Kalbin Bekçisi Olmak |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kalbin Bekçisi OlmakKalbin Bekçisi Olmak Mustafa Eriş 2010 - Mart, Sayı: 289, Sayfa: 054 Basra diyarının büyük velilerinden Hasan-ı Basrî hazretlerinin talebesi olan Mâlik bin Dinar kuddise sırruh hazretleri tabiin neslindendir Basra’da doğup büyümüş ve orada 748 tarihinde vefat etmiştir Gençliği zenginlikle geçen bu büyük Allah dostu hocasıyla Şam’a gider Orada bir gece rüyasında: “- Ey Mâlik! Mâsivâyı terk et ve bize dön! Yoksa helak olursun” diye bir ses duyar Hasan Basrî hazretlerine rüyasını anlatınca, hocasından “Doğrudur” diye cevap alır Bunun üzerine Allah’dan başka bütün sevgileri kalbinden çıkarmak üzere cehdeder Şam Emevi Camisinin bir odasına yerleşir İlmini geliştirmek üzere Cami derslerine katılır Namazlarını cemaatle kılar Kısa zamanda zühd ve takvasıyla etrafında tanınır Ömrünün sonuna kadar gönlünü Allah’a vermiş bir Hak dostu olarak yaşar Bir zaman Şam-ı şerifin vali ve kadısı ziyaretine gelir Ondan Emevi Camisinin vakıf başkanı olmasını ister Bu vazifeyi kabul etmez ve Mısır’a gitmek üzere yola çıkar Sahilde bir gemiye biner Kişi başı bir dinar olan yol ücretini veremez Gemi sahibi, adamlarıyla birlikte Mâlik’e hakaret eder ve onu kaldırıp denize atmayı düşünür Genç yaşta kötü örnek olmasın ve başkalarına ibret olsun diyerek onu gemiden atmaya karar verirler Tam atacakları sırada denizdeki binlerce balık ağzında birer altın ile su yüzüne çıkıverir Adamlar gördüklerine inanamaz, şaşırıp kalırlar Yaptıklarının yanlış olduğunu anlarlar Mâlik b Dînar rahmetullahi aleyh kimseye bir şey söylemeden elini uzatır ve balığın birinin ağzından altını alır gemi sahibine verir Ücretini ödedikten sonra gemidekilere “Hoşcakalın” diyerek ayrılıp gider Bu hadiseden sonra ismi Mâlik bin Dinar olarak anılmaya başlanır O, Ebu Yahya künyesiyle de tanınır Mâlik b Dînar rahmetullahi aleyh bir gün talebeleriyle otururken: “Ehl-i dünya tadların en güzelini tadamadan göçüp gitti” dedi Sordular: – Yâ Ebâ Yahyâ, nedir en büyük zevk? Buyurdu: – Ma’rifet-i ilâhî, yani Hakk’ı tanımak O, Hakk’ı tanıma, ma’rifetulah hakkında da şöyle buyururdu: “Köpeğin önüne altın ve gümüş konsa kıymetini bilmediği için iltifat etmez Ama kemik atılınca hemen o tarafa koşar Hakk’tan gafil olan beyinsizler de böyledir Ma’rifet-i ilâhinin tadını bilemedikleri için ona rağbet etmezler” O, kalbin hüzünlü olmasını kalbin imârına vesile sayardı “Hüzün kalbin bekçisi gibidir Nasıl ki, bir evde oturan olmayınca ev harab olursa, aynı şekilde hüzün bulunmayan kalb de harab olur” buyururdu Mâlik b Dînar rahmetullahi aleyh’in bir çocukla karşılıklı olarak hikmetli konuşması meşhurdur Ruhu’l-Beyan tefsirinde nakledilen ve bizlere ibret dersi veren bu menkıbeyi Mâlik (rh) kendisi şöyle anlatır: “Bir gün toprakla oynayan bir çocuğa rastladım Bazen gülüyor, bazen ağlıyordu Önce ona selam vermek istedim fakat nefsim beni engelledi Çocuktur anlamaz diyerek vazgeçtim Sanki nefsim onu hor görüp aşağıladı Kibir ve gururum, enâniyetim çocuğa selam vermeme mâni oldu Bu davranışın yanlış olduğunu anlayıp kendi kendime nefsime şöyle seslendim: “-Ey nefis! Peygamber sallallahu aleyhi vesellem efendimiz, büyük küçük ayırmaksızın herkese selam verirdi” dedim ve çocuğa selam verdim O da bana: “-Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtüh ey Mâlik b Dînar!” diye ismimi söyleyerek hitab etti Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun ey Malik! diye karşılık verdi Ben hayret içerisinde kalarak çocuğa: “-Sen beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın? Benim ismimi nereden biliyorsun?” dedim O da: “-Rûhum, rûhuna melekût âleminde ülfet etti de ölümsüz, her dâim diri olan Allah seni bana tanıttı” dedi Bu hikmetli cevap üzerine çocuğa şöyle bir soru yönelttim: “-Nefisle akıl arasındaki fark nedir?” O da: “-Nefis, seni bana ilk önce selam vermekten alıkoyandır Akıl ise, seni buna teşvik edendir” diye cevap verdi Ona ikinci bir soru yönelterek: “-Niçin toprakla oynuyorsun?” dedim O da şöyle cevap verdi: “Biz toprakdan yaratıldık ve yine onun bağrına döneceğiz” dedi Bu sefer ona şöyle dedim: “-Peki! Ben seni bazen gülerken, bazen de ağlarken görüyorum Bunun sebebi nedir?” Çocuk şu ibret dolu cevabı verdi: “-Rabbimin azâbını hatırlayınca ağlar, rahmetini hatırlayınca gülerim” Ona gülümseyerek: “-Ey oğul, senin ne günahın var da ağlıyorsun? Sen henüz mükellef bile değilsin” dedim O da bana: “- Ey Mâlik! Böyle söyleme Çünkü ben ateş yakarken anneme bakıyorum Görüyorum ki büyük odunları küçüklerle tutuşturuyor Bundan ibret almak lazım” dedi Evet, Yaradılanı Yaradandan ötürü sevmek lazımdı Küçük büyük her insana Allah’ın bir kulu olduğu için değer vermek ve onu muhatab kabul edip konuşmak, kâmil insanların davranışıydı Nefse fırsat vermeden, onun tuzaklarına düşmeden yaşayabilmek insanlık şerefiydi Mükerrem olarak yaradılışımızın bir göstergesiydi Rabbimiz bizleri bu şerefe layık eylesin Böylesine duygulu, rakik bir kalbe sahib olarak hâdiselerden ibret dersleri alabilmeyi cümlemize nasib eylesin Amin |
|