Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
derrida, jacques, kimdir, yapısöküm

Jacques Derrida Kimdir,Yapısöküm Nedir?

Eski 08-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Jacques Derrida Kimdir,Yapısöküm Nedir?






Jacques Derrida (1930-2004)


Geliştirdiği “yapısökümcü” okuma yöntemiyle yepyeni bir düşünme olanağının kapılarını aralayan, post-yapısalcı felsefe çerçevesinin kuruluşunda çok önemli bir yeri bulunan Cezayir doğumlu Fransız felsefeci Derrida’nın hemen bütün metinlerinde kendisini gösteren egemen düşünce, Batı felsefesi geleneğinin yapısökümcü bakış açısından sonuna dek sorgulanmasıdır

Bu anlamda ilk iş olarak Batı felsefesini köküne dek sarmış olduğunu düşündüğü bulunuş metafiziği varsayımının yapısının sökülmesine yönelen Derrida, söz konusu varsayım aracılığıyla kendisiyle özdeş dolaysız bir yaşantı alanı olarak doğruluk yaşantısının değerinin kesinlendiği, buna bağlı olarak da konuşmaya geleneksel olarak yazı önünde hep varlıkbilgisel bir öncelik ve üstünlük tanındığı saptamasında bulunur Konuşma ile yazı arasındaki ayrımın ancak öteki’nin şiddet kullanılarak dışlanması yoluyla yapılabileceğini ileri süren Derrida, öteki’ne şiddet uygulanmasına olanak tanımayacak yepyeni bir dil anlayışı geliştirme amacındadır

Bu yeni dilin en belirgin özelliği, ayrımın özdeşliğe indirgenemiyor oluşuna bağlı olarak farklı bir etik ve siyasal sorumluluk anlayışını savunuyor oluşudur Derrida’nın yazılarında ele alınan felsefe sorunlarını tam olarak kavrayabilmek için, öncelikle Kant, Hegel, Marx, Nietzsche, Husserl, Heidegger, Levinas, Sausssure ve daha birçok filozofun düşünceleriyle tanışık olmak zorunludur Böyle bir tanışıklığın olmayışı, çoğunluk olduğu üzere, Derrida’yı anlamaya çalışan okurları Derrida’ nın metinlerindeki felsefe devinilerini izleyemediklerinden ötürü çok güç bir durumda bırakmaktadır



Derrida’ya göre yapısöküm bir okuma tekniği olmaktan çok “bütünüyle öteki” olana yaklaşmanın, dolayısıyla da baştan olanaksız bir deneyimi ortaya çıkarmanın bir yoludur Bir bütün olarak Derrida’nın düşünsel konumu, bu anlamda felsefece düşünmenin metafizik dilinin eleştirisi yoluyla düzenli olarak yinelenen dogmacı varsayımlardan kurtarılmasının amaçlandığı Hegel sonrası son derece üretken açılımlara konu felsefe çerçevesine yerleştirilebilir

Kuşkusuz metafiziksel dogmacılıktan kaçınma arayışı, izleri Kant’ın eleştirel felsefesi ile İngiliz Deneyciliği’ne, hatta belli bakımlardan Descartes’a dek sürülebilir olması nedeniyle yeni bir şey değildir Ancak metafiziksel dogmacılığı eleştirmek ile metafızik dilini eleştirmek bir ve aynı şey değildir Hegel sonrası felsefe dönemiyle birlikte dili sorgulamak Batı filozofları için sürekli üzerinde durulan bir izlek konumuna gelmiştir Sorun bu biçimde konduğunda, Derrida ilk bakışta pragmacı ve mantıkçı olgucu düşünce hareketleriyle yakın bir yere yerleştirilebilir gibi görünse de Derrida’nın felsefece ilgilerinin geliştiği çerçevenin Kıta yönelimli olması böyle bir girişime pek olanak tanımayacaktır

İlk yazılarında Derrida, kendi içinde tutarlı bir anlamlandırma çabası olan Husserlci görüngübilim izlencesine derinden bağlıdır Buna karşı, Husserl’in teksesli dil ülküsünü yeniden canlandırdığını gerekçe göstererek, görüngübilim yönteminin son çözümlemede doğruluğun "bulunuş" olarak değerlendirilmesi sayıltısından, yani bildik geleneksel metafizikten kurtulamadığı eleştirisinde bulunur Belli ölçülerde, aşağı yukarı aynı temeller üzerinde Heidegger de Husserl’i eleştirmiştir Derrida, Husserl’e yönelttiği eleştirileri, buna bağlı olarak da ortaya attığı savları pek çok bakımdan olurlamakla birlikte Heidegger’in vardığı kimi sonuçlara katılmamaktadır Nitekim yazılarında sık sık yeniden döndüğü, Heidegger’in felsefenin sonuna gelinen bir dönemde düşünmenin ödevini tanımlama ekseni doğrultusundaki girişimine karşı can alıcı önemi bulunan bir takım sorular ortaya atar



Sonraki dönemine karşılık gelen yazılarında Heidegger, dilin insana ait bir şey olmadığını, tersine insanın dile ait bir şey olduğunu öne sürer; bu anlamda insan dili değil dil insanı konuşuyordur Bir başka açıdan söylenecek olursa, Heidegger’e göre geleneksel olarak savunulanın tam tersine düşüncenin dili belirlemesinden çok dilin düşünceyi belirlemesi söz konusudur

Heidegger’in bu saptamalarının ışığı altında Derrida, yapısökümün ödevini aydınlığa kavuşturabileceği bir zemin bulmuş gibidir Nitekim Derrida’nın kullandığı “yapısöküm” terimi (diconstruction) doğrudan doğruya Heidegger’in Varlık ile Zaman’da (1927) kullandığı Almanca destruktion teriminin Fransızca’ya çevirisidir Heidegger’in temel savına göre, “Varlığın Utku” (zaferi) olarak zamanı doğru bir biçimde düşünme ödevi, metafizik kavramların tarihinin, özellikle de Aristoteles, Descartes ve Kant’taki zaman tasarımlarının destrüktion’u ile olanaklıdır ancak Buna karşı Heidegger destrüktion’u asla “geriye tek bir iz kalmayacak biçim de ortadan kaldırmak” olarak anlamazNitekim metafizik tarihi, bir yapının yerinden oynatılamayacak denli sağlam bir biçimde yerleşmesinden (daha sonra ,gestell, ya da “çatı”, diye adlandırır Heidegger bunu) meydana gelmektedir Bu anlamda destruktion Heideggerci anlamıyla düşünceye yerleşen her türden yapının gevşetilip zayıflatılmasıdır daha çok

Derrida, Heidegger’in terimi bu özel anlam da kullanışını geliştirdiği yöntemin adı yapacak denli önemli görmesine karşın, yine de Heidegger’in destrüktion anlayışının da son çözümlemede bulunuş metafıziğinin izlerini taşıdığının açıkça görüldüğünü belrtmektedir Özellikle Heidegger’in varlıkların Varlığı’nın sözünü dile getireceğini öngördüğü sahici şiir dilinin metafizik tarihinin bütünüyle destrüktion’una yol açacağı umudunu dile getirdiği yerler, Derrida’nın kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini düşündüğü özel yapısöküm alanlarıdır Nitekim Derrida için Heidegger’in umduğunun ya da varsaydığının tersine, düşüncenin başlayabileceği ya da yeniden oraya geri dönebileceği bir başlangıç noktası ya da konumu yoktur Böyle bır başlangıca duyulan yersiz “nostalji” ya da yitirilmiş geçmişe duyulan özlem değme bir bulunuş metafıziği örneğidir

Derrida için Batı metafiziği tarihi eninde sonunda doğruluğun gerçek paradigması olarak kendiliğin bulunuşunu olurlayan bir dizi girişimden oluşmaktadır Bu geleneğin tam göbeğinde, kendi bulunuşunu kendisine ancak dil yoluyla gösterebilen bir varlık olarak “insan” tanımı yer almaktadır

Varlıklar arasında insana tanınan bu özel yere inanç, Derrida’ya göre asla temellendirilebilecek bir şey değildir (Hiçbir düşünce, “Düşünüyorum” düşüncesi bile, kendisini kendisine dolaysız bir biçimde sunamaz Derrida’nın bu temel çıkışı, neden dil izleğini bırakıp yazı izleğiyle düşünmeye yöneldiğini de açıklamaktadır Kendiliğin bulunuşunun değerini tam olarak kesinlemek için, Batı filozofları geleneksel olarak düşüncenin dile ne ölçüde bağımlı olduğu sorusunu göz ardı etmişlerdir Ne var ki bu temel gerçek öyle kolaylıkla hasır altı edilebilecek gibi değildir Derrida’ya göre; Platon’dan Rousseau’ya, oradan da Hegel’e gelinene değin hemen bütün filozoflar, düşüncenin kendiliğinden kendisine açık seçik olduğu bir ideal dil ile bu teksesli ve özgün “düşünce dili”nin kendisine çevrilebileceği bir ikincil dil arasında bir ayrıma gitmişlerdir




Buna göre, konuşma dilindeki sözcükler hiçbir aracıya konu olmaksızın doğrudan düşüncenin anlatımıdırlar; çünkü onlar yalnızca konuşulduklarında vardırlar, dahası söylendiklerinde konuşanın içinde duyulabilmektedirler Buna karşı yazı dilindeki sözcükler, onları dile getiren konuşmacı ortadan kaybolduğunda dahi işlevlerini yerine getirebildiklerinden, düşünceye dışsaldırlar Konuşma bu anlam da doğrudan doğruya düşüncenin gövdelenmesiyken, yazı yalnızca konuşmanın ikincil bir göstergesidir

Derrida’nın gözünde filozofların bu temel yaklaşımı, kendiliğin bulunuşunu sağlama almak adına anlamlandırmanın maddiliğini unutmak gibi çok önemli bir yanlış doğurmuştur Bu hiç de dayanıklı olmayan uslamlama çatısı altında, Batı filozofları kendi “sesçil” yazılarının abecesinin sesçil olmayan Avrupa dışı dillere göre felsefı bakımdan daha üstünlüklü bir konumda bulunduğunu varsayar olmuşlardır Ne var ki sesçil yazıyı sesçil kılanın ne olduğu, sesçil olmayan yazıyı sesçil yazıdan neyin ayırdığı öyle hiç de kolayca yanıtlanabilir bir soru değildir Daha da önemlisi, Derrida’nın Söylediği gibi, salt düşüncenin anlatımı ya da dışa vurumu olacak ideal saltıklıkta bir dil tasarlamak olanaksızdır Bir başka deyişle, Derrida’ya göre “konuşma” ile “yazı” arasında geçmişte sıkça yapıldığı gibi keskin bir ayrıma gitmenin sağlam bir temeli yoktur

