Yardımlaşmada Yarışma |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yardımlaşmada YarışmaCemil Tokpınar MÜ'MİN OLMANIN AYRICALIĞI: YARDIMLAŞMADA YARIŞMA Kur’an-ı Kerim’de müminlerin özellikleri sayılırken “kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar” denilir Peygamber Efendimiz (sav) de Kur’an’da zekât, sadaka, infak gibi farklı isimlerle anılan yardımlaşmayı hem fiilleriyle, hem sözleriyle öylesine anlatmıştı ki, sahabe arasında âdeta yarış başlamıştı Kur’an-ı Kerim’in ikinci sayfasında başlayan Bakara Suresi’nde muttakîlerin özellikleri şöyle sayılır: “Onlar, görmedikleri halde Allah’a ve O’nun bildirdiklerine iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar Onlar sana indirilen Kur’an’a da, senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara da inanırlar Onlar ahirete de kesin olarak iman etmiş kimselerdir” (Bakara: 3-4) Bu özelliklerde hemen dikkat çeken bir husus vardır Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınan kimselerin nitelikleri iman ve amel olmak üzere iki grupta toplanıyor Allah’a, peygamberlere, kitaplara ve ahirete inanmak imanla ilgili öncelikli hususlar olarak sayılırken, amelle ilgili iki muhteşem ibadet olan namaz ve infakın özellikle vurgulandığını görüyoruz Demek ki bu iki ibadet Allah katında çok önemli olmalı ki, mukaddes kitabımızın hemen başlarında dikkat çekiliyor İlginçtir ki, Rabb’imiz Kur’an’ın yaklaşık 30 ayetinde namazla infakı veya zekâtı birlikte zikreder Çünkü, namaz insanın manevî dünyasını, zekât da sosyal hayatını ayakta tutar Bunlardan birisi de Enfal Suresi’nin başında geçer Burada muttakîlerin yerine mü’minlerin hususiyetlerini zikreden Rabb’imiz, aslında benzer niteliklerden bahseder O kadar ki, bu surenin üçüncü ayetindeki ifade, Bakara’nın üçüncü ayetinde aynen geçmektedir: “O müminler namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda bağışta bulunurlar” Yardımlaşmada yarışanlar Peygamber Efendimiz (sav), Kur’an’da zekât, sadaka, infak gibi farklı isimlerle anılan yardımlaşmayı hem fiilleriyle, hem sözleriyle öylesine anlatmıştı ki, sahabe arasında âdeta yarış başlamıştı Abdullah b Mesud Hazretleri anlatıyor: “Sadaka ayeti nazil olunca hepimiz Allah yolunda tasadduk edecek bazı şeyler bulma arayışına koyulmuştuk Öyle ki, hamallık yapıp az da olsa para kazanarak infakta bulunmaya çalışıyorduk Çarşıya-pazara gidip sırtımızda eşya taşıyor, ücretini alır almaz da, ’verenler‘ arasına dâhil olmak için Efendimiz’in huzuruna koşuyorduk” Yine bir gün Efendimiz ensar ve muhacirînin himmetine başvurdu Ya bir yere seriyye gönderecekti de ordunun teçhizi için yardım istiyordu ya da çölden gelen fakir insanları doyurmak ve onların ihtiyaçlarını görmek için “Verin!” diyordu Peygamber Efendimiz’in teşvikleri karşısında Hazreti Abdurrahman b Avf, her zamanki civanmertliğiyle seslendi; “Ya Resulallah!” dedi, “Bende dört bin dirhem var, kabul buyurunuz” Efendimiz (sav) çok memnun kalmış ve ona hayır duada bulunmuştu Hem Resul-i Ekrem Efendimiz’in şevk veren sözlerini duyan hem de cömert insanların büyük fedakârlıklarını gören herkes bu hayır yarışına katılmak istiyordu Mal-mülk sahipleri böyle bol bol verirken, imkânları geniş olmayanlar da az da olsa verebilecekleri bir şey arıyorlardı Bunlardan birisi de ensardan fakir bir Müslüman olan Ebu Akîl idi Onun iki avuç hurmadan başka bir şeyi yoktu Fakat öyle de olsa adını “hayırda yarışanlar” arasında yazdırmalıydı; elindeki hurmanın bir avucunu ailesine ayırdı, diğerini de himmet mallarının içine kattı Peygamber Efendimiz (sav), kardeşinin derdiyle dertlenmeyi birçok hadislerinde teşvik etmişti “Yarım hurmayla da olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz”, “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”, “Ya Eba Zer, çorbanın suyunu fazla kat ki, komşuna da ver” gibi hadisler, hep paylaşmayı teşvik ediyordu Yardımı ihlasla yapmak gerekir Cenab-ı Hak, yardımlarında