Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularTEVHİD VE MARİFETLE İLGİLİ KONULAR TEVHİD (YÜCE ALLAH'IN BİRLİĞİ) Tevhid, ezelî olanı hadis (sonradan yaratılan varlıktan) ayrı tutmak; yaratılandan yüz çevirip ezelî olana yönelmektir Öyle ki, başkası bir yana kendisini bile görmemektir Eğer kul, yüce Allah'ı birleme halinde, kendi nefsini veya başkasını görürse, yüce Allah'ı ezelî zâtı ve sırf kendisine hâs sıfatlarıyla birlemiş olmaz, aksine O'nun-la birlikte ikinci bir varlık kabul etmiş olur Sonradan yaratılan varlıklar şu sıfatlara sahiptirler: Birbirine benzerlik, denklik, birbiriyle bitişik veya ayrı olmak, birbirine yakınlık, karışıklık, girme, çıkma, değişme, yok olma, bir başka şekle dönme, bir yerden başka bir yere intikal Yüce Allah bütün bunlardan uzak ve yücedir Onun zâtı için hiçbir noksanlıktan bahsedilemez O, kemâl ve cemâl sıfatlarıyla tektir; hiçbir varlıkta O'nun bu sıfatları yoktur Hiçbir fikir O'nun sıfatlarını hayal ederek tarif edemez O kendisini nasıl tanıtıyorsa biz O'nu öylece tanıtır ve iman ederiz Kelime ve ifadeler O'nun zâtını ve sıfatlarını anlatmaktan âciz kalır Kelimelerle O'nu tanıtmak mümkün değildir O, his ve hayal ile idrak edilmekten ve başka varlıklara kıyas edilerek bilinmekten uzaktır Onun azamet nurlarını görmeye kimsenin gözü güç yetiremez Eğer, "O nerede?" dersen; sana, "Mekan O'nun ya-ratmasıyla var olmuştur" denir Şayet, "O, ne zaman var oldu?" dersen; sana, "Zaman O'nun icadıdır/zamanı O yaratıp ortaya koymuştur" denir Eğer, "O, nasıldır?" diye sorarsan; sana, "Birbirine benzeyen ve nasıl olduğu bilinen bütün varlıklar O'nun işidir" denir Şayet, O'nun miktarının ne kadar olduğunu sorarsan; sana, "Miktarı ve ölçüsü olan bütün varlıkları O ortaya koymuştur" denir Ezel ve ebedi bilen, hepsini ihata eden (ilmi ile kuşatan) O'dur Bütün kâinat ve varlıklar O'nun elinde ve hükmündedir Allahu Teâlâ'nın zâtı, akledilen, anlayışla bilinen, hissedilen ve kıyas ile tanınan bütün varlıklardan yücedir Çünkü bütün bu sıfatta olan şeyler sonradan yaratılmış varlıklardır; yaratılan şeyleri tanımak ancak kendisi gibi bir varlık ile kıyas edilerek olur Yüce Allah'ın varlığını bilmek ve O'nu müşahede etmek için en güzel yol, kulun bundan âciz olduğunu bil-mesidir O'nu tanımaktan aklın âciz olduğunu bilmek de bir ilim ve idraktir Her şeyi ile tekten olan bir zâtı ancak kendisi tanır Onu birleyen bir kulun bu konuda vardığı en son nokta, yüce Allah'ı bilmenin değil, kulun kendi ilminin son noktasıdır Yüce Allah, kullar tarafından hakikatiyle bilinmekten yücedir, uludur Kim, Allahu Teâlâ'yı en iyi ben bilirim diye iddia ederse, o kimse şeytanın tuzağına düşmüş ve aldanmış biridir Yüce Allah, "O çok aldatıcı şeytan sizi Allah ile aldattı"18 âyetinde, bu tür bir aldanmaya işaret etmektedir |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularTEVHİD NEDİR? Kulun ilk halinde elde edeceği tevhid, tefrikayı (varlıklarda görülen farklılığı) gözünden silmek ve hepsinin tek kaynaktan geldiğini görüp cem halinde yani birlik üzere kalmaktır Nihayette (seyrü sülûkün sonunda) ise, tevhid ehlinin tefrika (varlıkları görme) halinde de aynu'l-cem (sadece varlığın sahibini görme) hali içinde kaybolması mümkündür Yine aynü'l-cem (sadece varlığın sahibini görme) hali içinde de, Cenâb-ı Hakk'ı müşahede ederken, varlıkları görmesi de mümkündür Öyle olur ki, bu iki hal birbirine mani olmaz Arif, her şeyin sahibi olarak yüce mevlayı görürken, varlıklara verilen vücudu da seyreder Bu durum, tevhid anlayışında kemâl noktasıdır O, tevhid ehlinin zâtında devamlı bulunması gereken bir sıfattır Gerçek tevhid