Bu saptamadan harekede Derrida, bulunuş metafiziginin “söz-egemen” ya da “ses-egemen” temellerinin yapısökümüne yönelmektedir Konuşmanın yazı üzerindeki sıradüzensel üstünlüğü kendisini Batı metafıziğinin üstüne kurulduğu sayısız sıradüzenli karşıtlıklarda göstermektedir

Derrida’nın bu karşıt ikiliklere ilişkin olarak yapmak istediği, kimi yorumcularının belirttiği üzere, karşıtlıkta yer alan terimlerin yerlerini değiştirerek aralarında kurulu bulunan öncelik/ sonralık ya da üstünlük/alçaklık değerlemelerini tersyüz etmek değildir yalnızca Burada amaçlanan Batı düşüncesinin üstüne kurulduğu bu temel karşıtlıkların mantığının yapısını bütünüyle sökerek bir daha kullanılamaz hale getirmektir



Demek ki Derrida’nın açıklamasına göre, konuşma/yazı ayrımının savunulamaz oluşu yazı kavramını da en az konuşma kadar kendisine kuşkuyla yaklaşılması gereken bir kavram kılmaktadır Öte yandan, yazı yine de ötekiliği simgeleyen temel beti olarak işlevini yerine getirmeyi sürdürmektedir Derrida’ya göre bu nedenle, Heidegger’in ileri sürdüğü gibi, düşünmenin ödevinin “dili dil olarak dile taşımak ya da dile getirmek” olması oldukça anlaşılır bir şeydir Nitekim bu bağlamda Heideggerci bir düşünce çizgisi izleyen yapısökümün temel ödevi de “yazıyı yazı olarak yazıya taşımak ya da getirmektir”

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bulunuş metafiziğinin yapısını sökmek için öncelikle düşüncenin kendisini yazı olarak açığa vurmasının gereğidir O nedenle yapısökümcü söz dağarında “yazı” kavramı kesinlikle salt arı düşüncelerin kayda alınması demek değildir Nitekim Derrida bu noktanın ne denli önemli olduğunu vurgulamak için “arke_yazı” kavramı diye yeni bir yazı anlayışı betimleme yoluna gitmiştir Buna göre, arkhe’siz (yanı “kökensiz”) bir düşüncenin özniteliğini différence (“ayıram”) oluşturmaktadır Diffrence en genel anlamda, her şeye “ilk” olan ya da her şeyin “merkez”inde duran düşünülebilecek her türden terimi adlandırmanın olanaksızlığını adlandırmaktadır

Metafızik olmayan, metafizikten başka bir düşünce olanağının önünü açmak için, yazının, kendinde bulunan bır “anlam” ya da “doğru dile getirme amacı güdüşüyle tanımlanan metafizik dilinin bütün metafizik içerimlerinden tümüyle kurtarılması zorunludur Bu sonuca ulaşmak için Derrida, bir dizi değişik yazma stratejisi geliştirmiştir Bu stratejilerden biri, kendi içinde bütünlüklü tek bir kitap olarak okunmaya izin vermeyecek biçimde aynı metinde sonsuz sayıda metin üretmektir

Nitekim Derrida Glas (Matem Çanı, 1974) adlı yapıtını, bu biçimde parçalara ayırarak, bir anlamda parçalayarak yazmıştır Kitabın ana yapısı, ilk sütunda Hegel’in (giz, örtü) anlayışıyla ilişkili çeşitli konuların incelendiği, ilk sütunun tam yanına yerleştirilen ikincisindeyse Genet’nin yazılarında düzenli olarak karşılaşılan bir giz türü olarak Jean Genet’nin imzasının çok yönlü bir incelemesinin yapıldığı iki ayrı sütundan oluşmaktadır

Glas üzerine söylenebilecek bir dolu şey olmakla birlikte, bunlardan ola ki en önemlisi, kitabın Sartre’ın Aziz Genet adlı incelemesinde yarı Hegelci bir gözle Genet’nın yazılarını özetlemiş olmasından duyulan rahatsızlıkla Genet’nin yazılarını kurtarmak adına uygulanmış bir yapısöküm örneği olarak okunabileceğidir

Derrida’ nın sıkça başvurduğu bir başka yapısöküm stratejisi de geleneksel gösterge kavramını özellikle sorunsallaştırmak amacıyla tasarlanmış différance gibi birtakım metinsel imler üretmektir Bu imler yalnızca birer yeni sözdük geliştirme arayışına karşılık gelmezler, Çünkü bunlar ne sözcüktürler ne de gösterge (örneğin Fransızca’da “ayrım” anlamına gelen différence sözcüğünden bozmadır); bunlar daha çok anlaşılırlığa karşı kendi dirençlerine ya da korunaklarına dikkat çeken, an tam anlamıyla belirlenemeyen yapısökümcü ifadelerdir

Différance “Varlık” türünden her hangi bir şey üzerine enson sözün söylenemezliğini açığa vuruyor olması, kimi yapısöküm yorumcularınca “olumsuzlamacı tanrı bilim” biçiminde yorumlanması sonucunu doğurmuştur Derrida aralarında görünen yakınlığın kaçınılmaz olduğunu, ama bu ikisini, yani yapısöküm ile olumsuzlamacı tanrıbilimi eşitlemenin bulunuş metafiziğinin kendinden geçirici yaşantısını yeniden kesinlemek anlamına geleceğini bildirmektedir

Bunun yerine Derrida, bütün deneyimlerin gelecekte neler olacağını bilen bir peygamberlik konumuna indirgemeksizin “şimdi ile burada bulunma”yı kesintiye uğratan, yapısı sökülemez mesihvari bir söz verme ile yapılandırıldığını ileri sürmüştür Belki de bu noktada, Herakleitos’un oluşu kesinleyişi de Derrida’nın söz verme yaşantısına değin açıklaması aynı düzlemde düşünülürse, Herakleitos’un “oluş” anlayışı Derrida’nın différance’ la demek istediğine en yakın düşünsel konum olarak değerlendirilebilir




Bu tür bir Herakleitos okuması, Derrida’nın açıkça yapısökümcü yönlerini Heidegger’in göz ardı ettiğini düşündüğü Nietzsche’nin yazılarında da bulunabilir Heıdegger’e göre, Nitzsche’nin metinleri tek bir anda tek bir düşünürün tekil düşüncelerini yansıtmaktadır Derrida, Heidegger’in bu savına Nietzsche’nin yazma biçeminin değişik yönlerine dikkat çekerek karşı çıkar Buna göre, Nietzsche belli bir anlamı ya da doğruyu dile getirmek yerine, yazılarında daha çok alışıldık geleneksel yorumlama kaynaklarını baştan boşa çıkaran metinsel sorunsalları gündeme getirmiştir

Derrida bu düşüncesini "Mahmuzlar- Netzsche’nin Biçemleri" adlı çalışmasında, Nictzsche’nin metinlerinde yer yer geçen “Şemsiyemi unutmuşum” tümcesinin yorumlama bakımından üzerine “karar verilemez” oluşuna parmak basarak tanılamaktadır Burada gösterilmeye çalışılan, bırakın metnin tek bir anlamı olmasını, metinde karşılaşılan herhangi bir “şey”in dahi bir özdeşliği olmadığıdır Bu düşünce uyarınca Derrida, Nıetzsche’nin metinleri demek yerine “Nietzsche’nin imzaları” demeyi daha uygun bulmaktadır

Bunun yanında Derrida, Nietzsche’nin biçemlerini çoğaltmanın doğruluğunu savunmakla birlikte, Nietzsche’ nin birtakım anlam hareketlerine ilişkin belli çekinceler koymaktan da geri kalmaz Sözgelimi Derrida’ya göre “kadın” sözcüğü Nietzsche’de “doğru olmayan” ın eğretilemesi olarak geçmektedır hep Bu yüzden, Nietzsehe’nın metinlerınde “kadın” sözcüğünün geçtiği yerler Derrida için yapısöküme alınması gereken özel yerlerdir

Ayrıca Nietzsche’de karşılaşılan anlam hareketlerinin yol açtığı şiddete de dikkat çeken Derrida, aşırılığın mantığını şeyleştirmeden aşırı uç konumların taşıdığı yıkıcı gizilgücü patlatacak bir stratejinin arayışı içindedir

Bu açıdan bakıldığında yapısöküm siyasal olan üzerine düşünmenin bir yolu olarak da değerlendirilebilir Nitekim daha ilk yazılarından başlayarak Derrida’nın adalet ile şiddet arasındaki ilişkiyle ilgilendiği üstünden atlanamayacak bir olgudurÖzellikle Heidegger'in 1926 tarihli "Anaksimandros Fragmanı" adli yazısından yola çıkan Derrida, Levinas ile kimi başka düşünürlerin de görüşlerinden beslenerek hiçbir biçimde şiddet içermeyen bir adalet anlayışı tasarlamanın olanaklı olup olmadığı sorusu üzerinde durmuştur, Son yıllarda yapısökümün ne gibi siyasal içerimleri bulunabileceğine ilişkin sıcak bir tartışma başlatmış olmakla birlikte, henüz bu konuda tam olarak kesin bir yanıt verilebilmiş değildir Buna karşı başta Habermas ile Gadamer olmak üzere birtakım çağdaş felsefeciler, belirsizliğin sürekli olurlanmasından öte bir anlam taşımadığını gerekçe göstererek, yapısökümün ilkece siyasal yargılar verme yetisi olmadığını ileri sürmektedirler, Bu düşünürler siyasetin ideal bir uzlaşım olanağı üstüne kurulduğumı belirterek, Derrida'nın böyle bir uzlaşımdan yana olmayan bir felsefe tavrı içinde olmasını siyaset dışı bir tutum olarak değerlendirmişler; bu anlamda tam da yapısökümün kendisinin bir şiddet uygulayım felsefesi olduğu sonucuna varmışlardır

