Konuşuyorlar Duyuyor Musun ? |
08-06-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Konuşuyorlar Duyuyor Musun ?Konuşuyorlar Duyuyor musun ? KONUŞUYORLAR DUYUYORMUSUNÖnce klasik tarzda dine inandık Kafamızdaki Allah kavramının aslında tanrı inancının maneviyat kılıfı geçirilmiş versiyonu olduğu hatırlatılana kadar… “Allah; ötede bir tanrı değil!” uyarısı ile sarsıldık Yaşadığımız bu bilinç depremi ile eski faylar çatır çatır kırılıyor, inanç adına inşa edilen binalarımız yerle bir oluyordu Okuduk, inceledik, zikrettik, riyazat yaptık Bir şeyleri kavramıştık bizce… Ama hakikâtte öyle miydi? Mesajı gereği gibi alamadığımızı işaret eden ikinci uyarı geldi: “Ben onlara Allah’ı anlatmaya çalıştım, onlar tanrılarını update ettiler!” “Allah ismi ile işaret edileni kavramaya çalışın, Allah’ın zatını idrak muhaldir” uyarısı doğrultusunda ne denmek istendiğini kavramaya gayret ettik… Bu defa da kavramlarda boğulduk “Bu iş kendimizde nasıl yaşanılır, hayatla bağlantı nasıl kurulur?” noktasını düşünmek yerine; Ceberut, Melekut, Mertebeler, Rububiyet, Uluhiyet vb kavramlarla renkli bir dünya ördük kendimize… Ördük diyoruz, çünkü bunların dahi belli bir noktadan sonra bilince set çektiği malumdu Çünkü hala boyutsallık adı altında Öteleme sürüyordu Bir türlü “Her ne ararsan kendinde ara” sedasını içimizde duyamıyor, hakikâtine varamıyorduk Hep bir şeyler dışarıda kalıyordu… Merdiven çıkar gibi mertebeler konuştuk mesela… Mutmainnedekinin halini sorduk, yorumladık hatta…Sanki oradaymışız gibi… Mülhime girdabında ne yaşanır? Filan hal Radıyede mi başlar? Neler neler tartışmadık ki! Farkında mısınız, “Ben şu şekli ile yaşadım, o kavramla denen hal bu, sizde kendinizde böyle arayın” diyenimiz çıkmadı! Ta ki kaynaktan imanın hakikâtine dair pırıltılar yansıyana dek! AYAKLAR YERE BASARKEN! İmanın Hakikâti ve Halkoluş konuları ile birlikte yeni bir dönem açıldı Biz o döneme “Ayakların yere bastığı dönem” diyoruz, kendi adımıza… Artık boyutsallık içerisinde, süslü kavramlarla örülen teorik yaklaşım yerine, hangi hal nerede, nasıl, kiminle yaşanır konuları açılmaya başlıyordu… Allah’a imanın, havada kalan bir inanç olmadığı önceden de söylenmişti ama bu defa çizgiler daha da belirginleşiyordu “Allah’a iman; Allah’ın alemlerdeki tasarrufunun alem suretleri ile olduğuna, başkaca olmadığına imandır” diye uyarıldık… Bu defa “Alem suretleri”, “İlmi suretler” le karıştırıldı… Mesaj açıktı, ama herkes yine kendi veritabanı ve idraki kadar anladı… İşte bu süreçte beyin üzerine yoğunlaşan tefekkür sistemine Kalp de eklendi… Kalbin yürekten öte salt şuur olduğunu evvelce öğrenmiştik… İşte şimdi kalp ile beyin bağlantısı konuşulurken ayakların yere basışına, hakikâti kendimizde bulmak üzere nurlu bir kanal açılışına şahit oluyoruz… Bu yazımızda okuyacağınız yaklaşım denemesi; kalp ve beyin arasındaki ilişkiden, insanın hakikâti, iman, halaka ve ceale kavramlarından, halife sırrından hareketle düşünülmüştür Bakara suresi 30 ayetini kendimizde OKUma niyeti ile ortaya konan bu çalışmada isabetli olanlar ehlinden, yanlışlar bizdendir…Tabii ki en doğrusunu Allah ve Rasülü bilir KİM, KİME, NEREDE, NE ZAMAN KONUŞTU? Bakara Suresi 30 ayet Allah’ın yeryüzünde bir halife yaratma konusunda melekleri ile konuşmasını