kendi rızasını gözetenleri şöyle övüyor: "Malınızdan hayır adına her ne harcarsanız kendi menfaatiniz içindir Zira siz, ancak Allah rızasını gözeterek verirsiniz Böylece hayra dair her ne verirseniz onun sevabı tam olarak size ödenir Hakkınız yenmez ve size zulüm edilmez" (Bakara: 272) Bir hadiste, kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insandan birisinin de sağ elinin verdiğini sol eli görmeyecek kadar gizli sadaka veren kimseler olduğu belirtilir Bu hadisten anlaşıldığına göre, yardım ihlasla yapılmalı, sadece Allah’ın rızası gözetilmelidir Nitekim Peygamber Efendimiz, “Cenab-ı Hak, ne ‘desinler’ diye hayır yapan sümacıdan, ne gösteriş delisi müraiden, ne de iyiliğini başa kakıp duran mennandan hiçbir şey kabul etmez!” buyurmuştur Verdiği sadakayı kimseye, hatta iyilik yaptığı insanlara bile hissettirmeyenlerden birisi de, Peygamber Efendimiz’in (sav) torunlarından olan İmam Ali Zeynelabidin idi Kendisini Allah’a ibadete adamış bu insanın yaşadığı dönemde halkın arasında pek çok fakir, kimsesiz ve bakıma muhtaç insan vardı Bunların çoğu, ihtiyaçları olan yiyecek, içecek ve giyecek eşyalarının bir gece vakti kapılarının önüne konmuş olduğunu görürlerdi Senelerce kimin getirdiğini bilemedikleri bu eşyaları kullanmışlardı Çünkü o mübarek insan öylesine ince düşünüyordu ki, getirdiği eşyaların bir taraflarına “helaldir” yazan küçük kâğıtlar yapıştırıyordu Yıllardan sonra bir sabah, kapılarının önünde her zaman alıştıkları yardım paketlerini görememişlerdi Çünkü o gece hiçbir muhtacın kapısına erzak çuvalı bırakılmamıştı Herkes bunun sebebini merak ediyordu ki, o sırada “İmam Ali vefat etti” diye bir ses duyuldu Hak dostunu yıkayan, defin için hazırlayan gassal, imamın sırtına el vurunca kocaman bir nasırın varlığını görmüş ve gözyaşlarını tutamamıştı Zira o koca İmam tam yirmi yedi sene fakire fukaraya çuval çuval yardım taşımıştı sırtında Taşıdığı yüklerden dolayı sırtı nasır bağlamıştı Fakat o ölene kadar bundan kimsenin haberi olmamıştı Çünkü bu hayır hasenatının ihlaslı olmasını arzuluyor, insanların görmesini istemiyordu Yardım gerçek muhtaçlara yapılmalıdır Yardım yapılacağı zaman gerçekten yoksul olan kimseler aranmalıdır Rabb’imiz bu hususta şöyle buyurur: “Sadakalarınızı o fakirlere verin ki, onlar, Allah yolunda çalışmaya koyulmuşlardır; öteye beriye koşup kazanamazlar Dilenmekten çekindikleri için, tanımayanlar, onları zengin zannederler Ey Resul’üm! Sen onları yüzlerinden tanırsın Onlar iffetlerinden ötürü insanları rahatsız edip bir şey istemezler Siz malınızdan bunlara ne harcarsanız, muhakkak Allah onu hakkıyla bilicidir" (Bakara: 273) Fazilet ve hayâ sahibi insanlar, yoksulluklarını açığa vurmaz, başkalarından kolay kolay bir şey istemezler Yardım yapacak zenginlerin, çevrelerinde böylelerini arayıp bulmaları ve haysiyetlerini zedelemeden onlara yardım etmeleri gerekir Dilenmeyi meslek haline getirenlere verilen sadaka değildir Çünkü onlar, sanki mesaiye gider gibi belirli yerleri paylaşıp dilenmeye başlamakta ve sürekli mal biriktirmektedir Peygamberimiz (sav) bu tür kişileri kötülemektedir Muhtaçlara yapılan yardımlar, onların derdine deva olmalıdır Adi, işe yaramaz şeyler yardım diye başkalarına verilmemelidir Düşük ve bayağı şeyleri vermek mürüvvet ve cömertliğe sığmaz Rabb’imiz bizi bu konuda şöyle uyarır: "Ey iman edenler! Kazandıklarınız ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerden en helal ve iyisinden Allah yolunda harcayın Kendinizin, ancak, göz yumarak alabileceği düşük ve bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın Biliniz ki, Allah verdiğiniz sadakalardan müstağnidir, her hâlde hamde layıktır" (Bakara: 267) Yapılan yardım hiç bir şekilde başa kakılmamalıdır Başa kakılarak yapılan yardımın sevabı yok olur İyilik yerine kötülük yapmamak gerekir Hiç şüphe yok ki, başa kakmanın vereceği üzüntü, maddî yardımın sevincinden çok fazla olur Allah Teâlâ, başa kakılarak