Kendini O'na Affettir |
10-28-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kendini O'na AffettirKendini O'na affettir Geçen hafta, günahların içimizde meydana getirdiği derin yaralardan bahsetmiştik Bu yaralardan ancak Eyyûb aleyhisselam gibi ayağımızı yere vurarak kurtulabileceğimizi söylemiştik Yaraların farkına varıp onları iyileştirme arzusuyla ayağını yere vurma iradesi tevbedir O yere vurmadan sonra fışkıran âb-ı hayat ise Rahmeti Sonsuz'un rahmeti ve mağfiretidir Tevbe, günahların meydana getirdiği yaraların iyileştirilmesi gayretidir O sadece kanı durdurmaya yönelik bir ilkyardım müdahalesi değildir İnsanın içini onarması ve kendini yenilemesidir Yaradan tamamen kurtulmaya ve hiç izi kalmayacak şekilde kökünü kurutmaya yönelik sürekli bir tedavidir Bu yüzden tevbe, günahın hemen ardından gelmelidir Günahın açtığı yara, büyüklüğüyle doğru orantılıdır Bazı günahlar, kolumuza bir bardak kaynar su dökülmesi gibidir Bazıları ayağımızın kırılması, bir kısmı başımızın yarılması misalidir Elimizi bıçakla kesmiş kadar küçük olan da vardır, kalp sektesine yol açacak derecede büyük olan da Önemli olan yaranın küçüklüğüne bakmadan hemen müdahale etmektir Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle: "Her günahta küfre giden bir yol vardır O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse küçük bir yılan gibi kalbi ısırır" Kendi bünyemizden yola çıkarak konuyu daha iyi anlayabiliriz Küçük bir bıçakla parmağını kesip kanatan biri, o kanamaya hiç müdahale etmeden kendi haline bıraksa Ardından aynı insanın koluna bir çaydanlık dolusu kaynar su dökülse ve ciddi bir yanık oluşsa Biraz sonra yolda yürürken düşüp ayağı kırılsa Ve o bunların hiçbirini iyileştirmeden beklese O insanın sağlıklı bir şekilde hayatını sürdürmesi, hatta hayatta kalması mümkün olur mu? Tevbe edilmeyen günahlar, tedavi edilmeyen yaralar gibidir İyileştirilmeyen bu yaraların her biri kalıcı izler bırakır ve bir süre sonra manevi bünyemiz hiçbir şey hissedemez hale gelir "Israrla işlenen hiçbir günah küçük değildir Tevbe edilen hiçbir günahın büyük olmadığı gibi" beyanı bu hakikati ifade etmektedir Günah, nefsin insanı aldatması ise tevbe, iradenin şımarık nefse attığı tokattır Nefis sürekli kötülüğü emreder ve insanın içindeki şer meyillerini harekete geçirir Günahı cazip gösterir Oltanın ucundaki yemle hazırladığı tuzaklara çekmeye çalışır Elemleri lezzet ambalajına paketleyerek sunar Akıllı insan bu tuzaklara düşmeden iradesiyle nefsinin sesini keser Bunu yaparken de elindeki en büyük imkân, iradesidir İradesini kullanarak şer meyillerinin esiri olmaktan kurtulur Bu şer meyelânının önüne geçebilmenin, onların kökünü kurutmanın yolu istiğfardır Tevbe, şeytanın hâkimiyet arzusuna bir başkaldırıdır Bu başkaldırı geçici ve yüzeysel değil, sürekli ve derinliklidir Çünkü günahlar süreklidir Üzerimize sağanak sağanak yağmaktadır Günahsız yaşamak, yağmur altında ıslanmamak kadar imkânsızdır Günah imtihanını veren Allah, tevbe imkânını da ihsan ederek bir kere daha rahmetini göstermiştir Ancak sürekli günahlara karşı sadece perşembe akşamlarına sıkıştırılmış merasimlerle mücadele edilebilmesi mümkün değildir Günah kulun Rabb'ine karşı işlediği ayıbın adıdır Tevbe de bu ayıptan utanmak, başını öne eğmek, yüzünü kızartmaktır Sigara içerken babasına yakalanan çocuğun mahcubiyeti gibi, Yüce Yaratıcı'ya yanlış yapmanın mahcubiyetini yüreğinde hissetmektir Günahtan duyulan ızdırap, Rahmeti Sonsuz'a saygının bir tezahürü olmalıdır İnsanın içinde "Bu günahı işlemekle ben çok ayıp ettim" duygusu hâkim olmalıdır Tevbede ilk hedef ne cehennemden kurtulmak ne de cenneti elde etmek olmalıdır Yapılan yanlışın yürekte oluşturduğu burkuntuyu gözyaşlarıyla iniltiler halinde ifade etmektir Veysel Karanî gibi "Sen benim Rabb'imsin, ben Senin kulun Sen benim Sahibimsin, ben Senin kölen Sen Ganî'sin, ben fakir Sen Bâkî'sin, ben fanî Sen Şâfî'sin, ben hasta Sen Ğafûr'sun, ben günahkâr Öyleyse affet günahlarımı Setret hatalarımı" diyebilmektir Kendini O'na affettirmektir Süleyman Sargın |
|