sık ve okunaksız, birbirine girmiş (yazı) Karınca yuvası gibi kaynamak: Çok kalabalık ve hareketli olmak (bir yer)"Pasajın girişi âdeta karınca yuvası gibi kaynıyordu" Karınca kararınca: Az, önemsiz ve küçük de olsa, gücü yettiği kadar, elinden geldiğince"Caminin yapımına karınca kararınca o da katkıda bulunmaya karar verdi" Karman çorman: Karmakarışık, çok karışık, düzensiz, alt üst olup birbirine girmiş"Ortalık karman çormandı, nereden işe başlayacağını bilemiyordu" Karnı geniş: Hiçbir şeyi tasa etmeyen, titizlenmeyen, gamsız, umarsız Karnı karnına geçmek: Çok acıkmak, çok zayıflamış olmak"Günlerdir ağzına bir lokma koymamıştı, karnı karnına geçmiş ve bitap düşmüştü" Karnım tok: "O sözlerine kanmıyorum, önem vermiyorum" anlamında kullanılır"Geç babam, geç bu sözleri, karnımız tok bu sözlere, paradan söz et sen, verecek misin, vermeyecek misin?" Karnı tok sırtı pek: Geçimi iyi, hâli vakti yerinde, para sıkıntısı olmayan, birinin yardımına ihtiyaç duymayan (kimse)"Herkesin karnı tok sırtı pek olacaktır, bize güvenin!" Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak"Bugün hiçbir şey yiyemedim, karnım zil çalıyor!" Karşı çıkmak: 1 Gelenleri karşılamak üzere yola ya da kapı önüne çıkmak 2 İleri sürülen fikrin, tutulan yolun yanlış olduğunu söylemek"Her fikrime karşı çıkmak zorunda mısın?" Karşı durmak: Bir güce boyun eğmemek, direnmek"Düşmana karşı durmak boynumuzun borcudur" Karşı koymak: Engel olmaya çalışmak, direnmek, güç kullanarak dayanmak, boyun eğmemek"Hırsızlar polise silâhla karşı koymaya çalıştılar" Kasıp kavurmak: 1 Bir afet çok zarar vermek, mahvetmek 2 Baskı yaparak, kıyıcı davranışlarda bulunarak bir topluluğu ezmek; zulmetmek, ortalığı korku ve dehşet içinde bırakmak"Eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başladılar!" Kaş göz etmek: Kaş ve göz hareketleriyle bir işaret vermeye, istediğini bu yolla anlatmaya çalışmak"Kalabalıkta kaş göz ederek Hasan`ı çağırmayı düşündü" Kaşıkla yedirip, sapıyla göz çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra, bu iyiliği hiçe indirecek bir kötülük yapmak Kaşla göz arasında: Çok çabuk, kimsenin sezmesine fırsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde"Kaşla göz arasında kapıverdi mendili" Kaşlarını çatmak: Kızgın, öfkeli ve sinirli olduğunu kaşlarını birbirine yaklaştırarak göstermeye çalışmak"Bana öyle kaşlarını çatıp durma!" Kaş yapayım derken göz çıkarmak: İşi düzelteyim, bir iyilik yapayım derken büsbütün bozmak ve büyük bir zarar vermek Katı yürekli: Acımasız, merhametsiz, acı veren şeylere aldırmayan"Onun gibi katı yürekli bir insan daha görmedim desem yeridir" Kayıtsız kalmak: Umursamamak, önem vermemek, ilgi göstermemek"Onun bu kötülüklerine kayıtsız kalmak mümkün mü?" Kazan kaldırmak: Yönetime karşı topluca karşı gelmek, baş kaldırmak"Maden işçileri kazan kaldırmış diyorlar" Kazık yutmuş gibi: Dimdik (duran, oturan, yürüyen) Kazın ayağı öyle değil: "Durum, mesele senin sandığın gibi değil" anlamında kullanılır Keçileri kaçırmak: Düşünme yeteneğini kaybetmek, aklını oynatmak, delirmek, bunalım içinde olmak,"Doktor, keçileri kaçırmış diyorlar!" Kedi ciğere bakar gibi (bakmak): İmrenerek, iştahla, ele geçirme isteği ile bakmak Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En zor, en tehlikeli durumdan zarar görmeden kurtulmak Kedi olalı bir fare tuttu: İlk defa, neden sonra kendisinden beklenen bir iş yapabildi"Temsilcimiz, nihayet kedi olalı bir fare tuttu, yüklü bir iş yakaladı" Kefeni yırtmak: Ağır bir hasta