Nurundandır Bütün Nurlar |
08-03-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Nurundandır Bütün NurlarNURUNDANDIR BÜTÜN NURLAR “Beni seven cennette benimle beraber olur” Mihrabım! Mihrabıma uğra saba yeli,huzuruna varıp edeple, selamımı ilet, heceler yarım yamalak, heyecanlar salkım saçak… “Ant olsun kuşluk vaktinde…” O’nun saçlarını kıskanmaktan gecenin bağrı yanık; gece yarısı hasretle uyanıktır “Güneşe ant olsun …” O’ndan daha kutlu bir faniyi hiç izlemedi ve ondan daha kıymetli bir hazineyi hiç gizleyemedi Ahmed (SAV) !… Gönüller gıdası ruhlar şifası… Gözlerin feri, şerefin zaferi… Dudağının değdiği bir güle bin can feda Ahmed (SAV), eline değişmiş bir ele cihanca cihan feda ! Işığım! Göz kırpasıya Burakınla vardığın yere bin yılda varamazken berk uran melekler, nasıl aşkına dönmesin zeminler ve zamanlar, nasıl tutulmasın burçlar ve felekler Sen var iken kıblem, gök ile yerin hangi varlığa adansın ya emekler, ya hangi renk iltica etsin dallarına çiçekler ? Cemalini gören aşık iken nurum,gamzene rüyada olsun ermesin mi tennure kelebekler ? Günaydınım ! Tohum versen de bize mahsul olabilseydik, kanat olsan da bize katına varabilseydik Şarkıların ürperdiği şebnem avuçlarında Medine rüzgarlarının ışıltılı kumlarınca yanabilseydik, Sana kanabilseydik Bir kez olsun aşkınla döktüğümüz gözyaşlarından abdest alabilse ve denizine bir kez olsun dalabilseydik, ya denizinde kalabilseydik Himalayalar kadar kara yüzümüzü kara yerlere sarabilseydik; bağrından raziye ve marziye ilhamlar alabilseydik Sevgilim! Kutlu gelişine yüz bin selam olsun, sen aydınlık içinde aydınlık,sen açıklık içinde açıklıktın Seninle sevgiler sevgili olur, seninle muhalimiz hâle dururdu Mühürleri kaldırmada son idin sen, can kilitlerini açmada sonuncu, gülümsesen Seni görenlerin güneş düşerdi gözünden, seni sevenlerin ışık yayılırdı yüzünden Birer efsaneydi iki yanağın; hayal ile hatıra eleğim sağmalarıyla karanın ve ağın Sultanım ! Adına altınlar bastıran sultanlar şehirler alırdı, şimdi şehirleri düşüyor adınsız sultanların, adını gizli anıyor aşık-ı nalanların Kulluk prangaları çözülünce ayağımızdan, azat oldu zülfünün zinciri solumuzdan ve sağımızdan… Ashabının kara kerpiçte gözsüz gördüğünü , biz cilalı aynalarda yitirdik de yaptık düğünü Tedavisinde hayat bulmuş hekime düşman hasta gibiyiz, mürebbisine kin güden çocuklara yasta gibiyiz İnsanlık güneşe nispet zulmete döndü, balıklar suya öfkelendi, kuzgun ete döndü, bahtımız hasrete döndü… Hasretim ! Gümüş tenli Yusuf’u arayanlar gül teninde Yusuflar Ülkesine girdiler;cennet peşinde koşanlar gül cemalinde cennetlere erdiler… “Körün elinden tutana Hak’tan yüzlerce ecir vardır!” buyurmuştun Kıyam et, tut körlerin elinden ve İsrafilleyin kıyametten evvel bir kıyamet kopar Yıllar yılı kendi yatağını öpen nehirlerce ak ezeli özlemlerimizin yokuşlarına ve öğüt, yine öğüt , yine öğüt aşk tanelerimizi değirmenlerinin nakışlarına… Övüncüm! Ruhlarımızdan kuşluklar geçti, gün geçti… Akşam oldu, düğün geçti… ve gece olmadan, Yesrib’in güneşi, kerem kıl, tüllenen hayallerimize bir huzme bıraksın himmetin ve artık getirdiğin kutsal emanetin kaybolacağından korkmasın ümmetin! Kalbimizi kaydırmadan, bize onu haşre dek baki kılma ruhsatı ver ve yalın unutuşların poyrazında bırakıp bizi bir başımıza, belleklerimizin tereddüt dolu zembereklerinde kıvrandırma yeter Gel son kez ilk baharımız ol! Bu mevsim güller incitilmesin, gamküsarımız ol! Ömrüm! Tâhâ ve Yâsin aşkına… Öncesinde Sen’in aşkın yoksa neye yarar ölüm ! Selam ve duâ ile |
|