Kendisine yöneltilen bu eleştiriler, Derrida'nın doğrudan etik ve siyasal sorunlara yönelerek yapısöküm yönteminin kapsamını genişletmesi gibi somut bir sonuç doğurmuştur, Bu yönelimle, oldukça geniş bir geleneksel siyaset felsefesi metinleri yelpazesine yoğunlaşmıştır, Bunlar arasında Aristoteles ile Monresquieu'nün arkadaşlık üzerine yazılan, Marx'ın fetişizmi görüşü, Kant'ın uluslararası siyaset için verdiği açıklamalar en önemlileri olarak başı çekmektedir, Derrida'nın bütün bu metinlere yaklaşımını belirleyen temel ilgi, sonuna dek götürülmüş yapısökümcü bir sorumluluk anlayışının geliştirilmesidir, Hiç kuşkusuz bu izleğin geliştirilişinde Levinas'ın düşünsel konumuna karşı duyduğu yakınlık açıklıkla görülmektedir,

Derrida’nın başlıca yapıtları zaman dizinsel olarak şunlardır: L’écriture et la Différance (Yazı ve Ayrım, 1967); La Voix de la Phénomene (Ses ve Görüngü, 1967); De la Grammatalogie ( Yazıbilime Dair, 1967); Marges de la Phlisohie(Felsefenin Kıyıları, 1972); La Disémination (Yayılım/Saçılma, 1972); Positions (Konumlar, 1972); Glas (Matem Çanı, 1974)L’archéologie du frivol(Sıradan Şevlerin Kazıbilimi, 1976); Le Vérité en peinture (Resimde Doğruluk, 1978); La Carte postale de Socrate a Freud et de la(Sokrates’ten Freud ıle Ötesine Kartpostallar, 1980):Spurs, Nietzsche’s Style (Mahmuzlar: Nietzsche’nin Biçemleri, 1981, ikidilli basım); Psyché (Psykhe, 1987): De l’Esprit (Tin Üzerine, 1989); Limited Inc (Limitet AŞ, 1990) ve L’Autre Cap (Ötekinin Kulağı, 1991)
Felsefe Sözlüğü- ABaki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; ÜHüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları








Alıntı Yaparak Cevapla

Jacques Derrida Kimdir,Yapısöküm Nedir?

Eski 08-20-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Jacques Derrida Kimdir,Yapısöküm Nedir?




Dil'in Oynaklığı


Derrida'nın düşüncesini anlamaya çalışırken, öncelikle kavranması gereken kavramlardan ilki, çoğunluk İngilizce'ye "söküme almak" [under erasure] diye çevrilen "sous rature" terimidir Herhangi bir terime "sous rature" deyişini yüklemek demek, önce bir sözcük yazmak sonra üstünü çizmek, ardından da hem sözcüğü hem de üstü çizilmiş halini baskıya vermek demektir Buradaki düşünce kısaca şudur: Sözcük eksik ya da daha çok yetersiz olduğundan, ama buna karşın sözcüğün okunabilir kalması da zorunlu olduğundan üstü çizilir Derrida stratejik değeri yüksek bu işlemi, Varlık sözcüğünün üstünü sık sık çizen Martin Heidegger' den almıştır

Bu işlem sayesinde hem üstü çizilmiş hali hem de sözcüğün kendisi birarada bulunur; nitekim sözcük tek başına yetersiz, ama onsuz yapamayacağımızdan da gereklidir

Heidegger, Varlığın anlamlama yetisi yoluyla asla tüketilemeyeceğine inanır Dolayısıyla Varlık her zaman anlamlamaya önseldir; hem de bütünüyle aşar onu Varlık, bütün gösterenleri gösteren sonul bir gösterilen, "aşkın gösterilen" dir

Derrida'nın dil anlayışına göre, gösteren doğrudan doğruya gösterilene bağlı değildir Gösteren ile gösterilen arasında birebir karşılıklı ilişkiler yoktur Saussurecü düşüncedeyse, her göstergeye bir birlik gözüyle bakılır Ama Derrida için, sözcük ile şey ya da sözcük ile düşünce gerçekte asla bir ve aynı olamazlar Nitekim Derrida göstergeyi bir ayrımlaşma yapısı olarak görür; bir yarısı her zaman "orada bulunmaz", diğer yarısı ise her zaman "kendisi değildir" Gösterenler ile gösterilenler sürekli olarak yeni birleşimler [combination] içinde bulunmalarına bağlı olarak ya birbirlerinden koparlar ya da biraraya gelirler Dolayısıyla, bu noktada gösteren ile gösterilenin aynı sayfanın ıkı ayrı yüzü olarak düşünüldüğü Saussurecı gösterge örnekçesinin yetersizliği ortaya çıkar Gerçekten de, gösterenler ile gösterilen arasında öyle sanıldığı gibi değişmez bir ayrım yoktur Çocuğun sorusuna yanıt verdiğinizde ya da herhangi bir sözcüğün anlamına bakmak için sözlüğe danıştığınızda, bir göstergenin başka bir göstergeye yol açtığına/ gönderdiğine tanık olursunuz Bunun yanısıra gösterenlerin gösterilenler içinde karşılıklı olarak dönüştüklerini, kendinde gösteren olmayan sonul bir gösterilene bir türlü varamadığınızı da görürsünüz


Başka bir deyişle, Derrida burada herhangi bir göstergeyi okuduğumuzda anlamının bizim için apaçık olmadığını söylemektedir Göstergeler yokluğu gösterirler, dolayısıyla bir anlamda anlamları yoktur Anlam sürekli olarak bir gösterenler zinciri boyunca devinir, asla kesin "yerlem"inden [location] emin olamayız, çünkü anlam asla tek bir göstergeye dayanmaz

Derrida'ya göre göstergenin yapısı bir başkasının izince (iz sözcüğünün Fransızcası tekerlek izi, ayak izi ve baskı gibi anlamlar bildirmektedir), yani bir anlamda sonsuza dek yoklukla eşdeğer olan başkası tarafından belirlenir Kuşkusuz bu başkasının kendi bütünsel varlığı içinde bulunması gerekmez Daha çok, çocuğun sorusuna verilen yanıta ya da sözlükteki herhangi bir tanıma benzer başkası: Bir gösterge bir göstergeye yol açar/ gönderir ve böylece bu zincir sayılarla anlatılamayacak bir biçimde sonsuza dek sürer

Bunun altında yatan anlam nedir? Şöyle ki, bilginin yansıtılan "amaç" ını onun "araçlar" ıyla örtüştürmeye çabalamak hiç gerçekleşmeyecek bir doluluk düşüdür Hiç kimse " araçlar" (gösterge) ile "amaç"ı (anlam) özdeş kıIamaz Gösterge her zaman başka bir göstergeye yol açar/gönderir; bunlardan birinin yerini bir başkası ile değiştirmek kimileyin göstereni gösterilen yapar Derrida'ya göre, gösterge -göstergebilimin yaptığı gibi bir başlangıç (gönderge) ile bir sonu (anlam) birbirine bağlayan türdeş bir birim olarak ele alınamaz Asla görünmeyen, ancak başka bir göstergenin izinde konaklayabilen gösterge üzerine, "söküme almak" gibi bir yordama bağlı kalınarak çalışılmalıdırDahası, dil zamansal bir süreçtir Bir tümceyi okurken tümcenin anlamı çoğunluk tümcenin sonuna varıncaya dek ortaya çıkmaz; hatta sonraki tümcede geçen gösterenler yoluyla tümcenin önceki anlamı dahi değişebilir Her göstergede, göstergenin kendisi olmak için dışladığı başka sözcüklerin yanısıra daha önce geçmiş olan sözcüklerin izleri de bulunur Bütün sözcükler/ göstergeler üstlerinde bu türden izler taşır Daha önce geçmiş olan sözcüklerin kalıntılarıdır onlarBir tümcede geçen her sözcük, bir anlamlama zincirindeki her gösterge, karmaşıklığı asla tüketilemeyecek bu izlerden taşır

Anlam hiçbir zaman kendisine özdeş değildir, çünkü gösterge asla birbirinin aynı olmayan başka başka bağlamlarda geçer Anlam bağlamdan bağlama geçtiğinde asla aynı kalmaz, çünkü gösterilen dolaşıma sokulduğu çeşitli gösteren zincirlerince değiştirilecektir

Bunun anlamı şudur: Dil, Levi-Strauss gibi kimi yapısalcıların sandığından çok daha oynak bir konudur Dilin hiçbir öğesi mutlak bir biçimde tanımlanamaz; dilde, herşey herşeye dalabilir, herşey herşeyin izini sürebilir Eagleton şöyle diyor:

"Göstergelerde hiçbir şey bütünüyle bulunmaz Söylediğim ya da yazdığım bir şeyde bütünüyle bulunabileceğime olan inancım yanılsama değildir de nedir; çünkü göstergeleri kullanmak, iletmeye çalıştığım anlamın da dağılmasını, bölünmesini ve asla kendisiyle birebir aynı olmamasını gerektirir Aslında yalnızca aktardığım anlam için değil, benim kendim için de aynı durum geçerlidir:Dil, uzlaşıma dayalı olarak kullandığım bir araç olmaktan çok, benim de içinde yapıldığım bir şeydir Demek ki değişmez, birleşik, bölünmez bir varlık olduğuma yönelik bütün bir düşüncenin kurgudan öte bir değeri yoktur"



Sesmerkezcilik - Sözmerkezcilik

Çalışmalarında genellikle dilin işlevi ve rolü sorunuyla ilgilenen Derrida, yapısöküm diye adlandırılan bir yöntem geliştirdiği için ünlenmiştir Bu yöntem, herhangi bir metin içinde geçen kavramların metnin bütünlüğü açısından tutarsız ve ikircikli kullanımlarından yola çıkarak, metnin yazarının kurduğu kavramsal ayrımların başarısızlığını açıklamak amacıyla geliştirilmiş bir metin okuma yöntemidir Başka bir deyişle, bu yöntem metinde öngörülen ölçütü, metnin kurduğu ölçün ya da tanımları sökerek metnin içerdiği özgün ayrımları darmadağın etmek için kullanılır Derrida bu yeni yordarnı Husserl, Rousseau, Saussure, Platon, Freud ve kimi başka düşünürlere karşı kullanmıştır Söz konusu yöntem her türden metne uygulanabilir

Yapısöküm yöntemi Derrida'nın "bulunuş metafiziği" [metaphysics of presencence] diye adlandırdığı şeyle ilgilidir Derrida' nın kavgası, başta Husserl hemen bütün filozofların "dolaysız bir kesinlik alanı" bulunduğu varsayımına olan değişmez inançlarıyladır

