Tebliğ Varlık Gayemizdir |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tebliğ Varlık GayemizdirTEBLİĞ VARLIK GAYEMİZDİR "Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker", varlığın yaratılış gayesine götüren bir yoldur Allah (cc), kâinat sarayını bu yüce vazife için açmış ve yine insanı o sarayda bu yüce vazife için halife yapmıştır Peygamberlik manzumesi de, bu sebeple nazmedilmiştir Hz Âdem (as), hem ilk insan hem de ilk nebidir Evlatları, daha gözlerini açar açmaz karşılarında babalarını, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir peygamber olarak bulmuşlardır Beşerî ilk oluşum nübüvvetle başlamıştır Neticede nübüvvet ağacı, başlangıçta ona çekirdek olan Nebi'yi meyve vermiştir O (sas), kâinat kendisi için yaratılan İki Cihan Serveri (sas)'dir O'nun gönderiliş gayesi ise tebliğdir Tebliğin özü de, "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"dir Demek ki varlık, onun için var edilmiştir Şüphesiz varlığın yaratılış gayesi olan bir iş, işlerin en mühimidir Evet, gözünü dünyaya açan Hz Âdem (as)'in ilk çocukları, yaşadıkları âlemin semasında, her an nazarını ulvî âleme diken, emirleri oradan alan ve aldığı bu emirlerin altında haşyetinden iki büklüm olan, tir tir titreyen ve dudağında daima öbür âlemlerin endişesini ürperti hâlinde yaşayan bir "Nebi Baba"yı, Kutup Yıldızı seyreder gibi seyretmişlerdir Hz Âdem (as), hem insan olarak hem de peygamber olarak ilk defa "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yapan insandır ve bu yol, bir defaya mahsus açılmış da ardından kapanmış bir yol da değildir Hz Âdem (as)'i daha nice peygamberler takip etmiştir Zira insanlığın nebilere ihtiyacı vardır Çünkü insanda ne kadar fazilet mevcutsa, âdeta, zaman ve hâdiseler onları teker teker tüketme azmindedir Onun içindir ki Kur’ân-ı Kerim, yenilenmeden geçen sürelerin kalb kasvetine sebep olduğuna işaret eder Bazı zaman ve devirler böyle bir kalb kasvetine sebep olunca, insanların gözleri küsûf tutmaya, bakışları bulanmaya başlar Ayaklar kayar, istikamet kaybolur Cenâb-ı Hakk muhit ilmiyle bunları en iyi bilen olduğu ve rahmeti gadabına sebkat ettiği için, art arda peygamberler göndermiş; gönderilen her peygamber de devrin şartlarına göre "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"de bulunmuştur Hz Âdem (as), ömrünü bu uğurda bitirip tüketmiş, evlatlarının da daima iyi olanı yapmalarını, kötü olandan da kaçınmalarını tavsiye etmiştir O'nun sesinin ihtizaz ve dalgalanmaları, vefatından sonra da belli bir devreye kadar sürmüş, titreşimler kuvvetini kaybetmeye yüz tutunca da Cenâb-ı Hakk, Hz Âdem (as)'in seçkin evlatlarından bazılarını nebilik vazifesiyle görevlendirivermiştir Onlar da sırasıyla kendilerine tevdî edilen bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmiş ve her nebinin güneş gibi gurub edip gitmesiyle, diğer nebinin yine bir güneş gibi doğuşu arasında, insanlık semasında her zaman bir karanlık yaşanmıştır Gerçi velâyeti temsil edenler, her karanlık geceyi âdeta yıldızlar gibi donatıyorlardı; ancak, onların güneşten beklenen aydınlığı getirmeleri elbette ki mümkün değildi Hz Nuh (as)'a kadar devran hep, böyle devam etti geldi Ve bir gün beşer, O'nun ulü'l-azm bir peygambere yakışır ciddiyette gür soluklarını duydu O büyük Nebi, Kur’ân'ın ifadesiyle: "Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size nasihat ediyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahy ile) biliyorum" (Ârâf, 7/62) diyordu Yani, beni dinleyen, bana itaat eden ve sefineme binen kurtulacaktır Bu kurtuluş hem zahirî hem de batınî olacaktır Sular üstündeki sefine sizin cismaniyetinizi kurtaracaktır Kalbinizle bana bağlanır, dediklerime