içerir Önce ayeti hatırlayalım: Ve iz kale Rabbüke lilMelaiketi inniy ca’ılün fiyl’ Ardı halifeten, kalu etec'alü fiyha men yüfsidü fiyha ve yesfiküddima’e, ve nahnü nüsebbihu BihamdiKE ve nükaddisü leKE, kale inniy a'lemü ma la ta'lemun; Hatırla ki Rabbin melaike’ye: “Muhakkak ki BEN Arz’da bir HALİYFE meydana getireceğim”, dediği vakit, onlar da “orada fesad eden ve kan döken kimseyi mi (halife) kılacaksın, BİZ (Bi-) hamdinle (B sırrıyla, senin Hamdin olarak) tesbih ve seni takdis edip dururken”, dediler (Allah da buyurdu): “BEN sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim” Bu konuşmanın ezelde, çok uzak zamanda Allah ile Melekleri arasında (!) olduğu, Meleklerin Allah’ın bu istişaresine (!) karşılık, kan dökme ve fesadı hatırlattıklarını (!) tefsirlerden okumuşsunuzdur Bu yaklaşımda bize hep tuhaf gelen yönler oldu, ama bir türlü açamıyorduk Yerli yerine oturmayan bazı şeyleri eminim sizler de sorgulamışsınızdır: -Allah; yapacağı işi, Melekleri adlı ayrı yapılara soruyor (…) -Melekler (haşa) unutulan bir noktayı; kan dökme ve fesadı hatırlatıyor (…) -Üstelik bu melekler bir de, “Seni övüp duyuyoruz”, diyerek “Ne gerek var ki şimdi yeni birini yaratmaya”, gizli itirazını ima ediyorlar (…) HİTAP GEÇMİŞTE Mİ, ŞİMDİ Mİ? Sonsuzluğun zaman birimi AN ise bu hitabı “Ezelde oldu” diyerek uzak geçmişe atmak, tasavvufa gönül verenler için uygun bir bakış değil… Öyleyse olayı AN da düşüneceğiz… Yani ilk ipucumuz şu; bu konuşma halen, şu anda da sürüyor! Nerede? Kendimizde! Nasıl mı? Anladığımız kadarı ile açalım KALP, BEYNE SESLENİYOR! Kalp; Arşı temsil eder insanda Beyin; Kürsiyi Bedenimize de Arz diye işaret edilir… Arş ve Kürsi kelimelerinin her ikisi de SULTANLIK- HÜKÜMRANLIK bildirir Aralarındaki mana farkı oldukça incedir Arş; soyut sultanlık, Kürsi; somut sultanlıktırKalp boyutu; soyut manaların hükümranlığı…Beyin boyutu; o manaların somutlaşarak açığa çıkışı… Galiba tam anlaşılmadı Hayatın içinden somut bir misalle açalım DEVLET; salt hükümranlık içeren soyut bir kavram Devlet dendiğinde elle tutulur, gözle görülür bir yapı yok karşımızda BAŞBAKAN dendiğinde ise devlet manasının bir birimde somutlaşarak açığa çıkışını görürüz… Devleti temsil eden tüzel bir şahsiyettir Başbakan Devlet; Arş, Başbakan; Kürsi gibidir desem sanırım idrak az daha berraklaşır Kalp; Allah’a ait tüm esmanın ONA RUHUMDAN ÜFLEDİM- ADEM’E İSİMLERİ TALİM ETTİ hitapları gereğince külli olarak yüklendiği potansiyel boyut Yani her insanda, yaratılmaktan münezzeh, oluşturulmuş bir boyutun işareti kalp! Kalp; terkip ve kayıttan, perdeden, kısıtlanmaktan, gafletten uzak… Özüne inildiğinde külli esma, tüm özellikleri ile orada mevcut! Beyin ise; kalbin kendisine ilk hareketi verdiği, kader planı gereğince kodlandığı manaları (fıtratı) açığa çıkarmak üzere çalışan yapı… Yani kalpte mevcut; kısıtlanmaktan, sınırlanmaktan beri olan sonsuz külli manalar; beyinde terkipsel kalıplara dökülerek cüzler halinde açığa çıkarılıyor… İnsanda tüm manalar yüklü olmasına karşın, her beyinde ayrı mana suretleri ile zuhura çıkış devam ediyor… Ve bu açığa çıkışta farklılıklar söz konusu Yine örneğimize dönersek bunu da şöyle anlayalım: Devlet denince bütünsel kudret ve irade söz konusu iken; merkezde başbakan ve hükümet üyeleri