Pek çok filozofun kuramı başlangıcını ve köklerini "bulunuş" düşüncesinden alır Sözgelimi Husserl'in durumunda, arı bir anlatım biçimi bulmak uğruna yapılan araştırma aym zamanda dolaysız bir bulunuş arayışına karşılık gelir Bu anlamda, burada bulunmak hiçbir aracıya konu olmaksızın yalnızca bulunuş'un kendisinin bulunuş olması anlamına gelir ve kesinliğinden asla kuşku duyulamaz

Ancak Derrida "bulunuş" olanağını reddeder, bunu yaparken de filozofların şimdiye değin tuttukları yolun temel taşlarını yerlerinden oynatır Bulunuş'u reddetmekle Derrida, "şimdi" diye tanımlanabilecek belli bir tikel "an" a karşılık gelen bulunuş görüşünü de reddeder Pek çok insana göre "bulunuş" bilincin ("bilinen"in) bir taşrasıdır Nasıl ki geçmişte neler olup bittiğinden emin olamıyorsak, gelecekte neler olacağından ve şimdi başka bir yerde neler olup bittiğinden de emin olamayız; ama "bulunuş" a ilişkin bilgimizin kesinliğinden burada ve şimdi emin olabiliriz -bu anlamda, "bulunuş" o an deneyimlediğimiz algısal dünyanın ta kendisidir "Bulunuş"a dair böylesi bir önkabule karşı açtığı savaşla Derrida, hem olguculuğun hem de görüngübilimin korkunç bir kabusu haline gelir
Husserl, Mantık Araştırmalan adlı kitabında anlatma ile gösterme [indication] arasında önemli bir ayrım yapmıştır Anlatma göstergenin salt anlamı diyebileceğimiz konuşmacının niyetiyle ilgilidir öte yandan gösterme ediminin bir şeye işaret etme [point] gibi bir işlevi bulunur ve hiçbir niyetsel anlama konu olmaksızın da gerçekleşebilir Derrida, salt bir anlatma ediminin her zaman için göstermeli [indicative] bir öğe içerdiğini ileri sürmüştür Gösterme asla yanlışa düşmeden, başarılı bir biçimde anlatmadan ayrılamaz Göstergeler kendilerinden bütünüyle ayrı bir şeye göndermede bulunmazlar Bu bakımdan, gösterenden bağımsız hiçbir gösterilen olamaz Anlama işaret etmek amacıyla kullanılan işaretlerden [marks] bağımsız hiçbir anlam alanı yoktur

Derrida bağımsız bir gösterilenler alanı olamayacağını belirttikten sonra, ilkin, hiçbir göstergeyi hiçbir gösterilene işaret ederken düşünemeyeceğimiz; ikincileyin de gösterenler dizgesinden asla kaçamayacağımız sonucuna varır Bu sonuçlar, hiçbir koşula bağlı olmayan bir "bulunuş" olamayacağına dair uyarır bizi

Şimdiye dek, "bulunuş" varsayımından ötürü konuşmaya yazı önünde hep bir öncelik tanınmıştır Derrida buna "sesmerkezcilik" der Konuşma yazıya göre daha üstün bir konumda düşünülmüştür, çünkü konuşma "bulunuş" olanağına yazıdan çok daha yakındır Daha yakındır çünkü belli bir dolaysızlık bildirir
Anlam görünüşte konuşmaya içkindir, dahası bilincin iç sesiyle konuştuğumuzda kendimizle konuştuğumuzu duyumsamakla kalmaz, bunun yanında konuşurken konuşmanın anlamını yakaladığımızı sanır ve sanki o anlam üzerine herkesin kabul ettiği ortak bir karara varıldığı, dolayısıyla da "bulunuş"u ele geçirdiğimiz duygusuna kapılırız Bu açıdan bakıldığında, yazının ümitsizce yerine getirdiği aracılık ödevinin tersine konuşma, görünen an' a ve "bulunuş" a bağlanır, bu nedenle de daima yazı karşısında daha ayrıcalıklı bir konuma yükselir

Derrida bu nedenle sesmerkezciliği, "bulunuş"un kaçınılmaz bir sonucu olarak görür Nitekim Derrida'nın çabası da, bulunuş metafiziğinin örtüsünü bir bütün olarak kaldırıp gerçekte bu metafiziğin ne menem bir metafizik olduğunu gözler önüne sermek amacıyla konuşma ile yazı arasındaki karşıtlığı yapısöküme uğratmak yönünde olmuştur
Bununla da yetinmeyen Derrida, dilbilimin yazıdan çok konuşma üzerine yapılması gereken bir çalışma alanı olması gerektiği yollu Saussurecü reçeteyi sıkça eleştirmiştir Söz konusu reçete Jakobson, Levi-Strauss ve diğer bütün göstergebilimci yapısakılar tarafından paylaşılmıştır Derrida, Yazıbilime Dair adlı yapıtında yazmaya bir ek, bir yordam ve hatta başkalarına konuşma içinde verilecek bir gözdağı açısından bakılmasının ve yazının konuşma içinde yeniden inşa edilmesi gerektiğinin düşünülerek -başkasına verilen cezayı yüklenen bir başkası gibidışlanmasının çok daha geniş bir eğilimin ilk belirtisi olduğunu ileri sürer Bu anlamıyla bakıldığında, Derrida'ya göre sesmerkezcilik, evrende ilk ve son şeyolarak Us'u, Söz'ü, Kutsal Zihin'i ve bilincin bütünüyle bulunuşunu gören sözmerkezcilikle yakından ilgilidir

Derrida, Husserl'in bulunuş'un kanıtını seste bulduğunu söyler -gerçek seste değil ama kendi kendinizle yaptığınız iç konuşmanın sesinde: "Konuştuğumda kendimi duyarım Aynı zamanda duyduğum bu konuşmayı anlarım da" Husserl'in anlamlı konuşma örnekçesi, bilincin yalnızca zihinsel yaşamında kendisiyle yaptığı sessiz sedasız sohbetten başka bir şey değildir

İçselliği yalnızca tek bir açıdan simgeleştiren yazıya göre, konuşmanın içselliğe çok daha yakın bir yerde durduğu düşünülür Konuştuğum zaman konuşanın açıkça ben olduğumu görürürn Konuştuğum sözcükler sanki içimden, doğru ve gerçek varlığımdan çıkıyorlarmış gibi gelir Yazı o kadar açık, doğal ve içten gelmez bana

Konuşma ile karşılaştırıldığında yazı, mekanik, ikinci el, konuşmanın bir kopyasıymış izlenimini uyandırır insanda Belki de salt sesmerkezciliğe dayalı bir uyarlama olarak düşünüımesinden ötürü yazıya hep konuşmanın bir türevi gözüyle bakılmıştır bugüne dek Derrida, Platon' dan başlayarak Heidegger ile Levi-Strauss' a dek bütün bir Batı Felsefesi geleneği boyunca insan sesinin dolaysızlığı ve canlılığı ile karşılaştırıldığında sanki insan sesine yabancılaşmış olarak görülen yazının değergesini aşama aşama yitirişine tamk olduğumuzu söyler (Bu konu, Derrida'mn, Rousseau ile LeviStrauss'un özgün metinleri üzerine yaptığı incelerneyi ele aldığımız bir sonraki bölümcede tartışılacaktır) Gerçekte bunun arkasında yatan yanılgı, insan varlığının tek bir görünüm olarak düşünülmesinden kaynaklanmaktadır: Genellikle insanların kendilerini eşzamanlı olarak anlatabildikleri, dolayısıyla kendi varlıkları içindeki içsel doğruyu ortaya çıkarmak için şeffaf bir aracı gözüyle baktıkları dili kullanabildikleri söylenir Bu kuramın görmeyi bir türlü beceremediği; çoğunluk ikinci el bir anlatım biçimi olarak görülen yazı gibi konuşmanın da içsel bir anlatım biçimi olarak ikinci el bir anlatım biçimi olduğudur


Dolayısıyla Derrida'nın temel ilgilerinden birisini, gerçek anlam aracısı diye görülen konuşmanın ayrıcalıklı konumu karşısında kendisine anlatımın yalmzca bir türevi olarak bakılan yazının gözardı edilmesi olgusu oluşturur Batı Felsefesi hemen hep konuşma üstüne yoğunlaşmış, sesin üstünlüğü konusunda ısrarcı olmuştur Bu gelenekte sesin görüngübilimsel yapısı, bulunuş' un önemli bir kanıtı olarak benimsenmiştir Batı Felsefesi "sesmerkezli" olmanın yanısıra "sözmerkezli"dir Derrida metafizik terimi yerine "sözmerkezli" terimini, metafizik düşünce dizgelerini neyin belirlediğini ön plana çıkartmak için kullanır -söz konusu metafiziklerin Us'a bağımlılığını göstermek için Batı felsefesi bu anlamda bütün inançlarımızın temelini oluşturan bir öz ya da doğruluk bulunduğuna inanır

Kuşkusuz burada kendisiyle doğrudan doğruya birebir ilişkide bulunulabilecek, "aşkın gösteren" için "aşkın gösterilen" in (yani bir Us) dengesini koruyacak bir düzen özlemi görülür Bu türden göstergelere şu örnekler verilebilir: İdea, Madde, Dünya Tini, Tanrı, vb Bu kavramların her biri diğer bütün göstergelerin kendi çevresinde döndüğü bir düşünce ve formlar dizgesinin temelini oluşturur Derrida bu türden her aşkın anlamın kurgudan öte bir şeyolmadığını savunur

Toplumda, kendilerine büyük önem verilen Yetke, Özgürlük ve Düzen türünden gösterenlerle ilgili belli gösterilenler ya da anlamlar bulunur Kimileyin bu anlamları sanki diğer bütün anlamların kaynaklarıymış gibi düşünürüz Ne var ki, bu anlamların olanaklı olabilmesi için başka göstergelerin bunlardan daha önce varolmuş olmaları gerekir Ne zaman bir kaynağı düşünsek hemen hep o kaynağın daha öncesindeki bir başlangıç noktasına geri gitmeyi isteriz Oysa bu anlamlar kaynağa bakılarak görülemezler; bunlar ancak diğer bütün anlamların ilerlemesine önayak olan belli amaçlar doğrultusunda gözlenebilirler Şeyleri türeyişlerine bakarak bir telos ya da bir son nokta -erekbilgisi [teleology]- doğrultusunda kavramaya çalışmanın yollarından biri, anlamları belli bir anlam sıradüzenine [hiyerarşi] oturtarak düzenlemektir


