Nefsin İki Yönü: |
03-29-2007 | #1 |
angelesdream
|
Nefsin İki Yönü:Kuran'da insanın yapısı hakkında verilen bilgileri incelerken, "nefs" kavramına oldukça sık rastlarız Nefs Arapça'da "insanın kendisi", anlamına gelir ve Türkçe'de tam bir karşılığı olmasa da "benlik" kelimesiyle bir derece tercüme edilebilir Kuran'ın haber verdiğine göre, insanın "nefsi" iki taraflıdır: İçinde kötülüğü emreden bir taraf ve o kötülükten sakınmayı emreden bir taraf bulunmaktadır Şems Suresi'nde bu durum şöyle anlatılır: Nefse ve ona "bir düzen içinde biçim verene", Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun) Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır (Şems Suresi, 7-10) Ayetlerde nefisle ilgili olarak verilen bilgiler son derece önemlidir: Allah, insanı yaratırken nefsini düzenlemiş ve ona "fücur" ilham etmiştir Fücur Arapça'da, "doğruluk sınırlarının yırtılıp parçalanması" anlamına gelir Dini terim olarak fücurun anlamı şöyle verilir: "Günaha ve isyana girişmek, fasık olmak, yalan söylemek, başkaldırmak, karşı gelmek, haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak, zina, ahlaki çöküntü" Şems Suresi'ndeki ayetten öğrendiğimize göre Allah, bu kötülüklerin yanısıra, insana nefsin fücurundan sakınmayı da ilham etmiştir Hemen sonraki cümlelerde verilen bilgiler ise son derece önemlidir: Nefsini arındırıp-temizleyen, yani nefsinin fücurunu kabul edip, Allah'ın ilhamına uyarak ondan sakınanlar kurtulacaklardır Bu, ebedi ve gerçek kurtuluştur, yani Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak Buna karşılık, nefsini örten, yani onun fücurunu, pisliğini dışarı atıp temizlemeyen, içinde saklı tutan kişi ise yıkıma uğrayacaktır Yıkım da Allah'ın laneti ve cehennem azabı demektir Bu noktada çok önemli bir sonuca varıyoruz: Herkesin nefsinde mutlaka kötülük vardır Bir insanın, nefsindeki kötülükten temizlenmesinin tek yolu ise, bu kötülüğün varlığını kabul etmesi ve Allah'ın gösterdiği biçimde ondan sakınmasıdır İşte müminlerle inkarcılar arasındaki en önemli farkların birisi bu noktada ortaya çıkmaktadır İnsan, ancak İslam'ın verdiği bilgi ve terbiye sonucunda nefsinin içinde kötülük bulunduğunu ve ondan sakınması gerektiğini öğrenir ve kabul eder Dinin ve onu tebliğ eden peygamberlerin en büyük özelliklerinden biri, insanların nefislerindeki kötülüğü ortaya çıkarması ve onu temizlemesidir Bu nedenle Kuran'da, Bakara Suresi'nin 87 ayetinde inkarcı yahudilere seslenilirken " size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz?" denildiği bildirilmektedir Ayette bildirildiği gibi, inkarcılar nefislerindeki kötülüğe teslim olurlar ve bu nedenle de nefislerine aykırı gelen şeyleri kendilerine tavsiye eden hak dini ve o dini tebliğ edenleri yalanlarlar Bu durumdaki bir insan, Şems Suresi'ndeki ayetlerde bildirildiği gibi, nefsini örter ve onun fücuruna esir olur Bu durumda, tüm inkarcıların nefslerindeki fücura teslim olmuş, yani gerçek bilinçten yoksun olduklarını söyleyebiliriz Bu bir tür içgüdüsel yaşamdır; tüm tavırlar, tüm düşünceler nefsin fücurunun telkin ettiği içgüdülere göre düzenlenir Kuran'da inkarcılar için kullanılan "hayvan" benzetmesinin hikmetlerinden biri de budur Buna karşılık müminler Allah'ın farkındadırlar; O'ndan korkar ve O'nun hükümlerine karşı gelmekten sakınırlar Bu nedenle de nefislerindeki fücura teslim olmaz, onu örtmez, açığa çıkarır ve Allah'ın ilham ettiği şekilde ondan sakınırlar Hz Yusuf'un söylediği, "ben nefsimi temize çıkaramam Çünkü gerçekten nefs -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir" sözü, müminlerin nasıl düşünmesi gerektiğini göstermektedir (Yusuf Suresi, 53) Mümin, her ortamda nefsinin kendisini yanlış yola yöneltmek isteyeceğinin bilincinde ve uyanık olmalıdır Buraya kadar, ağırlıklı olarak nefsin iki zıt yönünden "fücur" kısmını inceledik Aynı ayetin devamından nefse fücurunun yanısıra bir de, bu fücurdan sakınmasını sağlayan bir kabiliyetin ilham edildiğini öğrenmekteyiz İnsanı Allah'a ve dinin bildirdiği doğrulara, hayırlara yönelten, iyiyi ve kötüyü ayırt etmesini sağlayan nefsin bu yönü, halk arasında "vicdan" olarak