şeklindeki güçlü açığa çıkış, köylerde muhtar düzeyine, birimlerde vatandaş düzeyine inerek bir üst yapıya nazaran farklı kudret ve irade tonlarında kendini gösteriyor Sonsuz soyut mana mahalli kalp; somut manaları sınırlı ve ölçülü biçimde beyinden yansıtıyor! İşte bu noktada içinde olduğumuz tasavvufi çalışmalara yeni bir tanım getirebiliriz: -Sınırlı terkipsel yapılar halinde yaşamını sürdüren beşeri boyuttan; sınırsız-sonsuz kalp boyutuna geçme, beyin kapasitemizi kalp boyutundaki sınırsızlığa bağlayarak artırma, genişletme, geliştirme çalışmaları… Beyin ayrı, kalp ayrı gibi bir mantaliteye sakın düşmeyelim Bunlar iç içe birbirlerini tetikleyerek çalışmaktalar Tasavvuf; beyin ile temsil edilen insani boyuttan, kalp ile temsil edilen ilahi boyuta geçme çabalarının hepsi diyebiliriz, bir yönü ile… Beyin ve kalp ekseninde anlatmaya çalıştıklarımızın özeti şu: Kalp; yaratılmaktan münezzeh HALİFETULLAH boyutumuz… Beyin; yaratılmış İNSANı en mükemmel biçimde gösteren boyutumuz… İşte Bakara 30’ daki konuşma bu iki boyut arasında geçiyor, bize göre… Nasıl olduğunu yine ayete dönerek açalım: HALİFE; BEŞERİ BOYUTA HİTAP EDİYOR! Ve iz kale Rabbüke lilMelaiketi inniy ca’ılün fiyl’ Ardı halifeten,Hatırla ki Rabbin melaike’ye: “Muhakkak ki BEN Arz’da bir HALİYFE meydana getireceğim”, dediği vakit, Konuşan Rab! Konuşan; tüm esmanın mevcut olduğu, Arş diye ifade edilen Kalp! Kime sesleniyor? Melaikeye! Yani, insanda mevcut meleki kuvvelere! Yani esmanın açığa çıkarılışında görev üstlenen kuvvelere! Nasıl kuvveler onlar? Her biri bir mana taşıyıcısı… Hepsinin görevi çizilmiş, alanı belirlenmiş Hiçbiri tek başına külli manayı açığa çıkaracak kapasitede değil, sadece belli bir alanda görev icra etmek üzere programlanmışlar… Yani bir yönü ile Kesrete, Çokluğa dönük kuvveler onlar… İşte Rab adı altında kalpte mevcut yaratılmaktan münezzeh boyut; yaratılmış olan meleklere (beşeri kuvvelere) sesleniyor: SİZDE BİR HALİFE OLUŞTURACAĞIM… Ne demek? Kalp beyne, sınırsız boyut terkipsel boyuta, uluhıyet rububiyete, ilahi olan beşeri olana sesleniyor: SENDE TUM İLAHİ KUVVELERİ AÇIĞA ÇIKARACAĞIM… SONSUZ- SINIRSIZ MANALARI SENDE AÇACAĞIM…KAYITLARDAN, ŞARTLANMIŞLIKTAN UZAK, ALIŞILMIŞIN DIŞINDA BİR OLAYI SENDE GERÇEKLEŞTİRECEĞİM! Bu hitabı alan beşeri boyut bakalım ne diyecek? ÖRTÜLÜ İTİRAZ! Kalu etec'alü fiyha men yüfsidü fiyha ve yesfiküddima’e, ve nahnü nüsebbihu BihamdiKE ve nükaddisü leKE, onlar da “orada fesad eden ve kan döken kimseyi mi (halife) kılacaksın, BİZ (Bi-) hamdinle (B sırrıyla, senin Hamdin olarak) tesbih ve seni takdis edip dururken”, dediler “Melekler Allah’a itiraz etmezler, sürekli tesbih halindedirler” değil mi? Amenna! Yalnız özde düşündüğümüzde sualin muhatabı olan melekler, belli manalarla programlanmış, ötekine açılmayı düşünemediği için de çekincesi olan yapılar! Neden çekince? Çünkü sadece bir mana ile kayıtlılar! Çekince ve örtülü itiraz kanaatine nereden varıyoruz? Saygı duyduğunuz ve de yaşamsal açıdan bağlı olduğunuz biri size ağır bir görev, alışılmışın dışında bir iş verince “Ben onu yapamam, gücüm yetmez, hem pek işime de gelmez, canım istemez “ demek yerine onun da ikna olacağına inandığınız mantıklı gerekçeler öne sürersiniz: - “Yaparım efendim, seve seve yaparım da