Derrida, "metafizik" diye adlandırdığımız her düşünce dizgesinin bir dayanağa, bir temele ya da bir ilk ilkeye dayandığını ifade eder İlk ilkeler çoğunluk bu ilkelerin dışladıklarıyla, diğer kavramlara ilişkin bir "karşıtlık" yoluyla tanımlanırlar Bu ilkeler ve onların bildirdikleri "karşıtlıklar" her zaman için yapısöküme uğratılabilirler

Derrida, bütün metafiziklerde taşınan karşıt kavramların asla değişmeyen göndermesinin "burada' nın burada olması" biçiminde düşünüldüğünü savlar (Derrida "metafizik" sözcüğünü genellikle "burada olan varlığın" -"bulunuş olarak varlık"anlamdaşı olarak kullanır) Derrida'ya göre metafiziğin taşıdığı ikili karşıtlıkların ("karşıt ikilikler") belli başlıları şunlardır: gösteren/ gösterilen, duyulur/düşünülür, konuşma/yazı, söz (parole)/ dil (langue), artzamanlı/ eşzamanlı, uzam/zaman, edilgenlik/ etkenlik

Nitekim yapısalcılara karşı yönelttiği eleştiri-lerden biri, yapısalcıların kavramları" söküme alma" dıkları, dolayısıyla da bu ikili karşıtlıkları yeterince sorgulamadan kabul ettikleri biçimindedir

"İkili Karşıtlıklar" ne demektir? Bana kalırsa bu karşıtlıklar bize tıpkı ideolojiler gibi şeyleri görmenin bir yolunu sunarlar İdeolojilerin doğru/ yanlış, anlamlı/ anlamsız, merkezi çevre, yüzey/derinlik, us(sallık)/ delilik türünden karşıt kavramlar arasında keskin bir ayrıma gittiklerini biliyoruz Derrida, kendileriyle düşünmeye alıştığımız, bu yüzden de düşüncemizdeki metafiziğin yaşamını sürdürmesine olanak tanıyan şu karşıtlıkları kırmaya çabalamamız gerektiğini söyler: madde/tin, özne/ nesne, yanlışlık/doğruluk, beden/ruh, metin/ anlam, içsel/ dışsal, temsili/bulunuş, görünüş/öz vb Öyleyse Derrida' nın önemi şuradan gelir: Derrida bu karşıtlıkları, ancak karşıt terimlerden birinin yalnızca diğeri içinde varolabileceğini göstermek yoluyla altüst edebileceğimiz bir yöntem ortaya koymuştur



Derrida sesmerkezcilik-sözmerkezcilik anlayışlarının her ikisinin de' merkeziyetçiliğe karşılık geldiğini belirtir -insanoğlu başlangıç ile sonun ortasına bir "merkez" yerleştirmek için yanıp tutuşur Söz konusu merkez özleminin yetke baskısı altında belli bir sıradüzene oturtulmuş karşıtlıklar doğurduğunu savlayan Derrida'ya göre, bu karşıtlıklarda ayrıcalıklı ya da üstün terimler "bulunuş" ve "us" terimleridir

Alt konumdaki terimlerin her biri ise kendi değergesini kendisine göre tanımlayıp olası bir çöküntüyü haber eder Duyulur ve düşünülür ile ruh ve beden arasındaki karşıtlık bugün Batı felsefesi tarihinin sonunu getirmiş gibi görünüyor Bu anlamda, bu sonun en son kırıntısı anlam ile sözcük arasındaki karşıtlığı kendine mal eden, sonuna gelinmiş felsefenin mirasçısı çağdaş dilbilimdir Konuşma ile yazı arasındaki karşıtlık da böylelikle bu örüntüdeki yerini alır
Postyapısalcılık ve postmodernizm-Bilim ve Sanat Yayınları
Madan Sarup-Çeviren Abdülbaki Güçlü s51-62

Alıntı Yaparak Cevapla

Jacques Derrida Kimdir,Yapısöküm Nedir?

Eski 08-20-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Jacques Derrida Kimdir,Yapısöküm Nedir?




Eğretilemeyi Anlamak
Dilin yalnızca gerçekliği yansıtmayıp aynı zamanda onu oluşturduğunun düşünülmesi nedeniyle, eğretileme konusu günümüzde gittikçe önem kazanıyor Dikkatler bugün gittikçe artan bir oranda, sözsanatsal araçların deneyimimizi ve yargılarımızı nasıl biçimlendirdiğine, dilin belli eylem türlerinin değerini arttırmaya olanak sağlarken diğerlerinin etkinliğini nasıl olup da azalttığına çevrilmiştir
Geçmişte eğretilemeye genellikle dilin deyişsel bir işlevi gözüyle bakılmıştır Ne var ki eğretileme konuşmanın özsel bir koşuludur Dil bir gerçeklik türünden başka bir gerçeklik türüne geçerek çalışır, bu nedenle özce eğretilemelidir Kimileri teknik ve bilimsel dilin eğretilemeden temizlenmesi konusunda ısrar etmişlerdir, oysa deminden beri gördüğümüz üzere eğretilemeli anlatımlar dili köküne varıncaya dek sarmışlardır Sözgelimi, alışkanlıklarımız nedeniyle düzenlemeleri altı aşağı ve üst/yukarı sözcüklerine bağlı olarak hemen hep bir uzamsallık bakımından düşünürüz Kuramları birer yapıymış gibi düşünmeye eğilimli olduğumuzdan olacak, onları birer temel, birer çerçeve vb olarak düşünürüz "Altyapı" ve "üstyapı" kavramları Marxçılığın temel kavramlarıdır Derrida'nın da gösterdiği gibi eğretileme felsefeyi baştan sona kaplamıştır, her ne kadar bunu felsefe bilmezden gelse de

Anlam çevrede dolanır durur Eğretileme işte o anlamın dolanıp durma sürecine verilen addır Düzenli dilin korkusu eğretilemeler, anlamın çoğalmasını sağlarlar İlkin, elimizde verili olan düşünceye ilişkin olarak yapılacak eğretilemelerin sayısına asla sınırlama getirilemez ikincileyin, eğretileme tek bir şeyi çepeçevre saran sözsanatsal bir bağcık türü olması nedeniyle o şeyi bambaşka bir biçimde anlamamıza yol açar (Eğre-tilemelerden kaçınmayı ve bunun yanında düzanlama dair pek çok şizofrenik bağı öğrenmenin oldukça ilginç olduğunu gördüm, çünkü bunlar eninde sonunda karar verilemez oluyorlar) Eğretilemeler her türden ilişkiyi ayağa kaldırırlar Bu ilişkilerin nasıl kurulacağı sorusu gerek dinleyici gerekse okuyucu için temel bir konudur Gerçekten de bir eğretilemeyi anlamak, eğer mümkün olduğunca yerleşik kuralları izlemekten kaçınılırsa, en az eğretileme yapmak denli yaratıcı bir çabadır Eğretileme her yerde ve her zaman bulunur Üstelik hiçbir eğretileme asla şifresi çözüldü diye bir kenara atılamaz

Burada eğretilemelerin yalnızca şiir ya da yazın eleştirisiyle ilintili olmadıklarını, bundan daha önemlisi konuşma değişmeceleri (mecazları) hiç olmadıklarını özellikle vurgulamak istiyorum Eğretilemeler birçok söylem türünü yapılandıran, şeylerin hangi biçimde kavranacağını geniş ölçüde etkileyen anlatım yollarından birisidir Şimdi sizden bir süreliğine "vakit nakittir" eğretilemesi üzerine düşünmenizi istiyorum Kültürümüzde vakit nakittir sözü pek çok bağlamda kullanılır: Telefon konuşmalarımızın süresine ilişkin olarak, saat başına ücretlerimizde, ödünç para alıp verirken Ancak zamana yalnızca değerli ve yararlı bir şey gözüyle bakarak eyleyemeyiz Nitekim kimileyin zamanı şu biçimlerde kavradığımızda olur: "Sana ayıracak zamanım yok", "Bugünlerde zamanını nasıl harcıyorsun?" Görülüyor ki harcanabilen, çarçur edilen, bütçesi yapılabilen, üstüne yatırım yapılabilen, kısacası akıllıca korunup ahmakça israf edilebilen bir şey olarak anlayıp yaşıyoruz zamanı -"Vakit nakittir", "zaman sınırlı bir kaynaktır" ve "zaman değerli bir metadır" gibi sözlerin tümü, eğretilemeli kavramlardan oluşturulmuş sözlerdir Eğretilemelidirler çünkü zamanı kavramsallaştırmak için günlük deneyimlerimizde parayı, sınırlı kaynakları, değerli ve yararlı şeyleri kullanıyoruz Ne var ki bu, zamanı kavramsallaştırmanın tek yolu değildir Sözgelimi kültürle de ilintilidir zaman Nitekim günümüzde dahi yukarıda zamana ilişkin söylenenlerin hiçbirini algılamayan kültürler bulunmaktadır
Başka bir örneği düşünelim: Çalışma ve boş zamana ilişkin yapılan düzenleme amaçlı eğretilemeleri Kişi ya bütün gününü işte geçirir ya da iş dışında Boş zaman doldurulması gereken bir zamandır Hafta sonu tatilleri iş arasında verilen kısa molalara benzer İş eğretilemeleri genellikle doluluk ve önemliliği anıştırırken, boş zaman eğretilemeleri boş ve boşluk çağrışımları yapar Yaşamı pekiştiren birincil ve en önde gelen eğretilemeler çoğunlukla iş yaşamına dair yapılan eğretilemelerdir Oysa çalışma yaşamı dışında yapılan eğretilemeler iş yaşamına temel olamayacak derecede önemsiz eğretilemelerdir Bu türden eğretilemeler tam anlamıyla sinsidirler; çünkü konuşmayla öylesine iç içe geçmişler, konuşma içinde öylesine doğallaşmışlardır ki, insana verdikleri eğretileme lezzeti konuşmacılar ile dinleyiciler dışında kaybolur gider

