Sakarya |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
SakaryaSAKARYA TÜRKÜSÜ İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya: Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir: Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat: Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne? Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine: Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük? Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük! Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal; Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan: Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan! Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu? Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna? Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su: Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek: Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz: Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya: Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! NFazıl KISAKÜREK |
Sakarya |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
SakaryaZİNDANDAN MEHMEDE MEKTUP Zindanda iki heceMehmed'im lafta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de geri adam,boynunda yafta Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! Kavuşmak mi?Belki Daha ölmedim! Avlu Bir uzun yol Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli Bu yol da tutuktur hapse düşeli Git ve gel Yüz adımBin yıllık konak Ne ayak dayanır buna ,ne tırnak! Bir alem ki, gökler boru içinde Akıl almazların zoru içinde Üstüste sorular soru içinde Düşün mü,konuş mu, sus mu ,unut mu? Buradan insan mı çıkar,tabut mu? Bir idamlık Ali vardı,asıldı Kaydını düştüler,mühür basıldı Geçti gitti,birkaç günlük fasıldı Ondan kalan,boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil Müdür bey dert dinler,bugün"maruzat"! Çatık kaşHükumet dedikleri zat Beni Allah tutmuş kim eder azat? Anlamaz;yazısız,pulsuz,dilekçem Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem! Saat beş dedi mi,bir yırtıcı zil Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekun içinde yazıl ve çizil! Insanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik,mintanlarla et Somurtuş gibi bıçak,nara gibi tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat Yalnız seccademin yönünde şefkat Beni kimsecikler okşamaz madem Öp beni alnımdan,sen öp seccadem! Çaycı getir ilaç kokulu çaydan! Dakika düşelim,senelik paydan! Zindanda dakika farksız aydan Karıştır çayını zaman erisin Kopuk kopuk,duman duman erisin! Peykeler,duvara mihli peykeler Duvarda,başlardan yağlı lekeler Gömülmüş duvara,bas bas gölgeler Duvar,katil duvar yolumu biçtin Kanla dolu sünger Beynimi içtin SukutKıvrım kıvrım uzaklık uzar Tek nokta seçemez dünyada nazar Yerinde mi acep,ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz? Güneşe göç varda ,kalan biz miyiz? Ses demir,su demir ve ekmek demir İstersen demirde muhali kemir Ne gelir ki elden,kader bu,emir Garip pencerecik,küçük daracık; Dünyaya kapalı,Allah'a açık Dua,dua eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış Bir soluk,bir tütsü,bir uçan buğu İplik ki incecik,örer boşluğu Ana rahmi zahir ,şu bizim koğuş Karanlığında nur,yeniden doğuş Sesler duymaktayım;Davran ve boğuş! Sen bir devsin,yükü ağırdır devin! Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin! Mehmed'im,sevinin ,başlar yüksekte! Ölsek de sevinin,eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın elbet bizim,elbet bizimdir! Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir NECİP FAZIL KISAKÜREK |
Sakarya |
08-02-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
SakaryaÇİle Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, künde üstüne künde Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı Ateşten zehrini tattım bu okun, Bir anda kül etti can elmasımı Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un, Kustum, öz ağzımdan kafatasımı Bir bardak su gibi çalkalandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk Al sana hakikat, al sana rüya! İşte akıllılık, işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz, Kapandım yatağa son çare diye Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, Yepyeni bir dünya etti hediye Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor; Makâni bir satıh, zamanı vehim Bütün bir kainat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim Nesin sen, hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam! Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe, Deliler köyünden bir menzil aşkın, Her fikir içimde bir çift kelepçe Niçin küçülüyor eşya uzakta? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl? Zamanın raksı ne bir yuvarlakta? Sonum varmış, onu ögrensem asıl? Bir fikir ki sıcak yarad kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük Selam sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci gök, esrarını aç! Annemin duası, düş de perde ol! Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç! Uyku, katillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak Teselli pınarı, sabır memesi; Size şerbet, bana kum dolu çanak Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet, Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; Karınca sarayı, kupkuru kelle Akrep nokta nokta ruhumu sokmus, Mevsimden mevsime girdim böylece Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence Evet, her şey bende bir gizli düğüm; Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesafelerden! Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tutuyor önümde bir mavi ışık Büyücü, büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman, nedir inimde? Camdan keskin, kıldan ince kılıcın, Bir zehir kıymak gibi, beynimde Lugat, bir isim ver bana halimden; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvaplarım, tutun elimden; Aynalar söyleyin bana, ben kimim? Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, Arzı boynuzunda taşıyan öküz? Belâ mimarının seçtiği arsa; Hayattan mühacir; eşyadan öksüz? Ben ki, toz kanatıi bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerrecigim ki, Arş'a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı! Ne yalanlarda var, ne hakikatta, Gözümü yumdukça gördüğüm nakış Boşuna gezmişim, yok tabiatta, İçimdeki kadar iniş ve çıkış Gece bir hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmis zamanın, hem geleceğin Açıl susam, açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mavera dede Yandı sırça saray, ilahi yapı, Binbir avizeyle uçsuz maddede Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur Içiçe mimari, içiçe benlik; Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur! Nizam köpürüyor, med vakti deniz; Nizam köpürüyor, ta çenemde su Suda bir gizli yol, pırılıtılı iz; Suda ezel fikri, ebed duygusu Kaçır beni ahenk, al beni birlik; Artık barınamam gölge varlıkta Ver cüceye, onun olsun şairlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta Öteler öteler, gayemin malı; Mesafe ekinim, zaman madenim Gökte saman yolu benim olmalı; Dipsizlik gölünde, inciler benim Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak NECİP FAZIL KISAKÜREK |
Sakarya |
08-02-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
SakaryaYeşilırmak Gözyaşı yüklü bulut toprak altında kaynak Sakarya`nın derdine kıvrılır Yeşilırmak Bizdendir onun âşkı emanet ve anahtar Benzerler benzeşirler zamanı işte akar Nasıl ki Allah emri O ol deyince olur Yeşilırmak nefsinde emre uyarken budur Fikir aşk ve hürriyet ayrılmazlar güzelden Sırrı malûm sırrında sözleşmişler ezelden O ki güneşe ayna akis kapan bir görgü Yıldız yıldız kıvılcım yeni çağda bir örgü İşte düğümün ucu işde insan ve toplum Sakarya`nın kalbinde zaman ölçümü buldum Ne varlık ne de oluş yok da yoktu bir zaman Ruhum eşyadan gafil ne zaman ne de zaman Hayat dediğin masal çırpınan suyun sesi Tek marifet dünyada harcamamak nefesi İmân sahici imân ateş hattında koşu Bir günü bir gününe eş olmama buluşu Yeşilırmak`da hamle sahibi ona kefil Sakarya`nın ruhunu lif lif açan yeni dil Fikir fiil ve sanat tek gaye gerçek emek Bütün dava olmakta Allah`a görünerek Budur insan rüyâsı gecenin yarısında Karayılan yelkovan ve akrep arasında İnkılâba dayanmış saatler döne döne Büyük Doğu bayrağı İBDA ile en öne Mânâsını öğrenmiş kurtuluş alayları Hakikat çevresinde şehitlik adayları Toplum nedir bilmişler inananlar elele Sümüklüler kovulmuş ayıklanmış hergele -`Selam size akıncı!`-`Size selam!` iâde Doğruyu Allah bilir bizce tamadır vâde 1984 Salih Mirzabeyoğlu |
Sakarya |
08-02-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
SakaryaKayan Yıldız Sırrı Göklerde kanat açmış gûya gönlümce hür kuş Ben değil mi yine ben kedere hedef durmuş Gizleniyor bildiğim saklambaç oyununda Benim gölge âlemde kendisine kaybolmuş Bu mahmurluk sırtımda kaplumbağa kabuğu Rahatı rahatsızlık şu dünyanın seyrinde Ah geçmiş ne gelecek şimdiyse uçan buğu Yollar ki bir birine kavuşmanın derdinde Su üstünde ürperti hep gurbetlik duygusu Nakışa düşen mânâ deniz üstünde desen Zamanın nabzımı tutsun diye kurduğu Dalgada gölge eşya benim gözümde de sen Bir kayanın üstünde bilmem böyle kaç vakit Rüyâların izinde tâbirlerin peşinde Yıldırım düşen levha kumaşım ki mücerret Açıktan geçen gemi yüreğim o gemide · · Tedirgin bekleyişler berzah sırrında hapis Fikir ki saklı güzel gözümde açık derin Pervane çeken mihrak nisbet kurduğum akis Rüyâların ötesi müjde verdi güvercin Ağı germiş çoktandır yıldız köşeler cinsi Gebe dumanlı dünya sancı sarınca doğum Rüzgâr dinlenen dalga kıyı idrakı şimdi Ruh nisbeti bir harman ışık içinde oyun Kuş gagası ve dudak topluluktan işaret Hayat sanat ve mânâ yoğunlukta bir mizân Mağara dostluğunda doğrulanan öz hikmet Bütün fikir hisarı aynada duran nişân · · · -`Kanıma girmiş adam işte önünde hayat!` Uykuda uyanıklık gözü açık uykuda Bir ben vardım yine ben dağı delen o Ferhat Akşam alnımda gezen hararet berrak suda Kayan yıldız sırrı mı sırrı ile barışık Gümüş renkte duruldu varolmak kuruntusu Burcumun hissesinde alnındaki kırışık Ölmek için mi doğduk asıl olmak doğrusu Ömrün sonunda tarla marsık kokulu külhân Kuyu içinde çile çekmiş insan duygusu Deri üstünde deri yanık kokusu aman Olan oldu dünyada kalan insan tortusu · · · · Gökyüzünde bir bulut şeffaf kuyruklu balık Nazlı nazlı süzülür kıyısında seherin Rüzgâr toplayan yelken hayret ve sonsuz açlık Aşkımın şarkısında va`dolunmuş eserim Harfi harfine uygun gözümde tek marifet Etle kemik bir bütün çile yükünü sırtlan Kurtuluş gemisinin tayfasından vasiyet Fikir elinde fikir kölen emrinde kaptan MAYIS 1983 Salih Mirzabeyoğlu |
|