16. Ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları |
11-25-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
16. Ve 17. Yüzyıllarda Türk Çalgıları16 yüzyıl, Osmanlı tãrihinde kanlı ve zaferli, Türk Mûsîkîsi tãrihinde ise karanlık bir dönemdir Bir önceki evrede Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Memlûk gibi civar ülkeleri zayıflatan Osmanlı Devleti, 16 yüzyıl başında Anadolu’yu, Mezopotamya’yı ve Kutsal Toprakları tamãmen ele geçirmiştir Dönemin en önemli sosyo-politik olayı, SafevîSafevî Îran Devleti’nin hükümdãrı Şah İsmãil’in, kışkırtıcılığı yüzünden, 1502’den îtibãren Doğu Anadolu’da patlak veren Şîî-Sünnî kutuplaşmasıdır Şah İsmãil, Fãtih Sultan Mehmet tarafından mağlubedilen Akkoyunlu Devleti’nin mîrãsını devralmakla kalmayıp, Sünnî olan Îranı zorla Şîîleştirmiş, Osmanlı yönetiminden hoşnutsuz kalan Anadolu Türkmenlerini, bu yolla Osmanlı Devleti’ni parçalamak üzere kullanmaya girişmiştir Bu olaylar Osmanlı’nın Anadolu’daki varlığını tehlikeye düşürünce, Sultan II Bãyezid’ın oğulları Ahmet, Korkud ve Selim tarikatı şeyhi ve sonra şehzãdeler, durumdan istifãde ederek iktidar kavgasına tutuşmuşlardır Nihãyet 1512 yılında şehzãde Selim, hasta babası II Bãyezid’i tahttan indirerek Osmanlı hükümdãrı olmuş ve saltanat rakiplerinin hepsini, büyük mûsîkîşinas şehzãde Korkud dãhil, öldürtmüştür [1] Böylece, Türk Mûsîkîsi tãrihi açısından Şark Dönemi adını verdiğimiz, Kasr-ı Şirin (1639) antlaşmasına değin Şîî Îran ile Sünnî Osmanlı arasında siyãsî çekişmelerin süregeldiği yeni bir dönem başlamıştır [2] Sertliği sebebîle YavuzSultan I Selim, vakit kaybetmeyerek Şah İsmãil tehdidinin karşına dikilmiş, Îran Sefer-i Hümãyûnu’nu bizzat yönetmiş ve Anadoludaki Şîî-AlevîAğrı Dağı eteklerinde, Çaldıran Ovası zaferiyle geriletmiştir Bunun uzantısında, zamanının büyük kültür merkezi olan Tebriz şehri alınmış, buradaki sanatkâr insanların hemen hepsi İstanbul’a, Saray-ı Hümãyûn’e nakledilmiştir 1 Çaldıran seferinin diğer bir sonucu da, Şãfiî mezhebinden olan Güneydoğu Anadolu Kürtlerinin, Şîî baskısından kurtularak Osmanlı Devletine katılmaları olmuştur, ki zamãn içinde Kürtler, yöresel birikimleriyle Türk Kültürü’nün bir parçası hâline gelmişlerdir 1 Yavuz Sultan Selim, Çaldıran gãlibiyetîle yetinmemiş, iki sene sonra tekrar sefere çıkmış, 1516 yılında Mercü-d Dãbık ve 1517 yılında Ridãniye zaferleri uzantısında Memlûk Devleti’ni yıkmış, Hilâfeti ele geçirmiş ve Şîîliğe karşı İttihãd-ı İslâm (İslãm Birliği) idealini gerçekleştirmiştir 1 1520’de I Selim’in ölümü üzerine tahta çıkan Kãnûnî Sultan Süleyman, babasının fetih siyãsetini devãm ettirmiş, Bağdat ve BelgradCîhan Devleti yaratmıştır 1 Fetihlerle dolu bu çağın mûsîkîsi hakkında, ne ilginçtir ki, elimizde hemen