Eğretileme Siyasaları

Gündelik dil ağzına kadar eğretilemeyle doludur Sözgelimi çağdaş toplumlarda uslamlamamız genellikle savaş doğrultusunda yapılandırılır, anlaşılır, kullanılır ve düşünülür Burada alınıp korunması gereken bir konum söz konusudur Savaşı kazanabilir ya da kaybedebilirsiniz çünkü sizin düşüncelerinize saldırıp devirmeye çalışan hasmınızın uslamlaması sizi bir an önce vurmak için tetikte bekler Bu anlamda uslamlamanın dili temelde fiziksel kavganın dilidir Öyle ki, "uslamlama savaştır" sözü yaşadığımız kültürün kavram dizgesinde yaratılmıştır Lakoff ve Johnson bunun aslında böyle olmasının zorunlu bir doğru olmadığına işaret etmektedir, çünkü uslamlamayı bambaşka anlamlarda kavrayan kimi toplumlar düşünmek de olanaklıdır -sözgelimi bir tiyatro gösterisi olarakll Kuşkusuz böylesi bir toplumda hem uslamlamanın kendisi hem de o uslamlamanın başarı ya da başarısızlığının ölçütü toplumumuzda olduğundan apayrı bir yönde olacaktır

Tarihin belli dönemlerinde kimi eğretilemeler özgürleşirler Tarihçi Christopher Hill, on yedinci yüzyılda bilgi tarafından denetim altına alınıp geliştirilen doğayı bir makine olarak anlama noktasına nasıl gelindiğini betimlemektedir Makine olarak doğa düşüncesi, (o zamanlar için) insanı özgürleştiren görkemli bir düşüncedir İnsanlar böylelikle takdiri ilahiden ya da tanrısal bir istençten kurtularak özgürleşmişler, dünyayı yalnızca daha iyi anlamakla yetinmeyerek onu değiştirmeye başlamışlardır
Toplumbilimsel kuramların yaratıcı ve özgün zenginliklerinin, bu kuramların ne ölçüde eğretileme kullandıklarıyla bağlantılı olduğunu düşünüyorum Parsons toplumu biyolojik bir organizmaya benzetir; Marx birer inşaat terimi olan altyapı ve üstyapı eğretilemelerini, Goffman ise" temsil aşaması" diye adlandırdığı eğretilemeyi kullanır Eğretilemeler yalnızca benzerliklere dikkat çekmezler, aynı zamanda ayrılıkları da açığa çıkarırlar Kuram gelişip son biçimini aldığında kimileyin kuramda geçen kavramların kendilerini ortaya çıkaran eğretilemelerle uzaktan yakından bir ilişkileri kalmadığı görülür

En azından sonraki döneminde oldukça etkili bir post-yapısalcı düşünür olan Michel Foucault (toplum bilimleri, iktidar ve bilgi arasındaki ilişkiler üzerine yaptığı çalışmalar bir sonraki bölümde tartışılacaktır) arazi, alan, toprak, ufuk, takımada, jeopolitik, bölge, peyzaj gibi birçok coğrafya terimini eğretilemelerinde kullanmaya delicesine düşkündür Bunun yanında konum, yerdeğiştirme, yer ve alan türünden uzamsal terimlerle bezeli eğretilemeleri de bolca kullanır Yine bir başka düşünür Althusser Kapitali Okumak'ta uzamsal terimlere dayalı pek çok eğretilemeye başvurur (özel alan, mekan, yer, vb ) Foucault belki de sırf Bergson' dan ötürü dört yanımızı uzamsal terimlerin kapladığını ileri sürer Uzam çoğunlukla ölü, durağan, diyalektik olmayan, sabit gibi terimlerle birlikte düşünülür Öte yanda zaman bunların tam tersine zenginlik, yaratıcılık, yaşam ve diyalektik gibi terimlerle kullanılır Gelgelelim uzam hakkında konuşmak zamana düşman gözüyle bakmak anlamına gelmez Althusser eğretilemelerde uzamsal terimlere başvurmanın kaçınılmaz olduğunu teslim etmekle birlikte, bunların çalışmayı geriye çekici bir nitelikte olmaları yanında eksiksiz de olmadıklarına inanır Öte yanda Foucault bu duruma çok daha olumlu bakar Söz konusu uzamsal saplantılar sayesinde gerçekte neyi aradığını anladığını söyler: İktidar ile bilgi arasındaki olası ilişkiler "Bilginin bölge, alan, aşılama tarlası, yerdeğiştirme, konum değiştirme gibi kavramlar açısından çözümlenebilir olduğu kuşkusuz doğrudur Bu kavramlar yoluyla bilginin bir iktidar biçimi olarak işlediği süreç yakalanabilir, buna bağlı olarak da iktidarın etkileri açımlanabilir"

Hangi alanda düşünürsek düşünelim eğretilemelerin o alana ilişkin düşüncelerimizi geniş ölçüde belirlediklerini düşünüyorum Yalnızca boş sesler değildir eğretilemeler Ne yaptığımızı, yaptığımız şeyi biçimlendirirler Önce bir dünya görüşü yaratmaya sonra onu savunmaya yardımcı olurlar Benimsediğimiz eğretilemelerin yol açtıkları sonuçlar düşüncelerimizi eskisinden daha bir açık kılarlar Düşüncemizi yapılandırdıklarından, hatta eylemlerimizin daha iyi anlaşılmasını sağladıklarından oldukça önemlidirler Üstelik eğretilemelerin yeni içgörülerin üretici güçleri olabileceklerini, taptaze açıklamalara yol açabileceklerini de vurgulamak isterim burada Hiç beklenmedik ince koşutlukları ve benzeşimleri yakalamak olanaklıdır onlarla Kapsül içindeki şeylere başka bir gözle bakmamızı sağlayan eğretilemeler sayesinde, alternatif olanaklı dünyalara ilişkin far-kındalığımızı gittikçe arttırabiliriz

Yapısöküm ve Marxçılık



Yapısökümcüler eğretilemeyi çoğunlukla parşömenin (eski zamanlarda kullanılan, üzerindeki yazıların silinerek üstüne yeniden başka yazılar yazılabilen bir tür kağıt) kullanıldığı gibi kullanırlar Yapısökümcülerin metin okumaları da asıl resmin altında saklı bulunan başka bir resmi X ışınları altında görmeye benzer Yapısökümcü bir eleştiri metnin eğretilemeli yapısını oldukça ciddiye alır Eğretilemeler asla "doğruluk" a indirgenemez olduklarından kendine özgü yapılarına ancak metnin belli bir" parça" sı gözüyle bakılabilir Yapısökümcülerin izlediği yol metnin dilbilgisel yapısını gizlediği noktaya yöneliktir Gayatri Spivak bu yolu aşağıdaki biçimde açıklar:
Metnin şifresini çözerken geleneksel yollara başvuruluyorsa eğer, ne yapılıp edilse de üstesinden gelinemeyen bir çelişkiyi besleyen bir sözcük ile karşılaştığımızı görür, bu çelişkili sözcük nedeniyle kimileyin çelişkinin bu ucu kimileyin de diğer ucu doğrultusunda çalışırız; böylelikle metnin bütüncül bir anlamı olmadığına işaret eder ve o sözcüğü yakalamış oluruz Yok eğer eğretileme bize yananlamlarını gösterir gibi olursa, o zaman o eğretilemeyi yakaladık demektir Metnin gizli yapısındaki eğretileme serüvenlerini açığa çıkartmanın peşinde koşmakla, metnin daha baştan kendi kabul ettiği kuralları çiğniyor olduğunu, buna bağlı olarak da metnin kararverilemezliğini açığa çıkartınış oluruz


Derrida, psikanalizin sinirsel bozukluklara yaklaşımına benzeyen "kapalı okuma" diye bir metin okuma yöntemi bulmuştur Yapısökümcü "kapalı okuma" metin "sorgulandıktan" son ra metnin geride kalan korumalarını yarar geçer Böylece metnin içinde "yazılı olanlardan" bir karşıtlar kümesi kurulabileceğini gösterir Özel/kamusal, eril/ dişil, aynı/başka, ussal/ usdışı, doğru/yanlış, merkezi/çevresel, vb türden karşıtlık çiftlerinden her birinde ilk terim her zaman diğerine göre öncelikli terimdir Yapısökümcüler öncelikli terimin özdeşliğinin/kimliğinin diğer terimi dışlamakla oluştuğunu göstermekte, bu anlamda ikincil terimin baskı altına alındığını tanıtlamaktadırlar

Derrida'nın izlediği yol neredeyse algılanamaz olan yerdeğiştirmelerin, özellikle de kararverilemezlik anının anbean incelenmesi gerektiğiyle ilintilidir Aksi durumda okuyucu bunları gözünden kaçırabilir Derrida bu noktada, kararverilemezlik anını, belirsizIik ya da ironi anı olarak metnin bütüncü! anlam dizgesine değişmez bir biçimde yerleştirmeye değil, dizgeyi gerçekten çökertecek tehlikenin başgösterdiği bir an olarak yerleştirmeye çalışır Derrida'nın yöntemi Hegel'in kullandığı yöntemin aynısı değildir Nitekim Hegel'in idealist yöntemi ikili karşıtlıkları çelişkilerden arıtarak çözmekten oluşur
Derrida metafizikte varolan karşıtlıkları yalnızca etkisiz kılmanın tek başına yetmeyeceği kanısındadır Tersyüz etme ve yerdeğiştirmeyle işleyen yapısöküm, birbirine benzeyen felsefe karşıtlıklarında her zaman için bir şiddet sıradüzeninin söz konusu olduğunu ileri sürer Terimlerden biri daima kendi öncelikli konumunu pekiştiren diğerini denetimi altına alır Böylesi bir karşıtlığı yapısöküme uğratırken yapılacak ilk iş sıradüzeni yıkmaktır Bundan bir sonraki aşamada, tersyüz edilmiş olan terimin yeri değiştirilmeli, öncelikli terim "söküme" alınmalıdır Öyleyse yapısöküm çabası, kendisinden çok şey beklenen son biçimini almış metni bir yere yerleştirmek, kararverilemezlik anını keşfetmek, gösterenin olumlu hareketiyle serbest kalan metni iyiden iyiye araşhrmak, yerleşik sıradüzenin sırf yerini değiştirmek amacıyla tersyüz et-mek ve yazılı olanları yeniden oluşturmak için parçalarına ayırmak işlemleriyle özetlenebilir

