Kuyuya Atilan Üç Taş: Ben, Doğruluk Ve Gerçeklik |
08-23-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kuyuya Atilan Üç Taş: Ben, Doğruluk Ve Gerçeklik0 Sezgi Durgun -Yeditepe Üniversitesi Felsefe Bölümü KUYUYA ATILAN ÜÇ TAŞ: BEN, DOĞRULUK VE GERÇEKLİK Es gibt vierlei Augen Auch Sphinx hat Augen: und folglich gibt es vierlei `Wahrheiten', und folglich gibt es keine `Wahrheit' F Nietzsche , Wille zur Macht, (1883-1888)- Bölüm 540 Çok çeşitli göz vardır, Sfenks'in de gözleri vardır: öyleyse çok çeşitli `Doğruluk' vardır ve öyleyse `Doğruluk' yoktur SUNUŞ Bu yazıda, "doğruluk" ve "gerçeklik" kavramlarının keşif nesneleri olarak görülmesi ile "ben" kavramının sabit bir nesne olarak tanımlanması arasındaki bağı Nietzsche'nin eleştirel bakış açısından ele alacağız Amacımız, Nietzsche' nin eleştirisinden hareketle, akılcı gelenek içinde tanımlanan "özne, "öz", ve "töz"tanımlarının "ben" kavramıyla olan ilişkisini sorgulamaktır Öncelikle, bu yazıda kullanacağımız terimlerin ve bu terimlere ilişkin kavramsal ayırımların ya da benzerliklerin kökenlerini görebilmek için özne, nesne terimlerinin felsefı kullanımlarını anımsamak gerekiyor Onaltıncı yüzyılda felsefe terimi olarak "özne" nin Aristoteles 'ten etkilenerek (hypokeimenon3) Alm das Subjekt, Lat Subiectum terimleriyle alta atmak, alta düşen , altta bulunan anlamlarında kullanıldığını görüyoruz Bu terimin çeşitli kullanımları şöyle sıralanabilir: 1- Bir şeyin nereden geldiği, onu o şey yapan 2- Niteliklerin taşıyıcısı, töz 3- Mantık ve dilbilgisi açısından yüklemlerin taşıyıcısı Özne terimi, onyedinci yüzyıldan beri bugünkü anlamını kazanıyor; kendini ben olmayanın, nesnenin karşısında bulan, karşısına koyan, o nesneye bilme ve eyleme ereği ile yönelen olarak tanımlanıyor Onsekizinci yüzyıla kadar bu terim niteliklerin ve durumların taşıyıcısı anlamında, töz olarak kullanılıyor Nesne terimi ise (Alm Gegenstand, Das Objekt; La objectum: karşıda bulunan, karşıya konan anlamındadır) iki bağlamda kullanılıyor: 1- Kendisine yönelinen, düşünülen, tasarlanan, bilinçte düşünme nesnesi olarak düşünmenin karşısında bulunan şey 2- Özne ediminin, bilincin kendisine yöneldiği şey; özne ediminden, bilinçten bağımsız olan gerçek nesne, dış dünyanın bir parçası olarak bilincin karşısında duran şey anlamında kullanılıyor Töz, (Almubstanz, Lat Substantia, Yun hypostasis, hypokeimenon: altta bulunan demektir) Değişen durumlar ve niteliklere karşı kalıcı olan , başka bir şeyle ya da başka bir şeyde değil, kendi kendisiyle varolan anlamındadır Öznede değil, kendinde bağımsızca varolan, görüngülerin taşıyıcısı anlamında kullanılıyorYunancada ousia, einai terimleriyle ile varlık ve olmak üzerinden ilişkilendiriyor Örneğin, Descartes tözü "varolmak için kendisinden başka hiçbir şeye gerek duymayan" (Descartes R,Discourse on Method, VI,33 ve I, 102) olarak tanımlıyor Descartes'a göre, düşünen töz ve yer kaplayan töz, mutlak töz olan Tanrı tarafından yaratılmıştır Gerçekte sonsuz niteliğe sahip tek bir töz olduğunu ve bizim ancak ikisini yani düşünce ve uzamı bilebildiğimizi savunur Onyedinci yüzyıl sonlarında Descartes’in etkisiyle "özne teriminin ruhsal yaşantıların taşıyıcısı, düşünen, tasarımlayan,' bilen, duyan, isteyen ben anlamında, ayrıca edimde bulunan eyleyen yapan anlamında kullanılıyor Ayrıca Descartes'ın sisteminde içselliğin öznellik ile bağıntısı da, Kartezyen Ego'nun kendi varlığının kesinliğinin, kendi kendisinin düşünme fıilin dolaysız biçimde bilincine varma iddiası üzerinden kuruluyor Bizim bu yazıda inceleyeceğimiz noktalar, iki aşamada sunulacaktır: İlk aşamada ele alacağımız nokta, Descartes ’ın düşünce sisteminde tanımlanan "ben"in doğasının Nietzsche 'nin bakış açısından nasıl sorunsallaştırıldığıdır Dolayısıyla ilk sorumuz şu olacak: Kartezyen düşüncede "ben" kavramı ile "bilgi", "doğru bilgi", "gerçeklik" "akılcılık", "öz", "özne", "nesne", "töz" gibi kavramların arasındaki ilişki nasıl kuruluyor ve hangi çerçeve içinde sabitleniyor? Sorumuzun yanıtını Nietzsche 'nin Batı metafiziği ve akılcılık geleneğine yönelttiği eleştiride arayabiliriz Bu eleştirinin günümüzde yeni tartışmalar üretmesinin nedenlerinden biri, Batı geleneği içinde tanımlanan "ben" kavramının "doğruluk" ve "gerçeklik" gibi en temel felsefi kavramlarla bağlantılı olmasıdır Bu konuda ilk sorgulanacak şey, insanın "doğru" bir yöntem izleyerek "doğru bilgiye" ve "gerçeğe" ulaşacağı inancının Batı metafiziğinin ve akılcılık geleneğinin bir önkabulu olmasıdır Bu önkabuller çerçevesinde "doğruluk ve "gerçeklik" kavramlarının birer keşif nesnesi olarak görülmesi belirli bir "ben" tanımına-ya da birden çok tanıma- yol açmaktadır "Ben" kavramını tanımlama ve sabitleme çabası Batı felsefe geleneğinde bir gereklilik olarak görülmüştür Oysa, felsefeye geleneksel çerçevenin dışından bakan Nietzsche'nin farklı bir savı vardır: "Ben" kavramının sabitlenebilir varlıksal bir statü kazanması dilsel, kurgusal hatta mantıksal kesinliğe sahip olabilir, fakat bunun zorunlu olarak "doğru bilgi" iddiası taşıdığını söylemek bir bilgi değil, inanç ya da istektir (Wille zur Wahrheit) Bu savı ilk bölümde sunmaya çalışacağız İkinci aşamada, birinci bölümde tartışılan "ben" kavramına Nietzsche 'nin getirdiği yorumu inceleyeceğiz; bu yorumu tartışmaya açmayı deneyeceğiz İkinci bölümde, Nietzsche 'nin "ben"in kurgusallığa işaret etmesinin bu kavramın yadsınması veya yok sayılması anlamına gelmediğini göstermeye çalışacağız; Nietzsche'nin "ben" kavramına getirdiği alternatif perspektiflerin ne olduğunu anlamaya çalışacağız Bu da bizi şu soruya götürecektir: Nietzsche'ye göre tek olmayan, sabit olmayan ve farklı özellikleri birarada barındıran "ben" zihinsellik dışında nerede aranabilir? |
|