Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları1 Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su u Kasidesi Açıklaması ve Söz Sanatları[/url]Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su Eşk: Gözyaşı Denlü: Denli, gibi, kadar Od: Ateş (Ey göz! Gönlümdeki içimdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma Çünkü bu kadar çok tutuşan ateşlere su fayda vermez) Mübalağa: Şairin gönlündeki ateşlerin su ile söndürülemeyecek derecede çok olması Mecaz: Od’un aşk ateşi yerine kullanılması Tezat: Su-ateş Buradaki ateş gönüldeki manevi ateştir Su ise maddiyatı temsil eder İkinci mısrada ise iki farklı anlam vardır Birinci anlam “yangının çokluğu”dur İkinci anlam ise “Böyle mecazi bir yangına bu su çare değildir” şeklindedir Yani gönül ateşi üzerine gözyaşının dökülmesi, manevi olan ateşe maddi olan bir suyun serpilmesini anlatır Ancak yangını söndürmek için suyun bolca dökülmesi gerekir Yangına su serpilirse yangın daha da çoğalır (Burada aslında gönül bir mumdur Mumun ortasındaki iplikse can ipliğidir) Az su yangını söndürmez tam tersine yangını arttırır Normal şartlarda gözyaşı, ağlamak insanı rahatlatır; ama şair burada bunu tam tersini istiyor Gönlünün daha da tutuşmasını, manevi aşkının artmasını istiyor 2 Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su Âb: Su Gûn: Renk, gidiş, tarz Âb-gûn :Su rengi, Mavi, mavi renkli; suya benzer Devvâr: Devredici, devreden, çok dönen Günbed-i devvâr rengi: Gökyüzünün rengi Muhît: Etrafını çeviren, kuşatan, çevre (Dönüp duran kubbenin rengi su rengi midir, yoksa gözümden akan su devreden kubbeyi mi kaplamıştır, bilemem) Tecahül-i Arif: Gökyüzünün neden mavi olduğunu bilmemezlikten geliyor Mübalağa: Gözyaşının gökyüzünü kaplaması Hüsn-i Talil: Göğe kendi gözyaşlarının renk verdiğini söylemesi Tenasüp: ‘Göz, aşk, su, saç-; od, dutuş-’ kelimeleri arasında anlam ilgileri vardır Âb-gûndur Azeri lehçesinin özelliği olan bir soru cümlesidir “Su rengindedir?” şeklinde çevrilebilir (Azerbaycan’da gelen kişiye “Geldin?” diye sorulan sorulardan kastedilen “Geldin mi?” sorusudur) (Tecahülüarif yapılmış) Burada “devvar” sözcüğü önemlidir Anlamı dönen, dönektir Şair burada gök kubbenin dönekliğinden bahseder Gökteki her bir katmanın dünya çevresinde her yöne döndüğünü ve bu katmanların su olduğunu düşünürsek dünya ve çevresindeki bu katman da dönektir Şair de böyle düşünüyor İşte bu yüzden felek anıldığında döneklik akla gelir “***** felek” deyişi de buradan gelir Gökyüzünün su renginde olduğu ifadesini açıklamanın iki yolu var Birincisi gözün çevresinde sürekli suyun bulunması İkincisi gözyaşının insanı kuşatmasıyla insanın gözyaşından başka bir şeyi görememesi Dünya bir su değirmeni gibi düşünürse, değirmeni döndüren sürekli akan sudur Yani dünya değirmenini döndüren bir sudur Burada değirmen bir mazmundur 3 Zevk-i tîgundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk Kim mürûr ilen bırağur rahneler divâra su Tîg: Kılıç Zevk-i tîg: Kılıcın zevki Aceb yoh: Şaşılmaz Çâk çâk: Parça parça kılıç şakırtısı Mürûr: Geçme, akma, bir yandan öbür yana geçme, sona erme Mürûr ilen: Geçmek akmak suretiyle, zamanla Rahne: Yarık, yırtık, zarar, ziyan; oyuk Dîvâr: Duvar (Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz Nitekim akarsu da gelip geçerken duvarda yarıklar açar) Açık İstiare: Bakışları keskin kılıca benzetilmiş Kendisine benzetilen kılıç söylenmiş Tenasüp (leff ü neşr): tıg-gönül-çak çak Su-divar-rahne sözcükleri birbiriyle karşılıklı olarak uygundur Teşbih: Aşığın parça parça olmuş gönlü yarılmış açılmış duvara benzetilmiş Şair sevgilinin kılıcının açtığı yaralarının zevkindedir Buradaki kılıçtan kastedilen sevgilinin kılıç gibi keskin, şairin kalbinde derin yarıklar açan bakışlarıdır Ama şair burada acı ve azaptan değil zevkten bahsediyor O, sevgilinin yan bakışlarının hançeri gelsin, bağrını yarsın istiyor Çünkü aşk yarası aşık için gıdadır Aşık için kılıç yarası, istenen özlenen şeydir Sevgili (Hz Muhammed) şaire baktığında şairin gönlü parça parça oluyor Burada aynı zamanda yaz sıcağında kerpiç evlerin kuruması ve o kuraklığın ardında yağmur yağdığında da kerpiç evlerin duvarlarında yarık açtığını dile getirmiştir Bundan çıkan sonuç şudur; Fuzuli kendisinin topraktan yaratıldığını, yağmur yağdığında nasıl kerpiç evlerin duvarlarında yarıklar açıyorsa gözden akan su da insanın bağrında çizik çizik yarıklar açtığını söylüyor Bu beyitte aynı zamanda “kılıca su verilmesi” de dikkati çeker Bir kılıca ne kadar iyi su verilirse kılıç o kadar iyi olur (Kılıca su vermek demek demiri kızgın ateşten çıkarıp birkaç damla su verilmesi ve demirin çelikleşip güçlenmesidir) Sevgilinin o gamze kılıcı, o bakışının kılıcı geldiğinde aşığın bağrındaki yangına su gelmiş olur Su serpilmiş olur “Bağrıma su serpti” diye bildirilen ferahlık işte budur Sevgili, gamze kılıcının suyu iyi verilmiştir Toprakta ve kılıçta su gizlidir Beden de topraktandır ve içinde su gizlidir Ama yangın başlayınca bedenin suyu tükenir Tekrar suya muhtaç kalır İşte o suyu özlüyor Zaten yaşayabilmesi için o suya muhtaçtır Özet olarak; “Ey sevgili! Yaşamak için senin o gamze kılıcına su kadar muhtacım, suya olan ihtiyacım kadar muhtacım (Burada sevgilinin iyi su verilmiş kılıç gibi keskin bakışlarıyla suya olan ihtiyacını gidermek istediğini söylüyor) 4 Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözün İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su Vehm: Kuruntu; boşuna, yersiz korku Dil: Gönül Mecruh: Yaralı Dil-i Mecruh: Yaralı gönül Peykan: Temren, okun ucundaki sivri çelik parça İhtiyat: Tedbirli olma (Yaralı gönül senin, ok temrenine benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söylerElbette yarası olan suyu ihtiyatla, çekine çekine içer) Ad aktarması: “Temren” söylenerek okun hepsi kastedilmiştir Tenasüp (leff ü neşr): Vehm-ihtiyat; dil-i mecruh-yara; peykan Teşbih: Yaralı gönül hasta bir insana benzetilmiştir Açık istiare: Peykan ile sevgilinin kirpikleri kastedilmiştir Şair “peykan” sözcüğünü korkarak söyler Çünkü peykan “ok” demektir (Burada mecaz-ı mürsel sanatı vardır), okun ucunda su verilerek çelikleşmiş başlıktır Sevgilinin kirpiğinin ok gibi olduğunu düşünmeliyiz Kaş ise yaydır Kaşlar çatıldığında yay da gerilmiş olur Böylece oklar fırlatılmaya hazırdır Yani kirpikler Hepsinin ucunda da temren, peykan vardır Oklar servi fidanından yapılır Ucuna da peykan takılır Her peykan serviye (oka) muhtaçtır Her servi de peykana Peykanın iyisi kılıç gibi iyi su verilmiş olanıdır Bu yüzden gözyaşıyla dolu olan kirpik, su verilmiş peykan gibi algılanır Sağlamdır Bu mısrada şair aslında o peykanın gelip kalbine sağlanmasını diler Böylece aşk acısından zevk alır Sevgilinin bakışları kalbine saplanan ok gibidir Bu, aşık için bir hediyedir Peykan sözcüğünü korkarak söylemesinin bir nedeni de temrenin içindeki sudur Çelikleşirken verilen su Su dolu bir peykan yaralı gönle gelirse ona zarar verir (Eskiden ağır hastalara, yaralılara su verilmezdi Kuruyan dudaklar su ile ıslatılırdı Çünkü su verilirse hastanın daha da kötüleşmesinden hatta ölmesinden korkulurdu) Şair sevgilisinin kirpiklerini (peykanın) adını anarken korkuyor Peykanın gelmesini istiyor ama ona yaralı