ehli, tevhid nurları kendisini sardığı zaman, varlık ve vücuda ait bütün şekillerin üzerindeki zulmet (karanlık, sis) perdesi ortadan kalkar, dağılır gider Kulun tevhid ilminin nuru, elde ettiği halin nuru içinde gizlenir ve saklı olarak bulunur Tıpkı, güneşin nuru (aydınlığı) içinde yıldızların gizli olarak bulunması gibi Sabah olup ortalık aydınlanınca, güneş ışığının aydınlığı yıldızların ışığını içinde kaybeder Bu makamda muvahhidin (tevhide ulaşan kulun vücudu, aynü'l-cem (sadece varlığın sahibini görme) hali içinde tek olan yüce zâtın cemâlini müşahedesine dalar Öyle ki yüce mevlanın zâtından ve O'nun sıfatlarından başka hiçbir şey görmez; tevhid denizinin dalgaları onu sarar ve arif o denizin içinde dalıp gider Cüneyd-i Bağdadî (ks) der ki: "Bunun mânası şudur: O durumda arifin gözünden bütün şekil ve resimler silinir; ilimler içinde gizlenir ve Allahu Teâlâ ezelî sıfatlarıyla müşahede edilir" Şöyle denilmiştir: "Kim, tevhid denizine düşerse, onun sürekli susuzluğu artar (müşahede ettikleri onun hayretini artırır)" |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularTEVHİD ÇEŞİTLERİ Bil ki, tevhidin asılları içinde şu beş hususu kabul ve onlara iman etmek bütün mükelleflere gereklidir: 1- Allahu Teâlâ mevcuttur Bu iman ile kul, ta'tîl yani yaratıcının sıfatlarım inkârdan kurtulmuş olur 2- Allahu Teâlâ birdir Bu iman ile kul, şirkten kurtulmuş olur 3- Allahu Teâlâ, cevher ve araz değildir; cevher ve arazın lâzımı olan hallerden de uzaktır Bu iman ile kul, teşbihten (yüce Mevlâ'yı cisimlere benzetmekten) kurtulmuş olur 4- Allahu Teâlâ, kendi zâtından başka bütün varlıkları kendi kudret ve dilemesi ile yoktan var etmiştir Bu iman ile kul, her şeyin kendi başına bir sebep sonuç ilişkisi içinde meydana geldiğini söyleyen bozuk görüşten kurtulmuş olur 5- Allahu Teâlâ, yoktan var ettiği bütün varlıkları, kendisi sevk ve idare eder Bu iman ile kul tabiatın, yıldızların ve meleklerin, kainatı kendi kendilerine sevk ve idare ettiğini söyleyen bozuk görüşten kurtulmuş olur Kısaca kulun "lâ ilahe iilallah (Allah'tan başka ilah yoktur)" sözü, bu beş şeyi içine almaktadır |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularTEVHİD KONUSUNDAKİ FARKLI GÖRÜŞLER Müslümanlar Allahu Teâlâ'nın bütün kemâl sıfatlara sahip ve bütün noksan sıfatlardan uzak olduğunda görüş birliği içindedir; fakat onlar bazı sıfatlarda farklı görüşlere sahiptirler Bir kısmı bu sıfatların kemâl olduğuna inanıp onları Allah'a ait olarak saymış; diğer bir grup da bu sıfatların noksanlık ifade ettiğine inanıp onları yüce Allah'tan uzak tutmuştu Bunu birkaç misalde görebiliriz Birinci örnek: Mu'tezile şöyle demektedir: "İnsan, fiillerini kendisi yaratır Çünkü eğer kulun fiillerini Allah yaratsaydı sonra da onları kula nisbet edip onun yaptığını söyleseydi, yahut kulun yapmadığını Allah yapıp onun ortaya koymadığı bir işten dolayı kendisine azap etseydi, ona zulmetmiş olurdu; zulüm ise bir noksanlıktır Bir işi Allah yapıp sonra o iş yüzünden başkasını ayıplayarak, "Bunu nasıl ve niçin yaptın?" demesi uygun mudur? Bu konuda Ehl-i sünnet şöyle demektedir: "Allahu Teâlâ her şeyde tek olmasıyla kemâl sahibidir; O'nda her şeyde hükmü geçerli olan kudret sıfatının bulunmadığını söylemek bir kusur ve noksanlıktır Yüce Mevlâ'nın yarattığı varlıklara azap etmesi zulüm değildir O dilerse hayvanlara, delilere ve çocuklara da azap eder Çünkü O, kendi mülkünde istediği gibi tasarruf eder Ayette belirtildiği gibi: "O'na yaptıklarından sual edilmez Hüsün ve kubuh (güzel ve çirkin) konusunda söylenen sözler de boştur Ehl-i sünnete göre kulun fiillerini yüce Allah