ölüm tehlikesini atlamak"Üzülmeyin, kefeni yırttı büyük anneniz" Kel başa şimşir tarak: Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için kullanılır Keli görünmek: Bir kabahati, kusuru ortaya çıkmak"Kelinin görünmeyeceğini sanıyordu şapşal!" Kel kâhya: Bilgisi olsun olmasın her işe karışan, burnunu sokan Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak Kelleyi koltuğuna almak: Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak"Kelleyi koltuğuna alıp düşman karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değil" Kemerleri sıkmak: Tutumlu davranmak, açlığa ve susuzluğa katlanmak"Kemerleri sıktıra sıktıra millette hâl bırakmadılar" Kem küm etmek: Anlatmak istediğini açık seçik ifade edememek, bir soru karşısında bocalayıp cevap bulamayarak anlamsız sözler söylemek"Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!" Kendi hâlinde: Sessiz, hiçbir şeye karışmayan, karışmak istemeyen, sakin (kimse)"Yazık olmuş, kendi hâlinde biriydi, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı" Kendi göbeğini kendi kesmek: İstediği yardım gelmeyince kendi işini kendi yapmak durumunda kalmak"O her zaman kendi göbeğini kendisi kesmiş, kimseden yardım beklememiştir" Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan, bir işi sadece kendi başına tasarlayıp olmuş sayarak sevinmek"Kendi kendine gelin güvey olmayı bırak, bakalım kız ne diyecek bu işe" Kendi kendini yemek: İstediği iş olmadı diye gizli gizli üzülmek, kaygı duymak"Kendi kendimi yedim bitirdim bu iş yüzünden" Kendinden geçmek: 1 Kendini kaybetmek, bayılmak, bilinci işlemez olmak 2 Sevindirici bir olay karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak"Dün gece bizim adam yine kendinden geçti, hastaneye zor yetiştirdik" Kendinden pay (paha) biçmek: Bir durumu kendi durumu ile ölçüştürmek Kendine gelmek: 1 Sarhoşluktan, bayıldıktan sonra ayılmak 2 Aklı başına gelmek 3 Bozuk olan durumu düzelmek"Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!" Kendine yedirememek: Yapılan bir işi onur kırıcı görüp, kişiliğine dokunmuş sayarak tepki göstermek; kendisinin başkasına yapması söz konusu olan işi, kişiliği için uygun görmeyip yapmamak Kendine yontmak: Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yönde hareket etmek"Hep kendine yontma, biraz da bizi düşün, biz de insanız!" Kendini ağır satmak: Kendisinden yapılması istenen işi, birçok ricadan, birçok ısrardan sonra yapmayı kabul etmek"Kendini ağır satmakla adam olduğunu mu kanıtlayacak?" Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak, yapmamayı edememek, kendini tutamayıp yapmak"Ona bir tokat atmaktan kendimi alamadım işte!" Kendini ateşe atmak: Bilerek zor ve tehlikeli bir işe girişmek"Kendisini ateşe atmasına izin mi vereceksiniz?" Kendini bulmak: 1 İyi bir duruma kavuşmak 2 Kişilik kazanıp olgunluğa erişmek 3 Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak"Nihayet kendimi buldum, bundan böyle ekonomik sıkıntı çekmeyeceğim" Kendini dev aynasında görmek: Kendisini olduğundan büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek"Kendini dev aynasında görmekten ne zaman vaz geçeceksin ha!" Kendini dinlemek: 1 Önemsiz, küçük rahatsızlıkları büyütmek; hastalık kuruntusu içinde bulunmak 2 Yalnız, sakin kalmak"Uzun bir süre kendimi dinledim, olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim" Kendini göstermek: 1 Ortaya çıkmak, belirmek 2 Beğenilecek, takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek"Uzun bir aradan sonra sergi açmaya, kendini