|
|
Konu Araçları |
“osmanli, geriledi”, masal, politikasi, uyutma |
“Osmanli Geriledi” Masal Mi? Uyutma Politikasi Mi? |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
“Osmanli Geriledi” Masal Mi? Uyutma Politikasi Mi?“OSMANLI GERİLEDİ” MASAL MI? UYUTMA POLİTİKASI MI? Batı’dan Geri Kalma Masal mı? #8220;osmanli Geriledi” Masal Mi? Uyutma Politikasi Mi?[/url]Osmanlı’nın, ilmî ve teknolojik gelişiminin durmasında, bu sahadaki gelişmeleri takipte Batıdan geri kalmasının tesirli olduğu, kısmen doğru olmakla birlikte, büsbütün de gerçeği yansıtmamaktadır Bu gerileme meselesini kendilerine bir kompleks, saplantı ve hatta tabu haline getiren -tarihine yabancılaşmış ve Batı karşısındaki yenilgilerin psikolojisi altında ezilmiş- görüş sahiplerine göre Osmanlı, Kanuni’nin ölümünden itibaren gerileyip kendi içinde çürümeye başlamış, sonrasında Batı’nın gelişmesi ve yükselmesi karşısında büyük bir “tutulma”/şaşkınlık yaşamış, zamanla modernlikten tamamen kopmuş; ‘modernlik/medeniyet trenini’ hepten kaçırmış ve Avrupa’da olup bitenleri sadece seyretmekle yetinmiştir Mesela, Newton, yerçekimi kanunuyla uğraşırken, bizim Kuyucu Murad Paşa, Celalileri ‘kuyulamakla’ meşgul olmuştur(!) Yok eğer, gerilemediyse neden yıkılmıştır? Her şeyden önce bu çevreler, gerilemenin başladığını iddia ettikleri Kanuni’nin ölümünden sonra, Osmanlı’nın 357 yıl daha ayakta kalabilme mucizesini nasıl başardığının makul bir izahını yapmaları gerekir Ayrıca Osmanlı’nın, sanayi ve teknolojik alanda istenen ölçüde gelişip kalkınabilmesi için “büyük sermayeye” ihtiyacı vardı; onu da tabii yollarla elde etmesi mümkün görünmüyordu Batılı Devletler gibi sömürgeciliğe soyunması ve hakimiyeti altındaki topraklarda müstemleke (kapitalist-sömürge) idareleri kurması gerekiyordu Tam aksine Osmanlı, tebasına emperyalist bir mantıkla yaklaşmak bir tarafa, onları “Allah’ın emaneti”, topraklarını da “vatanı” olarak gördü ve aldığı vergiden kat be kat fazlasıyla yatırım ve hizmet götürmeyi kendisine görev bildi Üstelik zamanla ortaya çıkan ağır siyasi, askeri ve ekonomik buhranlar da iyice Osmanlı’nın belini bükmeye başlamıştı Bilhassa, 17 ve 18 yüzyıllarda Avusturya, İran ve Rusya ile sıkça yapılan ve ekseriyetle kaybedilen savaşların beraberinde getirdiği ağır maliyet, toprak ve vergi kaybı; Coğrafi Keşiflerle birlikte Osmanlı’nın kontrolünde bulunan Akdeniz’deki ticaret yollarının önemini kaybetmesi ve buralardan elde edilen gelirlerin hızla azalması; azalan gelirlerin giderleri karşılayamaması sonucunda devletin, ya yeni vergiler koyup mevcut vergilerde artırıma ya da iç ve dış borçlanma yoluna gitmesine bağlı olarak; idarî mekanizmada derin bunalımların ortaya çıkması; Yeniçeri ve Celâli İsyanlarının yoğunlaşması ve ekonomik açıdan dışa bağımlığın artması gibi faktörler, Osmanlı’nın bütün gücünü tüketmiş ve elini kolunu bağlamıştı Bütün bunların üstüne bir de çoğalan kapitülasyonların artan yükü, Avrupalı devletlerin azınlıklar lehine sıklaşan -emperyalist amaçlı- reform taleplerinin meydana getirdiği dış baskı ve birkaç asırlık geçmişe sahip oturmuş eski yapıyı bir anda değiştirmenin zorluğu, devleti iyice aciz duruma düşürmüş ve dipsiz bir anafora doğru sürüklemeye başlamıştı Osmanlı yine de, III Selim devrinden itibaren, Anka kuşu misali, kendi külleri üzerinde yeniden doğmak ve dirilmek; kendi dinamikleri içinde gelişimini sürdürmek ve kabuğunu tazeleyip yenilenmek için (Avrupalılara, “Yoksa Osmanlı yeniden mi ayağa kalkıyor?” dedirtecek çapta) olağanüstü bir gayret göstermekten de geri durmayacaktı Mesela, demiryolunun Avrupa’da kullanılmasından 31 yıl sonra, elektrikli telgrafınsa 18 yıl sonra Osmanlı’ya getirildiği, bu noktada altını önemle çizmemiz gereken en çarpıcı uygulamalardandır Osmanlı’nın son devirlerinde bile, gücü yettiği ölçüde Batıdaki ilmî ve teknolojik icat ve keşifleri izlediği bir tarafa; hatta öncülük dâhi ettiğini gösteren hâdiselere şahit olmaktayız Dünyaca ünlü tarihçimiz Prof Dr Cemal Kafadar’ın geliştirdiği şu yeni ilmî tez, bu konudaki kemikleşmiş yargıları yıkacak, ezberlenmiş klişeleri bozacak kadar ufuk açıcı ve orijinaldir: “Bazı yargılarımız değişti; benim çok önemli olduğunu düşündüğüm bir şey var: 16 Yüzyıldan itibaren Osmanlı toplumu kendi dinamikleriyle, kendi içinden bir modernleşme ve sekülerleşme serüveni yaşamıştır” Dolayısıyla, burada zikrini ettiğimiz esas mevzuda henüz, ön yargı ve saplantılardan sıyrılarak sağlıklı bir yaklaşım sergilediğimiz söylenemez Buna bir de, asırlar boyunca Osmanlı ile her alanda giriştiği büyük hesaplaşmadan nihai zaferle çıkan ve ona diz çöktüren Batı’nın, konuya Oryantalist bir zihniyetle yaklaşarak, Osmanlı’yı tamamen hazmedip yok etmek ve onun aracılığıyla Türklerin ve Müslümanların “gelişme dinamiğini tamamen kaybettiğini” belleklere iyice yerleştirmek ve İslâm Dünyası’nı/Medeniyetini direncini kırıp külliyen teslim almak maksadıyla -“Tarihin Sonu” hezeyanından /komplosundan da beslenen- olumsuz bir “Osmanlı imajı/ düşmanlığı” meydana getirme çabasını da hesaba kattığımızda mevzu daha da dallanıp budaklanmaktadır(1) Osmanlı’nın, Batıdaki gelişmelerin neresinde olduğunu anlamak için şu beş misal büyük ehemmiyet arz etmektedir: Osmanlı’da Telgraf ve Mors Telgrafı icat eden Amerikalı Samuel Mors, yaptığı aletin değerini önceleri ne anavatanında ne de Avrupa’da anlayacak kimse bulamamıştı Çaresiz kalan Mors, Osmanlı’nın ilme ve ilim adamına verdiği kıymeti duyarak, şansını bir de İstanbul’da denemek istemişti Nihayet aradığı desteği bulan Mors, cihazın eksik parçalarını tamamladıktan sonra, 1847 yılında saraya telgraf hattı çekmeye muvaffak olacaktı Bu hizmetten çok memnun kalan Sultan Abdülmecid (1823-1861) Mors’u, elmaslı madalya ve üzerinde kendi imzasının yer aldığı patent belgesiyle ödüllendirerek; hem ona olan hoşnutluğunu hem de ilme verdiği değeri açıkça göstermişti(2) Gutenberg ve Osmanlı’da Matbaa Bilinenin aksine matbaa Osmanlı’ya geç gelmemiş; Gutenberg’in kurduğu ilk modern matbaadan 33 yıl sonra 1488’de İstanbul’a girmiştir Çünkü Yahudiler 1488’de, Ermeniler 1567’de ve Rumlar da 1627’de İstanbul’da matbaalarını kurmuş bulunuyorlardı Hatta II Bayezid zamanında 19, Yavuz Sultan Selim zamanında 33 kitap basılmıştır III Murad, Arap harfleriyle basılan geometriye dair “Usul’ül-Oklidis” kitabının serbestçe satılması için 1588’de ferman vermiştir IV Murad zamanında İstanbul’da bir matbaa kurulması için istenen iznin verildiğini Mustafa Nuri Paşa kaydederken; Enderun Tarihçisi Atâ ise, “ilk resmî matbaa teşebbüslerinin” IV Mehmed zamanında başladığını, ancak harfler intizamlı bir şekilde düzenlenemediğinden dolayı neticeye 1727 yılında ulaşıldığını anlatmaktadır(3) Abdülhamid’in Pastör’ü Himayesi Pastör, kuduz aşısını keşfedip ilk defa uyguladığında Osmanlı tahtında Sultan II Abdülhamid bulunuyordu Kuduz aşısını bulduktan