yaratır Kulların yapmadığı fiillerinden dolayı azap görmesi caizdir, mümkündür Ancak yüce Mevlâ rahmetiyle muamele edecek ve onlara yapmadıkları işlerden dolayı azap etmeyecektir İkinci misal: Mücessime (Allah'ın cismi olduğunu söyleyenler) ile münezzihe (Allah'ın vücudu olmadığını) söyleyenler arasındaki ihtilâf da konumuza bir misaldir Mücessime grubu şöyle demektedir: "Eğer Allah'ın cismi olmasaydı, yok olurdu; yok olmaktan daha büyük bir kusur yoktur; onun için Allah'ın cismi vardır 'Allah hiçbir yöne sahip değildir' demek de O'nun için bir kusurdur Çünkü yönü olmayan şeyin varlığı düşünülemez" Buna mukabil münezzihe de şöyle demektedir: "Eğer Allah cisim olsaydı, sonradan yaratılmış olurdu; bu durumda ezelî olma sıfatını kaybederdi Bütün cihetleri ortadan kaldırmak ancak, cihetler ile çevrelenmiş bir varlığın yokluğunu gerekli kılar Ama, ezelî olarak mevcut ve hiçbir ciheti olmayan yüce zât için, bir yön belirlen-mez" Üçüncü misal: Mu'tezile mezhebi, "İtaat sahiplerine sevap vermesi yüce Allah'a vaciptir; çünkü böyle olmaz ise zulüm olur; zulüm ise bir noksanlıktır" der imam Eş'arî'nin bu konudaki görüşü şöyledir: yüce Allah'ın itaat sahiplerine azap etmesi zulüm değildir; çünkü yüce Allah'ın üzerinde kimsenin bir hakkı yoktur Eğer Allah'ın üzerinde başkasının hakkı olsaydı, Allah o kimseye bağımlı bir hale gelmiş olurdu; bu ise yüce yaratıcı için bir noksanlıktır Dördüncü misal: Mu'tezile şöyle demektedir: "Allahu Teâlâ taat olan layırlı işleri irade eder; yapılmasa da ilâhî irade onu is- ter İtaat ve hayırlı şeyleri istemek bir kemâldir (yücelik- tir) Allah isyanı ve kötülükleri irade etmez (istemez); )nlar yapılsa da Allah istemez; çünkü kötülükleri irade îtmek bir noksanlıktır" Bu konuda İmam Eş'arî'nin görüşü şöyledir: "Allahu feâlâ'nın meydana gelmeyen bir şeyi irade etmesi, iradesinde bir noksanlık olur Çünkü bu durumda bir şeyi lirade etmiş fakat onu yerine getirmekten âciz kalmış [olur Yüce Allah isyan olan işleri kötü görse de, onu ira-jde etmemesi olmaz Meydana gelen bir şey kötü de ol-Jsa, Allah onu irade etmedi demek, zât-ı Bari için bir noksanlıktır Beşinci misal: Mu'tezile der ki: "Allahu Teâlâ'nın, kullarının iyiliğine olan şeyi yaratması vaciptir; çünkü iyi ve faydalı olanı terketmek bir noksanlıktır" Bu konuda Eş'arilerin görüşü şöyledir: "Kulları için en faydalı olanı yaratmak yüce Allah'a vacip değildir; çünkü O'nu bir şeyi yapmaya mecbur etmek bir noksanlıktır Yüce ilah için kemâl sıfatı, kendisine kulluk edenlerin kaydı altına girmemektir" |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularİRADE VE AMEL KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLER Şunu bilki: Kim, bir işi müstakil olarak kendisinin irade ettiğini ve yaptığını söylüyorsa, o Kaderî'dir (yüce Allah'ın ezeldeki takdir ve iradesini inkâr etmektedir) Kim, yaptığı işte kendisine ait hiçbir irade ve kesbin (güç, etki ve kazancın) olmadığını söylüyorsa, o, Ceb-rî'dir (kendisine verilen irade, güç ve sorumluluğu inkâr etmektedir) Kim, yaptığı işi yüce Allah'ın irade ettiğini ve kendisinin fiile döktüğünü söylerse, o, sünnet üzere doğru yolda giden bir mümindir Kulun kudret ve hareketi yüce Allah'ın yaratmasıyla meydana gelir; bunlar kul için bir sıfat durumunda olup onun kesbidir (fiil ve kazancı) |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularBOZUK GÖRÜŞ VE FIRKALAR Bil ki, farklı görüşlere sahip bozuk fırkalar altı tanedir Bunlardan her ikisi birbirine zıttır Bunlar Müşebbihe, Muattıla, Cebriyye, Kaderiyye, Râfizî ve Nasb görüşüne sahip gruplardır Bunların her biri, on iki gruba ayrılır Müşebbihe ile