Şu an, birtakım eleştirilerde bulunmazdan önce lütfen konuyu özetlememe izin verin Derrida pek çok filozofu derinlemesine incelemiştir: Nietzsche, Rousseau, Husserl, Heidegger ve diğerleri Bütün bu düşünürlerin ortaya athğı düşünce dizgelerinin kendilerini ancak dilin sökücü etkilerini gözardı etmek ya da bastırmak yoluyla kabul ettirdiklerini öne sürer Derrida Öyleyse, Batı metafiziğinin başlıca yanılsamalarından birisi, usun dili dikkate almaksızın dünyayı kavrayabileceğine, daha da önemlisi salt, sahici bir doğruluğa ulaşabileceğine duyduğu inançtır Derrida'mn hemen bütün çalışmalarında temel amaç, dilin hangi biçimler altında filozofların tasarılarım yolundan saphrdığım göstermeye yöneliktir Felsefe metinlerinde bulunan değişmece araçları ile eğretilemeler üzerine odaklanarak yapar bunu Bu yüzden Derrida felsefe uslamlamalarımn sözsanatsal doğasının altını önemle çizer

Yapısöküm, yazınsal anlamın yapısındaki ayrım oyununda önemli bir yeri bulunan eğretilemenin başka hiçbir şeye indirgenemez olması üstünde durur Yalnızca ele alınan kategorilere uygulanan stratejik bir tersyüz etme işlemi olmadığı, tersine kendine özgü içten ve doğal bir süreç olduğu anımsanmalıdır yapısökümün Bu anlamda metinlerin yepyeni bir bakışla 0kunmasım amaçlayan bir metin okuma etkinliğidir Böylesi bir okuma etkinliğinde anlam ile yazarın dile getirişleri arasında bir belirsizlik, bir başkalık olacağının bilincinde olmak gerekir Derrida uslamlamalar yoluyla ortaya çıkan söz konusu başkalıklara ilişkin bir paradoksal izlekler kümesi bulmuştur Derrida'nın yöntemi öncelikle başat bir eğretilemeye dayalı olarak terimlerin yerlerini nasıl olup da kazandıklarım, sonra da eğretilemelerin asla sonuca dayalı bir mantığa dayanmadıklarım göstermektedir16 Eğretilemeler çoğunlukla uslamlamanın mantığım bozarlar

Derrida "amaç"ları "araç"larla, "baba"yı "ogul"la karşılamaya dolayısıyla da kapalı dört duvarlar yaratmaya insanogıunun dayamlmaz bir metafizik arzu duyduğunu yazmaktadır Eşitliği dengelemek için özdeşlik mantıgına baglı kalarak dört başı magmur bir "çember kapatma işlemi" olarak anlatılabilir bu Özetle Derrida bizden belli başlı zihin alışkanlıklarıınızı değiştirmemizi istiyor; metnin üstümüzdeki yetkesinin kalıcı bir yetke olmadıgını, tersine geçici bir yetke oldugunu söylüyor; çünkü herşeyde oldugu gibi, metnin kökeninin de gerçekte onun sürülmesi gereken izi oldugunu düşünüyor Mantıgı yanlışlamak için aynı anda hem dili kullanmayı hem de onu sökmeyi öğrenmemiz gerekir Derrida şimdiye dek koruyup sakladıgımız bütün "karşıtlıkları" önce sökmemizi sonra feshetmemizi ister bizden

Yapısökümcüler, metin kendi ötesinde bir şeye göndermede bulunuyorsa eğer, bu göndermenin önü sonu başka bir metine gönderme olacagını söyleme eğilimindedirler Tıpkı göstergelerin başka göstergelere göndermesi gibi, metinler de başka metinlere gönderirler Yapısökümcüler belli bir kesişme noktasını imleyen, durmaksızın genişleyen böylesi bir agı metinlerarasındalık diye adlandırırlar Metne ilişkin yorumların sürekli çoğalması söz konusudur burada Üstelik hiçbir yorum kendisinin en son ve doğru yorum oldugu savında bulunamaz Bura-dan da görülecegi üzere, kimileyin Derrida'nın doğruluk olasılığını reddettigi düşünülebilir Gelgelelim işin dogrusu öyle değildir Bana kalırsa, Derrida'nın dogrulugun dogasına ilişkin düşüncelerini söylemekten özellikle kaçındıgını düşünmek çok daha akla yatkındır

Derrida'mn üstünkörü yaptıgı eleştirilerden biri de "dogruluk" ve "mantık" terimlerinin degerini sorgulamasıdır Ama bunu yaparken kendi uslamlamalarımn dogrulugunu tanıtlamak için ister istemez mantıgı kullandıgı gözden kaçmamalıdır Burada özetle söylemek istedigim, onun yazılarının gerçek ilgi odagım, sorguladıgı mirasın kaynaklarım sahip olunan birer kategori diye görüp kullanması oluşturur
Derrida'nın çalışmaları bizi pek çok sorunla karşı karşıya bırakır Gösterenden bağımsız hiçbir gösterilen alam olamayacağım gösterirken, içinde gösterilenlerle oynanan sonsuz bir 0yundan söz açar Bu nedenle anlam daima hakkında kararverilemez olandır Bir kararverilemezlik örneği olarak Platon'un yazıyı sık sık uyuşturucu etkisi olan bir ilaca (pharmakon) benzetmesini gösterir İlaç anlamına gelen bu Yunanca sözcüğün ayrıca hem" zehir" hem de "şifa" anlamına gelmesinden ötürü, sözcüğün hangi anlamında ele alındığı pek çok ayrılıklara yol açabilmektedir Burada şimdi, başka bir kararverilemezlik örneğini düşünelim: Nietzsche'nin yayımlanmamış elyazmalarından birinde diğerlerinden ayrık bir biçimde tek başına duran bir tümce okunur: "Şemsiyemi unutmuşum" Bir anlamda hepimiz bu tümcenin ne anlama geldiğini biliriz, ne var ki geçtiği bağlamda tümcenin ne gibi bir anlamı olduğuna yönelik hiçbir fikrimiz yoktur Kendisi için aldığı kısa bir not mu, ileride kullanmak üzere başka bir yapıttan alıntıladığı bir söz mü, yoksa yalnızca kulaktan dolma bir deyiş midir bu? Şemsiyeye yalnızca dışarıdaki kötü havaya karşı yanımıza alınmış bir tür savunma ve korunma aracı diye bakılamaz mı? Belki de Nietzsche sinirli bir amnda yağmurdan korunmayı bir yana bırakmış, yakalandığı fırtınada da şemsiyesini unuttuğu kafasına dank etmiştir Kuşkusuz Freudcu terimlerle de çözümlenebilirdi bu durum Nitekim psikanaliz sıkça erkeklik orgamm andıran nesnelerin unutulması üzerinde durur "Şemsiyemi unutmuşum": Bu tümce açıkça hakkında kararverilemez bir tümcedir Bu açıklama Derrida'mn metinlerinin bütünü için bir eğretilerne olabilir

Derrida'mn Saussure ve Levi-Strauss üstüne yaptığı çalışmalardan da gördüğümüz üzere, yapısöküm gerek gösteren ile gösterilenin kendinden özdeşliğini, gerekse konuşan özne ile sesli göstergenin kendinden "bulunuş"unu sorgulamaktadır Ayrıca tek bir merkez, durağan bir özne, öncelikli bir gönderme noktası, mutlak bir temel ve ilk ilke anlayışlarımn tümünün de yıkılması söz konusudur burada

Geleneksel anlamdaki yazar ile yapıt kavramlaştırmalarım altüst eden, uzlaşımsal okuma ve uzlaşımsal tarih tasarımlarının açık açık altını kazıyan yapısöküm, öykünmeci, anlatımcı ve öğretici "yazın" kuramlarının yerine metni ve yazıyı/metinselliği [ecriture] önermekte; yazan öldürmekte, metinlerarasındalık yoluyla tarihe ve geleneğe dönmekte, bu anlamda da okuyucuyu onurlandırmaktadır
Post-yapısaIcı kuramın en önemli özelliklerinden biri de benliği yapısöküme uğratmaktır Bu anlamda söz konusu kuram birörnek ve durağan bir varlık ya da bilinç yerine, benlikler arasında geçen çok çeşitli ve bütünlüklü olmayan bir oyun anlayışım getirmeye çabalamaktadır Okur da tıpkı metin gibi asla durağan değildir Yapısöküm sayesinde "eleştiri", "felsefe" ve "yazın" kategorilerinin tümü yıkılır, sımrları çiğnenir Bundan böyle "metin" diye adlandırılan yapıtlar, köktenci ve bitmez tükenmez bir anlamlar oyunu boyunca, değişmez bir anlam ve doğruluğun ötesinde açımlamrlar Biçimce çözümlemeci, kendi içinde tutarlı olan eleştiri yazıları dahi, böylece şenlikli, oyuncul yazı parçaları olup çıkarlar
Bütün bunlar acaba Derrida'mn dile ilişkin görüşünün bir sonucu mudur? Terry Eagleton bu bağlamda şunları ileri sürüyor:
Dili gösterime dayalı bir şeyolarak, bir sayfa üzerindeki bir gösterenler zinciri diye görürsek, anlam nihai olarak üstünde kararverilemez bir şeye dönüşebilir; oysaki dili daha çok yaptığımız bir şey, pratik yaşam biçimlerimize sıkı sıkıya örülü bir şeyolarak düşünürsek, anlam o zaman hakkında "kararverilebilir" olur Böylelikle de "doğruluk", "gerçeklik", "bilgi" ve "kesinlik" gibi kimi sözcükler güçlerini yeniden toplarlar


Yapısökümcü yöntem, genellikle üzerlerinde iyiden iyiye düşünülmüş olan geleneksel karşıtlıkları tersyüz etmekten, bunun yanında şimdiye dek bu birbirine karşıt terimler arasındaki uçurumda oturan, adı konulmamış, gözle görülmeyen kavramların oynadığı oyuna işaret etmekten oluşur Yorumbilgisinden göstergebilime, göstergebilimden de yapısöküme geçişte özdeşliklerden ayrılıklara, birliklerden parçalara, varlıkbilgisinden dil felsefesine, bilgikuramından sözsanatına, bulunuş' tan bulunmayış' a bir odak kayışı söz konusudur Yakın zamanlarda yapısöküm yorumcularından birisi, dogrulugun dagıtılıp saçılmasını, birliğin ve uyumun patlatılıp parçalarına ayrılmasını, sağgörülü tartışmalar yerine hakkında kararverilemez tartışmalara geçilmesini, ciddiyet ve ussallık yerine şenligin, oyunun ve coşkunun konulmasını övgüyle karşıladığını söylemektedir

