Müslüman Hep En İyi Olmalıdır |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Müslüman Hep En İyi OlmalıdırMüslüman hep en iyi olmalıdır İnsan için şuuraltı müktesebatının oluştuğu zaman diliminde yetişme şartları çok önemlidir Bu dönemle alâkalı kesin bir yaş sınırı belirlemek mümkün olmasa da genelde "sıfır-beş" veya "sıfır-yedi" yaş aralığı olarak ifade edilmektedir Ancak onun izafî olarak on beş yaşına kadar devam ettiği de söylenebilir İşte insan bu dönemde, gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeyden; etrafında cereyan eden hâdiselerin hemen hepsinden ciddi mânâda tesir altında kalır, belli bir anlayışa sahip olur ve o istikamette bir şahsiyet kazanır Dolayısıyla dinî hayatın gerçek derinliğiyle yaşanmadığı; çirkin ve yanlış davranışların yadırganıp olumsuz davranışlara karşı içten içe bir tiksinti, en azından bir istinkâf, bir geri durup kaçınma duygusunun bulunmadığı; imrenilecek amellere karşı da ciddi bir imrendirmenin yapılmayıp salih amellere karşı iştihaların kabartılmadığı ve bütün bunları hayatlarına hayat kılıp hüsn-ü misal teşkil edecek âbide şahsiyetlerin olmadığı bir ortamda neşet eden kimseler bir yönüyle bu yöndeki mazeretlerinde haklı sayılabilirler Fakat asla unutulmamalı ki, hakiki bir mü'min, Kur'ân ve Sünnet'in beyan buyurduğu ve selef-i salihînin hâlisane temsilleriyle ortaya koydukları ideal hayat tarzını araştırır, bulur, öğrenir; öğrenir ve içinde bulunduğu ortamla, yaşamış olduğu hayat tarzıyla mukayesesini yapıp kendi durumunu sorgular Yani mü'min, yemede, içmede, yatmada, kalkmada, Müslümanların derdiyle derdmend olmada; hâsılı hayatın her anı ve her safhasında Kur'ân ve Sünnet yolunu araştırmak, selef-i salihîn çizgisini yakalamakla kendini mükellef bilmelidir Bu gayeye hizmet etmesi yönüyle selef-i salihînin hayatlarının anlatıldığı tabakat kitapları çok önemlidir O büyük zatların hakiki Müslümanlığı nasıl ve hangi çerçevede yaşadıklarını öğrenip anlamaya, anlayıp benliğimize mal etmeye çalışmalıyız Bu istikamette atalarımız ve seleflerimiz olan Osmanlı'nın da bizim için çok önemli bir kaynak olduğu unutulmamalıdır Hâl-i Pürmelâlimiz Eğer biz, dinî hayatımızda, İslâm'ı arızasız temsil etmiş insanlara bakmazsak, hâlimizden memnun olur, kendimizi yeterli bulur ve dûn himmetliğin altında kalır eziliriz Mesela bir Hasan Şazilî, Abdülkadir Geylanî veya Hasan Basrî Hazretleri'nin Kulubu'd-daria'da yer alan tazarru ve münacatlarına baktığımızda o büyük kametlerin kılı kırk yararcasına, tertemiz, pırıl pırıl bir hayat yaşamalarına rağmen nefislerinden ciddi mânâda şekvada bulunup Allah'a sığındıklarını görürüz Hâlbuki bu zatlar ulûhiyet hakikatine uyandığı andan itibaren ondan başka bir şey görmemiş, çarşı-pazarın eracifine bulaşmamış devâsâ kametlerdir Onların yanında kendi hâl-i pürmelâlimizi nazar-ı itibara aldığımız zaman, zannediyorum Cenâb-ı Hak'tan bir şey isteme liyakatimiz olmadığı kanaatine varır; varır da el kaldırıp O'ndan bir şey istemeye utanırız Evet, değişik asırlara serpiştirilmiş