göstermeye karar verdi" Kendini kaptırmak: Bir şeyin etkisinden kendini kurtaramamak"Bu yaştan sonra kendimi sigaraya kaptıracağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu" Kendini kaybetmek: 1 Düşüp bayılmak 2 Kızgınlık, öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hâle gelmek"Bir iki söz söyledikten sonra kendini kaybetti, oraya yığılıverdi" Kendini toplamak: 1 Kötü, bozuk olan durumunu düzeltmek 2 Bir konu üzerinde dikkatini yoğunlaştırmak 3 Şişmanlamak"Bizim oğlan kendini iyice toparladı, şimdi ev almayı düşünüyor" Kendini tutamamak: Bir durum karşısında sessiz ve heyecana kapılmadan durmayı başaramamak, kendine hâkim olamamak"Kendimi tutamadım, ben de ağlamaya başladım" Kendini vermek: Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka şeylerle ilgisini kesip yalnızca onunla ilgilenmek, bir şeyi tüm gücüyle yapmaya çalışmak"İşe henüz kendini vermiş sayılmaz" Kendi payıma: "Bana gelince, bana kalırsa, fikrime göre, bana sorarsanız" anlamlarında kullanılır Kendi yağıyla kavrulmak: Elindekiyle yetinmeye, kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışmak; ihtiyaçlarını kendi karşılayarak kimseden yardım istememek"Nasıl olalım, kendi yağımızla kavrulup gidiyoruz işte" Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak"Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu" Kesenin ağzını açmak: Bol para harcamaya başlamak"Babam kesenin ağzını açtı nihayet" Keyfinin kâhyası (olmamak): Birisine karışmaya hakkı olmamak, istediği gibi yaşamasına engel olmamak"O benim keyfimin kâhyası olamaz, ben dilediğim gibi yaşarım, karışamaz bana!" Keyif çatmak: Neşeli olmak, hoş ve eğlenceli zaman geçirmek"İşi nihayet bitirmiştik, sıra şimdi keyif çatmaya gelmişti" Keyif ehli: Rahatına düşkün kimse, zevkinden bol bol yararlanan"Oldukça rahat, keyif ehli bir insandı" Kılı kırk yarmak: Titizlenmek, çok dikkat ederek en ince ayrıntılarına kadar incelemek, önemle üstünde durmak"Bir malı almadan önce kılı kırk yararcasına evirir çevirir ve öyle alırdı" Kılına dokunmamak: Bir kimseye, zarar verebilecek en ufak davranıştan bile kaçınmak"İnan anne, kılına bile dokunmadım kardeşimin!" Kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak): Bir durum karşısında en küçük bir tepki bile göstermemek, ilgisiz kalmak, harekete geçmemek"Onca insan üstüme yürüdü ama o kılını bile kıpırdatmadı" Kıl payı (kalmak): Çok az, az bir fark (kalmak)"Araba o hızla virajı alamadı, uçuruma yuvarlanmasına kıl payı kalmıştı" Kıran girmek: 1 Daha önce bulunan şey bulunmaz olmak 2 Hayvanlar ya da insanlar arasında öldürücü bir hastalık yayılmak"Kıran girdi, bütün koyunlar telef oldu" Kırık dökük: 1 Eski çürük, sağlam olmayan, değersiz (şey) 2 Düzgün olmayan, parça parça, dağınık (söz)"Şu kırık dökük eşyaları ortadan kaldırın hemen!" Kırıp geçirmek: 1 Yakıp yıkarak, baskı yaparak, öldürerek büyük zarar vermek 2 Çok sert davranarak darıltmak 3 Garip olan söz ve davranışlarıyla herkesi güldürmekten katıltmak Kırk dereden su getirmek: Birini kandırmak için çok dolambaçlı gerekçeler ileri sürmek, ikna edebilmek için çok uğraşmak"Ne inatçı adammış, bir evet demek için kırk dereden su getirtti bana" Kırklara kırışmak: Bir kimse artık ortalıkta görünmez olmak Kırk tarakta bezi bulunmak: Birbirinden farklı birçok işle uğraşmak, birçok ilişkisi bulunmak, gizli ilişkileri olmak"Ne iş yaptığı belli değil, kırk tarakta bezi var adamın" Kısmeti açılmak: 1 Kazancı artıp bolluğa erişmek 2 Bir kızı isteyenlerin çoğalması"Bu miras kızın