gönlünün dayanamayacağını düşünerek korka korka söylüyor Yaralı hastalara suyun azar azar verildiğini söyleyerek de durumunu açıklamaya çalışıyor 5 Suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su Suya vermek: Sele vermek, mahvolmaya bırakmak Bağ-bân: Bahçıvan Gül-zar: Gül bahçesi Tek: Gibi; yalnız Min: Bin (Bahçıvan nafile yorulmasın, gül bahçesini sele versin; çünkü gül bahçesini bin kere sulasa senin yüzün gibi bir gül açılmaz) Teşbih: Sevgilinin yüzü güle benzetilmiş Hüsn-i Talil: Bahçıvanın görevi gül yetiştirmektir Burada görev olarak değildir Görevi sevgilinin yüzünün renginde veya şeklinde gül yetiştirmektir Tevriye: ‘Tek’ kelimesinin hem ‘bir’ anlamı hem de ‘gibi’ anlamı vardır (Sevgilinin bir tane, benzeri olmayan, eşsiz olması) Tenasüp: Suya vermek, bağban, gülzar, gül, su “Suya vermek” bu beyitte kötü anlamdadır Bahçıvanın bağı suya vermesi o bağın mahvolması demektir Şair bu beyitte gül mevsimini kastediyor (Gül mevsimi de Hz Muhammed’in bulunduğu Asr-ı Saadet’tir) Hz Muhammed’in yüzü şeklinin güzelliğiyle güle benzetilmiştir Hz Muhammed öldükten sonra bu dünyanın kıymetinin kalmamasını bahçıvanın gül bahçesini suya vermesiyle eş tutuyor O gül bahçede olmadığı için bahçenin suya verilmesinin bir önemi olmadığını söylüyor “Hz Muhammed’in gül yüzü gibi bir gül daha bu dünyada açmaz” diyor Hz Muhammed bir zincirin halkası olarak, son peygamber olarak bu dünyaya geldi Böylece halka tamamlandı “Artık bahçıvan bağı suya verse de bir önemi yok” diyor Şair burada o gül açmamış olsaydı dünya nasıl bir dünya olurdu diye düşünmemizi istiyor “Onun ümmetinin mutluluğu ve onsuz yaşamanın üzüntüsünü kıyasladığında bahçeye su verilsin” diyor (İlk yaratılan nur Hz Muhammed’e aittir Peygamberlerin sonuncusu da odur Yüzünde her zaman peygamberlik nuru bulunur) Bu beyitteki “teg” sözcüğü iki anlam gelir Birincisi, yüzün gibi; ikincisi, biricik yani senin gibi bir tek gül açılmaz anlamı |
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları6 Ohşayabilmez gubârını muharrir hattuna Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su Ohşatmak: Benzetmek Gubâr: Toz, Gubârî: Toz gibi ince yazı türü Muharrîr: Yazan, yazar Hâme: Kalem (Hattatın gözlerine bakmaktan kalem gibi kara su inse de gubârî yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez) Tezat: Bakmak ve gözlerine kara su inmek yani kör olmak arasında tezat sanatı vardır Benzetme: Gubarî yazısını sevgilinin yüzündeki tüylere benzetiyor (Gubarî toz anl***** geliyor Hatt sanatında çok ince bir yazı) Kinaye: 1 Kalemin gözlerinden kara su (mürekkep) inmesi- gerçek anlam 2 Kağıda, yazıya devamlı bakan insanın gözlerinin kızardığının, kanlandığının, karardığının, mecazen zayıfladığı ve kör olmaya yüz tuttuğunun vurgulanması Tenasüp: “gubâr-hat; muharrir-hâme-kara su (mürekkep)” kelimeleri arasında Bu beyitteki “gubâr” iki anlamdadır Birinci anlamı çok ince bir yazı; ikinci anlamı, sevgilinin dudak etrafındaki ayva tüyleri Yazı için düşünülürse: Yazar, gubarî yazısını senin yanağındaki tüylere benzetemez Çünkü yanağındaki tüyler çok daha incedir Yahut ne kadar ince yazarsa yazsın yazar senin ayva tüylerin kadar ince yazamaz (Gubâr denilen ince yazıyı yazarken at kılından ya da verev kesilmiş kalemlerden yararlanılırmış Gubâr çok ince, toz kadar ince yazılması gereken bir yazı biçimiymiş) Resim için düşünülürse: Ressam onun ayva tüylerini resmedemez Ayva tüylerinin inceliğinden değil Onu eşsizliğinden Ressam ne yaparsa yapsın yaptığı resimde senin hatlarına benzetemez Nakkaş veya şairin gözlerine kara su inmesi buna yeterli olmaz Gubârı yazanlar çok ince iş yaptıkları için gözleri çabuk bozulur yani gözlerine kara su inermiş Şairin veya ressamın gözlerine kara suyun inmesi peygamberimizin yüzündeki parlaklıktır Çünkü bir insan sürekli beyaza ya da parlak bir şeye bakarsa gözleri giderek bozulur Fuzûlî’nin gözlerine kara su inmesinin söylemesinin sebebi peygamberimizin yüzündeki parlaklıktır Ressam veya yazarın gözleri o parlaklığa bakarken bozulur Şaire göre yanak parlaklık, ayva tüyleri de buradaki yazıdır Yazı ise ya “kader” ya da “Kur’an-ı Kerim’dir” “Sen kainatın efendisi olduğun için Allah Kur’an-ı Kerim’i senin saf yanağına yazdı Onun için bir yazar onu hiçbir zaman benzetemez” (Telmih-Burada kafirlerin ayetler gibi söz söyleyebilecekleri söylediklerinde de ayetler yakın ama ayetler kadar güzel olamayan sözler söylemesi ve bunun üzerine bu olaylarla ilgili bir ayetin gelmesi anlatılıyor) 7 Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola Zayi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su Ârız: Yüzün iki yanı, yanak Yâd: Hatırlama, anma; hatır, gönül Nem-nâk: Nemli, ıslak Müjgân: Kirpikler Temenna: Dileme, isteme, dilek, istek Hâr: Diken (Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez) Teşbih: Yanak güle, diken kirpiğe benzetilmiş Kinaye: Kirpiklerim nemlense 1 Kirpiklerin nemli olduğu gerçeği 2Mecazen ağlamak anlamının belirtilmesi Leff ü neşr: “ârız-gül, “yâd-temennâ”, “nem-nâk-su”, “müjgân-hâr” Tenasüp: “Ârız-müjgan; gül-hâr-su vir-; hâr-gül; yâd-temennâ” kelimeleri arasında Fuzûlî, sevgilinin kirpiklerini şekli ve batıcılığıyla dikene, yanağın şekli ve rengiyle güle benzetmiş Şair ağladığında kirpikleri ıslanıyor Bu suretle sevgilini güzel yanağın gözünün önüne geliyor Gül yetiştirmek için dikene su vermek nasıl boşuna değilse sevgiliyi görme isteğiyle ağlamak boşa değil Burada sevgilini yüzü güneş gibi parlaktır Biz nasıl güneşe baktığımızda gözlerimizden yaşlar akarsa aşığın da sevgilinin parlayan yüzüne baktığında gözleri yaşarıyor 8 Gam güni etme dil-i bîmârdan tîgin dirîğ Hayrdur vermek karanu gicede bîmare su Bîmâr: Hasta, aşık Dil-i bîmâr: Hasta gönül Dirîğ etmek: esirgemek Karanu: karanlık (Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir) Leff ü neşr: Gam güni-karabu gice, dil-i bimar-tıg-su Tenasüp: “Gam güni, dil-i bimar, karanu gice, bîmar, hayr, su” kelimelerinin arasındaki anlam ilgisi göz önünde bulundurularak bir araya getirilmiş Açık istiare: Sevgilinin keskin, yaralayıcı bakışları kılıca benzetilmiş Yalnızca kendisine benzetilen söylenmiş İrsal-i mesel: “Geceleyin hastaya su vermek sevaptır” sözü (Karanlık gecede hastaya su vermek sevaptır) Bu beyitte “bîmâr” sözcüğünün seçilmesi buradaki acının manevi bir acı olmasıdır “Tîg” ise yine kılıç yine keskin bakıştır “Ey sevgili! O gam günü geldiğinde bu hastadan keskin bakışını (kılıcını) esirgeme, ne olursun! O gün bakışının kılıcı bana gelsin, hasta gönlümle gelsin canından bezen gönlüm ölümle can bulsun Senin bakışınla hayat bulayım Beni bakışınla ümmetine kabul et” Burada gönül aşk hastası olarak kabul edilmiştir Gönül her zaman aşk hastasıdır Bu beyitteki gam günü ölüm anı; su, kelime-i şahadet; gam günü, kıyamet günü; bimâr, şair; tıg, Hz Muhammed’in şefaatidir Şair ölüm anında su istiyor yani kelime-i şahadeti ve tevhidi kastediyor (Zaten ölüm döşeğindeki insanın başında su bulunur) Şair Hz Muhammed’in hastasına su vermesiyle kıyamet gününde “Ümmetimdir” demesini eşdeğer görüyor Kıyamet gününde Hz Muhammed “Ümmetim!” diye çağırırken kendisinin de onun gözüne ilişmesini, onu da karanlık gecede mutlu etmesini istiyor Beytin ikinci anlamı da şudur: Karanlık gece rüya olabilir Onu görmeyi özlüyor ve “Karanlık bir gecede rüyama girsen de seni bir görsem Şu hastana bir bardak su versen” diyor 9 İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it Susuzam bir kez bu sahrada menüm-çün ara su Peykân: Okun ucundaki sivri demir Hecr: Ayrılma, ayrılık Şevk: Gönül meyli, arzu, şiddetli arzu, istek, Keyif, neşe, sevinç (Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve ayrılığında özlemimi yatıştır; susuzum, bu çölde bir defa da benim için su ara) Açık istiare: Kirpik yerine peykan sözcüğü kullanılmış Kirpik oka benzetilmiş Kendisine benzetilen ok (peykan) söylenmiştir Tezat: Sahra-su Tevriye: kez (defa, kere) kelimesinin “gez” şeklinde “gezip ara” anlamında okunmasıyla Teşhis/ Kapalı istiare: “gönül” şaire su arayan birisi gibi düşünüldüğünden kirpik yerine “peykan” kelimesi kullanılarak Şair burada sevgilinin peykanını istiyor, böylece gönlü sükûnete erecek, özlem bitecek Özlemin bitip artmaması için bir tek bakış istiyor Ancak o zaman hasreti dinecek Çünkü “Susuzum, bir kez de bu sahrada benim için su ara” feryadı içinde kıvranıyor Ok ile ayrılık arasında bağ vardır Ok yaydan çıktığında ayrılık başlar Okun ucundaki peykan ise okla birliktedir Burada ayrılık derken şu kastedilir: Oku peykandan, serviyi temrenden, servi boyluyu gözyaşıyla su verilmiş aşıktan ayrılmış olur ve bu zulümdür Şair peykanın ayrılığını istiyor Çünkü susuz Peykan oktan ayrılırsa gönlüne saplanacak Böylece şairin susuzluğu giderilecek Peykandaki su şairin gönlüne ferahlık verecek Şair o kadar susuzdur ki sevgilinin temresinden bulunan suya bile muhtaçtır Aslında onun merhametine muhtaç Aşığa suyu verecek sonuçta Zaten su da rahmet demektir Şair aynı zamanda kez yerine “gez” anlamı da vermiştir Gez atıcılıkta kullanılan bir terimdir Okun atıldığı yerdir Burada şair suya ulaşmasının bir gez kadar yakın olduğunu, aslında Hz Muhammed’e yaklaşmanın zor olmadığını, bunun imanın bir göstergesi olduğunu söylüyor 10 Men lebün müştâkıyam zühhâd Kevser talibi Nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su Leb: Dudak Müştak: Arzuyla, hararetle, isteyen, özleyen; susamış Zühhad: Dünya nimetlerinden el çeken kimse Kevser: Çokluk, kalabalık; cenneteki bir ırmak adı Hûş: Akıl, can Hûş-yâr: Akıllı, canlı, ayık (Ben dudağını özlüyorum, sofular da Kevser istiyorlar Nitekim sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir) Tezat: Tüm beyte yayılmış (su-şarap, mest-huş-yar) Leff ü neşr: Renkleri ve sarhoş ediciliyle leb-mey; helal olmasıyla su, Kevser ilgili sözcüklerdir Ben senin dudağını arzuluyorum Dudağın benim için yaşamdır Dudağından çıkan birkaç sözle sen insana can veriyorsun Ben dudağının aşığıyım ama zahitler cennetteki Kevser suyunu istiyorlar Onlar ibadeti Kevser’e kavuşmak için yapıyorlar İbadetlerinden beklentileri var Onlar Kevser’i alsınlar Ben senin dudağının özlüyorum Cennet umrumda değil Dudağın öyle bir şaraptır ki onunla mest olunca zaten cennet kendiliğinden gelir Dudak şarap gibi kırmızıdır Su ise beyazdır Ben şarabı özlüyorum Sofular ise Kevser’i Nitekim sarhoşa mey içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir Şarap dinen yasaktır dini emirlere uyanlar şarap istemez Ama aşık olanlar… Dudak tasavvufa göre şaraptır, birliktir Ve tutulanın aklını başından alır Kevser ise pek çok kişi tarafından içileceği için kesrettir, çokluktur Şair; “Ben (aşık) birliğin peşindeyim, yaptıklarım menfaat için değil Kevser’in peşinde değilim; ama sofular ibadetlerini karşılık için yaparlar Aşık ise karşılıksız yapar Burada Yunus Emre’nin şu dizeleri akla gelir: “Cennet cennet dedikleri Birkaç köşkle birkaç huri İsteyene ver onları Bana seni gerek seni” Zaten böyle karşılıksız davrandığı için Allah aşığa her şeyi verecektir Bu yüzden aşık olmak zahit olmaya yeğdir Çünkü Hz Muhammed kıyamette “Ümmetim!” diye çağıracaktır Bunu muhatap olmak her şeye bedeldir |
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları |
08-02-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları11 Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr Âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su Ravza: Bahçe, bol ağaçlı, yeşillik yer; cennet Kûy: Köy Ravza-ı kûy: Cennet gibi bahçe Dem: Soluk; içki; vakit; zaman Güzâr: Gezme, dolaşma Reftâr: Gitme, yürüme Hoş-reftâr: Hoş, nazlı gidişli (Su, her zaman senin cennet misâli mahallenin bahçesine(Ravza) doğru akar Galiba o da, o serviye benzeyen nazlı gidişli güzele aşık olmuş) Kişileştirme (Kapalı istiare): Suyun aşık olması Hüsn-ü Talil: Sular normalde servilerin dibinden akar Ama burada su sanki serviye aşık olduğu için dibinden akıyor Teşbih-i Beliğ: Sevgilinin bulunduğu yer cennete benzetilmiş Açık istiare: Servi ile sevgili kastedilmiştir “Su, o hoş salınışlı, servi boylu sevgiliye yani Hz Muhammed’e aşık olmuş galiba Böyle gitmesinin sebebi o servinin ayağını öpmektir” Normalde doğada su, servilerin yanındadır İşte bu durum suyun, servilerin ayağını öpmesi olarak gösteriliyor Ayağını öperek yanından geçiyor Tabir doğruysa ayağına baş koyuyor ve bu baş koyma Ravza’dadır Ravza ise cennettir Hz Muhammed “Evimle mescidim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir” demiştir İşte Ravza burasıdır Su, servi boyluya, cennete kavuşacak, onun ayağına kavuşacaktır Su devamlı serviye doğru akar Hz Muhammed’in ayağına ulaşmak, onun ayağına baş koymak için sürekli akar Şaire göre bu baş koyma Ravza’da, Hz Muhammed’in bedeninin bulunduğu bahçede olacaktır yani Medine’de Onu için Dicle nehri hep güneye, Medine’ye doğru akmaktadır Dicle nehrinin akış yönünü Hz Muhammed’e kavuşma isteği olarak görüyor 12 Su yolın ol kûyundan taprag olup dutsam gerek Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su (Toprak olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, o yere varmaya bırakamam) Tevriye: a Suyun önünde toprak olup set kurma b Sevgiliye suyun ulaşmasını engelleme Teşhis/Kapalı istiare: Suyun şairin sevgilisine aşık olması Şair burada suyun yolunu kesmek için toprak olmak istiyor Aşkın içine kıskançlık giriyor “Bu uğurda toprak bile olurum” diyor(Hüsnü talil) Ne olursa olsun suyun yolunu engellemek istiyor Toprak olmak istiyor çünkü suyun yolunu ancak toprak keser İnsan ise ancak öldüğünde toprak olur Yani “Hz Muhammed uğruna ölürüm”diyor Ama kıskançlık yüzünden, rakibe engel olmak için öleceğini söylüyor Ona ulaşmak için öleceğini söylemiyor; çünkü zaten canı dayanmayacak ve ölecektir Sevgili uğruna ölmek ilk adımdır Bu yüzden “Uğrunda ölürüm” demek ona göre fazlalıktır Bu yüzden başkasından kıskandığı için ölümü göze alıyor Onu kimseye layık görmediği için, hiç kimsenin onu kendisi kadar sevemeyesin diye ölüyor Bu gayretlik makamıdır Gayret iki çeşittir Başkalarından kıskanmak ve başkalarını ondan engellemek Bu ancak çok sevgi ile aşkın taşkınlık derecesiyle ölçülür 13 Dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su Dest: El; fayda; zafer; mevki; tarz Bus: Öpme, öpüş, öpücük -bus: Öpen Dest-bus: El öpme Kûze: Toprak (Dostlarım! Onun elini öpmek arzusunu gideremeden ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin ki hiç olmazsa mezar toprağımdan yapılan testi onun eşerine ve dudaklarına değsin) Aliterasyon: “s” sesiyle yapılmış Leff ü neşr: **mek-toprak, dost-yar Tenasüp: Arzû toprag, su, kûze Şair gerçek hayatta sevgiliye kavuşamayacağını ve aşk arzusunu onu öldüreceğini söylüyor Şairde Hz Muhammed’in elini öpme arzusu var Bu emeline de mezar toprağından yapılan kaseyi Hz Muhammed eline alınca ulaşacak Hz Muhammed o kaseyi eline aldığında şair de onun elini öpmüş olacak ve şair bu arzusunu giderecek Fuzûlî burada Hz Muhammed’in dudağını öpmeyi de kastetmiş olabilir Çünkü sevgili kaseyi eline aldığında onu mutlaka dudağına götürecektir Böylece mezar toprağından yapılan kase sevgilinin dudağına değecek böylece sevgilinin dudağını öpmüş olacak 14 Serv serkeşlük kılur kumrî niyâzından meger Dâmenin duta ayagına düşü yalvara su Ser-keş: Baş çeken; baş kaldıran, asi Kumrî: Kumru Niyaz: Yalvarıp yakarma, yalvarış, dua Dâmen: Etek (Sivri kumrunun yalvarmasından dolayı dik başlılık ediyor Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi vazgeçirir Kişileştirme: Kumrunun yalvarması Hüsn-i talil: Servinin başını iki tarafa sallaması, kumrunun ötmesi, suyun ağaçlık yerde olması Açık istiare: Servi sevgiliye, kumru aşığa benzetilmiş Gül ile bülbül aşkı neyse servi ile kumru aşkı da odur Kumru sürekli serviye yalvarır Servinin ise uzun boylu, dik başlı görünüşü vardır İşte su, servinin kumruya yüz vermesi için aracı olsun, serviye yalvarsın, servinin ayağına düşsün ve sevgili kumruya bir kere gülümsesin “Ona bakıver” diyor Servi kumruya baktığında oklar kumrunun gönlüne batacak ve serviden yani sevgiliden bir iz bırakacak Ok zaten servinin çıvgınlarından yapılır İşte o çıvgınlar ok olup kumrunun kalbine saplanır Kumru buna muhtaçtır Burada servi sevgili, kumru ise aşıktır Servi suya bakarsa Allah’ın rahmetine bakmış olacak ve aşığı ümmetine katmış olacak Burada kumru serviye “Hu” diye seslenir Servi de salınırken aynı sesi çıkarır İşte aşık ile maşuk aynı şeyi söylüyor Bu beyitte servi boylu sevgilinin ümmetini dilemesi ve ümmetinin sevgiliye bağlanmak için onu dilemesi eşitlenmektedir Sevenle sevilen aynı şeyi söyler Hz Muhammet “Ümmetim” diye ümmetini, kul ise “Hu” diye “O”nu söyleyecek İkinci bir bakış açısı olarak: Kumru yalvaran kuldur Su ise Hz Muhammed Servi ise Allah’ın rahmeti Kumru durmadan serviye yalvarıyor Yani Allah’a Ama arada bir vesile, bir elçi lazım Getirdiği haber gibi bir gün desin ki:”Ya Rab! Bu benim ümmetimdendir, şefaatim üzerine olsun, onu bana yaz” 15 İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile Gül budagınun mizacına gire kurtara su Reng: Renk; hile, oyun; şekil; can, kuvvet Mizac: Bir şeyle karşılaştırılan şey, huy, yaratılış; sağlık (Gül fidanı bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor; bunu, ondan suyun gül dallarının damarlarına girmeci kurtarabilir) Telmih: Gül ile bülbülün aşkı Hüsn-i Talil: Gülün kırmızılığını bülbülün kanından alması Tevriye:“Reng” kelimesi hem renk hem de hile anlamında kullanılımıyla Kişileştirme: Su ve gül kelimeleri kişileştirilerek Tenasüp: “Bülbül-gül-reng-kan; kan-su-gül” kelimeleriyle (Bülbül, güle aşıktır Bütün gece feryat figan ağlar İstediği tek şey vardır Gonca gülün açılması Gül açılınca ne olacak? Bülbül gülün güzelliğini görecek İşte bu yüzden kendini parçalar Bütün gece öten bülbül sabaha karşı yorgunluktan bitkin düşer ve uyuyakalır Gün ışığını gören gül ise açar Tüm güzelliğini gösterir Ama bülbül bunu göremez Bu böyle sürüp gider Ve bir gün bülbül yine acı acı öterken gülün dikeni kalbine saplanır Bülbülün tüm kanını emer İşte o zamane kadar pembemsi bir rengi olan gül kırmızı olur Gülün kırmızılığının bülbülün kanından aldığı söylenir Bülbül her gece güle inanır, aldanır) Gül bir hile ile bülbülün kanını almak ister Böylece rengi kırmızı olur Bunu sebebi gülün daha güzelleşmek istemesidir Burada su, bülbülün kurtarıcısı gibi görünüyor Gül artık bülbülün kanını almasın, su güle renk vererek gülün dengesini korusun istiyor Böylece bülbül kurtuluyor (Bedendeki dört su dengesi olunca insan sağlıklıdır İşte burada gülün vücudundaki su dengesini bulması sağlıklı olması demektir) Burada “Su, gülün mizacına girsin, onun huyuna gitsin, onu yatıştırsın” anlamı da vardır “Su, gülün huyuna uygun davransın, damarına girsin de bülbülün kanını azat etsin, gülün kan dökmesine engel olsun, bülbülün kanı korusun” diyor Çünkü su bir rahmettir Rahmet de merhameti gerektirir Merhametin en zirve noktası da Hz Muhammet’tir |
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları |
08-02-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları16 Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su Tıynet: Yaratılış Tıynet-i pâk: Temiz yaratılış İktidâ: Uyma, tabi olma Tarîk: Yol; usûl; meslek Tarîk-i Ahmet-i Muhtâr: Hz Muhammed’in yolu, Kur’an yolu, İslamiyet (Su, Hz Muhammed’in sav yoluna uymuş ve bu hâli ile dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir) Kişileştirme: Su, peygamberimize bağlı bir insan olarak gösterilmiştir Bu beyit iki şekilde yorumlanabilir: Su, Hz Muhammed’in ne kadar temiz yaratılışlı olduğunu onun yoluna girmekle herkese anlatmaya başlamıştır Su, Hz Muhammed’in yoluna kendisini koymakla ne kadar temiz yaratılışlı olduğunu ispatlamıştır Bu beyitteki tema, temiz yaratılıştır Su Hz Muhammed’in yoluna girenler temiz olma özelliğini pekiştirmiştir Yoksa su nasıl temiz olabilir ki? Temiz yaratılışlılar temiz yaratılışlılara layıktır Su zaten temizliğin simgesidir Tıynet yaratılış, tıyn ise toprak demektir Demek ki suyun toprağın içinde olduğu için temizleyici özeliği de var Su böylece başını toprağa koymuş oluyor Suyun toprağın içinde olması toprağa baş koymasıdır Topraktan ayrı ama toprağa baş koyuyor 17 Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfa Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su Seyit: Hz Muhammed’in soyundan olan Nev’: Çeşit Seyyid-i nev’-i beşer: İnsan cinsinin efendisi Dürr: İnci Eskilere göre nisan yağmuru, feyz ve rahmettir Nisan ayında bütün bitki ve hayvanlar Allah’ın bu rahmetini alabilmek için ağızlarını açık beklerler Bu yağmurun bir damlası istiridyenin içine düşerse inci, yılanın ağzına düşerse zehir olur Istıfa’: Seçme, ayırma; bir şeyin iyisini, temizini seçip alma Mu’cizat: Mucizeler Eşrâr: Şerler, kötüler, şer sahipleri Âteş-i eşrâr: Şer sahiplerinin ateşi (İnsanların efendisi, seçme inci denizi olan Hz Muhammet’in mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir) Açık İstiare: Dürr ile peygamberimizin canı, derya ile de bedeni kastedilmiştir Tezat: Ateş-su Tenasüp: Dürr, serpmek, su, derya Telmih: Peygamberin doğumundaki Mecusilerin ateşinin sönmesi mucizesi Teşbih: Hz Muhammed, seçkin incilerin çıktığı denize benzetilmiş Burada yukarıdaki ayetle bağlantı söz konusudur Şaire göre bizler var olmamızı Hz Muhammed’e borçluyuz Hz Muhammed için şair bu beyitte “denizin incisi” değil “inciler denizi” diyor Burada Hz Muhammed’in ağzından çıkan sözleri inci kadar değerli ve derya gibi, insanlığın su (rahmet) ile dolduracağını söylüyor Su, rahmet olduğu için onun her incisi bir rahmet denizi oluyor Beyitteki “eşrar” sözcüğünün iki anlamı vardır Birincisi kötüler, şerlilerdir Burada Mecusileri ve ateistleri kastediyor Mecusilerin iki tanrısı vardır İyilik tanrısı (Hürmüz), kötülü tanrısı (Ehremen) İyilik tanrısını hep yanlarında hissetmek için ateşi hiç söndürmezler İkinci anlam ise kıvılcımlardır Bu anlamıyla şair, Hz Muhammed ile su arasında şer ateşlerini söndürmek bakımından bir paralellik kuruyor Burada Hz Muhammed’in doğduğu gece Mecusilerin ateşlerini sönmesi kastediliyor İlk dizeye dönersek; Dünyanın çoğu sudur Eskiden dünyanın düz bir tepsi ve gökyüzünün de bir kubbe gibi örtülü olduğu düşünülüyormuş Bir istiridye gibi Bu istiridyenin içinde de bir inci vardır: Hz Muhammed Şair bu beyitte aynı zamanda şiirin sözden çok daha zor ve değerli olduğunu söylüyor Nazm yusyuvarlak bir inciyi tam ekseninden bir ****k açıp onu bir ipliğe dizmektir Dize de buradan gelir İşte şiir yazmak da yuvarlak inciyi elle mükemmel bir şekilde dizmek kadar zordur Peygamberimizin inci ile bir başka bağlantısı da şöyledir: Peygamberimiz yetim olduğu için dürr-i yetim de denirdi Hz Muhammed’in tüm sözlerine hadis diyemeyiz Ama hadis niteliğindekiler de inci değerindedir 18 Kılmağ içün tâze gülzâr-ı nübüvvet revnakın Mucizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su Nübüvvet: Nebilik, peygamberlik Gül-zâr: Gül bahçesi Gül-zâr-ı nübüvvet: Peygamberliğin gül bahçesi Revnâk: Güzellik, parlaklık Izhâr: Gösterme, meydana çıkarma, gösteriş Seng: Taş Hârâ, hâre: Katı, sert Seng-i hâra: Çok sert taş, mermer Mu’ciz: Mucize (Katı taş, peygamberliğin gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için onun mucizesinden dolayı su çıkarmış) Telmih: Hz Muhammed’in taştan su çıkarması Tenasüp: Gül-zar, tâze, revnak, su Teşbih: Peygamberlik gül bahçesine benzetilmiş Burada nebilik ve peygamberlik makamlarından bahsediliyor Nebiler kitap ve şeriat getirsin veya getirmesin tüm peygamberler için kullanılır Kendilerin önceki peygamberin getirdiği kitap ve şeriata (hukuka) davet eder Nebi bu özelliği ile resul kavramından ayrılır, çünkü resûl yeni bir kitap ve şeriat getiren peygamberdir Böylece her resul, nebidir fakat her nebi resul değildir Nebi resûl kavramına oranla daha geneldir Burada gül bahçesinin yetiştirilmesinden bahsediyor Gül bahçesi kurumuştur Çünkü Hz İsa’dan bu yana 600 küsur yıl geçmiştir O bahçeye bir renk verilmesi gerekmektedir Buna bağlı olarak da Hz Muhammed’in mucizesine telmih vardır Bir gün peygamberimize bir grup adam geliyor Ve diyorlar ki: “Bizim oralarda kuyular kurudu, ırmaklar akmıyor, dolayısıyla yaz çok kurak geçiyor, bitkiler yeşermiyor, kıtlık olacak” Peygamberimiz de yerden yedi tane taşı topluyor, avucu içerisinde hepsini ufalayıp üzerine okuyor Sonra gelenler teslim ediyor Diyor ki, “Götürün bunu kurumuş olan kuyularınıza sırayla atın” Her taş atılırken okuyacakları duayı söylüyor Taşlar kuyulara atıldığında kuyuların dipleri suyun çokluğundan görülmüyor Her peygamber, peygamberliğin gereği olarak mucize gösterir Müşriklere peygamber olduklarını ispat etsinler, onlar da inanabilsinler diye Peygamberlik bahçesine güzellik vermenin yolu bu idi Fuzûlî’nin yaşadığı yerde demek ki gül bahçesi solmuş Yani İslam adına bir gevşeme görüldüğü belli Şair burada bölgedeki insanları uyarıyor Burada peygamberler veliler arasındaki farktan söz etmek gerekir Veliler Allah’a yaklaşmak için insanlardan uzaklaşırlar Peygamberler de Allah’a yaklaşma için insanlara karışırlar Peygamberlik sırrını kullanarak dünyayı güzelleştirmeye çalışırlar İnsanları iyi yola sevk ederler Çünkü o bahçenin solmaması gerekir Bu da bir mucizedir 19 Mu’cizi bir bahr-ı bî pâyân imiş âlem kim Yetmiş andan min min âteşhâne-i küffâra su Bahr: Deniz Pâyân: Son, uç; kenar Bî-payan: Sonsuz, uçsuz bucaksız Ateş-hâne: Mecusilerin tapınağı Âteş-hâne-i küffâr: Kafirlerin ateşhanesi (Hz Peygamber’in mucizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki ondan ateşe tapanların binlerce mabedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür) Benzetme: Peygamberimizin mucizelerini uçsuz bucaksız bir denizi benzetilmesi Tezat: Bahr-su-ateş Tevriye: “Yetmiş” kelimesi hem erişmiş, hem de kifayet etmiş anlamında kullanılmıştır Telmih: Beyitte Hz Muhammet (SAV)’nin doğumuyla bin yıldır hiç sönmeyen Kisra sarayındaki ateşin sönmesi hatırlatılmıştır Burada “yetmiş” sözcüğünün iki anlamı vardır: 1 Mucize olarak yeter 2 Suyun erişmesi Bu beyitte Hz Muhammed’in doğumuyla Mecusilerin hiç sönmeyen ateşinin söndüğü söyleniyor Bu ateşin sönmemesi için Mecusiler her türlü gayreti göstermişler ancak peygamberimizin doğumuyla o ateş sönmüş ve uzun süre yakılamamıştır Böylece eşsiz mucizelere ****l olarak da ikinci dizeyi gösteriyor Peygamberimizin mucizelerini eşsiz bir deniz olarak göstermiş şair Bilindiği gibi su rahmet demektir İran’ın fethinden sonra İranlılar Müslüman olmuşlardır Böylece kafirler suya yani merhamet ulaşmıştır Bu beyitteki binlercesi demek tüm İran’ın Müslüman olması demektir 20 Hayret ilen barmagın dişler kim itse istima’ Barmagından virdigün şiddet güni ensâra su Barmağını dişlemek: Parmağını ısırmak İstima’: Dinleme, işitme, kulak verme Ensâr: Yardım edenler, yardımcılar, hicrette Mekkeli Müslümanlara yardımcı olan Medineliler (Mihnet günü ensara parmağından su verdiğini kin işitse hayret ile parmağını ısırır) Telmih: Hz Muhammed’in parmaklarından su akıtma mucizesi Tenasüp: Hayret ile parmağını dişlemek Peygamberimizin parmağından o şiddet gününde ensara su verdiğini duyan hayretinden parmağını ısırabilir Hicretten sonra Medine’deki ensarlar muhacirlere yardım etmişlerdir Bu yardım bir çeşit su vermek olarak adlandırılmıştır Burada birinci dizedeki parmağını dişleme hayretin bir göstergesidir Bunu öyküsünü de ikinci dizede anlatmış Hz Muhammed Hudeybiye’de konaklarken şiddetli sıcaklar başlar O kadar şiddetli sıcak oluyor ki Müslümanların yanlarında getirdikleri su tahminlerden erken tükeniyor, sadece bir tek kırbada azıcık su kalıyor Ensar, o kırbayı Hz Muhammed’e getirip “Ya Resulallah! Bu sudan başka suyumuz kalmadı” der O kadar susamışlardır ki hepsi de belki benden daha fazla susayan bir mümin kardeşim vardır diye suyu içmemekte direnmişler ve halsiz düşmüşlerdir Pek çoğu da Hz Muhammed susayacak olursa o içsin diye hakkından feragat etmişlerdir Peygamberimiz bunu üzerine elinin birini kırbaya koymuş, öteki elini göğüs hizasında kaldırmış ve beş parmağından beş oluk halinde sular akmaya başlamıştır O gün o sudan herkes kana kana içip, abdestini alımıştır Kırbalarını doldurup Medine’ye dönmüşlerdir (Bir rivayete göre de bu olay Tebük Savaşından önce hicretten iki yıl önce yazın çok kurak geçmesi üzerine yaşanmıştır bu olay) İnsan parmağını dişlediğinde de kan çıkar, kan da bir çeşit sudur Peygamberimizin parmağından su akması gibi parmağını her kim dişlerse dişleme eylemi parmağı kanatır Bu beyitte su-kan ilişkisi vardır |
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları |
08-02-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları21 Dostu ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su Mâr: Yılan Zehr-i mâr: yılan zehri Âb-ı hayat: **ümsüzlük suyu Hasm: Düşman (Dostu yılan zehri içse bu zehir onun dostu için âb-ı hayat olur Fakat, düşmanı su içse o su düşmanına elbette yılan zehrine döner) Tezat-Tenasüp: Dost düşman, yılan zehri, âb-ı hayat Telmih: Peygamberin mucizesine atıf Leff ü neşr: Dost-hasım, zehr-i mâr-su, olur-döner, âb-ı hayat-zehr-i mar” kelimelerinde 1 mısrada sıralanan kelimelerin tamamlayıcı karşılığı 2mısrada verilmiştir (AB-I HAYAT) Hızır, İlyas ve İskender ab-ı hayatı bulmak için yola çıkarlar Vardıkları yerde oranın halkı ab-ı hayatın karanlıklar ormanını geçince (veya karanlıklar ormanında) olduğunu söylerler Yollarına devam ederken yol üçe ayrılır Onlar da eğer suyu bulurlarsa birbirilerine haber vermek şartıyla üçe ayrılıp suyu aramaya devam ederler Sonra Hızır ve İlyas bir yerde karşılaşır Onlar birlikte aramaya devam ederler İskender de tek başına Yorulunca bir ırmağın kıyısında oturup balık yerler, ırmaktan bir damla balığın üzerine düşer ve balık canlanıp ırmağa atlar İlyas ve Hızır böylece bu suyun ab-ı hayat olduğunu anlarlar Kana kana içip ölümsüzlüğe kavuşurlar Ama Allah onlara bunu İskender’e söylememelerini emreder Onlar da söylemez Zehir bazen tedavi amaçlı kullanılır O zaman insanı hayata döndürür Yılan zehrine alışık olduğunuzda zehri size hayat verir Peygamberimiz yılan sokan birine yılanın soktuğu yeri tükürüğüyle mest etmiş ve hayatını kurtarmıştır Hz Ömer’e Mısır’da zehir içirmelerine rağmen zehrin onu etkilememesi Zehir Hz Muhammed’in dostlarını etkilemiyor Ab-ı hayat oluyor Diğer bir taraftan; Tebük’ten dönerken Semud kavmi’nin harabelerinden geçilir O sırada Müslümanlar oradaki sudan kırbalarını doldurup ekmek yoğurmaya başlamışlar Hz Muhammed ise hepsini döktürmüş Çünkü oradaki suyun pis olduğu Allah tarafından kendisine bildirilmiştir Suyun pisliği sadece moleküler yapısından değildir İçeni ahlâken de zarar uğratacak yapıdadır Hastalık bulaştırmasın diye temiz görünen suyun kullanılmasını engelliyor Hicret sırasında Hz Muhammed, Hz Ebu Bekir’le bir mağaraya girerler Hz Muhammed bir ara başını Hz Ebu Bekir’in dizine yaslayarak uyur Bu sırada bir ****kten zehirli bir yılan gelir Hz Ebu Bekir yılanın Hz Muhammed’e zarar vereceğini korkusuyla geldiği ****ği ayağıyla kapatır Yılan sürekli çıkmak ister, ayağını sokat; ama o inatla çekmez Bir süre sonra Hz Muhammed uyanır ve Hz Ebu Bekir’in acısını anlar Hz Ebu Bekir de olanları anlatır Hz Muhammed zehri etkisiz hale getirir ve yılana çağırıp neden böyle yaptığını sorar Yılan da onu güzel yüzünü görmek için yaptığını söyler 22 Eylemiş her katre den men bahr-ı rahmet mevc-hîz El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su Katre: Damla Rahmet: Acıma, koruma; merhamet, nisan yağmuru Bahr-ı rahmet: Rahmet denizi Mevc: Dalga Mevc-hîz: Dalga kaldıran, dalgalandıran Vuzu’: Abdest, abdest alma Urgaç: Vurunca, vurduğu zaman Ruhsâr: Yanak, yüz Gül-i ruhsâr: yanağın gülü, güle benzeyen yanak (Abdest almak için el uzatıp gül yanaklarına su vurunca sıçrayan her su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır) Benzetme: Peygamberimizin yanağı güle benzetilmiş Tezat: Katre- bahr Tenasüp: Su ile ilgili sözcüklerin hepsi Abdest günahları döker Abdest suyunun değdiği uzuvlarımızdaki günahlarımız bağışlanır Böylece Allah’ın huzuruna çıkacak hale geliriz Dolayısıyla Abdest suyunun her bir damlası ayrı bir rahmet denizidir Abdest alınca insanlar rahmet denizinde yıkanmış gibi oluyor (O çiğ tanesi olmasa belki de gül solacak Çiğ tanesi güle canlılık veriyor) Şair; gül yapraklarının üzerindeki çiğ tanelerinin nasıl rahmet olduğunu anlatabilmek için Hz Muhammed’in gül yanağının üzerinde abdest alırken serpilen suyun parçalanmasını örnek gösteriyor Burada gerçek gül onun yanağıdır ve yanağa değen her bir damla bir çiğ tanesi misali rahmet denizine doğru yol almaktadır Tasavvufta her damla denizi özler Denize kavuşmak ister İşte güldeki çiğ tanesi (onun yanağındaki bir damla) rahmet denizine doğru gidiyor Hz Muhammed Tebük’ten dönerken bir kuyu veya kaynak su görüyor Suyu kesilmek üzere olan kuyunun içine üç tane demir çubuk saplıyor Kurumaya yüz tutmuş o kaynaktan birdenbire ırmak gibi sular akmaya başlıyor Şair yukarıdaki ifadesiyle sanki o mucizeye atıfta bulunuyor Tasavvufa göre damla çokluğuyla kesret; denizse vahdettir Damla küçük, denizse büyüktür Her damla kesret aleminden denize, vahdet alemine düşe kalka, zorluklarla kavuşmak ister Burada damla derviş, deniz ise Allah’tır 23 Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su Hâk: Toprak Pây: Ayak Hâk-i pây: ayak toprağı, ayak tozu, ayağın bastığı yer, ayağın bastığı toprak; mezar Muttasıl: Ulaşan, kavuşan; bitişen; ara vermeden… Ur: vurmak (Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer) Kişileştirme: Suyun peygamberimize olan aşkı, ona kavuşamadığı için kendini taşlara vurması Hüsn-i Talil: Suyun gezmesinin sebebi olarak Yine Suyun taşların arasında onlara çarpa çarpa gitmesini şair “üzüntüsünden, pişmanlığından dolayı suyun başını taştan taşa vurduğu” Kapalı İstiare: Su insana benzetilmiş Sadece su söylenmiş Tezat: Ayak ve baş kelimeleri arasında Şair önceki beyitlerde Dicle’nin Medine’ye doğru aktığını söylüyordu Hz Muhammed’e ulaşmak, ayağına ulaşmak için ömürlerdir, yüzyıllardır kendini yıpratarak Hz Muhammed’e doğru akıyor (Hani şair onu kıskanıyor, onu yolunu değiştirmek istiyor, yolunda toprak olmak istiyor, bağrı yanıyordu…) Burada isyankâr insanlara sesleniyor Bir ırmak başını taştan taşa vurarak akıyor Ama bir insanlar bunu yapmıyor Ömürler boşa gidiyor Irmak bunu yapıyor Ayağının değdiği toprağa erişeyim diye yapıyor ama bizler hiçbir çaba göstermiyoruz Hayat boşa geçiyor ve biz bunu farkında değiliz Dicle sürekli Hicaz’a doğru akıyor Hacılar da her yıl Hicaz’a gidiyor Su da oraya hacı olmaya gidiyor İnsanlar da su olmak, rahmet almak, rahmet olmak için gidiyor Burada suyun taştan taşa vurması çektiği insanların hacca giderken çektiği sıkıntıdır Eskiden insanlar hacca giderken yolda birçok sıkıntı çekiyorlarmış Tüm bu taştan taşa vurmalar, çekilen sıkıntılar sevgilinin ayağının toprağını öpmek için 24 Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su Der-gâh: Kapı yeri, eşik; padişah kapısı, saray; Allah’ın huzuru, Şeyh kapısı, tekke Hâk-i der-gâh: Eşiğin toprağı (Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak ister Parça parça da olsa o eşikten dönmez) Kişileştirme: Suyun aşık insan gibi davranması Hüsn-i Talil: Su parça parça olsa bile yine bir araya gelir Bunu “ölse de yolundan dönmez” şeklinde gösterilmiştir Leff ü Neşr: Zerre zerre- pâre pâre, nûr-su Teşhis: Su, insan gibi, âşık gibi düşünülmüş İster toprak ister toz olsun her zerre ışığını güneşten alır Bu zerre su ise o zaman ışık kat kat fazla kırılır ve paramparça olup zerrelere ayrılır Suyun parçalanmasıyla büyük bir güç oluşur Güçle taşları ve metalleri keser Demek ki su bir yandan yumuşak huyun bir yandan katı bir keskinliğin örneğidir Şelale kenarında yüzümüze su damlaları çarpar ama biz onu göremeyiz Sebebi su zerrelerine ışığın çarpmaması Burada Dicle nehrinden bahsediyor Onu parça parça etseler bile o bildiği yoldan dönmez Ben de onun gibi paramparça olsam da bu yoldan dönmem Bağrımda yanan aşk var Varlığı, ham maddesi ısı ama aşkla birdenbire ışık oluyor (Ateş ile suyun moleküler yapısı birbirine benzer Ateşin moleküler yapısı sudan bir birim azdır Hz İbrahim’i ateşin yakmadığı söylenir bu yüzden Ateş su olmuştur) 25 Zikr-i na’tun