Yaraticiya İman |
08-03-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaraticiya İmanAllaha iman nedir ? Kâinatı yaratan, idare eden ve kendisine ibadet edilen tek ve en yüce varlık olan Allaha iman, iman esaslarının birincisi ve temelidir Bütün ilahî dinlerde Allahın varlığı ve birliği, en önemli inanç esası olmuştur Çünkü bütün esaslar Allaha imana ve Onun birliği esasına dayanmaktadır Allaha iman etmenin anlamı; O’nun var ve bir olduğuna, yüce sıfatlara/vasıflara sahip olduğuna, eksiklik ve noksanlığı çağrıştıran her bir niteleme ve benzetmeden uzak bulunduğuna inanmaktır Allahın (celle celâluhû) bilinmesi yaratılışımızın hedefi ve fıtratımızın gayesidir ve iman esasları içerisinde bir kutuptur[1] İnsan kendisini yaratan Rabbini tanımak, Ona iman ve ibadet etmek için yaratılmıştır Ayette bu hususa şöyle dikkat çekilmiştir: Ben cinleri ve insanları sırf Beni mabud tanıyıp yalnız Bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım[2] Yaratılışla alakalı dört ihtimal Geride bıraktığımız yüzyıl, inkarcı düşüncenin hayatın her ünitesini hâkimiyeti altına aldığı bir asır olmuştur İnanç sahasında bu yüzyılda pek çok inkarcı akımlar ortaya çıkmış ve bu akımların müntesipleri manevi değerlerin ortadan kaldırılması adına sistemli çalışmalara girişmişlerdir Hiç şüphesiz bu inkarcı düşünce sahipleri, en başta saldırı oklarını Allahın varlığı meselesine yönlendirmişler, Allahın varlığını inkar etmişler, kâinattaki her şeyi tesadüflere vermişler ve bu sayede de körpe zihinleri bulandırmışlardır Kâinatın meydana gelmesi hususunda akla dört ihtimal gelmektedir Bu ihtimalleri şöylece sıralayabiliriz: 1 Sebepler yaratmaktadır 2 Kendi kendine meydana gelmektedir 3 Tabiat yaratmaktadır 4 Allah yaratmaktadır Şimdi, bu ihtimallerden ilk üçünün aklen imkânsız olduğunun ispat edilmesi durumunda, dördüncü durum olan Allahın varlığının kesinlik kazanacaktır Birinci iddiadan başlayalım: Her şeyi sebepler mi yaratıyor? Kâinatın sebepler tarafından yaratılması imkansızdır Bunun pek çok sebebi vardır Ancak biz sadece üç tanesi üzerinde duracağız Birincisi: Malum olduğu üzere bir eczanede ilaç yapımında kullanılan maddelerin dolu olduğu yüzlerce kavanoz vardır Bu kavanozların herbirinden değişik miktarlarda maddeler alınmış ve bu maddelerden hastalara şifa verecek olan harika bir ilaç ortaya çıkarılmıştır İlaç meydana getirilirken, ilacı oluşturan maddelerin ölçüsünde o kadar hassasiyet gösterilmiştir ki, bu miktar bir gram az veya çok olduğu takdirde ilaç özelliğini kaybetmektedir Şimdi nasıl ki, o kavanozlardaki maddelerin böyle harika bir ilacı meydana getirmesi mümkün değilse, kâinattaki sebeplerin de bu muhteşem kâinatı meydana getirmesi mümkün değildir Zira cansız ve bilinçsiz olan sebeplerin belli bir ölçü ve terkip içinde eşyayı meydana getirmeleri aklen imkansızdır İkincisi: Bir canlının meydana gelmesi Allaha verilmeyip sebeplere verildiği takdirde, kâinatın pek çok elementi ile alakalı olan bu canlının bütün atomlarının kâinattaki diğer atomlar tarafından bir işbirliği neticesinde meydana getirildiği ortaya çıkmaktadır ki, bu da aklen mümkün değildir