Muattıla, birbirine zıt iki gruptur Cebriyye ile Kaderiyye de birbirine zıt iki gruptur Aynı şekilde, Râfizîlik ile Nasb görüşüne sahip grup da birbirine zıt iki gruptur Bunların her biri, doğru yoldan sapmışlardır Kurtulan grup ise, orta yolda giden el-i sünnet ve'l-cemâat grubudur Müşebbihe grubu, Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını ispat J ve kabulde haddi aşıp çok ileri gittiler; öyle ki, Allahu Te-âlâ'yı varlıklara benzettiler, Allahu Teâlâ'nın bir yerden bir yere intikalini, bedenlere girmesini, bir yerde yerleşmesini, oturmasını ve benzeri durumları caiz gördüler Buna mukabil Muattıla (ilâhî sıfatları inkâr eden grup), Allah'ın sıfatlarını yok saymada haddi aştılar ve O'nu inkâra düştüler Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat ise bu konuda orta yolu tuttu; hiçbir varlığın sıfatlarına benzetmeden ve inkâr da etmeden yüce Allah'ın sıfatlarının bulunduğunu kabul etti Buradan, Müşebbihe ile Muattıla'nın gittiği yolun şeytanın yolu olduğunu anlamış oldun Cebriyye ve Kaderiyye gruplarına gelince, onlar da hak yoldan sapmış gruplardır Kim, yaptığı işlerde kendisinin hiçbir irade ve kesbi-nin/müdahale ve sorumluluğunun olmadığını söylerse, o kimse, Cebrî'dir Kim, irade ve fiilin kendisine ait olduğunu/kulun fiilini Allah'ın değil kendisinin yarattığını söylerse, o kimse, Kaderî'dir yani kaderi inkâr eden birisidir Kim, yaptığı işi yüce Allah'ın ezelde irade ettiğini ve kendisinin de bunu fiile döküp yaptığını söylerse, o, sünnet üzere giden bir kimsedir Râfizî ile Nasb görüşüne sahip gruplar da hak yoldan sapmışlardır Râfizî, Ehl-i Beyt'i çok sevdiğini iddia edip haddi aşmış, sahâbe-i kirama dil uzatıp düşmanlık yapmıştır İmametin tayin yoluyla belirleneceğini iddia eden grup da, sahabe adına aşırı bir taassuba düşüp Ehl-i beyte düşman kesilmiş, Hz Ali'yi (ra) zulüm ve küfürle suçlamışlardır Ehl-i sünnet ise bu konuda da orta yolu tutmuş; bütün Sahabeyi sevdiği gibi Ehl-i beyti de sevmiştir Alla-hu Teâlâ onların dilini korumuş ve hiçbiri hakkında kötü söz söylememişler; tam aksine hepsini övgü ve saygı ile anmışlardır Bizleri Ehl-i sünnet yolunda bulunduran yüce mevla-ya sonsuz hamd ve sena olsun |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularKAZA VE KADER Kader, Allahu Teâlâ'nın ezelde olmasını takdir ettiği şeye denir; kaza ise onun yaratılmasıdır Kaza ile kader arasındaki fark şudur: Kader, daha umumi bir mâna içerir; kaza ise daha özel bir alanda kullanılır Buna göre, her şeyin ilk olarak ilâhî ilimde tedbir edilmesi/şekil, miktar ve zamanının belirlenmesi) kaderdir; bu şeylerin takdir edilen zaman ve belirlenen şekilde meydana gelmesi kazadır Şu halde, bir şeyin ilk olarak belirlenmesi kader, Dnun icra edilmesi ve işin bitirilmesi ise kazadır "Hâkim lükmünü yerine getirdi" denilince bu mâna kastedilir |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularKAZÂ-KADER MESELESİ Bazan kaza denince, kesin emir ve hüküm kastedilir Şu âyette bu mânada kullanılmıştır: "Allah bir şeyin olmasına hüküm verdiği (kaza ettiği) zaman, ona 'olI'der; o da (ilâhîemre uygun) oluverir" Bazen kaza, Allahu Teâlâ'nın bir hükmü vacip kıldığını bildirmek için kullanılır Şu âyette olduğu gibi: "Rabbin, sadece kendisine ibadet etmenizi hükmetti" Bu âyetteki kaza (hükmetme), bildirme, haber verme mânasında alınmalıdır; çünkü, bunu kesin emir ve değişmez ilâhî hüküm mânasına aldığımızda; kâinatta Allahu Teâlâ'dan başka hiç kimseye ibadet edilmemesi gerekirdi Çünkü, yaratılan bir varlığın onu yaratana ters hareket etmesi mümkün değildir Ancak âyeti, ilan ve 20 el-Mü'min 40/68 21 el-İsrâ 17/23 