kısmetini de açtı hani!" Kısmetini (nimetini) ayağıyla tepmek: Kavuşacağı iyi bir durumu, kıymetini bilmeyerek reddetmek; istememek, değerlendirememek Kıssadan hisse almak: Bir olaydan, anlatılan bir hikâyeden ders almak Kıt kanaat (geçinmek): Yoksulluk içinde, zar zor ve güçlükle (geçinmek)"Bir zamanlar biz de kıt kanaat geçiniyorduk" Kıvamına gelmek (bulmak): En uygun zamanında olmak, gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, istenilen duruma gelmek Kıyamet kopmak: 1 Kıyamet günü gelmek 2 Bir yerde çok gürültü ve patırtı kavga, telâş olmak"Kıyamet günü gelecek ve insanlar sonunda hesaba çekilecekler" Kızarıp bozarmak: Utanarak renkten renge girmek, kimi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek"Pot kırdığını anlayınca ne yapacağını şaşırdı, kızarıp bozaran yüzünü kapatmaya çalıştı" Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak"Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu" Kilit noktası: Bütün işlerin çözümlenmesi ona bağlı olan önemli unsur, üzerinde durulması gereken en önemli nokta, makam veya yer Kimseye eyvallah etmemek: Kimseden yardım ve iyilik beklememek, kimsenin minneti altına girmemek"Bu yaşa kadar kimseye eyvallah etmedim, bundan sonra da edecek değilim" Kim vurduya gitmek: Bir kargaşa anında ve kalabalık arasında kimin tarafından vurulduğu veya dövüldüğü belli olmamak Kirişi kırmak: Kaçıp gitmek, bulunduğu yerden gizlice ve çabucak ayrılmak"Kavga başlayınca kirişi kırarım diye düşündü" Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Ayıp, suç ve kusurlarını, gizli kalmış yolsuzluklarını açığa çıkarmak; açıklamak, söylemek"Kirli çamaşırları ortaya dökülünce ne yapacağını şaşırdı" Kitaba el basmak: Elini kutsal kitap olan Kur`ân-ı Kerim üzerine koyarak yemin etmek Kitabına uydurmak: Kanunî olmayan bir işi kimi boşluklardan yararlanarak kanunî imiş gibi göstermek"İşi kitabına uydurmuşlar, çok zengin olmuşlardı" Kof çıkmak: İşe yaramadığı, sanıldığı gibi olmadığı, boş ve değersiz bir kişi olduğu anlaşılmak Kokusu çıkmak: Gizli yapılmış bir iş, daha sonra herkes tarafından bilinir olmaya başlamak"Bu işin kokusu çıkar diye korkuyorum" Kolaçan etmek: Çevresini ya da kendisinden istenilen yeri dolaşıp ne var ne yok diye bakmak, olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak"Bir kişi etrafı şöyle bir kolaçan etsin de gelsin" Kol kanat olmak: Yardım etmek, gözetmek, bir kimseyi koruyuculuğu altına almak Koltukları kabarmak: Kendisine ya da yakınlarına yapılan övgüden ötürü kıvanç duyup büyüklenmek, böbürlenmek"Oğlun oldukça becerikli dedikleri zaman koltuklarım kabardı doğrusu" Kolu kanadı kırılmak: Çaresiz duruma düşmek, bir şey yapamaz hâle gelmek"Kolu kanadı kırılmış bir vaziyette dolaşıyordu" Korktuğu başına gelmek: Endişe duyduğu, kaygılandığı, olmasını istemediği şeyle karşı karşıya gelmek"Korktuğum başıma geldi, ne yapacağım şimdi ben!" Koyun kaval dinler gibi: Düşünmeden, hiçbir şeyi anlamadan, ne denildiğini kavramadan dinlemek"Beni koyun dinler gibi dinleyip çekip gittiler" Kozunu paylaşmak: Aradaki anlaşmazlığı zora başvurarak, üstün olan güce dayandırarak çözümlemek, sona erdirmek"Onunla kozunu paylaşmaya can atıyordu" Kök salmak: 1 Bir yere iyice, ayrılmamacasına yerleşmek 2 İyice tutunmak, köklenmek, sağlamlaşmak, yayılmak"Onun sevgisi, içine iyice kök salmıştı" Kök söktürmek: Uğraştırmak, güçlük çıkarmak, engel olmak"O takıma kök söktürmeye yemin ettik" Köküne kibrit suyu dökmek: Bir daha belirmeyecek, ortaya çıkmayacak biçimde yok