virdini derman bilür ehl-i hatâ Eyle kim def’-i humâr içün içer meyhâra su Zikr: Anma anılma Na’t: Övme, Hz Peygamberi ve dört halifeyi övmek için yazılan şiirler Vird: Dile dolanan, sürekli tekrarlanan söz Ehl-i hatâ: Hata ehli, günahkar kişiler Humâr: Şarabın verdiği sersemlik, baş ağrısı, uykudan önceki ve sonraki mahmurluk Mey-hâr: içki içen (Sarhoşlar içkiden sonra gelen baş ağrısını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkarlar da senin na’tının zikrini dillerinde tekrarlamayı derman bilirler) Benzetme: Benzeyen: Ehl-i hatâ Benzetilen: Meyhâra Benzetme Edat: Eyle ki Benzetme Yönü: Pişmanlığı ifade için yapılan fiiller( su içmek, bir şeyi su gibi içmek, ezberden okumak) Tezat: Humar-derman Tenasüp: Meyhâra, içer, def’-i humar İçki içen kimsenin bir süre sonra çektikleri baş ağrısı ve ağırlığıdır Bu baş ağırlığı ancak küçük bir içki içmeyle giderilir Su içmek ise humarı arttırır Zaten içki içmenin adabına uygun değildir İlk dizeye dönersek; Zikir ve vird bir şeyi tekrarlamaktır Zikir Allah’ın adını tekrarlamaktır Hastalarda şifa için sürekli Hz Muhammed’in adını anarlar İşte burada hata yapanların sürekli Hz Muhammed’i överek derman aradıklarını söylüyor Şair burada aynı zamanda iç hesaplaşmasını yapıyor Eskiden şairler içki içmeseler bile içkiyi öven gazeller yazarlardı Böylece hata ehli olurlardır Bu sebeple divanların başına naat (övgü şiirleri), münacat (Allah’a yalvarmak için yazılan şiirler) koyuyorlardır Şarabı öven şiirleri yazıp yani hata ehli olup daha sonra da naatlarla da af diyorlardı Burada şarap içenler ağrılarını gidermek için nasıl humar içerlerse bir noktadan sonra senin adını anıp hadislerini söyleyerek bu hatalarından dönerler Kâb b Züheyr, İslâmiyet yayılırken İslâmiyet’in aleyhine bir sürü gazeller söylüyordu Hz Muhammed ise “kanı helaldir” diye bir emir dağıtmıştır Kâb b Züheyr’in şiirleri o kadar etkileyiciydi ki onu dinleyenler İslâmiyet’i tanımadan İslâmiyet’e düşman oluyorlardı Kanı helâl kılındıktan sonra Kâb b Züheyr ortadan kaybolur Uzun bir süre sonra bir gün Hz Muhammed meclisine bir şair gelir Şair bir şiir, bir kaside, bir methiye söylemeye başlar Herkes onu hayranlıkla dinler Şiirin öyle bir beytini söyler ki Hz Muhammed hediye edecek bir şey bulamadığı için kendisine üstündeki hırkayı verir Şair ise kendisinin Kâb b Züheyr olduğunu açıklıyor ve Hz Muhammed onu affediyor Kâb b Züheyr Cahilliye Döneminde içkinin su yerine içildiği bir zamanda yaşamıştır Hatadan dönünce birdenbire içkinin baş ağrısını, içkinin daha önce biriktirdiği o karalıkları hep su ile yıkamaya başladı Çünkü su rahmetti ve su Hz Muhammed’i temsil eder Hz Muhammed: “İçki kötülüklerin anasıdır” der Çünkü içki içildiğinde başka kötülükleri yapılmasına yol açar “Vird” sözcüğü “verd” şeklinde de okunabilir Verd ise gül yaprağı demektir Yaprak ise yazı içerir Yazıyı düşündüğümüzde yaprak kitaba dönüştürülmüş olur Kitap olunca da naat (övgü) metni oluşur Naatlarda da şifa olduğuna göre vird kadar verd de şifa olur Kademe kademe yani Bu kitaba bakıp naat okuyarak şifa beklenebilir Burada şairin söylediği her sözcük birbirine ulaşarak dönüp dolaşıp nata geliyor |
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları |
08-02-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Su Kasidesi Açıklaması Ve Söz Sanatları26 Yâ Habîba’llâllah yâ Hayre’l-beşer müştakunam Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su Habîbullâh: Allah’ın habibi, sevgilisi, Haz Muhammed Hayrü’l-beşer: İnsanların en hayırlısı Teşne: Susamış, susayan Leb-teşne: Susuzluktan dudağı kuruyan Hem-vâr: Daima, her an, sürekli; uygun yer (Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların sürekli su diledikleri gibi ben de seni özlüyorum) Tenasüp: Müştâk-habib; leb-teşne-su-yan” kelimeleriyle Benzetme: Susuzluktan dudağı kurumuşların su dilemesi gibi seni özlüyorum Tezat: yan-, su kelimeleriyle Şair burada özleminin büyüklüğünden bahsediyor Bu özlem öyle büyük ki… Tabiri caizse çöldeki yolcuların serap görecek kadar susamalarına eş tutuyor Kendini susuzluktan dudakları çatlamış insanlara benzetiyor Bu özlem öyle bir özlem ki dudak suya hasrettir Yanıp yangın içinde sürekli su diler Şair burada elini açmış dua eder gibi görünüyor Hz Muhammed’e İnsanları en hayırlısı, Allah’ın sevgilisi sıfatlarıyla sesleniyor Ondan şefaat istiyor Böyle iltifat ederse kendisini boş çevirmeyeceğini düşünüyor Sonuçta herkes Hz Muhammed’den şefaat ummaktadır “Daha Âdem ruh ve ceset arasında iken, yani yaratılmadan ben nebî idim” diyen bir mübarek varlığın yüzü suyu hürmetine elbette Allah onun müminlerini affedecektir 27 Sensen ol bahr-ı keramet kim şeb-i Mirâc’da Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâr su Kerâmet: İkram, olağanüstü durum Bahr-ı keramet: Keramet denizi, Hz Muhammet Şeb: Gece Şeb-i Mi’râc: Miraç gecesi Şeb-nem: Çiğ Seyyar: Gezen, gezici (Sen o keramet denizisin ki Miraç gecesinde feyzinin çiğleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmıştır) Benzetme: Peygamberimizi keramet denizine benzetmiş Tezat: Bahr-şebnem Tenasüp: Bahr-şebnem-feyz-su Telmih: Miraç gecesi Şaire göre onun feyz ve bereketi, yani şebnemi veya su buharı hem yıldızları hem gezegenleri doldurmuş durumda (Eskiden isin denilen bir maddenin dünyayı kapladığı düşünülürdü (Bu şimdiki atmosferdir) İsin’in içinde akışkan bir madde vardır Bu maddeyle uzayda ışık dalgaları yayılabilir Biz bu maddeyle, bu maddelerin sıvı oluşuyla maddelerin görünürlüğü adına yıldızları görüp tanıyabiliyoruz) Hicret’ten bir buçuk yıl önce Miraç olayı gerçekleşmiştir Miraç’ta Hz Muhammed Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gitmiş oradan da miraca çıkmıştır Bir rivayete göre miraca çıkarken bütün gezegenler yoluna çıkıp selamlaşmışlar ve kendisinden şefaat dilemişlerdir Böyle Hz Muhammed’in bereketi tüm kâinatı kaplamış oluyor Sonuçta “Sen olmasan, sen olmasan ya Muhammed! Kâinatı yaratmazdım” kutsi hadisi sebebiyle gezegenlerin parlaması da Hz Muhammed’in yaratılışıyla açıklanabilir İslamiyet’in sonsuza değin yaşayacağını düşüncesini şair çoğaltarak “Gezegenlerde bile, gökte bile onun dini hakim olacaktır” şekline büründürüyor Beyitte geçen keramet sözcüğü iyilik, cömertlik, ihsan anlamındadır Bahr ise deniz, kaynak anlamındadır Bahr-ı keramet iyilikler denizi demektir Deniz suyun kaynağıdır İncinin çıkarıldığı yerdir Denizden balık tutar karnımızı doyurur, inci çıkarır zengin oluruz Sahilde oturup hayal kurarız Yani denizin birçok yararı vardır Bu kerametlerin her biri bir inci gibi görülmektedir Diğer bir değişle deniz bir kaynaktır Nehirler denizlere akıyor Denizdeki su buharlaşıyor, yağmurla toprağa karışıyor Bu suların bazıları tatlı su, bazıları tuzlu su, bazıları da şişelenip soframıza içme suyu oluyor Bazıları pisleniyor, süzülüp arıtılıyor, damıtılıyor Tekrar su haline geliyor Böyle bir döngü Allah’tan kopup evrene düşen insanın tekrar aynı yolla Allah’a erişmesini sembolize ediyor Böylece bu güzellik çemberi ile dünya dolaşıyor Sürekli bir döngü var Sanki her şey suyla şekillenmiş “Hayatı olan her şeyi sudan yarattık” ayeti akla geliyor 28 Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mi’mara su Çeşme: Pınar, kaynak, göz Hûrşîd: Güneş