hiç kaynak yoktur Benzer şekilde, bu dönemin Osmanlı Saray Mûsîkîsi’ne dãir elimize çok az eser ulaşabilmiştir Asgarî bilgiler ışığında, 16 yüzyılın ilk yarısında Hasan Can Çelebi’yi (1490-1567),Nefirî Behram Ağa’yı (? - 1560), Aziz Mahmud Hûdãyî’yi (1543 - 1628) ve I Süleyman vaktinde “Şevknãme” adlı eseri yazan Abdül Ali Efendi’yi farkediyoruz lâkãbıyla anılan başkaldırıyı, 1514’te gibi önemli şehirlerin yanısıra, Balkanlar’ın, Ege’nin, Doğu Anadolu’nun, Kuzey Afrika’nın ve Arabistan’ın büyük bir kısmını Osmanlı İmparatorluğuna katarak bir [3],[4] İlyas Şücã Revãnî (1475-1524) 3 adlı bir Türk şãir ise, “İşãretnãme” adlı mesnevisinde döneminin mûsîkî çalgılarını tasvir etmiş, Çeng, Tanbur, Ud, Kãnun, Def, Kemençe, Ney, Kopuz adlı sazlardan bahsetmiştir [5] Hemen sonra, Durak Ağa’ya (ö 1566) 3 ve Nihãnî Çelebi’ye 5 ait iki ayrı “Saznãme” bulunduğunu öğreniyoruz 16 yüzyılın sonlarına doğru ise, Osmanlı Saray Mûsîkîsi’ni temsîlen Hatip Zãkîrî Hasan Efendi (1545-1623) ile Gãzî Giray Bora Han’a(1554-1607) ve Anadolu Halk Müziği’ni temsîlen Halk Ozanları Pir Sultan Abdal ile Rûşen Ali Köroğlu’na rastlamaktayız 3,[6] 16 yüzyıl mûsîkî tãrihi, aşağı yukarı zikredilen bu kıt bilgilerden ibãret kalmaktadır Bu evrede, sanki derin bir kültürel çalkantı yaşanmış, Saray ile Halk birbirlerinden kopuvermişlerdir Şîî-Sünnî karşıtlığının had safhaya varmasını izleyen yarım asır içindeki kültürel sessizlik, ãdetã bu kopukluğun izlerini taşımaktadır 2 17 yüzyıldan îtibãren ise bir uyanış gözlenmektedir Özellikle IV Murad tarafından Bağdat’ın ikinci defã Safevî Devleti’nden alınması üzerine imzãlanan Kasr-ı Şirin (1639) antlaşmasının ardından, Osmanlı Mûsîkîsi’nin yükselişe geçtiği bir çağ başlamıştır Bu dönemde, IV Murad’ın Bağdat’tan dönüşünde İstanbul’a berãberinde getirdiği Şahkulu [7] adlı meşhur bir mûsîkîşinas; geleneksel Karacaoğlan ismini alan gezgin bir Doğu Anadolu Halk Ozanı (1605-1679) ve Enderun mûsîkîşinaslarından Ali Ufkî lâkaplı Polonya asıllı Albert Bobowski (1610-1675) [8] ismindeki nota-yazarı göze çarpmaktadırlar [9] Aynı dönemde yaşamış diğer iki önemli kişi de, 1609 yılında İstanbul’da doğmuş olan ünlü bilgin Kâtip Çelebi 3 ile, 1611 yılında Kütahya’da doğmuş olan ve “Seyahatnãme”si ile ün kazanan Evliyã Çelebi’dir 5 Mûsîkî kãbiliyeti dolayısıyla IV Murad tarafından ödüllendirilen Evliyã Çelebi, özellikle İstanbul’daki müzik yaşamından bahsederken, şehirde 4000 kadar görevli mûsîkîşinas, yüzlerce hãnende ve yüzlerce lütiye (çalgı yapımcısı) bulunduğunu, askerî zümrelerin dahi kendi mûsîkî loncaları olduğunu yazmaktadır 5 Henry Farmer, Kãtip Çelebi’nin Zeşf-üz-zünun adlı ansiklopedik eserinde 19; aynı zamanda iyi bir mûsıkişinas olan Evliyã Çelebi’nin Seyahatnãme adlı gezi-yazılarında