Her sınırın, bağın, bölmenin, çerçevenin ya da hudutun bir varlığı ya da kavramı diğerlerinden ayrı bir yere yerleştirdigi söylenir Demek ki o zaman bütün sınırlarda bir ayrılık bulunur Sınır sorunu gerçekte bir ayrım sorunudur Derrida "hiçbir sınırın -gerek sınırlanan alan içinde gerekse sınırlanan alanın dışında- hiçbir garantisi yoktur" diye yazar Bu bulgu metinlere uygulanacak olursa eğer, "hiçbir anlamın duraganlaştırılamayacağı, hakkında belli bir karara varılamayacağı" açıktır Yapısökümcülere göre, yorumlamadan öte hiçbir şey yoktur

Çünkü ne ayrımsız olan ne de düzanlamla yetinen hiçbir kaynak ya da temel yoktur Yorumlama etkinliği başı sonu olmayan bir etkinliktir Bununla beraber her metin ileride başka bir yapısöküme yol açabilmek için kendisini yapısöküme ugratır Hiçbir yerde bir son yoktur çünkü Yorumcu her zaman Batı metafizik geleneğinin kavram ve tasarımlarını kullanmak zorunda olacağından, sözmerkezci kapalı alanın dışına çıkmak olanaksızdır Sözü edilen yorumlama kördügümünü ("içinden' çıkılmazlığı") betimlemek için aporia' terimi kullanılır Derrida' nın sözmerkezcilik diye adlandırdığı ve en yüksek ironiye konu ettiği bu merkeziyetçilik anlayışına getirdiği eleştirinin, yapısöküme uğratma üzerinde gereğinden çok, can sıkıcı ve dizgesel bir biçimde durması ônun da -en az sözmerkezcilik kadar başka bir ironi konusu olabileceğini göstermektedir

Derrida'ya, özellikle de yapısöküme yöneltilen kimi eleştirileri verdikten sonra, burada "Derrida'nın yönteminin Marxçılığa karşı ya da yabancı olup olmadığı" sorusunu irdelemek istiyorum Yapısöküm türünden yeni yaklaşımlarla karşılaşıldığında, böylesi yaklaşımların yeni bir sosyalist düzenin kurulmasına mı yoksa yalnızca burjuva sınıfının yeniden canlanıp baskısını başka bir görüntü altında dayatmasına mı yarayacağı sorusunu yanıtlamak oldukça zordur Sanırım Derrida için yapısökümün, temelde siyasi bir etkinlik olarak, özel bir düşünce dizgesi yoluyla sunulan mantığı ortadan kaldırmak adına bütün siyasal dizgelerin yapılarını ve toplumsal kurumların iktidarlarını açığa çıkaran bir çaba olduğunu söylerken yanılmıyorum Gelgelelim Derrida'nın çalışmalarının geniş oranda tarih dışı, siyaset açısından baştan sona kaçamak yanıtlarla dolu olduğu da gözardı edilemez

Başta gelen post-yapısalcılardan Michel Foucault metnin dışında yer alan güncel olaylar karşısında Derrida'nın kararının, bu olaylar hakkında görüş bildirmekten kaçınmak yönünde olduğunu, ortaya koyduklarının daha çok bu toplumsal etkinlikleri yansıtan bir toplumsal etkinlik olmakla sınırlı kaldığını öne sürer Foucault uzun uzun düşündüğünü, sonunda da metin çözümlemenin asla toplumsal ve siyasal bir konu olarak görülemeyeceğini, dolayısıyla metin çözümleme konusunu metin çözümlemesini değerlendirme sorunuyla sınırladığını ifade eder Öyleyse metin hakkında "kararverilemezlik" konusu doğruluğa ilişkin birtakım sorunlara yol açtığı sürece ancak statükonun bir devamı olabilir
Öte yandan kimi yorumcular, yapısökümün dünyaya ilişkin açıklamalarımızın aslında bambaşka biçimlerde de olabileceğini -dört bir yanımızı saran kuramları yerlerinden ederek- gösterebileceği, ama o bambaşkalığın ne menem bir başkalık olduğunu asla söyleyemeyeceği kamsındadırlar Belli ki Derrida yapısökümün, üstünde çalıştığı yapıları aşama aşama, çalışma alanının ise "ufaktan ufağa" değiştirebileceğine, böylelikle de yeni olu-şumlar yaratabileceğine inanmış görünüyor Bu yeterli midir? Derrida belki dil örgüleriyle, belki de kendiyle oynuyordur? Kim bilir? Belki de Derrida yalmzca oyun oynamakla oynuyordur?

Derrida Amerika' daki birtakım yapısöküm kullammlarının, Amerikan toplumunun başat siyasal ve ekonomik ilgilerine hizmet eden "kurumsal bir kapanmaya" yol açtığım gözlemlediğini söyler Ayrıca Marxçı metinlerin, bu metinlerde bulunan henüz ayırdına varılmamış yüklerin taşıdığı kavram ve izleklerden oluşması nedeniyle, gizli eğretilemeler içinde darmadağın durduğunu belirtir Ancak Derrida'ya bütününde bakıldığında, onun Marx' a karşı sessiz kalmayı yeğlediğini görmek zor olmasa gerek -öyle bir sessizliktir ki bu, uzatmalı bir erteleme diye yorumlanabilir Ama, neresinden bakarsamz bakın, Derrida'mn kavgası Marxçı düşünceyi dışlamak pahasına verilen bir kavgadır
Eşzamanlı düşünce savlarımn bir biçimde tarihsel anlayışın savlarıyla barıştırılması, sözsanatı ile Marxçı diyalektik arasında bir uzlaşıma gidilmesi gerektiğini duyumsayan Fredric lameson gibi birtakım düşünürlerin yaptığı eleştiriler de vardır24 Gelgelelim kimi başka eleştiriler de Marxçılığın kendini yeni baştan sunmasının herşeye karşın kuramın içinde kalınarak yapılması gerektiğini, kendi mantığım kendi başına denetleyebilen sözsanatsal araçları kendisinin yaratması gerektiğini öne sürmektedir Sözgelimi Christopher Norris, yapısökümün Marxçı düşünce için uygunsuz bir yöntem olduğunu ifade eder Ona göre yapısökümün içgörülerinin başka bir yapısökümcü okumaya yol açacak bir sözsanatı yoluyla yakalanması kaçımlmaz- dır: "Eleştiri bir kez yapısöküm labirentine girmeye görsün, o eleştiri artık Marx'tan çok Nietzsche'ye geri götürülebilecek kuşkulu bir bilgi kuramıyla ilgilidir"

En etkili yapısöküm eleştirilerinden kimileri ünlü İngiliz Marxçı eleştirmen Terry Eagleton tarafından yapılmıştır Eagleton'a göre yapısökümün temel özelliği bütüncüllük tasarımım, dolayısıyla da bütüncül bir özneye tamnan öncelikli konumu reddetmesiyle anlatılabilir Yapısökümcülük yazınsal metinlerin gerçekte kendilerinden başka hiçbir şeyle ilgili olmadıklarım öne sürer Kuşkusuz böylesi bir düşünce, yazılanların kesinkes açıklanabileceği üstün bir bakış noktasından bakmayı öngerektirir Aslında bu nokta, varolanı tamamen kendi çıkarları için kullanıyor diye hiç kimsenin suçlanamayacağı bir nokta ile ilgilidir Eagleton 1981' de şöyle yazmıştı:
yapısöküme ilişkin olarak övünülerek ortaya atılan pek çok yeni izlek, burjuva liberalizminin en yaygın birtakım başlıklarını yeniden üretmenin ötesine geçememiştir: En yeni kuram, yöntem ve dizgelere sahip çıkılmaması; bunlardan başat, baskıcı ve kuşku götürmez açıklamalara başvurularak vazgeçilmesi; çoğulculuğun ve çoksesliliğin herşeye üstün kılınması; akışa ve sürece, kayışa ve harekete ilişkin olarak getirilen açıklamalar; kesinliğin tatsız tuzsuz olduğu görüşü Böylesi bir üslubun İn-gilizce konuşulan ülkelerin akademilerinde neden bu derece çarçabuk yenip yutulduğunu görmek zor olmasa gerek


Eagleton yapısökümün yalnızca yenilikçi olmakla kalmayıp aynı zamanda aşırı solcu olduğunu da öne sürer Bir yanıyla bu hareket azimle metnin yenilikçiIiğini araştırma çabası ya da bir tür hastalık olarak görülebilir Yapısöküm çelişkiyi ancak iki birci özün dışsal bir savaşına bağlı olarak düşünebileceğinden, asla sımf diyalektiğini anlayamaz Diğer yamyla aşırı sokudur çünkü anlamın kendisini ii anarşist bir sorunsa!" diye görür Diğer bütün şeyler ile karşılaştırıldığında, hem sol yenilikçilik (sosyal demokrasi) hem de aşırı solculuk, kitlesel bir devrim hareketinin başarısızlığı ve yokluğu karşısında birbirine karşıt tepkiler verirler

Bu yakınlarda Derrida'nın düşüncesinin geniş bir açımlamasının verildiği bir kitap yayımlandı İngiltere' de Bu kitapta Christopher Norris, Derrida'nın dünyanın bilgisine doğrudan doğruya hiçbir dolayım olmaksızın erişilemeyeceğini özellikle vurguladığını anımsatır Doğaya karşıt konumda görülen kültürel düşüncenin ve algının üretilmesi üzerinde duran, Derrida' mn Jean Baudrillard ve diğerleriyle giriştiği polemiklere gönderme yapan Norris, yapısökümün doğruluk/yanlışlık, us/ sözsanatı, olgu/kurgu arasındaki bütün karşıtlıkların ii ötesine" geçme savında bulunan kimi bilişsekilik karşıtı öğretilerle ortak bir yam olmadığım ifade eder Norris kitabında ayrıca Derrida' mn doğruluk ve us terimlerini modası geçmiş değerler olarak kabul eden usdışı ve nihilist (yoksayıcı) tasarısım ayrıştırırken birtakım sıkıntıları olduğundan sözetmekte, Derrida'mn Aydınlanma düşüncesinin doğruluk savları ve ahlaksal değerleriyle sürekli didişen bir eleştirisi olduğunu belirtmektedir Kı-saca söylendikte, Derridacı yapısöküm her türden Aydınlanma eleştirisine ek olarak, geleneğin köktenci bir bakış açısı yoluyla yeni baştan değerlendirilmesine destek verir


Postyapısalcılık ve postmodernizm -Madan Sarup s73-88

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.