sonra, devlet başkanlarına mektup yazan Pastör, kuracağı enstitü için yardım talep etmişti Mesela Rus Çarı, sadece 2 metre boyundaki portresiyle birlikte kuru bir tebrik mektubu yollamakla yetinmişti Sultan Abdülhamid ise, bakteriyoloji alanındaki yeniliklerin yurda getirilmesi ve Pastör Enstitüsü’nün kurulması amacıyla bir heyet oluşturup Fransa’ya göndermişti Abdülhamid bununla da kalmamış, enstitüye 10 bin altın ve birinci dereceden Mecidiye Nişanı hediye etmişti(4) Lale Devri ve Dünyanın İlk Denizatlısı Lale devrinde, III Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğününde tertiplenen şenlikler içerisinde en ilgi çekici olanı, Tersane Başmimarı İbrahim Efendi’nin yaptığı “eni boyu 3 çifte piyadeye denk” denizaltı ve onun maharetleri idi Dev bir timsahı andıran denizaltı, padişahın önüne gelerek dalmış; bir müddet sonra sarayın sahiline yanaşarak ağzını açmış ve içinden pilav zerde taşıyan adamlar çıkarak padişaha yemek ikram etmişlerdi Dünyada denizaltıcılığın “ilk numunesi” olan bu gemi, Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığında, Seyyid Ahmed Vehbi’nin “Surnâme-i Vehbi” isimli eserinde, çizimleriyle beraber kayıtlıdır(5) Abdülhamit ve Osmanlı’nın İlk Denizatlıları Nordenfeldt silah fabrikasının, G W Garrett ile el ele vererek 1885’te Stockholm’de inşa ettiği ilk denizaltı hemen ilk denemede batmıştı Avrupalı Devletler, bu garip makineye para yatırmaya henüz hevesli görünmüyorlardı Dönemin büyük silah tüccarı Sir Basil Zaharoff, duruma el koymuş ve silahlanmaya bütçesinden büyük paylar ayırdığını bildiği Yunanistan’a 9 bin sterline ilk denizaltını satmasını bilmişti Yunanistan’ın bu teşebbüsünden tehdit algılayan II Abdülhamid de, tanesi 11 bin sterlinden bir değil iki denizaltı sipariş etmekten geri kalmamıştı Bu denizaltılar, Osmanlı’nın da “ilk denizaltıları” olmuştu “Abdülhamid” ismi verilen ilk Türk denizaltısı Şubat 1887’de denizle buluşurken; dünyada torpido atan ilk denizaltı ünvanına sahip “Abdülmecid” adlı ikinci denizaltımız ise Ocak 1888’de denize indirilmişti(6) Dipnotlar: 1)Rifat Önsoy, Osmanlı Sanayi, Ankara 1988, s7-47; İsmail Çolak, Tarihin Gizem Dolu Sırları, İstanbul 2006, s50-51; Osmanlı Geriledi mi?, Haz: M Armağan, İstanbul 2006; Armağan, “Osmanlı Neden Sanayileşemedi?”, Yeni Dünya Dergisi, Ocak 2006 Sayısı; Nuriye Akman’ın Cemal Kafadar’la Röportajı, Zaman Gazetesi, 11 Nisan 2004 2)Roderic H Davison, “Osmanlı İmparatorluğunda Elektrikli Telgrafın Kurulması”, Osmanlı-Türk Tarihi (1774-1923), Çev: M Moralı, İstanbul 2004, s194; Çolak, Abdülhamid’i Yeniden Keşfetmek, İstanbul 2007, s167-168 3)Tayyarzâde Ahmed Atâ, Tarih-i Atâ, c1, İstanbul 1293, s157-158; A Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c1, İstanbul 1885, s60-62; İ Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c4, K1, Ankara 1982, s158-162; A Akgündüz, S Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul 1999, s212-214 4)Ayrıntı için bkz Çolak, age, s162-164 5)Özdemir Nutku, “Eski Şenlikler”, Haz M Armağan, İstanbul Armağanı III: Gündelik Hayatın Renkleri, İstanbul 1997, s125; Raşit Metel, Türk Denizaltıcılık Tarihi, İstanbul 1960, s1; Nejat Gülen, Dünden Bugüne Bahriyemiz, İstanbul 1988, s62; Çolak, Tarihin Sırları, s52 6)Günvar Otmanbölük, “İlk Türk Denizaltıları”, Hayat Tarih Mecmuası, Temmuz 1977, Sayı: 151, s28-33; Çolak, Yunan İşgalinin Patronu Zaharoff, İstanbul 2005, s36-37 İSMAİL ÇOLAK |
|