kulak verirseniz, dünyevî-uhrevî hayatın korkunç dalgaları arasında boğulmaktan kurtulur, selâmete erersiniz Aksi hâlde, hem madde, hem de mânânızla tükenir gidersiniz İşte Hz Nuh (as), bin seneye yakın bir müddet hep böyle nasihat edip durmuştur O'nu takiben Hz Hûd (as) gelir O da yine aynı şekilde: "Ben size emin bir nasihatçıyım" (Âraf, 7/68) der İnsanları, yaratılış gayelerine uygun hareket etmeye davet eder İnsan ki, Cenâb-ı Hakk'ı bilip tanımak ve bu bildiklerini vicdanında duymak için yaratılmıştır İşte ona bu vazifesini hatırlatmak ve aynı zamanda onu bu marifete ulaştırmak için art arda peygamberler gelmektedir ve Hz Hûd (as)'dan sonra da nice peygamberler gelmiş ve hep aynı yolu takip etmişlerdir Ama ne zaman bir önceki nebinin ses ve soluklarının tesiri zihinlerden silinmiş ise, muhakkak insanlık bir öncekilere göre alçalışa geçmiş ve onun ruhî hayatında büyük sarsıntılar birbirini takip etmiştir Manevî hayat çorak bir araziye dönmüş, lâhut âlemine ait inşirah esintileri tamamen dinmiş ve insanlar derbeder hâle gelmişlerdir İşte nebiler babası Hz İbrahim (as), gönderildiğinde insanlık âlemi böyle bir atmosferi yaşıyordu O, "emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker"in diriltici nefesleriyle insanlar arasına girdi; nerede üç-beş kişi gördüyse, oraya gitti ve onlara hakkı, hakikati tebliğ etti O'nu dinleyip sözüne kulak verenler, yeniden insanî kemalat adına zirvelere tırmandı ve hep şahikalarda dolaşmaya başladılar Hz İbrahim (as)'den sonra insanlık tekrar çıktığı zirveden yavaş yavaş aşağıya inmeye ve yeniden yozlaşmaya yüz tuttu Her şeyi maddede arayan ve onda bulmaya çalışan bir zihniyet, yeniden gelip başköşeye kuruldu Bir ucu yirminci asra kadar uzanan bu felaketin, nasıl korkunç bir şey olduğunu, zannediyorum biz bugün daha iyi anlamaktayız İşte Hz Musa (as), Mısır'da, Nil deltasında böyle bir anaforun yaşandığı dönemde zuhur etti O da kendisinden önceki peygamberler gibi, "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" vazifesiyle memurdu ve inatçı bir kavme karşı mücadele vermekle görevlendirilmişti Bu yüce vazifeyi yüklendi ve onları ellerinden tutup yüceltme gayretine girdi Bu çalışmalarında bir ölçüde muvaffak da oldu Muhatapları çok zor yola gelebilecek bir millet olmasına rağmen, Hz Musa (as)'nın gece-gündüz gösterdiği gayret ve çırpınışları neticesinde ve "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker"in bir semeresi olarak, hayatta iken kendi de çok şeye şâhit oldu Elbette ki, insanları ellerinden tutup şahikalara çıkarmak ve onları birer kâmil insan hâline getirmek kolay bir hâdise değildir Onun içindir ki, peygamberlerden dahi nice şehitler verilmiştir Hz Zekeriya (as) baştan aşağıya demir testereyle bu uğurda ikiye biçilmiş, Hz Yahya (as) yine bu uğurda şehit edilmiştir Zaten Hz İsa (as) için kurulan çarmıh da, başka bir gaye için değildi Allah Resûlü (sas)'nün maruz kaldığı zorluklar bunların hepsini aşkındı O’nun bu uğurda çekmediği eza ve cefa kalmamıştı Hatta bir defasında O, Hz Âişe (ranha)'ye hitaben: "Ya Âişe, kavminden çok çektim"1 diyecektir Mahzun Peygamberin bu sözünde, bir kalb kırıklığının iniltisi vardır Siz bu sözü alın, bütün peygamberlere uğrayarak Hz Âdem (as)'e kadar ulaştırın Ve hayalen bu sözü yakın takibe alın, onu hemen her nebinin kalb inkisarı olarak bulacaksınız Hz Âdem (as) evlatlarını toplayacak: "Sizden çok çektim" diyecek, Hz Nuh (as), Hz Hûd (as) ve diğerleri de aynı sözü tekrar edecek ve aynı inkisarı dile getireceklerdir Efendimiz'den sonra, bu işi devam ettiren kutlular onların ifadeleri de sıkılsa, damla damla aynı inkisarın döküldüğü görülecektir: "Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı Divan-ı harplerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim Defalarca zehirlendim Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti"2 ifadesi, buruk bir inkisardan başka neyin ifadesidir? İhtimal o bu sözü, kendi gibi bütün kalbi kırık büyükler için söylüyordu Hasılı bu hâl, "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" yapanların değişmez bir kaderidir |