Zira sinek gibi küçük bir mahluğun vücudunda bile, gayet hassas bir ölçü içinde çeşitli ve birbirine zıt sebeplerin bir araya gelmesi mümkün değildir Üçüncüsü: Bir mevcudun vahdeti varsa, elbette bir vahidden ve bir elden meydana gelebilir hakikatinden hareketle cansız ve şuursuz olan sebeplerin sonsuz sayıda ihtimaller içinden birini tercih ederek akla durgunluk verecek muhteşem bir gaye ve nizamın hakim olduğu bu kâinatı meydana getirmeleri aklen imkânsızdır[3] Kendi kendine mi meydana geliyor? Mevcudatı meydana getiren atom ve atom altı varlıklar devamlı bir değişim içindedir Aynı zamanda bu atomlar kâinatta bulunan herşeyle irtibatlı olarak hareket etmektedirler Bu durumda kâinattaki her şey kendi kendine meydana geliyor denildiği takdirde bu zerrelerin kâinatı meydana getirebilecek şekilde bir ilim ve iradeye sahip olduğunun kabul edilmesi gerekecektir ki, bu da aklen imkansızdır İnsan mevcuttur O basit bir madde ve cansız bir varlık değildir İnsan daima yenilenen, gayet muntazam bir makine ve harika ve daima değişkenlik arz eden bir saray gibidir İnsan vücudu kâinatla devamlı bir münasebet halindedir İnsanı meydana getiren zerreler, bu münasebeti bozmamak için başdöndürücü ve akıl almaz bir şekilde hassasiyet göstermektedirler Şimdi şayet insanın vücudundaki bu zerreler, Allahu Tealanın kanunuyla hareket eden küçücük memurlar veya Onun bir ordusu olarak kabul edilmediği takdirde mesela onun gözünde bulunan her bir zerreye öyle bir göz lâzımdır ki, o gözün insanın vücudunun her tarafını görmekle beraber, devamlı münasebet içinde olduğu bütün kâinatı dahi görmesi gerekecektir ki, bu aklen mümkün değildir[4] Yaratıcı tabiat mı? Mevcudatta özellikle de hayat sahibi varlıklarda görülen muhteşem sanat, Cenab-ı Hakka verilmeyip kör, sağır ve düşüncesiz olan tabiata verildiği takdirde, tabiatın her şeyde mânevî makine ve matbaalarının bulunması veyahut her şeyde kâinatı yaratıp idare edecek bir kudret meydana getirmesi gerekecektir Çünkü, tıpkı güneşin ışıklarının yeryüzündeki cam parçalarında ve su damlacıklarında görünmesi gibi şayet o misalî güneşçikler gökyüzündeki tek güneşe isnat edilmediği takdirde, bir kibrit başı büyüklüğündeki bir cam parçasında tabiî, fıtrî ve güneşin özelliklerine sahip, zâhiren küçük, mânen çok derin ve her cam zerreciği adedinde güneşlerin vücudunu kabul etmek gerekecektir Aynen bu misalde olduğu gibi mevcudat ve hayat sahibi varlıkların meydana gelmesi Cenabı Hakka nisbet edilmediği takdirde, her bir mevcutta, özellikle her bir hayat sahibi varlıkta, sınırsız bir kudret, irade, ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiat ve ilâhı kabul etmek gerekecektir ki, bu düşünce kâinattaki uydurma haberlerin en bâtıl ve en hurafe olanıdır[5] Bu durumda üç ihtimalin de aklen imkânsız olduğu ortaya çıktıktan sonra son ihtimal olan kâinatı Allahın yarattığı düşüncesi kesinlik kazanmaktadır KAYNAKLAR Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s 204; İşârâtü’l-İ’caz, s 85 Zariyat, 51/56 Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s 182-183 Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s 184-185 |
|