hani bu şekli ile yaparsak sizin de bizim de zararımıza olur” şeklinde zahiren saygı, batinen itiraz taşıyan mazeretlerdir bunlar… KAN DÖKMEK VE FESAT ÇIKARMAK!Burada da benzer bir durum var Ne diyor o kuvveler? “orada fesad eden ve kan döken kimseyi mi (halife) kılacaksın? Bu örtülü beyanın altında yatan, beşeri boyutun çekindiği nokta ve korku şu: BİZDE İLAHİ KUVVELERİN TAMAMI ZUHUR EDER, HALİFE BİZDE AÇIĞA ÇIKAR İSE ÇOK KAN AKAR! HEM ÜZERİNE OTURDUĞUMUZ YAPIDA; BEDENDE BİR DİZİ FESAT-FİTNE ÇIKAR! Ne demek istiyor beşeri yönümüz? Şunu demek istiyor: BEN DİNİN HAKİKÂTİNE YÖNELİRSEM, KAYITLI BAZI ESMALARIMI AÇMAM GEREKİR… BAZI TABULARI YIKMAM GEREKİR… HATTA BAZI ALIŞKANLIKLARIMI ÖLDÜRMEM GEREKİR…BU DA CANIMI YAKAR! DÜZENİM BOZULUR, HUZURUM KAÇAR! İşte KAN DÖKMEK ile söylenmek istenen bu, sevgili dostlar! Yaşamışsınızdır, tasavvufa yöneldiğinizde, kendinizdeki halife boyutunu açmak istediğinizde, vazgeçmeniz, öldürmeniz gereken ne çok fiil, ne çok düşünce, ne çok kayıt var değil mi? Bu da ilk planda nefsimizin, beşeri boyutumuzun işine gelmez değil mi? İşte o işimize gelmeyen noktada, kan dökme; kaybetme, bağları koparma, sahip olunanı verme korkusu öne çıkar! Ayrıca “KAN RUYAYI BOZAR” düsturunu da hatırlayın Kan dökülünce, bir takım acılar çekilip bağlar koparılınca rüya olan, gaflet perdesi çekilmiş beşeri yaşam son bulacak, ilahi kuvvelerle hakikâte uyanış başlayacaktır! Fesat- Fitne çıkması ile kast olunan ne? Fesat ve fitne malumunuz karşılıklı çatışma demek Acı ve istenmeyen birtakım bela sahnelerinin önümüze gelmesi demek! Fitnenin dışarıdan olmadığını, bizde, bizim için, bize yönelik olduğunu ehlinin ilmiyle biliyoruz artık İmtihan fitnelerle gelişiyor… Öze yöneldiğimiz anda hem iç dünyamızda hem de dışarıda fırtınalar kopuyor, normal düzen sarsılıyor… Bunun niçin geliştiğini bakın ehli nasıl açmış: İmtihan, sana değil; sendendir! İmtihanla kendi potansiyelini görür ve sonuçlarını yaşarsın! Fitne yani imtihan, senin, ilminle ne derece yaşabildiğini fark etmen içindir! Sanma ki imtihan, başkalarının seni mükafatlandırması ya da cezalandırmasıdır! *** Sır, “nokta”ndaki kudrette! Sende bunu açığa çıkarttığında yağmur gibi üzerine düşmeğe başlar çevrenden iftiralar, yalanlar saptırmalar, karalamalar! Belâlar iner üzerine! Seni ve senden açığa çıkanı ÖRTMEK için! Lâyık olmayanlar, senden açığa çıkandan uzak dursun diye! “Nokta”ndaki kudret, yeryüzünde insana bahşedilmiş tek ve en değerli şeydir! Ancak pek az kişide açığa çıkartılan bir değerdir “Noktadaki Kudret” de diyebileceğimiz “HALİFE” boyutumuz bizde açığa çıkmak istediğinde KAN DÖKÜLMESİ VE FESAT kaçınılmaz bir durum… Bu da nefsin, egonun, kayıtlı terkipsel alanın hiç mi hiç işine gelmez Önce bu örtülü itirazı yapan beşer yanımız daha sonra övgü ve saygı bildirerek kendi konumunu muhafaza etmek ister…Öyle ya, alışılmışı bırakmak kolay mı? TESBİH VE TAKDİS: BİZ (Bi-) hamdinle (B sırrıyla, senin Hamdin olarak) tesbih ve seni takdis edip dururken”, dediler Beşeri kuvveler Halife boyutu açılacağında ilave bir şey daha söylüyorlar: “Biz seni tesbih edip duruyoruz…” Tesbih; fıtri kulluğun açığa çıkışıdır “Gökte ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder” demek hepsi de programı doğrultusunda; belli sınırlı kapasiteleri