haber verme mânasına aldığımızda durum anlaşılır Şu âyet de bu mânadadır Allahu Teâlâ buyurmuştur ki: "Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" Bundan maksat da durumu ilân etmek ve haber vermektir Eğer bu âyetteki bildirilen hüküm, kesin bir hüküm olsaydı; bütün varlıklar O'na kulluk yaparlardı Böyle kesin bir hüküm olmayınca, farklı durumlar ortaya çıkmış; bazıları yüce Allah'a, bazıları da başka varlıklara tapınışlardır |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularFİİLDE KULUN ETKİSİ Şunu bil ki; Allahu Teâlâ, ezelde verdiği bazı hükümleri kula bağlı olarak vermiş; sonucu kulun fiillerine ve sözlerine bağlı olarak takdir buyurmuştur Bu böyle hükme bağlandığı için, onun değişmesi caiz değildir Burada, "Allahu Teâlâ verdiği hükmü değiştirdi" denemez; çünkü yüce Mevlâ, verdiği hükmün aksini yapmaz, kendi hükmüne ters düşmez O, boş bir iş yapmaz; insanlar gibi kötü arzulara tabi olmaz; bütün bu hallerden yüce ve uzaktır Allahu Teâlâ, neyin olmasını hükmetmişse, o bir hikmetten kaynaklanır; onda bir değişme olmaz Yüce Allah, bazı işlerde kulun fiilini o işin sebebini hükme bağlamıştır; ekin ekmek, nesil yetiştirmek gibi 22 ez-Zâriyât 51/56 Bazı işler kulun fiiline bağlı olarak hükme bağlanmıştır; jua ve istiğfar gibi Bil ki; Allahu Teâlâ, bazı âyetlerde fiili bizzat kula nis-Det etmiş, onun yaptığını belirtmiştir Şu âyetler buna jrnektir: "Bu onların yaptıklarına karşılık olarak verilir'23 "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün '24 Allahu Teâlâ bazı âyetlerde de, kulun yaptığı bütün eri onun değil yüce zâtının yaptığını bildirmektedir Şu ayette olduğu gibi: "Onları siz öldürmediniz; fakat Allah öldürdü Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı Bundaki hikmet şudur: Allahu Teâlâ olan bütün işle-yaratıcısı ve takdir edenidir Kul ise, onu yapan ve ıeydana gelmesine sebep yapılan kimsedir Kul, Allahu Teâlâ için ibadet yapar; yüce mevla da ona karşılık kendisine sevap verir Eğer bu işler, yaratılma yönüyle yüce Allah'a, yapıp sonucunu üstlenme yönüyle de kula ait olmasaydı; Allah'a mâbud (ibadet yapılan), kula ,(âbid ibadet) yapan ismi verilmezdi Bundan ortaya çıkan şudur: Kul, âbid (ibadet eden) j/e kâsib (iş yapıp sonucunu elde eden) kimsedir; Alla-ıu Teâlâ da mâbud ve yaratıcıdır 23 el-Vâkıa 56/24 24 et-Tevbe 9/5 25 el-Enfâl 8/17 |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularYAPILAN İŞLERİN KISIMLARI Bil ki, yapılan işler iki kısımdır: Birincisi, kuldan meydana gelen işlerdir; buna kesb (kulun kazancı) denir; kula aittir Bunları öğretmek için ilâhî kitaplar indirilmiş, peygamberler gönderilmiştir Bu kısma giren işleri yapmak için akla ihtiyaç vardır; çünkü akıl sorumluluk için bir delil olmakta ve kulun gideceği yol onunla aydınlanmaktadır İkincisi, yaptıklarının bir karşılığı olarak kulun başına gelen mükâfat veya ceza türü işlerdir Bu kısma giren işler, bir yönüyle Allahu Teâlâ'nın elinde, diğer yönüyle kulun elindedir Sonuçta her ikisi de ancak kulun yaptıklarının bir karşılığıdır Şu âyet bunu ifade etmektedir: "Başınıza gelen bütün musibetler, yaptığınız işlerin karşılığıdır; halbuki Allah çoğunu da affetmektedir Bu mânada başka âyetler de mevcuttur Bu âyetteki mânayı iyi anlayan kimse, Allahu Teâlâ'nın kelamında kula ait gösterilen şeylerdeki muradı anlar Bunun bir misali; cellâdın hırsızın elini kesmesidir Bu işe bakan bir kimse, "Eli kesen cellâttır" dese, bu söz doğrudur "Allahıu Teala, cellâdın eli ile onun elini kesti" demek de doğrudur Çünkü kesme işi ilk yaratılma yönüyle Allahu Teâlâ'ya ait oldu için, mecazen böyle denebilir Bu işte, "Hırsız