bu müstesna insanların yanında bize ancak Müslümanlığı taklit eden, üzerinde ötelerin izini taşımayan sûrî Müslümanlar nazarıyla bakılabilir Hatta denilebilir ki, şu anki hâlimiz itibarıyla Müslümanlığa o kadar yabancılaşmışız ki, bütün buudları ve gerçek derinlikleriyle onu hayata hayat kılmamız teklif edilse, onu gönülden arzulayanların bir kısmı dahi "Keşke bu mükellefiyetler olmasaydı!" gibi bir anlayışı seslendirip onun gereklerini yerine getirmekten geri durabilir Belki bugün bütün bir yeryüzünde, dinî hayat ve dinî değerler adına ciddi bir yabancılaşma yaşandığından, Müslümanlıktan ne kadar uzaklaştığımızın farkında değiliz Fakat bir kez daha ifade edeyim ki, bugün biz, hakiki Müslümanlığın ufkumuzda tüllenmesini ne kadar arzuluyor olsak da, gerçek temsil ve derinliğiyle onu kabul etmede bir hayli zorlanacağımız kanaatindeyim Çünkü şu anki konum ve duruşumuz itibarıyla, Hak rızasına kilitlenip O'nun marziyyatını kazanmayı hayatının gayesi bilen insanlar olduğumuzu söyleyemeyiz Allah'ım daha yok mu? Bu sözlerimle ümidinizi kırmak ve sizi ye'se atmak istemiyorum Müslümanlar böyle olunca toptan çer çöp gibi Cehenneme mi sürüklenirler? Hayır, Allah'ın rahmeti çok geniştir Hadis-i şeriflerde beyan buyurulduğu üzere "Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasulullah" diyen kimse bile Cennet'e girecekse, inşallah işin bu kadar taklidini yapan insanlar Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinden mahrum kalmazlar Bu ayrı bir meseledir Ancak günümüzde bu emanete sahip çıkmak isteyen insanlar, emanette emin bir emanetçi olup olmadıklarının muhasebesini yapmalıdırlar Bu din onlara emanet edildiğine göre onlar da yeryüzünün eminleri, yani ümena ve süleha olmalıdırlar Öyle ki, din ve diyanet adına, gerekirse kendilerine veya evlâd ü ıyâline gelecek zararı göze alabilmeli ancak dine dokunacak bir tehlike karşısında tir tir titremelidirler Bunun için bizler dini anlama ve onu hayata hayat kılma hususunda sürekli çıtayı yükseltme ve anlayışımızı hep daha üstün bir noktaya ulaştırma peşinde olmalıyız Hatta bir gün Cüneyd-i Bağdadî, Beyazid-i Bistamî gibi bazı Allah dostlarının nail oldukları seviyede Allah'a muhatap olma ufkuna ersek yine de çıtayı yükseltmeye çalışmalı ve "Allah'ım daha ötesi yok mu bunun?" demeliyiz Eğer bunun ötesi " Allah'ın rızası en büyük olandır" (Tevbe Sûresi, 9/72) hakikatinin tecelli ve zuhuru ise, o zaman bize de onun talibi olmak düşer Çünkü emanette emin bir emanetçi olmanın gereği budur 1 - İnsanın tabiatının oluşmasında çevre çok önemlidir Ancak unutulmamalıdır ki sahabe gibi parlak bir nesil de son derece fena bir çevrede yetişmişti 2 - Günümüz Müslümanları İslamiyet'in özünden o kadar uzaklaşmıştır ki, eğer hakiki manada Müslümanlık uygulanmaya çalışılsa buna en başta itiraz edecek Müslümanlar vardır 3 - İnsan, maneviyat adına doyumsuz olmayı tercih etmelidir Kur'an'da farklı bir meseleyle ilgili söylendiği gibi, ulaştığı her bir manevi makamdan sonra "Allah'ım daha yok mu?" demesini bilmelidir |
|