yapılan yardımı mümin olmayan kimselerin işleri olarak nitelemiştir: "Ey iman edenler! Sadakalarınızı; insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın Çünkü onun bu gösterişinin hâli, üzerinde az bir toprak bulunan bir kayanın hâline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet edince, üzerindeki toprağı temizleyip kendisini katı bir taş hâlinde bırakır Onlar, yaptıkları şeylerden hiç bir sevap kazanamazlar Allah, kâfirler topluluğuna hidayet etmez" (Bakara: 264) Yardım almak büyük sorumluluktur Yardım etmek ne kadar önemliyse, yardım almak da büyük bir sorumluluktur Yardım alan kimse, ihtiyaçtan fazlasını istememelidir İsraftan ve lüks yaşantıdan kaçınmalıdır Ne yazık ki, öyle yardımseverler vardır ki, yardım alan kimse ondan daha lüks yaşamaktadır Ayrıca yapılan yardımın sızlanmadan, azımsanmadan kabul edilmesi gerekir Madem bir mümin bir muhtacın derdine derman olmaya çalıştı, yardımı küçümseyerek, burun kıvırarak almak veya reddetmek kırıcı olur Önemli bir husus da, yardımı, cömert ve ahlaklı kimseden istemek gerekir İyilik yapmayı sevmeyenden iyilik beklemek insanı perişanlığa sürükler Yardım imkânı olmayandan istemek de onu güç durumda bırakır Hz Ali (ra), "Yoku, ‘yok’ denilinceye kadar anlamayan ahmaktır" demiştir İyilik ve yardım yapana nankörlükle değil, teşekkür ve dua ile karşılık verilmelidir Peygamber Efendimiz (sav), "İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyen Allah'a şükretmesini bilmez ve nimetin kesilmesine müstahak olur" buyurmuştur Şu halde nankör olmamak, iyilik ve yardımları teşekkürle, karşılamak ahlakî bir görevdir Bu görev dua ile tamamlanmalıdır Haklarında ayet indi Rivayetlere göre; Hazreti Ebu Bekir (ra) kırk bin dinarın on binini gece, on binini gündüz, on binini gizli, on binini de açıkça olmak üzere bir günde sadaka olarak muhtaçlara vermişti Yine, Hazreti Ali’nin (ra) sadece dört dirhem gümüşü varken, onun birini gündüz, birini gece, birini açıkça, birini de gizlice fakirlere dağıttığı nakledilmektedir Bu iki muhteşem sahabe hakkında şu mealdeki ayet inmişti: “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler” (Bakara, 274) Ayet-i kerime, özellikle bu iki sahabe efendimize işaret ediyor olsa bile, Kur’an’ın bu hükmü umumîdir ve merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın da dediği gibi, buradaki infak farz, vacip ve nafile olmak üzere her çeşit infakı içine almaktadır Hz Ömer (ra) Efendimiz, devlet başkanı olduğu halde, günlerdir açlık çeken bir aileye yardım etmek için gece vakti un çuvalını sırtına almış, kendi eliyle çorba pişirmiş, çocukların karnını doyurup birbiriyle güreş tuttuğunu görünceye kadar oradan ayrılmamıştı Hatta halife olduğunu belirtmemiş, ertesi gün kendisini ziyarete gelen fakir kadın, onun emire‘l-müminin olduğunu anlamıştı Demek ki, herkes makam ve mevkiine, şan ve şöhretine bakmadan insanların yardımına koşmalı, hatta bu yardımı bir emir veya başka vasıtalarla yapsa bile fırsat buldukça fakir fukarayla yüz yüze gelerek yapmalıdır Yardımlaşma insanı mutlu eder İnsanlara yardım edenin malı bereketlenir Bunu hem dünyada, hem ahirette görür Bu hususta Rabb’imiz şöyle buyurur: “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir Allah dilediğine kat kat verir Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir” (Bakara: 261) Demek ki Rabb’imiz bir iyiliğe en az 700 kat ecir vermektedir Bunun için imkânımız az bile olsa yardıma koşmak gerekir Bu yüzden atalarımız, “Çok veren maldan, az veren candan verir” demişlerdir Zor şartlarda sadaka veren kimsenin sevabı da kat kat verilecektir Bencillik, mal biriktirip kimseyle paylaşmamak, insanı vicdanen rahatsız eder, huzurunu kaçırır, hatta bunalıma sürükler İnsanlara yardım etmek, paylaşmak, infakta bulunmak ise kişiyi mutlu ve huzurlu eder Depresyonu yenmek için başvurulan çözümlerden birisi de, yardım kuruluşlarında görev almak, insanlara hizmet etmektir |
|