kendi elini kesti" demek de uygundur; zira elin kesilmesine sebep olan onun ilk olarak yaptığı hırsızlıktır Kesilme işi onun yaptığı bir suçtan dolayı başına gelmiştir 26 eş-Şûrâ 42/30 Bu durumda, elin kesilmesi yaratılma yönüyle yüce Allah'a aittir; işlediği hırsızlığın bir karşılığı olarak da kula aittir Burada biri diğerine ters düşmez Bunun delilleri Kur'an'da açıklanmıştır Kim, bu sözü gerçek manasıyla anlarsa, sadece nefsinden korkar ve ancak yüce Allah'ın rahmetine ümit bağlar İbnu Abdullah şöyle demiştir: "Hepimiz Allahu Teâlâ'nın zâtı hakkında, ahmağız (fazla bir şey bilmiyoruz)" Burada anlatılmak istenen şudur: Allahu Teâlâ'nın kazasına (ilâhî takdire) baktığımızda, kulun yaptığı bütün işlerde mazur olduğunu (onları yapmaya mecbur kaldığını) düşünebiliriz Kula bazı işleri emreden ve yasaklayan ilâhî emirlere baktığımızda ve bir de kula verilen ihtiyarı/seçme yetkisini düşündüğümüzde, yapılan işin kuldan başladığı zannedilebilir Bu konuda doğru olan düşünce şudur: Kul bütün işlerinde, sözlerinde ve hallerinde Allahu Teâlâ'ya muhtaçtır; O'nsuz hiçbir fiil olmaz Kul, ilâhî irade içinde dönüp durmaktadır; ancak insan, yaptığı işte hayvanlar ve cansız varlıklar gibi mecbur ve mahkûm değildir İnsan, ya kendisini saadete götürecek hayırlı işler içinde Allah'ın özel yardımı ile desteklenir hayır yapar; ya da sonu cehenneme gidecek sebepler arasında kendi haline terkedilmiş, nefsi ile baş başa bırakılmış olup kötü işleri yapar |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularİNSANA VERİLEN KUDRETİN YERİ Şöyle denebilir: Eğer insana verilen kudretin, Allah tarafından olması takdir edilen işlerde bir etkisi olsa, bu gizli şirk olur; şayet yapılan işlerde kulun hiçbir etkisi olmasa, bu da cebr (zorla yaptırma) olur Bu söze cevap olarak şöyle denir: Eğer kulun kudretinin, yapılan fiili yaratmada bir etkisi olursa, şirk olur; halbuki kulun kudreti yaratmada değil, fiili yapmada ve sorumluğuna girmede bir etkisi vardır Allahu Teâlâ kulun fiilini yaratıcıdır; kâsib (fiili yaparak sorumluluğuna giren) değildir ki kulun yaptığı iş şirk olsun Bir de şu var: Eğer Allah tarafından yapılması takdir edilen işlerde kulun hiçbir etkisi olmasaydı, kudretin varlığı ile yokluğu bir olması gerekirdi Bu durumda kul, kudretsiz, bir şey yapmaya güç sahibi olurdu ki, bu da imkânsızdır Şunu bilki: Kim, Allahu Teâlâ'nın hiçbir kudreti ve tercihi olmayan bir kula kitap indirdiğini, peygamber gönderdiğini, ona bazı işleri emrettiğini, bazı işleri yasakladığını, kendisine öğüt verdiğini ve azapla tehdit ettiğini düşünürse, o dengesini yitirmiş fıtratı bozuk biridir; onun tedaviye ihtiyacı vardır İnsanlar, Kur'an'ı anlamadan önce, ondan delil çıkarma konusunda ihtilâf ettikleri için cebr ve kaderi inkâr hatalarına düştüler; çünkü onlar, ezelî sıfatlara sahip yüce yaratıcının kudreti ile sonradan yaratılmış kulun kudretinin arasını ayıramadılar (farkı farkedemediler) İki kudret arasındaki fark şudur: Ailahu Teâlâ'nın ezelî kudreti, bir şeyi yaratmada müstakildir, fakat kulun kesbine (bir işi yapıp sorumluğunu üstlenmesine) etkisi yoktur Kulun sonradan yaratılan kudreti ise, kesbde (bir işi icra edip sonucunu üstlenmede) müstakildir, onun da fiilin yaratılmasına bir etkisi ve dahli yoktur Zulüm, yaratıklar için söz konusudur; ezelî ve ebedî olan yüce Allah zulümden uzak ve yücedir Şu âyet bunu ifade etmektedir: "Şüphesiz Allah insanlara asla zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularİLİM VE MARİFET ARASINDAKİ FARK Marifet, yüce Allah'a yakınlıktan ibarettir Marifet kalbi tamamen sarar, onda öyle bir etki yapar ki, vücudun