ile ilahi kuvveleri açığa çıkarır demektir Bu manada, insanda “Biz seni tesbih ediyoruz” diyen yapı; “Kayıtlı ve sınırlı halimizi, sana biçilen rolü sende en güzel şekli ile ortaya koyuyoruz” demektedir… Bunu biz nasıl hissediyoruz? Yolun başlarında her birimize kendi ahlakı, alışkanlıkları, değerleri sevimli gelir değil mi? “Canım bana tasavvufi hakikâtler öneriliyor ama ben zaten iyi bir müslümanım Kulluğumu da hani hiç fena yapmıyorum” fısıltısını nefsimiz sürekli telkin eder Takdis ile, kutsi manaları en güzeliyle yaşadığımızı düşünürüz… “Namazım var, zekatım var, hem de dürüstüm, etrafa yardımım da oluyor Eeee bundan daha zirvesi olur mu?” Nefis bunları da söyler… Ama şu bir hakikâttir ki bilinçsiz kulluk demek olan tesbihten, bilinçli kulluk olan zikir haline geçilmedikçe hakikât fark edilmez, Halife boyutu açılmaz! Çünkü ; “Kalpler ancak Allah zikri ile huzura erer!” (Ra’d- 28) BİLEMEYECEĞİMİZ ŞEYİ BİLEN! (Allah da buyurdu): “BEN sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim” Beşeri boyut birtakım mazeret ve övgülerle açığa çıkacak olana karşı çekince bildirirken Kalbi Boyuttan seslenen Halıfatullah, son noktayı koyuyor: “BEN sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim” Özden gelen hitap (nasibi olanlar için) beşeri hitaba galiptir Nihai noktada halife sırrına seçilen kişi, nefsinin bu çalkalanışlarından sonra iç sesine teslim olacak, “Vardır bir hikmeti” diyecek, bilmediği şeyler olduğunu kabul ile hitaba baş eğecektir Bu teslimiyetle halifenin açığa çıkışı başlar! Dikkat edin, çıkar demiyoruz, çıkışı başlar diyoruz! ÖZETLEMEK GEREKİRSE 1-Bakara 30 ‘da geçen konuşma; ötede, uzak geçmişte, başka boyutlarda, başka yerde değil, her an ve her zaman, şu an sizde olmaktadır! 2-Konuşan, yüksek yerlerden bir tanrı değil, bizatihi içinizde mevcut, kalbi boyutunuz diye simgelenen HALİFETULLAH noktanızdır 3-Hitap öteden beriye değil, kalpten beyne doğrudur… 4-Kalbi boyuttan almak istediğimiz her açılımın bedeli olarak, beşeri boyutumuzda sancılar-sıkıntılar (kan dökülüşü) ve belalar-imtihanlar (fesat çıkması) yaşanacaktır Bu, kaçınılmaz bir durumdur… 5-Beşeri boyut, kendi halinin en iyi hal olduğunu sürekli telkin edecektir, tesbih ve takdis adı altında… 6-“Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri de bilirim” hitabına teslim olmadıkça Hilafet kanalı açılmaz… Anlatılanlardan sonra oldukça mühim bir soruyu tahlil ederek bitirelim: - “Ben sizin bilemeyeceğinizi bilirim” hitabına teslimiyet sadece kalbe kulak vermek midir? Kalbin sesini duymak yeterli mi? Yoksa bu hitabın zuhuru dışarıda da yaşanır mı? Bilen bir zatın hitabına kayıtsız- şartsız teslim olmak mıdır, kalbin hitabını duymak; Halife sırrına açılmak? … Ayakların yere bastığı dönem dedik değil mi? Havada kalan ne teslimiyet, ne iman, ne itaat söz konusu artık…Her mananın zuhurunu görme, duyma, tanıma, yaşama vaktidir şimdi ALEMLERDE, ALEM SURETLERİ DIŞINDA TASARRUF OLMADIĞI GERÇEĞİ anlaşıldığında ne yapılması gerektiği gayet net biçimde idrak edilecek… … İç sesine kulak verenlere müjdeler olsun! İçteki hitabın dışta da zuhura çıkacağını bilerek gereğini yapanlara ne mutlu! Fitne, fesat ve imtihanları göze alarak kalbi boyutta yaşamaya gayret edenlere selam olsun ALINTI MDOĞRAMACI |
|