Zülâl: Soğuk, güzel, tatlı su Merkad: Türbe, mezar Tecdîd: Yenileme, yenileşme, onarma, tamir etme (Senin kabrini onaran mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner) Teşbih: Güneş çeşmeye, ışıklar zülale benzetilmiş Tenasüp: Mimar- tecrid, zülal-çeşme Tezat: hurşid ve su kelimeleri arasında Bu beyitte şair toprağının çatısını düzeltecek olan mimara güneşin bile çeşme olup su vereceğini söylüyor Belki mimara su gerekir diye Sadece ona Şair “Yeter ki onaracak biri olsun Senin uğruna bir tek kıpırdanış, bir hareket güneşin tatlarını yağdırır” demek istiyor “Eğer Hz Muhammed’in mezarına hayır yapılacak olsa ve tamir su lazımsa güneş bile su yağdırır Güneş, ateş olma özelliğinden çıkar” 29 Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su Bîm: Korku, tehlike Dûzah: Cehennem Bîm-i dûzah: Cehennem korkusu Nâr: Ateş; cehennem Nâr-ı gam: Gam ateşi Sûzân: Yanan, yanık Dil-i Sûzân: Yanık gönül Ebr: Bulut İhsan: Bağış, lütuf, iyilik Ebr-i İhsan: İhsan bulutu (Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış ama o ateşe senin ihsan bulutunun su serpeceğinden umutluyum) Tezat: Cehennem, nar, suzan-ebr, su serpmek bîm ümîd Tenasüp: Ümîd etmek-su serpmek Leff ü neşr: “Bîm-i dûzah-ümid, nâr-ı gam- ebr-i ihsan, salmak-sepmek, suzan-nâr” Burada cehennem korkusuyla yanan bir kalp var Bu kalp öyle bir ateşle doludur ki hiçbir su söndürmeye yetmiyor Sevgilinin ihsan bulutlarının suyu söndürebilir ancak Bardaktan boşalırcasına olup ateşi söndürecek İçi yanan bir insanın suya ihtiyacı vardır Şairin de “Ümidim var” demesinin sebebi budur Cehennem korkusunda su ümidi vardır “Allah’ın rahmetinden ümidinizi esirgemeyin” ayetini hatırlatıyor Çünkü bütün kirlerin temizlenmesi rahmet yağmuruyla yani suyla olur Rahmetten ümidi kesmek zaten küfre girer Şair rahmetten umudunu kesmediğini söylüyor Bize duaya başlayacağını bildiriyor Çevresini ateşlerin aldığını bu yüzden de duaya ihtiyacı olduğunu dile getiriyor Umudunu belirtiyor Şair aynı zamanda Hz Muhammed’in gölgesinin yere düşmediğini, başının üstündeki buutun sürekli onunla hareket ettiğini ve böylece rahmet bulutunun rahmetini istediğini söylüyor “ “Sevgili senin ihsan bulutun seni sıcak günlerin ateşinden koruduğu gibi benim günahlarımın neticesi olan ateşi de söndürecek diye bir umudum var ve bu umutla yaşıyorum Yoksa halim harap” (Ateş ile cezalandırmak Allah’a mahsustur İslamiyet’te canlıları ateşle yakıp öldürmenin yeri yoktur) İnci, nisan yağmurundan olur İstiridye, nisan yağmurları başladığında karaya çıkar Yağmur damlasıyla beraber içine kum tanesi girer İçine girdiğinde istiridyeyi rahatsız eder İstiridye de acısını hafifletmek için sürekli sıvı salgılar, kum tanesinin üstünü kapar Bir süre sonra o salgının hükmü geçer Sürekli sıvı salgılanır Sıvılar katman katman olur ve inci oluşmuş olur Yani inci istiridyenin isteğiyle oluşmaz Eğer istiridye yağmur tanesinden bir damla alıp denize dönerse kanaatkâr bir istiridye sayılır Yusyuvarlak ve herkesin elde etmek istediği bir istiridye olur Eğer açgözlü davranıp iki damla almamışsa inci eğri büğrü olur İncilerin çoğu eğri büğrüdür Yuvarlak olanı çok azdır O nisan yağmuru istiridyenin içinde inci yapar Ama nisan yağmuru baharda kış uykusundan uyanan, dersini ısıtmak isteyen yılana da zehir olur Yani Allah’ın nimetini herkes kendi nasibine göre tasarrufudur Hani huya göre tasarruf gibi Yoksa nur hep aynı nur Birisi ona başka şekil verir, karartır Diğerini daha da parlatır (Tac Beyit) 30 Yümn-i natünden Güher olmış Fuzûlî sözleri Ebr-i nîsândan dönen tek lülü-i şehvâra su Yümn: Uğur, bereket Na’t: Överek anlatma, niteleme Yümn-i na’t: Na’tın uğuru, bereketi Güher: Cevher, inci, mücevher Ebr-i Nisan: Nisan bulutu Lü’lü: İnci Şeh-vâr: Şaha, hükümdara yakışır, şahane Lü’lü-i Şah-vâr: Şahlara yakışır iri, kıymetli inci (Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin sıradan sözleri nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su damlası gibi birer inci olmuştur) Benzetme: Sözlerini inciye benzetmiş Telmih: İncinin, nisan yağmurundan olduğu inancına Hüsn-i Talil: Fuzûlî’nin sözlerinin güzel olması Peygamberi övmenin bereketiyledir Tevriye: “Fuzuli’nin sözleri” hem Fuzuli'nin sözleri hem de değersiz boş sözler anl***** gelebileceğinden Tenasüp: “yümn-ebr-i nisan-su; lü’lü-güher ve na’t-şahvar sözlerinin birlikte kullanılmasıyla Şair burada biraz kendini övüyor ve şiirinin güzelliğini farkına varılmasını istiyor Bunu sebebi açıklarken de “Benim sözlerim cevher olamazdı, inci olmazdı; ama seni övdüğüm için senin adını andığım için her biri inciye döndü” diyor Bir damla yağmur nasıl inciye dönüşürse ben de su gibi bir söz söyledim ama sonra adını andığım için o su damlası inciye dönüştü 31 Hâb-ı gafletden olan b^dâr olanda rûz-ı haşr Eşk-i hasretden tökende dîdew-i bîdâra su 32 Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam Çeşm-i vaslın vere men teşne-i dîdâre su Hâb: Uyku Hâb-ı Gaflet: Gaflet uykusu Bidâr: Uyanık Rûz: Gün Rûz-ı haşr: Mahşer günü Eşk: Gözyaşı Eşk-i Hasret: Özlem gözyaşı, hasret gözyaşı Tökende: Döktüğünde Dîde: Göz Dîde-i bîdâr: Uyanmış göz, uyanık göz Çeşme: Pınar, su kaynağı Vasl: Kavuşma, ulaşma, vasıl olma Çeşme-i Vasl: Kavuşma pınarı Teşne: Susamış, susuz, çok istekli Teşne-i Dîdâr: Yüzün susamışı; görmeye, görüşmeye, güzel bir yüz görmeye susamış olan (Kıyamet gününde gaflet uykusundan uyanan düşkün göz, hasretten su döktüğü zaman, mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmesinin su vereceğini, mahrum bırakmayacağını ummaktayım) Tezat: Gaflet-bîdâr Tenasüp: “dide-eşk-su-tök-” kelimeleri arasında Fuzûlî, öncelikle bu hayatın gaflet geçtiğini, bunun önünü almak için Hz Muhammed’in dostluğunu edinmeye çabalamak gerektiğini, bu uğurda gözyaşı dökmenin lüzumunu, hatta bu gözyaşlarının hasret gözyaşları kadar sıcak ve yakıcı olması gerektiğini vurguluyor Diğer yandan, mahşer gününde gaflet uykusundan uyanık olmanın çaresini de bu dünya da aşk ile uyanık kalmak, seherleri uyanık geçirmek biçiminde bir sisteme oturtuyor ki gerçekten aşık için seher vakti çok önemlidir Sevenin sevdiğini samimiyetle anmasının en katıksız zamanı seher vaktidir Fuzûlî mahşer yerini şiddeti ve herkesin aynı kapıya ilticası göz önünde bulundurarak son beyitte tam bir dua ile kendisinin bağışlanma emelinden bahsediyor Hz Muhammed’i sevmiş olmaktan eli boş kalmamayı, tam tersine yüzünü görmekle onun meclisine dahil olmayı ummaktadır Beyitteki çeşme-i vasl tamlaması bir yandan vuslat (kavuşma) çeşmesi denek olurken diğer yandan vuslat yüzü veya yüzünün vuslatı anlamlarına da alınabilir Şair şefaat gününde kendisinin de ümmeti arasında sayılması için yalvarmakta, rahmet nazarının dışında kalmamayı dilemektedir Üstelik o nazar ile çoktandır özlediği sevgilinin (Hz Muhammed’in) yüzünü görebilmeyi, hani susuzluktan dudakları çatlayan birinin suyu istemesi gibi istemektedir Hayır yapmak isteyenlerin su hayrını tercih ettikleri, çeşme ve sebil yaptırdıkları meşhurdur Şair, su rahmet olduğu ve hayatın da özünü oluşturduğu için Hz Muhammed’in şefaatini de sanki bağrı yanıklar içsin diye su dağıtmak, rahmetini paylaşmak olarak algılamış Bu yüzden kendisini de o hayrın içinde görme umudunu belirtmiş |
|