ise 76 adet çalgı zikredildiğini yazmaktadır 5 Dolayısıyla, konumuzla ilgili en öncelikli bir kaynak olarak Evliyã Çelebi’nin Seyahatnãmesini 5 değerlendirmek yerinde olacaktır Bu doğrultuda, ünlü gezginin kaydettiği çalgıları irdeleyip aşağıda görüldüğü şekilde sıraladık ve yorumlarımızı ekledik: ZİLLİ VE DERİ GERGİLİ ÇALGILARÇağana Acem diyarında Şîr-î Hûdã isimli bir pehlivan télifi olduğu, ancak Batı Anadoluda benimsendiği söyleniyor Avrupa bandolarına Mehteran’dan geçmiş olup, “Jingling Johnnie” (Çıngırdayan Coni) veya “Turkish Crescent” (Türk Hilâli) adlarıyla anılan ve Çin Şapkası adı da verilen, çalkalanarak çalınan çıngırak başlı ve süslü uzunca bir tahta ãsã olmaktadır Çalpãre (Çalpara) Evliyã Çelebi ismini vermiş, ancak tanımlamamıştır Farsça “dört parça” demek olan Çarpara’dan türemiş bir kelime olduğu anlaşılıyor Rakkasların parmaklarına takarak ritim sağladıkları mãdenî veya ahşap iki çift küçük “çık-çık” olmaktadır Çengi Çubuğu Kastanyet adlı çalgıyla aynı özelliktedir adıyla da anılan Çalpara, Batı Müziğinde kullanılan Def Mãdenî küçük ziller takılmış deri gergili kasnaklı bir vurmalı sazdır Batı Müziğinde karşılığı Tamburin olmaktadır Birtakım eski deflerin 4 veya 8 köşeli olduğu anlaşılıyor Dãire Halka halka mãdenî küçük çıngıraklar takılmış deri kaplı yuvarlak ve büyükçe bir deftir Özellikle çıngıraksız olanı Mazhar diye anılmaktadır 7 Batıda çıngıraklısına Simbalum, çıngıraksızına Timpanum denmektedir Davul Büyük çapta, ancak kısa boyda silindirik bir yapıya sãhip deri gergili vurmalı çalgıdır Anadolu’da kayışla boyunda taşınarak, Zurna eşliğinde bir yanına çomakla (tokmakla), diğer yanına çubukla (değnekle) vurularak çalınır Kelime kökeni Tabl ile aynı olup, Mehterhãne çalgılarındandır Çeşitli boylarıyla Batı Müziğindeki Kaba Davul’a ve Trampet’e mütekãbildir Dünbelek Birçok çeşidi vardır Mısır’da îcãdedildiği söylenen ve dipdibe bitiştirilen iki üstü deri gergili çömlekten yapılan Çömlek Dünbeleği, Mekke’ye giden Mahmil alayınca çalınırmış Bir de cam kasnaklı yapıldığı düşülünen Cam Dünbeleği zikrediliyor Ayrıca, muhtemelen çıngıraklı olan Yemen Dünbeleği; çift olarak çalınan Mukarran Dünbeleği ve tãrifi meçhul Eyyûb Dünbeleği vardır Günümüzde Darbuka ile eşanlamlı kullanılmaktadır Kös Mehteranda kullanmış olan, üstü kalın deri gergili pirinç kazanlardan yapılan meşhur vurmalı sazdır Evliyã Çelebi’nin mizãhî bir üslupla “her biri hamam kubbesi kadardır” dediği bu ãlet, ucu keçe kaplı tokmaklarla çalınır Batı Orkestralarında günümüzde kullanılan Timpani adlı vurmalı çalgı, kösten türemiş kabul edilmektedir Kudüm Hûşeng Şah tarafından îcãdedildiği söyleniyor Çomak biçiminde değnekler (zahmeler) ile çalınan, küçük çapta ve farklı ebatlarda bir çift köstür Hz