bütün azalarında bu etki gözükür İlimle marifet arasındaki farkı bir misalle anlatacak olursak; ilim ateşi görmektir; marifet ise ateşle ısınmaktır Lugatta marifet, şek kabul etmeyen/içinde şüphe bulunmayan ilimdir Örfte ise, önceden bilinmeyen bir şeyin bilinmesidir Sûfîlere göre marifet, Allahu Teâlâ'nın zâtı ve sıfatları hakkında içinde hiçbir şüphe bulunmayan ilimdir "Allahu Teâlâ'nın zâtının ve sıfatlarının tanınması nedir?" diye sorulursa, kısaca şu cevap verilir: 27 Yûnus 10/44 Allahu Teâlâ'nın zâtını tanımak, O'nun mevcut, tek, bir, zâtı bulunan, sonsuz derecede büyük olan, varlığı kendinden olup hiç kimseye muhtaç olmayan ve hiçbir şeyin kendisine benzemediği bir zât olduğunu bilmektir Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını tanımak ise, O'nun hayat sahibi, her şeyi bilen, her şeye kudreti yeten, işiten, gören ve kendisine has diğer sıfatlara sahip olduğunu bilmektir "Marifetin sırrı nedir?" diye sorulursa, onun sırrı ve ruhu tevhiddir, yani yüce Mevlâ'yı birlemektir Bu da, O'nun hayatını, ilmini, kudretini, iradesini, işitmesini, görmesini, konuşmasını varlıklardan birinin sıfatlarına benzetmekten uzak tutmaktır Çünkü, O'nun misli, benzeri, dengi hiçbir varlık yoktur "Marifetin alâmeti nedir?" denirse, kalbin Allah Teala ile hayat bulmasıdır Allahu Teâlâ, Hz Davud'a (as), "Marifetimin (beni tanımanın) ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu Dâvûd (as): "Hayır" dedi Yüce Allah: "O, kalbin beni müşahede içinde hayat bulmasıdır" buyurdu Hangi makamda hakiki marifet sahih olarak elde edilir? diye sorulursa, cevabı şudur: Kalbin sırrı ile ilâhî tecellileri görüp müşahede etme makamında gerçek marifet elde edilir Kalp tanımak için görür Gerçek marifet, kalbin içinde oluşan irade ile gerçekleşir Allahu Teâlâ, kalpten bazı perdeleri kaldırır; perde arkasından dostlarına yüce zâtının ve sıfatlarının nurunu gösterir; bu şekilde yüce zâtını tanımalarını temin eder Yüce Allah, te- cellilerini gören kimsenin yanmaması için bütün perdeleri kaldırmaz Bir âşık hal lisanı ile şöyle demiştir: Eğer perdesiz zuhur etseydin; ölürdü bütün halk; Lâkin arada ince perde var da, âşıkların kalbi onunla tayat bulur Bil ki; yüce Allah bir kalbe azametiyle tecelli ederse, bu tecelli kalpte korku ve heybet oluşturur Yüce Allah cemâli ve güzelliğiyle tecelli ederse, bu tecelli kalpte aşk meydana getirir Sıfatlarıyla tecelli ederse, muhabbet meydana getirir Zâtı ile tecelli ederse, bu tecelli gaipte tevhid ilmini oluşturur Ariflerden biri demiştir ki: "Vallahi, kul dünyadan bir şey elde eder de onunla yetinirse, Allah onun kalbini kör sder, dünya muhabbeti ile yapılan ameli boşa çıkarır Mlahu Teâlâ dünyayı karanlık yaratmış; güneşi onda bir [ışık yapmıştır Aynı şekilde kalpleri de karanlık yarat-nıştır; marifeti kalp için bir ışık yapmıştır Bulut gelince güneşin ışığı kaybolur; aynı şekilde kalbe dünya mu- fhabbeti gelince, ondan marifetin nurunu giderir" Denilir ki: Marifetin hakikati müminin kalbine atılan lilâhî bir nurdur; kalp hazinesinde marifetten daha kıy- fmetli bir şey yoktur Ariflerden biri demiştir ki: "Arifin kalbindeki marifet güneşi, dünyayı aydınlatan güneşten daha parlaktır; gökteki güneş bazan tutulur ışığı perdelenir; kalplerdeki marifet güneşi ise hiç perdelenmez Gökteki güneş, gece olunca kaybolur; ariflerin kalbindeki marifet güneşi ise hiç batmaz" Bu konuda bazıları şu şiiri okur: Gündüzün güneşi, gece kaybolur; Kalplerin güneşi ise hep aydınlık durur Kim severse dostu uçar kalbi O'na; İştiyakla yanar, ta kavuşma anına Zünnûn el-Mısrî (ks) demiştir ki: "Marifetin hakikati; Cenâb-ı