tanımlanır İşte, nefsin içinde, insanı daima kötülüğe çağıran hevaya karşın, onu daima iyiliğe çağıran bu vicdan da vardır Dolayısıyla insan, içinde, kendisini sürekli olarak doğruya çağıran şaşmaz bir pusulaya sahiptir Vicdan, bir anlamda doğruya yönelten Allah'ın sesidir İnsan sürekli olarak bu sese kulak verdiği ve Kuran'ın gösterdiği temel prensipleri tam olarak kavradığı takdirde, sürekli olarak doğru yolda ilerleyecektir İnsan, vicdanına uyduğu sürece, Allah'ın bazı sıfatlarını üstünde taşır Allah sonsuz merhametlidir; O'na teslim olan bir mümin de merhametlidir Allah sonsuz akıl sahibidir; O'na kulluk eden bir mümin de üstün bir akla sahip olur İnsan Allah'a ne kadar yakınlaşır, O'na ne kadar teslim olursa, O'nun üstün ahlakını daha çok taşır ve "yaratılmışların en hayırlısı" olur (Beyyine Suresi, 7) Kuran'ın tüm hükümleri, insanın içindeki vicdana uygun, o vicdanın ölçülerine göre belirlenmiş durumdadır Ancak, Kuran'ın belirlediği vicdan ölçüleri, toplumda yerleşik olan "vicdan" ölçülerinden oldukça farklıdır Toplumun vicdan anlayışı, yolda rastlanan bir fakire sadaka vermek ya da hayvanlara sevgi göstermek gibi son derece yüzeysel örneklerle sınırlıdır Oysa müminin vicdanı, Kuran'ın tüm emirlerinin ve tavsiyelerinin yerine getirilmesini gerektirir Hatta Kuran'ın genel hatlarıyla belirttiği pek çok konunun ayrıntıları vicdan sayesinde belirlenir ve uygulanır Örneğin, Kuran müminlere ihtiyaçlarından arta kalanı infak etmelerini emreder Fakat ihtiyacının ne kadar olduğunu herkes kendi vicdanı ile belirler Vicdanı yeterince güçlü olmayan bir insan ise, dinin hükümlerini Allah'ın rızasına en uygun biçimde uygulayamaz Mümin günlük hayatta sürekli olarak birkaç seçenek arasında seçim yapmak durumunda kalır Karşılaştığı seçenekler içinde, Allah'ın rızasına en uygun olanını, dinin menfaatlerine en yararlı olanını seçmekle yükümlüdür Bu seçimi yaparken muhatap olduğu seçenekler karşısında vicdanı ilk olarak devreye girer ve hangi seçeneğin Allah'ın rızasına daha uygun olacağını ona söyler Ancak ikinci aşamada hevası da devreye girecek ve onu diğer alternatiflere yöneltmeye çalışacaktır Bunun için de genellikle insana mazeretler fısıldayacaktır Kuran nefsin öne sürdüğü bu "mazeret"lere sık sık dikkat çekmektedir (bkz Cavit Yalçın, Kuran'dan Cevaplar, 2b İstanbul: Vural Yayıncılık, Kasım 1996, s 98-107) Mümin, nefsin kendisine fısıldadığı tüm mazeret ve bahanelere kulaklarını tıkamalı ve vicdanının kendisine gösterdiği doğruyu uygulamalıdır Kuran'ın müminlerin vicdanına dair verdiği örnekler, insanı bu konuda düşünmeye yöneltmelidir Bir ayette, savaşa çıkamadıkları için üzülen müminlerden şöyle söz edilmektedir: Allah'a ve elçisine karşı "içten bağlı kalıp hayra çağıranlar" oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur Allah, bağışlayandır, esirgeyendir Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur (Tevbe Suresi, 91-92) Savaşa çıkmak görünüşte son derece tehlikelidir Savaşmaya giden bir insan, ölüme ya da yaralanmaya gittiğini bilir Ancak buna karşın Peygamberimiz döneminde müminler Allah yolunda savaşmak için büyük bir istek duymuşlar, savaşa çıkamadıkları için de üzülmüşlerdir Bu, Kuran'ın kastettiği vicdanın çarpıcı bir örneğidir Nefis mümini bir anda dinden döndüremez ama küçük tavizler koparmaya çalışır Örneğin, mümini Allah yolunda yapması gereken bir işte tembelliğe sürüklemeye çalışır Bir takım mazeretler öne sürerek onu gevşekliğe sürüklemeyi dener Eğer nefsin küçük isteklerine taviz verilirse, insan üzerindeki etkisi gittikçe büyür ve sonuç, insanın imandan vazgeçmesi, yeniden nefsinin esiri olmasına kadar varabilir Mümin, her ne durumda olursa olsun, nefsine değil, Allah'ın hükmüne göre hareket etmekle, nefsini ezmek, bencil tutkularını dizginlemekle yükümlüdür Bir ayette şöyle bildirilmektedir: Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır (Teğabün Suresi, 16) Ayette, müminlere Allah'tan korkmaları, O'na itaat etmeleri, O'nun hükümlerini dinlemeleri ve infakta bulunmaları, yani mallarını Allah'ın rızasına uygun olarak harcamaları emredilmektedir Çünkü