Muhammed ile HzHatice’nin zifaf gecesinde ney ve rebab eşliğinde kullanıldığından dolayı, derviş tekkelerinden eksik olmamıştır deniliyor Nakkãre Hãris-i Yemenî tarafından îcãdedildiği ve Arabistan kahvehãnelerinde çalındığı söylenmektedir Mehteranın tanınmış bir vurmalı çalgısıdır İki küçük değnekle çalınan, elle tutulur ölçüde ufak, üstü deri kaplamalı bir çift kâsedir İki parçası da bitişik olduğunda ve sol elde tutulup veya boyna asılıp sağ elle ve tek değnekle çalındığında, Çifte Nakkãre denir Türk Çingeneler arasında Nağra diye tanınır Tabl-ı Baz (Davlunbaz?) Atların eyerlerine takılan veya elde tutulup kösele bir kayışla çalınan küçük köstür Gürültü yaparak av hayvanlarını ürkütmekte, onları sakladıkları yerden çıkartmakta ve baz türü doğana avını yakalaması için yardımcı olmakta kullanıldığından dolayı bu ismi almıştır Bir çeşidinin, 19 yüzyılda Tabl adı altında Mûsıkã-yı Hümãyûn bandosunda kullanıldığına rastlamaktayız Zil Evliyã Çelebi ismini vermiş, ancak tanımlamamıştır Askerî Mûsîkîde ve Dervişlerin dînî ãyinlerinde kullanılan, birbirlerine vurularak çınlayan bakır, pirinç yãhut tunç malzemeden îmâledilmiş iki yassı yuvardan ibãret çalgı türüdür ÜFLEMELİ ÇALGILAR Boru Batı Müziğinde Trompet ile Korno gibi Borazan-vãrî çalgılara denk olduğu hâlde, birçok çeşidi vardır: Boynuzdan yapıldığı anlaşılan Derviş Borusu, avlanmakta kullanılmak üzere Îran hükümdãrı Menûçihr tarafından îcãdedilmiş; Eyyûb Borusu’nun Sinan ŞahAfrãsiyab Borusu (Îran ya da Acem Borusu), aynı ismi taşıyan Îranlı hükümdar tarafından télif edilmiş; Pirinçten Mehter Borusu, Selçuklu Sultan Alp Arslan tarafından Konya’da îcãdedilmiş olup Osmanlılar da kullanmıştır deniliyor; Bundan başka Venedik îcãdı olduğu anlaşılan çevgân gibi eğri Şişe Borusu varmış; Nefir adındaki sipsili kamıştan boruyu da Isfahanlı Hûdãdãd îcãdetmiş, ki Mehteranda kullanılmıştır; Prag’da îcãdedildiği söylenen Turumpata Borusu ise, bilinen Avrupa Trompeti’nin atası olmalıdır; Sonra, pirinçten büklümlü bir boru olarak tãrif edilen İngiliz Borusu’nun içinde ince pirinç diller varmış, ki Batı Müziğindeki Sürgülü Trompet’e denk olması muhtemeldir; Yine pirinçten îmãledilen Lituriyan Borusu adındaki bir Flaman çalgı da Hıristiyan gemiciler tarafından çalınırmış; Erganun Borusu adındaki bir Alman çalgı, manda boynuzu inceltilip içine tel diller koyularak çalınan dãvûdî bir ãlet olarak geçiyor; Ayrıca, Evliyã Çelebi Kerrenay (Kurrenay – Parlak Ney) adında pirinçten veya gümüşten bir boru da zikrediyor ki, “eşek anırması” gibi bir sesi olduğunu mizãhî bir anlatımla söyleyip, bu ãleti, Erivan seferinden dönerken IV Murad’ın İstanbul’a getirdiğini belirtiyor tarafından îcãdedildiği ve içi dilcikli kamıştan bir borucuk olduğu söylenmekte; Duduk (Türkmence’si Tutik-Tütek, Farsça’sı Tutak) Dilli bir çalgı ãilesinin genel adıdır ve birçok çeşidi vardır: Cafer Şah tarafından Musul dolaylarında îcãdedildiği ve şimşir ağacından yapıldığı söylenen Kaba Duduk; Nablus’ta îcãdedildiği ve Kudüslü Kumãme rãhipleri tarafından çalındığı söylenen Arabî Duduk; Erdel’de bir rãhip tarafından îcãdedildiği ve içinde ağarmış saç gibi teller olduğu söylenen Macar Duduğu; Nasreddin Tûsî tarafından îcãdedildiği ve Mehter takımında tãlim için kullanıldığı söylenen Mehter Duduğu; Üsküp’te îcãdedildiği ve kaz ya da turna kemiğinden yapıldığı söylenen Çağırtma Duduk; Trabzon Lazlarıncaîcãdedildiği, 9 deliği olduğu ve ses kutusu içinde danak (tãnecik) bulunduğu düşünülen Danakyu Duduğu; Rum çobanlar tarafından îcãdedildiği ve iki bitişik kamıştan yapıldığı söylenen Dilli Duduk ve Romenlerin kullandığı, parça parça kamıştan yapılan ve 7 parmak ile 1 başparmak deliği olan Mizmar (Duduğu), Evliyã Çelebi’nin bahsetmiş olduğu türlerdir Bir de Şiraz’da îcãdedildiği anlaşılan Balabanİbn-i Gaybî, bu çalgıdan Nây-ı Balaban diye sözetmiştir Duduk ãilesinin, genel olarak Batı Müziğinde eskiden kullanılan Rekorder ve Flajole gibi çalgılara benzediği anlaşılmaktadır (Mey) adında bir çalgı vardır ki, özellikle Azerîler ve Türkler tarafından çokça kullanılan dar kalaklı, sipsili bir tür duduktur 15 yüzyılda yaşamış olan Erganun (Organun) Avrupa ülkelerinde, kilise ve manastırlardaki mahfillere kurulu Org adlı büyük çalgıdır Evliyã Çelebi, Erganun dediği Orgu tãrif ederken, üçyüz adet rüzgâr düdüğü olduğu hãlde, her biri onar rãhip tarafından hareket ettirilen manda derisiyle kaplı bir çift körükle çalıştığından bahsetmektedir Bir körük inip, bir körük kalkarken basılan hava, boruların çarklarına erişip hãzin bir ses ile Rehãvî makãmından çalarmış Bunu duyan rãhipler de o sâdãya uyup, körüklerin üzerine beşer beşer çıkıp, körüklerle inip kalkarlarken aynı makamdan Zebur ãyetlerini okumaya başlarlarmış Manzarayı gören ve müziği duyan insan şaşkına döndüğü gibi, kendinden geçercesine mest olup hayran kalırmış Ayrıca Hz Dãvud’un Erganun’u îcãdettiğinden, bu ãleti Ruhã’da, yãni Urfa yöresinde peydah ettiğinden ve bu sebeple Ruhã şehri ve Rehãvî makãmı dendiğinden bahsedilmektedir Ne ki, Evliyã Çelebi, Orgun mãlûm klavye mekanizmasından sözetmemektedir Mizaç dolu karakteriyle yaptığını anladığımız gözleminden etkilendiği için olsa gerek, bu çalgıyla ilgili daha derin teknik ayrıntılara girmeyi ihmâl ettiğini düşünüyoruz Kaval 9 deliği olan bu çoban çalgısının Fisagor tarafından îcãdedildiği söyleniyor Sürüleri otlatan çobanların kullandığı bir tür üflüttür Bãzılarının 6 parmak deliği ve 1 başparmak deliği, diğerlerinin 7 parmak deliği ve 1 başparmak deliği olduğu görülmektedir