Hakk'ın gizli nurlarını ulaştırarak sırlara tecelli etmesidir" Bu konuda şu mânadaki şiir söylenir: Ariflerin öyle kalpleri vardır ki, onunla perdeler içinde sırrın sırrında tecelli eden yüce ilâhın nurunu tanırlar Onu tanıdıktan sonra; halka karşı kulakları sağır olur; onları görmekten gözleri kör olur, yalan dava ve boş iddiaları konuşmaktan dilleri tutulur Ariflerden birine: "Kul gerçek marifete ulaştığını nasıl bilir?" diye sorulunca; şu cevabı vermiştir: "Kalbinde rabbinden başkasına ayıracak bir yer bulamadığı zaman" Ariflerden biri şöyle der: "Marifetin hakikati, herhangi bir vasıta olmaksızın, nasıl olduğu bilinmeksizin ve hiçbir şeye benzetmeksizin Yüce Hakk'ı müşahede etmektir" Müminlerin emîri Hz Ali'ye (ra), "Ey müminlerin emî-ri, sen gördüğün rabbe mi ibadet ediyorsun, görmediğin Rabbe mi?" diye sorduklarında Hz Ali (ra), "Ben gördüğüm rabbime ibadet ediyorum, fakat bu görme başın görmesi değil kalbin görmesidir" demiştir Ca'fer es-Sâdık'a (ra), "Yüce Allah'ı gördün mü?" diye sorulunca hazret, "Ben görmediğim rabbe ibadet etmem!" cevabını vermiştir Kendisine, "O'nu nasıl gördün; halbuki, gözler O'na ulaşamaz" diye sorduklarında ise şu cevabı vermiştir: "O'nu gözler baş gözü ile göremez, fakat imanın hakikatine ulaşarak kalpler O'nu görür O, zahirdeki duyu organları ile bilinmez, insanlar ile kıyas edilmez" Ariflerden birine marifetin hakikati sorulunca şöyle demiştir: "Gerçek marifet, sırrı bütün istek ve arzulardan boşaltmak, âdet olan şeyleri terketmek, hiçbir alaka düşünmeksizin kalbin Allahu Teâlâ ile sükûn ve huzur bulması, O'ndan başka her şeyden gönlü çekip bütün düşünceyi yüce Mevlâ'yı da toplamaktır" Aslında, O'nun zâtının ve sıfatlarının hakikatini bilmek mümkün değildir; yüce Allah'ı gerçek mânada ancak kendisi tanır Bütün şan ve şeref O'na aittir |
Tevhid Ve Marifetle İlgili Konular |
08-02-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevhid Ve Marifetle İlgili KonularBASİRET, MÜKAŞEFE, MÜŞAHEDE, MUAYENE Bunlar, aynı mânaya gelen farklı lafızlardır Onların asılları birdir, ancak tam olarak açıklamaya kalkarsak aralarında bazı farkların olduğunu görürüz Basîretin akıldaki yeri, göz için görmeyi sağlayan gözün nuru durumundadır Basîret için marifet de, gözün nuru için güneşin ışığı gibidir Basîreti aydınlatan marifet ışığı ile, gizli ve açık şeyler bilinir Kalbin hayatına gelince o, gerçek tevhide ulaşmaktır Bu konuda Allahu Teâlâ buyurmuştur ki: "Olu iken (tevhidle kalbini) dirilttiğimiz kimse gibi midir?" YAKÎN Bil ki, doğru itikad ve ilim kalbi sarınca, orada kendilerine ters ve karşı bir şey yoksa, kalpte marifet meydana getirirler Bu marifete yakîn denir Çünkü yakinin hakikati, çalışarak elde edilen ilmin safi (temiz) halidir Bu ilim öyle bir dereceye ulaşır ki, aksi düşünülmeyen zaruri ilim gibi olur Bu ilmi elde eden kalp, dinin, dünya ve âhiretle ilgili haber verdiği her şeyin iç yüzünü müşahede eder, hakikatini anlar FİRÂSET Firâset, yüce Allah'tan gelen bir alâmetle, işin için yü-Izünü bilmektir Bu alâmet, yüce Allah ile kul arasında lolur; kul onunla işin iç yüzüne vâkıf olur; sırları çözer Firâset, ancak yüce Allah'a yakınlık elde ettikten sonra olur; o ilhamdan ayrı bir şeydir İlham, bir alâmete muh-j taç değildir, firâset ise muhtaçtır Firâset, umumi ve hususi olmak üzere iki kısımdır Yüce Allah en iyisini bilir İLHAM İlham, herhangi bir sebep ve çalışma olmadan kalpte bu marifetin oluşmasıdır İlham, kalp manevî kirlerden temizlendikten sonra yüce Allah tarafından kalbe verilen bir ilimdir Bu ilim, dünyanın ve âhiretin güzellikleriyle ilgilidir el-En'âm 6/122 İmam Gazali |
|