etmek, ortadan kaldırmak Köprüleri atmak: Girişilen, başlanılan bir işten vazgeçmeye ya da geri dönmeye imkânı kalmayacak şekilde kesin bir davranış göstermek; ilişkileri bir daha kurulamayacak biçimde bozmak Kör değneğini beller gibi: Bir değişiklik, yenilik düşünmeden, hep aynı biçimde davrananların durumunu anlatmak için kullanılır Kör dövüşü: Sonuç alınamayacak ve birbirini engelleyecek biçimde, bir birinden habersiz düzensiz ve uyumsuz çabalama Kör kadı: Sözünü esirgemeyen; doğru bildiğini hatır gönül dinlemeden her yerde, herkesin yüzüne karşı söyleyen Köstek olmak: Engel olmak"Sen köstek olma yeter" Körü körüne: Düşünüp taşınmadan, nasıl sonuçlanacağını hesaplamadan, dikkat etmeden"Bu işe öyle körü körüne giremem, anladın mı?" Köşe bucak: Göze çarpmayan, önemsiz yer Kötüye kullanmak: Suiistimal etmek, yetkisini yanlış bir yolda kullanmak, istenilmeyen yolda yararlanmak"Benim yumuşaklığımı kötüye kullandı" Kraldan çok kralcı olmak: Birinin davasını ondan daha çok savunur olmak Kucak açmak: İhtiyaç sahibi birine sığınacak yer vermek, onu korumak"Muhtaçlara kucak açmak insanlık görevidir" Kumkumav gibi: Yapayalnız, tek başına Kulağı delik: Olup bitenleri çabuk haber alan, hemen her şeyden haberi olan"Hasan mı, ne kulağı delik adamdır o, ne öğreneceksen ona sor" Kulağı kirişte (olmak): Söylenecek sözü, gelecek haberi dikkatlice (beklemek)"Kulağınız kirişte olsun, ne duyarsanız iletin hemen" Kulağına çalınmak: Bir söz, bir haber başkasına söylenirken kendisi de şöyle böyle duymak o"Senin şehre gideceğin kulağıma çalındı, ne diyorsun?" Kulağına kar suyu kaçmak: Rahatını bozan bir haber işitmek, sıkışık bir duruma düşmek Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten, gördüğü olaydan ders alıp hiç unutmamak"Umarım bu iş senin kulağına küpe olur da aynı hataya bir daha düşmezsin" Kulağını açmak: Bütün dikkatini vererek dinlemek, söylenenlere dikkat etmek"Kulağını aç da beni iyi dinle!" Kulağını bükmek: Dikkatli olması için uyarıda bulanmak Kulağını çekmek: 1 Uyarmak için hafif bir ceza vermek 2 Ceza olarak kulağını büküp çekmek"Şimdi bana kulağınızı çektireceksiniz!" Kulak asmamak: Aldırıp önemsememek, dinlememek"Kulak asma sen onun söylediklerine" Kulak dolgunluğu: Duya duya elde edinilen yarı buçuk bilgi Kulak kabartmak: Çaktırmadan, belli etmemeye çalışarak dinlemek"Dayanamayıp yanındakilerin konuşmalarına kulak kabarttı" Kulak kesilmek: Çok iyi, bütün dikkatini vererek dinlemek; dikkatini toplayarak duymaya çalışmak"Ne konuştuklarını merak ediyordum, yanlarına yaklaşarak kulak kesildim" Kulaklarını çınlatmak: Birini iyi duygularla anmak Kul hakkı: İslâm dinine göre, insanların birbirleri üzerindeki hakları"Öte dünyaya kul hakkıyla gitmem inşallah" Kul köle (veya kurban) olmak: Tam bir doğruluk içinde gönülden bağlanmak, bağlılığın gerektirdiği fedakârlığı yapmaya hazır olmak Kulp takmak: Bir kusur, bir bahane bulmak Kumpas kurmak: Birini aldatmak için tuzak kurmak, gizli bir iş düzenlemek Kundak sokmak: 1 Yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuş yağlı bez parçası koymak 2 Ara bozacak bir söz ya da davranışta bulunmak Kurban olayım: 1 Aşırı sevgi ve hayranlık anlatmak için kullanılır 2 Yalvarmak için söylenir"Kurban olayım yavruma dokunmayın!" Kurşuna dizmek: Ölüm cezasını askerî bir birliğin attığı kurşunlarla yerine getirmek, sıkılan kurşunlarla öldürmek"Bütün köy halkını kurşuna dizdiler!" Kurtlarını dökmek: Öteden beri yapmak istediği şeyi bol bol yapıp hevesini almak"Bu akşam biraz