Kurnata (Kırnata) İngilitere’de îcãdedildiği, boynuzdan yapıldığı ve Kudüslü Kumãme rãhipleri tarafından çalındığı söylenmektedir Suriye’de sipsili duduk ailesine genel olarak bu isim verilmekte imiş Donuk bir tınıya sãhip Serpent yãhut Kılârinet isimli Batı çalgılarına denk olduğunu düşünmekteyiz Miskål (Mûsîkål-Mûsîkar) Dik üflenerek çalınan, dizi dizi ve farklı boylarda kamışlardan müteşekkil bir çalgıdır Batı Müziği’nde Pan-fülüt olarak tanınır Farklı boylarda iki cins daha miskål varmış ki, bunlar battal (kaba-büyük) ve girift (cura-küçük) miskållermiş Ney Saz kamışından çeşitli boylarda kesilip 6 parmak deliği ile 1 baş parmak deliği açılan ve dudak kenarıyla hafif yatık üflenerek çalınan başpãreli (ağızlıklı) üflüttür Ulvî bir tınıya sãhip olan Ney, geleneksel mûsîkîde ve özellikle de Mevlevî ãyinlerinde oldukça sık kullanılır En büyüğünden en küçüğüne doğru günümüzde bilinen çeşitleri şunlardır: Dãvud, Şah, Mansur, Kız, Müstahzen, Bolãhenk ve Süpürde Bu cinsler, yaklaşık olarak tam sesler hãlinde tizleşirler Arada kalan yarım sesleri tamamlayan diğer neyler Mãbeyn takısı alırlar (Şah Mãbeynî, Kız-Mansur Mãbeynî gibi) Bir sekizli tiz ses veren neyler ise Nısfiye takısı alırlar (meselâ Bolãhenk Nısfiye, ki bugün sãdece Bolãhenk olarak anılır) [10],[11] Evliyã Çelebi oniki çeşitten bahsetmekte ise de sãdece şu isimleri vermektedir: Battal, Dü-heng, Nây, Girift, Mansur, Şah, Bol ãheng, Battãl-ı Dãvûdî, Ser-heng ve Süpûrdã Amasyalı Şükrullah’tan öğrendiğimize göre, eskiden NeyPîşe adlı kamıştan bir çalgı kullanılırdı 7 Benzer olarak Mizmar adlı bir çalgı da mevcut idi Günümüzde kullanılmayan Girift ise, küçük bir ney olmakla berãber, 7 parmak deliği ve 1 baş parmak deliğine sãhip olduğundan dolayı ney ãilesinden ayrı tutulmuştur yerine geçen, 7 veya 9 delikli Tulum Duduğu Rus îcãdı olduğu, Rus çobanların çaldığı söylenen kamışlı deri-tulum çalgı imiş İskoçya’daki çeşidine Gayda denir Türklerde, Trakya ve Doğu Karadeniz yöresine özgü bir çalgı olmuştur Zurna (Surnây) Birçok çeşidi olan sert-dilli bir çalgı olup Mehterhãnenin baş çalgısıdır Efes’te gömülü olan Cemşid tarafından îcãdedildiği söylenen, ağaçtan oyma geniş kalaklı sipsili bir sazdır Batı Müziğinde Şavm ve Obuğa olarak adlandırılan çalgılara benzerliği vardır Evliyã Çelebi’nin kaydettiği Zurna türleri ise şunlardır: Yarım metreden daha uzun olan Kaba Zurna; davul eşliğinde çalınan ve oldukça yaygın olan Cura Zurna; Basra vãlisi Tayyar Mehmet Paşa’nın ağası Ãsaf Ağa tarafından îcãdedilmiş olan Ãsafî Zurna; Mağripli Şeyh Şihab tarafından îcãdedilmiş olunup Fas’ta çalınan Şihãbî Zurna; Suriyeli Ali Nãd tarafından îcãdedilmiş olup Suriye ile Mısır’da çalınan Arabî Zurna ve Kaba Zurna’dan daha kalın ses veren Âcemî Zurna |
|