bunlar, insanın "nefsinin bencil-tutkularından" korunmasına ve sonuçta felaha (büyük kurtuluş ve mutluluk) ulaşmasına neden olur Aynı gerçek bir başka ayette de vurgulanır: Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakındırırsa, Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir (Naziat Suresi, 40-41) Nefsinin bencil tutkularından korunarak nefsini arındırıp-temizlemiş, dolayısıyla Allah'ın hoşnutluğu ve cennetine kavuşmuş olan kişinin nefsi ise Kuran'da mutmain olmuş, yani tatmin bulmuş nefis olarak tanımlanır: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön Artık kullarımın arasına gir Cennetime gir (Fecr Suresi, 27-30) Nefsinin kötü isteklerine tabi olup da onu temizleyip arındırmamış ve bu şekilde ahirete gitmiş bir kimsenin de pişmanlıktan başka bir nasibi yoktur Gelmiş geçmiş milyarlarca inkarcının kıyamet gününde yaşadıkları pişmanlık ve nefislerini kınamaları gerçekten çok dehşetli bir manzara oluşturur Bu, kafirleri bekleyen öyle büyük ve kaçınılmaz bir gerçektir ki, Allah ayetlerde kıyamet gününün hemen ardından kendini kınayıp duran nefsin durumuna yemin etmektedir: Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim (Kıyamet Suresi, 1-2) İstek ve Tutkularını İlah Edinenler Az önce nefsin iki taraflı olduğunu, Allah'ın nefse fücuru ve ondan sakınmayı ilham ettiğini vurgulamıştık Kuran, nefsin fücurunu ifade etmek için çoğu kez "heva" terimini de kullanır Heva sözlükte; "istek, tutku, nefsin arzu ve hevesi, şehvet, şehvete karşı şiddetli eğilim, insanın bozulmasına yol açan bütün olumsuz içsel etkenler" şeklinde tanımlanır İnkarcılar, nefsin bu negatif yönünü, yani hevayı tek yol gösterici ve amaç edinirler Tüm hayatları, hevalarını tatmin etmek doğrultusundadır Bu nedenle tüm zihinlerini hevanın tatminine yöneltirler ve dolayısıyla dinin insana öğrettiği gerçekleri kavrayamayacak hale gelirler Allah, hevalarının denetimine giren insanların, Kuran'ı ve peygamberin tebliğini kavrayamadıklarını şöyle bildirir: Onlardan kimi gelip seni dinler Nitekim yanından çıkıp-gittikleri zaman, ilim verilenlere derler ki: "O biraz önce ne söyledi?" İşte onlar; Allah, onların kalplerini mühürlemiştir ve onlar kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır (Muhammed Suresi, 16) Nefsini örten, nefsinin fücuruna teslim olan bir insan, her olayda ve yargıda hevasının hakemliğine başvurur Hevanın istek ve arzuları doğru ve yanlışta kıstas olur Kişi artık kendi nefsine tapmaktadır Kuran'da insanın bu duruma gelmesine, "kendi hevasını ilah edinmesi" adı verilir: Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü?Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir?Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23) Heva ve hevesi doğrultusunda hareket ettiği için akledemez bir hale gelen kişi, aynı zamanda Kuran'da görmez ve işitmez olarak tanımlanmaktadır Akleden müminler ise iyiyle kötüyü ayırt eden bir anlayışa (ferasete) ve olaylara hakim olan bir bakış açısına, kavrayışa (basirete) sahip olurlar Kuran'da, hevalarına uydukları için akletme yeteneklerini yitiren ve sapan insan ve toplumlarla ilgili pek çok ayet vardır: De ki: "Ey kitap Ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırı gitmeyin ve daha önce sapmış, birçoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan kaymış bir topluluğun heva (istek ve tutku)larına uymayın" (Maide Suresi, 77) De ki: "Ben, sizin Allah'tan başka tapmakta olduklarınıza tapmaktan nehyedildim" De ki: "Ben sizin heva (istek ve tutku)larınıza uymam; yoksa bu durumda ben şaşırıp sapmış ve doğru yolu bulmamışlardan olurum" (En'am Suresi, 56) Ne oluyor ki size, kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız dışında, O, size haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamışken, üzerinde Allah'ın ismi anılan şeyleri yemiyorsunuz? Gerçekten çoğu, bir ilim olmaksınız kendi heva (istek ve tutku)larıyla (kimilerini) saptırıyorlar Şüphesiz, senin Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir (En'am Suresi, 119) İşte böylece biz onu (Kuran'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir yardımcı, dost, ne bir koruyucu vardır (Ra'd Suresi, 37) Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? (Furkan Suresi, 43) Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) yada yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır (Nisa Suresi, 135) Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi hevalarına uymuşlardır Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur (Rum Suresi, 29) Öyleyse, ona inanmayıp kendi hevasına uyan, sakın seni ondan alıkoymasın; sonra yıkıma uğrarsın (Taha Suresi, 16) Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı Hayır, biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar (Müminun Suresi, 71) Sana da önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahit-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kuran'ı) indirdik Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir Artık hayırlarda yarışınız Tümünüzün dönüşü Allah'adır Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır (Maide Suresi, 48-49) Heva insanı bir takım tutkulara kaptırır, onun gözlerini kör eder Bu durumdaki insan da ebedi felaketine doğru hızla ilerler Vicdan ve Ruh Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön (Fecr Suresi, 27-28) Kuran'da bildirildiğine göre nefsin iki ayrı yönü olduğunu, bir kısmının "heva"dan, yani insanı Allah'ın yolundan alıkoyan bencil tutku ve hırslardan oluştuğunu biliyoruz Nefsin öteki kısmı olan vicdan ise, insanı Allah'a ve dinin içerdiği doğrulara yöneltir, nefsin içindeki "fücur"dan sakınmasını sağlar Vicdan, insana Allah tarafından üflenmiş "ruh"tan kaynak bulur Secde Suresi'nde Allah'ın insana kendi ruhundan "üflediği" şöyle haber verilir: O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu" ve ona ruhundan üfledi" (Secde Suresi, 7-9) İşte insanın sahip olduğu tüm güzel vasıflar, Allah'ın kendisine "üflemiş" olduğu ruhtan kaynaklanmaktadır İnsan, eğer nefsin fücuruna (hevasına) saplanarak bu ruhu örtmezse, Allah'ın bazı sıfatlarını üstünde taşımaya başlar Zaten Kuran'ın tüm hükümleri, insanın içindeki vicdana uygun, o vicdanın gereklerine göre belirlenmiş durumdadır Rum Suresi'ndeki iki ayet, bu konuda açıklayıcıdır: Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur İşte dimdik ayakta duran din (budur) Ancak insanların çoğu bilmezler (Rum Suresi, 29-30) Ayetlere göre, inkar edenler nefislerinin fücuruna, yani hevalarına uyarak sapmışlardır Buna karşın müminlerin yapması gereken, Allah'ın insanlara vahiy yoluyla ulaştırdığı dine uymaktır Ve bu din, Allah'ın insanları yarattığı fıtrata (yaratılışa), yani Allah'tan kendilerine üflenmiş olan ruha, vicdana en uygun yaşam şeklidir Kalp, Akıl ve Zeka İnsanın içinde heva ve vicdan şeklinde iki ayrı yön olduğunu biliyoruz Bu noktada akıl ve akılsızlık kavramları da büyük önem taşımaktadır Kuran'da, hevaya uymanın akılsızlığı, vicdana uymanın aklı getirdiği haber verilir çünkü Az önce de belirttiğimiz gibi, hevasına uymuş, dolayısıyla Allah'tan kopmuş bir insan, kısa sürede akletme özelliğini yitirir Allah Kuran'da, inkarcılardan söz ederken, onların "akletmeyen bir kavim" olduğunu bildirmektedir (Haşr Suresi, 14) İlk anda bunun nasıl olduğu anlaşılmayabilir Çünkü çoğu kimse, her insanın belli bir akla sahip olduğunu ve bunun da değişmediğini sanmaktadır Bu bir yanlış anlamadır ve aklın zeka zannedilmesinden kaynaklanmaktadır Oysa zeka ve akıl çok farklı şeylerdir Herkes zeki olabilir, ancak akıl yalnızca iman edenlerde bulunur Nefsin fücuruna, yani hevaya uymak insanın aklını örttüğüne göre, acaba aklı açan şey ne olabilir? Bunun cevabı açıktır: İnsan nefsinin fücuruna (hevaya) değil de, ona bu fücurdan sakınmayı telkin eden güce (vicdana) itaat ederse, akıl sahibi olur Nitekim Kuran'ın kastettiği akıl ruhta yaşanan manevi bir özelliktir Kuran, çoğu ayette "akleden kalplerden" söz eder Dolayısıyla gerçek akıl, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklıdır Akıl, "vicdan"ın da yeri olan kalpte bulunur Kuran ayetleri aklın kalpte olduğunu ve "akılsız"ların kalplerinin kapalı olduğu için akledemediklerini açıkça ifade ediyor: Yer yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir (Hac Suresi, 46) Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık) Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar İşte bunlar gafil olanlardır (Araf Suresi, 179) (Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler Onların kalpleri mühürlenmiştir Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar (Tevbe Suresi, 87) Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler (İsra Suresi, 46) Kuran'da, ancak "kalbi olanlar"ın öğüt almaya ve dolayısıyla iman etmeye istidatlı olduğu da bildirilir: Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır (Kaf Suresi, 37) Dolayısıyla, Kuran'ın sözünü ettiği gerçek akıl, doğrudan kalple ve vicdanla ilgilidir Dikkat çekici olan, bu aklın artıp-azalabilmesidir Beynin bir fonksiyonu olan zeka, önemli bir yaralanma ya da hastalık dışında, artıp-azalmaz, herkesin "IQ"su sabittir Ama akıl azalıp-artabilir Aklın bu artıp-azalabilme özelliği, insanın vicdanı ile ilgilidir Vicdan güçlenir ve Allah'tan korkup-sakınma (takva) artarsa, "doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış" kazanılır Tümüyle "metafizik" olan bu sır, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir: Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar Allah büyük fazl sahibidir (Enfal Suresi, 29) Allah'tan korkup-sakınmayan bir kişi ise, bu "doğruyu yanlıştan ayıran nur ve anlayış"tan mahrumdur O çok zeki olabilir, iyi bir fizikçi, sosyolog ya da herhangi bir "saygın kişi" olabilir, zeka ürünü yapıtlar ortaya koyabilir Ama, gerçek vicdandan ve dolayısıyla gerçek akıldan yoksundur İyi bir bilim adamı olup, sözgelimi insan vücudunun bilinmeyen sırlarını ortaya çıkarabilir, ama o vücudun kim tarafından yaratıldığını düşünecek vicdana ve kavrayacak akla sahip değildir Keşfettiği şeyin mükemmelliği ile hayrete düşüp, o şeyi Yaratan'a yönelecek ve onu övecek (tesbih edecek) yerde, bulduğu şeyden dolayı gururlanıp kendisini övmeye (tesbih etmeye) başlar, bu "bilim adamı", "hevasını ilah edinmiş ve bir bilgi üzere sapmıştır" Allah Kuran'da bütün insanların urumunu şöyle haber vermiştir: Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23) Buna karşın Kuran'da müminler, "kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlar" olarak tarif edilir (Ra'd Suresi, 28) Zaten ayetin devamında bildirildiği gibi, "kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur" İnkarcıların kalbi ise başka ayetlerde şöyle anlatılır: Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır Ve büyük azap onlaradır (Bakara Suresi, 7) O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir (Al-i İmran Suresi, 167) Zeka öğüt alıp düşünmeye tamamen kapalı, iyiyle kötüyü ayırt edecek anlayıştan da yoksun bulunmaktadır Zeki kişi bilimsel buluş yapabilir, başarılı bir işadamı olabilir, siyasetçi olabilir Burada en önemli nokta yaptığı işlerin yarar ve zararını ayırt edecek bir anlayışa sahip olmadan bu işleri yapmasıdır Defalarca dinlediği doğrulara karşı tepkisiz ve kör gözlerle cevap vermesi, ayetlerdeki körlük ve sağırlığı, yani kavrayışın ve anlayışın yok oluşunu gösterir Tevbe Suresi'nin 87 ayetindeki "onların kalpleri mühürlenmiştir Bundan dolayı kavrayıp anlamazlar" ifadesi kalbin kavrayıştaki önemini göstermesi açısından önemli bir örnektir Kuran'ın daha pek çok ayetinde, insan davranışlarının kalple olan ilişkisi konu edilmektedir Bunları şöyle sıralayabiliriz: Allah'ın Kişi İle Kalbi Arasına Girmesi Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resulü'ne icabet edin Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız (Enfal Suresi, 24) Kalp Uzlaşması Ve onların kalplerini uzlaştırdı Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir (Enfal Suresi, 63) Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın Dağılıp ayrılmayın Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın Hani siz düşmanlar idiniz O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar (Al-i İmran Suresi, 103) Kalbine Sindirilmek Hani sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (Kitaba) sımsıkı sarılın ve