kurtlarımızı dökelim, ne dersin?" Kurt masalı okumak: İnandırıcı, gereksiz, asılsız sözler (söylemek) Kuru iftira: Hiçbir kanıtı olmayan suçlama"Allah kuru iftiradan korusun hepimizi!" Kuru kalabalık: 1 Yararsız kırık dökük eşya 2 Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu"Bu kuru kalabalığa güvenip de sakın yola çıkma" Kuru kuruya: Boşuna, boş yere Kuru sıkı: 1 Korkutmak amacıyla söylenen sözler, blöf 2 Yalnız barutla sıkılanmış tüfek veya fişek dolgusu Kuş beyinli: Akılsız, aptal, ahmak Kuş kadar canı olmak: Küçük, cılız, zayıf, çelimsiz bir vücuda sahip olmak Kuş sütüyle beslemek: En pahalı, değerli az bulunur besinlerle yiyip içirmek Kuş uçmaz, kervan geçmez: Çok ıssız, sapa, kır, insanın uğramadığı yer"Başını alıp kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara gitti" Kuş uçurmamak: Hiç kimsenin geçmesine, kaçmasına izin vermemek; imkân tanımamak, bunun için çok dikkatli davranmak"Sıkı gözcülerdir, kuş uçurtmazlar, merak etme!" Kuvvetten düşmek (kesilmek): Gücü iyice azalmak Kuyruğuna basmak: Birini tahrik etmek, incitip saldırmasına yol açmak Kuyruklu yalan: İnsanın kanması için süslenmiş büyük yalan"İnanmayın ona, söyledikleri kuyruklu yalandan başka bir şey değil!" Kuyruk sallamak: Yaltaklanmak, birisine yaranmak için yapmacık davranışlarda bulunup şirin görünmeye çalışmak"Bütün gece boyunca şirket müdürüne kuyruk sallayıp durdu" Kuyusunu kazmak: Birinin kötü duruma düşmesi, felâkete uğraması, zarar görmesini sağlamak için zemin hazırlamak, tuzak kurmak"Adamın kuyusunu kazıp da elinize ne geçecek" Küçük dilini yutmak: Çok şaşmak, hayrete düşmek, donakalmak, hiçbir şey söyleyemez hâle gelmek"Ne o dostum, küçük dilini mi yuttun?" Küçük düşürmek: Onurunu kırmak, birilerinin yanında itibarını sarsmak ve değerini düşürmek"Dikkatli ol, bir pot kırıp da kendini küçük düşürme sakın" Küçük görmek: Önemsememek, değer vermemek"Hasmınızı sakın küçük görmeyin çocuklar!" Külâhıma anlat: "Söylediklerin hiç de inandırıcı değil, sana inanmıyorum" anlamında kullanılır Külâhını ters giydirmek: Çok kurnaz olmak; oyuna getirmek, kendisine iyi davranmayanları bir hile ile yaptıklarına pişman etmek Külâhları değişmek: "Araları bozulmak, bozuşmak" anlamında tehdit olarak kullanılır"Hareketlerini düzeltmezsen külâhları değişiriz, ona göre!" Kül kedisi: 1 Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse) 2 Uyuşuk, miskin, rahatına düşkün, tembel Kül kesilmek: Heyecan ve korkudan yüzünün rengi atmak, solmak"Katili karşısında görünce yüzü kül kesildi" Kül olmak: 1 Bir şey bütünüyle yanmak 2 Varını yoğunu yitirmek, elinde bulunanlar yok olmak 3 Büyük bir felâkete uğrayıp çok üzülmek Külünü (göğe) savurmak: Bir şeyi tamamiyle bitirip yok etmek, harcayıp tüketmek, telef edip bir şey bırakmamak Kül yutmamak: Oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek, kurnazca yapılan bir hileye aldanmamak"Bana kül yutturamazsınız diyemem ama yeterince dikkatli olduğumu söyleyebilirim" Künyesi bozuk: Eskiden kötü durumları görülmüş olan, kötü işlere girmiş bulunan"Künyesi bozuk diye, bu adama hiç kimse iş vermeyecek mi?" Küplere binmek: Haddinden fazla öfkelenme, kızmak, sağa sola ateş saçmak"Yeni saatimi kırdığımı öğrenen annem küplere bindi" Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsatları değerlendirerek çok para biriktirmek"Küpünü doldurmayı becerebilenlerden olamadım hiç" Kürek kadar (pabuç kadar) dili olmak: Hemen her söze cevap yetiştirmek, büyüklerine karşı saygısızca karşılıklar verir olmak |
|