Tebliğ Varlık Gayemizdir |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tebliğ Varlık GayemizdirBu büyük işe iştirak etmenin şerefi mevzuunda dikkatleri çekmek için, bilhassa Seyyidina Hz Âdem (as) ile Efendimiz (sas) arasında, tefekkür mekiğinizi getirip götürmek istedim Heyecanım, mes'elenin kudsiyetini aksettirmeden kaynaklanıyordu Hülyâlarımda hakikat erlerinin "hay-huy" unu duyuyor gibiydim "Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yolunda atılan her adım, adım sahibi için nübüvvete veraset sevabı kazandırır Çünkü bu vazife, esas itibarıyla peygamberlerin vazifesidir Bu yola adımını atan her insan, böyle bir vazifenin altına girmiş ya da İlahî bir lütuf olarak bu vazife ona verilmiş demektir Öyleyse bu uğurda tek adım atan insan dahi, niyet ve derecesine göre bu vazifenin sevabını kazanacaktır Ayrıca şu hususa da işaret etmek yerinde olur: Mâdem ki bu kudsî vazife peygamberlerin vazifesidir Peygamberler ise, bütünüyle istikamet içindedirler O hâlde, "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" yapanlar da, hiç olmazsa bu amelleri itibarıyla istikamet içinde sayılırlar Netice itibarıyla; Allah'a inanan her ferdin, Allah katında mü'min kabul edilebilmesinin ve mü'min kalabilmesinin garantisi, üzerindeki tebliğ vazifesini bihakkın ifa etmesiyle yakından alâkalıdır Allah'a inanan fert ve cemaatler, varlıklarını ancak ve ancak bu vazifeyi yerine getirmekle devam ettirebilirler Hakk ve hakikate tercüman olma, haksızlık karşısında dilsiz şeytan kesilip susmama, her zaman hayatı ve ölümü istihkâr edip hiçe sayma, hep sahabe anlayışı içinde olma ve bu kudsî vazifeyi hayatın gayesi bilme; hem var olmanın sırrı, hem de mü'min kalmanın şartıdır Bunlar yaşanmadan geçen günlere yazıklar olsun! Aslında her mü'min de, bu kudsî vazifenin yapılmadığı bir cemiyet içinde yaşamaktan Allah'a sığınmalıdır Fert, bu vazifeyi yaparken hem inandığı ve uğruna baş koyduğu düşüncelerini hayata geçirme imkânını bulacak, hem de bu sayede sahip olduğu îman havada kalmamış olacaktır Zira İslâm, yaşanan bir hakikattir; yaşanmadıkça onun anlaşılmasına imkân yoktur Îman ve tebliği her şeyin merkezine yerleştiren bir insan, bütün hayatî faaliyetlerini de bu merkez etrafında örgüler Bir mü'min için, korunması gereken beş esastan en birincisi dindir O ırzını, namusunu, malını ve canını koruyacak; ama evvelâ dinini koruyacaktır Ve bu da onun, dinine verdiği önemin bir işareti olacaktır Ferdin, Allah ile olan irtibatının derece ve kuvvetini gösteren en çarpıcı tablo, onun dini koruma adına gösterdiği gayret ve çalışmalarıdır Şu da kat'iyen unutulmamalıdır ki, dinini koruyamayan, diğer dört esası da koruyamaz Tarihin bize verdiği en ibretli ve isabetli derslerden biri de işte budur Allah (cc) bizi, kendisini ifade edelim ve anlatalım diye yarattı Yaratılışımızdaki ilâhî maksat ise ki, budur Bu ilâhî maksada uygun hareket etmek, hem dünyamızı hem de âhiretimizi mamur edecektir Aksi hâlde dünyevî ve ebedî varlığımızın teminatı olan bu maksadın tokadını yer; hafizanallah hem millet olarak, hem de cemiyet olarak fitne ve fesadın ağına itilmiş oluruz Bu önemli vazife (tebliğ vazifesi) yapılmadığı zaman, toplumun maruz kalacağı muhtemel musibetleri, Efendimiz (sas) şöyle dile