dinleyin" (demiştik) Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık" İnkarları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?" (Bakara Suresi, 93) Kalplerin Takvası İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır (Hac Suresi, 32) Kalpleri Isındırılacaklar Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir (Tevbe Suresi, 60) Kalbin Tatmin Bulması Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur (Ra'd Suresi, 28) (Havariler:) "Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahitlerden olalım" demişlerdi (Maide Suresi, 113) İman edip salih amellerde bulunanlar ve "Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar", işte bunlar da cennetin halkıdırlar Onda süresiz kalacaklardır (Hud Suresi, 23) (Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kuran'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir (Hac Suresi, 54) Allah bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı "Yardım ve zafer" (nusret) ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ın katındandır (Al-i İmran Suresi, 126) Kalbin Sağlamlaşması Sana elçilerin haberlerinden -kalbini sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz Bunda sana hak ve müminlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir (Hud Suresi, 120) Kalbin Boş Olması Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez Kalpleri (sanki) bomboştur (İbrahim Suresi, 43) Kalplerine Korku Salmak Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız Onların barınma yerleri ateştir Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür (Al-i İmran Suresi, 151) Kalbin Öfkeyle Kabarması Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar (Zümer Suresi, 45) Kalbin Meyletmesi Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve içi çarpık sözlerden) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklene dursunlar (En'am Suresi, 113) Kalplerde Onulmaz Bir Hasret Kılınması Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı Dirilten ve öldüren Allah'tır Allah, yaptıklarınızı görendir (Al-i İmran Suresi, 156) Kalplerde Olmayanı Ağızla Söylemek Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir (Al-i İmran Suresi, 167) Kalplerde Gizli Tutmak İşte bunların, Allah kalplerinde olanı bilmektedir O halde sen, onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle (Nisa Suresi, 63) Kalplerin Parçalanması Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir (Tevbe Suresi, 110) Kalbin Kayması "Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen" (Al-i İmran Suresi, 8) Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular Sonra onların tevbelerini kabul etti Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir (Tevbe Suresi, 117) Kalplerin Benzemesi Bilgisizler, dediler ki: "Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?" Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi kalpleri birbirine benzedi Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik (Bakara Suresi, 118) Kalbin Karşı Koyması Nasıl olabilir ki! Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne "akrabalık bağlarını", ne de "sözleşme hükümlerini" gözetip-tanırlar Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar Onların çoğu fasık kimselerdir (Tevbe Suresi, 8) İmanın Kalbe Girmemesi Bedeviler, dedi ki: "İman ettik" De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin İman henüz kalplerinize girmiş değildir Eğer Allah'a ve Resulü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir" (Hucurat Suresi, 14) Kalpte Hastalık Olması Kalplerinde hastalık vardır Allah da hastalıklarını arttırmıştır Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır (Bakara Suresi, 10) İşte kalplerinde hastalık olanları: "Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz" diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün Umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirecek de, onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır (Maide Suresi, 52) Şeytanın katıp-bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler (Hac Suresi, 53) Kalbin Katılaşması Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır Allah yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir (Bakara Suresi, 74) Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi (En'am Suresi, 43) Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler (Zümer Suresi, 22) Kalbin Mühürlenmesi Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve "kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur Onların azı dışında, inanmazlar (Nisa Suresi, 155) Öyle olmasa, Kuran'ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? (Muhammed Suresi, 24) (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı (Araf Suresi, 100) Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır Ve büyük azap onlaradır (Bakara Suresi, 7) Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar (Bu,) Allah katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler (Mümin Suresi, 35) Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerle Yahudiler'den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır (Maide Suresi, 41) Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar İşte biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz (Yunus Suresi, 74) İşte bu ülkeler, sana onların "haberlerinden aktarmalar yapıyoruz" Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar (Araf Suresi, 101) Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler Allah, onların kalplerini mühürlemiştir Bundan dolayı onlar, bilmezler (Tevbe Suresi, 93) De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, biz nasıl ayetleri "çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da" sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En'am Suresi, 46) Tüm bu ayetler çok açık bir gerçeği ortaya koymaktadır: İman, insanın kalbinin duyarlı olmasıyla ilgilidir Kalbi katılaşmamış, mühürlenmemiş bir insan, Allah'ı tanımaya ve O'na itaat etmeye zaten eğilimlidir Din kendisine anlatıldığında, kalbinin verdiği kavrayışla gerçeği görür ve hemen iman eder Oysa inkarcılar farklı bir ruh hali taşırlar Onların kalpleri ölüdür, mühürlüdür Kalplerinde bir duyarlılık olmadığı için, akıl sahibi de olamazlar Bu durumda iman etmeleri de söz konusu değildir Kuran'ın farklı ayetlerinde, mümin yapısına sahip kimselerin kendilerine verilen öğütleri hemen dinledikleri, oysa inkarcı yapısına sahip kimselerin de ne olursa olsun iman etmeyecekleri haber verilir: Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar Sen ancak, zikre (Kuran'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele (Yasin Suresi, 11) Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır Ve büyük azap onlaradır (Bakara Suresi, 6-7) Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte müslüman olanlar bunlardır (Neml Suresi, 80-81) Kalpleri katılaşmış ve dolayısıyla akletme yeteneğini yitirmiş olan inkarcılara karşı, bir de kalpleri canlı olan, vicdan sahibi olan ancak henüz dini öğrenmemiş kişiler vardır Bunlar, kendilerine din tebliğ edildiğinde, dinin hak olduğunu kalpleriyle kavrar ve hemen iman ederler Bu iki taraf, yani kalpleri katı olan inkarcılar ve imana yakın olan ancak kendilerine tebliğ ulaşmamışlar arasındaki en büyük fark ise, bir tarafın kibirli, öteki tarafın tevazulu oluşudur (İlerleyen sayfalarda kibir ve tevazuya daha ayrıntılı olarak değineceğiz) Bunun bir örneği, kendilerini beğenen ve bu nedenle de "kalpleri kaskatı kılınmış" olan bir kısım yahudilerle, tevazu sahibi olan bir kısım hıristiyanlar arasındaki farktır (Maide Suresi, 13) Kuran'da bu durum şöyle açıklanır: Andolsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri ve müşrikleri bulursun Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir Elçiye indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün Derler ki: "Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahidlerle birlikte yaz" (Maide Suresi, 82-83) Mümin fıtratına (yaratılışına) sahip kimseler, dini duyduklarında, "Rabbimiz, biz: 'Rabbinize iman edin' diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik" ayetinde tarif edilen tavrı göstermekte ve hemen kabul etmektedirler (Al-i İmran Suresi, 193) İnkarcılar ise sürekli bir tepki, hatta düşmanlık içinde bulunmaktadırlar |
|