getirmişlerdir: Şöyle ki, bir gün etrafında Sahabe halka olmuş pür dikkat O'nu dinliyorlardı Ancak bugün, o nezih dilden ve lâl ü güher dökülen lisandan bir kısım tehdit ve tehlike ifadeleri de sadır oluyordu Ebû Ya'la ve İbn-i Ebi'd-Dünya (ranhüma)'nın rivâyetlerine göre Allah Resûlü (sas): "Nasıl olacak hâliniz? O gün kadınların baş kaldırdığı, sereserpe, açılıp saçılarak sokağa döküldüğü, kötülüklerin her tarafta yayıldığı ve hakkı ifadenin terkedildiği gün?" Sahabe bu sözler karşısında dehşete düştü; zira akılları böyle bir şeyi kabul edemiyordu Onlar, tek bir mü'min dahi kalsa, bir cemiyette bu kabil kötülüklerin yaygınlaşmayacağına inanıyorlardı Bu yüzden sözlerin tesiri, üzerlerinde bir şaşkınlık meydana getirmişti Bundan dolayı da hemen sormuşlardı: "Bunlar olacak mı ki ya Resûlallah?" Bunu hem şaşkınlık içinde hem de istifsâr mahiyetinde soruyorlardı Ve Allah Resulü (sas): "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, daha şiddetlisi de olacak" buyurunca, etrafa bir garip hava çökmüş ve bakışlar bulanmıştı Nihâyet dehşet içinde: "Bundan daha şiddetlisi nedir ya Resulallah?" diyebilmişlerdi Bunun üzerine İnsanlığın İftihar Tablosu: "Bütün kötülükleri iyi ve bütün iyilikleri kötü gördüğünüz gün hâliniz nice olacak bir bilseniz!" buyurdular Biz hadisin bu bölümünden, günümüzdeki umumî duruma işaret etmesi yönüyle bir kesit alalım: Evet hadîs-i şerif, bir gün her şey tersine dönüp değerlerin altüst olacağına iyiler kötü, kötüler iyi görüleceğine, zinanın tervic edileceğine, terör-anarşi revaç bulacağına, îman ve Kur’ân'ın aşağılanacağına, Allah'a inananlar hor ve hakir görüleceğine, birçok kötülük bizzat devletler tarafından kanunlarla korunmaya alınacağına, dine ait hakikatler gericilik addedileceğine işaret etmektedir İşte değerlerin altüst olması budur Çağın insanı bunu on misliyle yaşadı ve zannediyorum daha bir süre de yaşayacak Evet tebliğe ait vazife yapılmayınca izzet, şeref ve haysiyetin yerini zillet ve hakaretin alacağı muhakkaktır Fıtrat kanunları çiğnenirse, bunların neticelerine de katlanmak gerekir! Bu hep böyle olmuştur, akl-ı selim sahibi kimselerin başka şey beklemeleri de düşünülemez Bu yüzden, bunları vicdanına sığdıramayan sahabe tekrar hayretle sorar: – Bu da olacak mı ya Resûlallah? Yani iyilikler menedilip, kötülükler emredilecek mi? – Daha şiddetlisi bile olacak! – Bundan daha şiddetlisi de nedir, Ey Allah'ın Resulü? – Münkerât karşısında susup ve bizzat onu teşvik ettiğiniz gün vay halinize! Yani, çoluk-çocuğunuzu akıntıya saldığınız, onları başıboş bıraktığınız, hatta onlara halinizle, dilinizle, davranışlarınızla kötülüğü emrettiğiniz zaman daha da kötüsü neslinize Allah'ı unutturduğunuz ve Peygamber'i gönüllerden sildiğiniz gün hâliniz içler acısı demektir Artık sahabede hayret ve şaşkınlık son haddine varmış, dizlerde derman kalmamış, göğüsler daralıp, nefesler tıkanmaya başlamıştı ki, dermansız, bitkin ve titrek bir sesle: – Bu da mı olacak ya Resûlallah? – Evet Hatta ondan da şiddetlisi olacaktır Ve tam bu esnada Allah Resulü (sas), Allah (cc)'a kasem ederek O'ndan şu sözü nakletti: "Celalime yemin olsun ki bu duruma gelmiş bir cemiyetin içine çağlayanlar gibi fitneleri salıvereceğim"3 İşte Allah Resulü (sas), bu önemli mükellefiyetin idrak edilmediği takdirde, bunun istikbalde ümmete nelere mâl olacağını, mucizâne bir şekilde dile getiriyordu ki, aslında biz de böyle bir mükellefiyet altında bulunmaktayız Kalbimizin en hassas yerinde, üç asırdır devam edegelen bir vebâlin ağrı ve sızısı var Şüphesiz bu ağrı ve sızılarımızı dindirecek olan tek çare de, nebilere ait bu vazifenin hep birlikte ümmetçe idrak edilmesi ve yapılmasıdır |
|