Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
adalet, çoğunluğu, ümmetin

Ümmetin Çoğunluğu Ve Adalet

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ümmetin Çoğunluğu Ve Adalet








ÜMMETİN ÇOĞUNLUĞU VE ADALET



Her ne kadar İslâm tarihi'nin en başında liderlik ikiye bölünüp siyasî liderlik Hulefa-i Raşidîn'İn yolundan uzağa meyletmişse de, bütün İslâm memleketlerinde, müslümanlar büyük çoğunlukla râşid halifeler zamanından beri devam edegelmiş bulunan usûllere sâdık kalmış, sahabilerin önde gelenleri, tabiînin ve ileri gelen zevatın İslâmın başlangıcındaki görüşlerine uymuş ve bu yolu takip etmiştir Bugün de, dünyanın muhtelif bölgelerine dağılmış bulunan müslümanlar arasında, genel nüfusa oranla ancak yüzde onluk bir nisbet belirten, bu değişikliklerden müteessir olmuş insanlara rastlamak mümkündür Geride kalanlar 'cumhur-i müslimîn'in inancındadır Değişiklikler daha çok üst fikir plamndaydı ve birkaç âlimi tehdit ediyordu Avam ise Hz Peygamber 'in sahabileri devrinden beri izlenen çoğunluğun fikrine sahipti


Yeni yeni çıkan problemler etkili ve tatmin edici olarak dinî liderlerce çözüme bağlanıyordu Ümmet, Kur'ân ve sünnet ışığında aydınlanan adalet ve fazilet yolunda kalmaya devam etti Adalet sistemini kurup doğru yol üzerinde kalabilmek için dinî liderliğin görüşü, sadece mahkemelerin baskı ve müdahaleden uzak olması değil, aynı zamanda halifenin insanların haklarına müdahale etmesi hâlinde, Kadı'nın ona dahi müeyyide uygulayabilecek durumda olması gerektiğidir İmam Ebu Hanife'ye göre, "eğer halifelerden biri, insan haklarını ihlâl eder mahiyette bir suç İşlerse, her ne olursa olsun, en büyük kadıya (Kadıü'l-kudat) dahi şikâyet edilirse, o da halife aleyhine hüküm İcra eder" (el-Muvaffak İbni Ahmed el-Mekkî, Menakıb-ı İmam-ı Âzam Ebu Hanife, c II)


Aynı şekilde, fikir ve ifade hürriyeti bağımsız adalet sistemi ile beraber İslâmî devlette ve İslâm toplumunda çok önemli kabul edilir Dinî liderlik bunu tam anlamiyle kavramış ve üzerinde ısrarla durmuştur Kur'ân ve Sünnette emr-i bi'l-marûfve nehyi a' nil-münker (iyiliği emretmek ve kötülükten men etmek) terimleri kullanılır Yönetimin olduğu kadar, fertlerin de muhtelif yönleri olabilir, hoşa gitmeyen tarafları bulunabilir İnsanlar yönetime muhalefet edebilir, fitne ve fesat aşılamak imkânına sahip olabilir Hatta ahlâk, din ve insanlık aleyhine bazı görüşler beyan edebilir Fakat bütün bu kötülükler "olabilir" diye, sadece ihtimalleri gözönünde tutarak ve bu "olabilir"lere dayanarak iyilikleri men etmek şeriata uymaz Ancak iyilikleri bildirmek ve kötülüklerden men etmek suretiyle fikir beyanı sahihtir ve İslâmî bir terim olarak sözko-nusu hüküm herşeyi kapsar Bu husus İslâmî açıdan sadece halkın hakkı değil, aynı zamanda vazifesi olarak kabul edilmektedir İmam Ebu Hanife bunun önemini bilerek bu vecibe üzerinde durmuştur Nitekim, o devirde mevcut bulunan siyasî sistem bu hakkı müslumanlara yasaklamıştı İmam Ebu Hanife hem söz ve hem de hareketleriyle bu hakkın sınırlarını tayin edip açık bir şekilde müs-lüman topluma tekrar yerleştirebilmek için elinden geleni yaptı Horasan'ın meşhur fâkihlerinden el-Cessâs'ın beyanına göre, İbrahim es-Sâ'iğ'in bir sorusu üzerine Ebu Hanife emr-i bi' l-marûf ve nehyi a'nil-münker 'i yerine getirmenin farz olduğunu söyledi Kaynak olarak da tkrime'nin İbni Abbas'dan olan rivayetini gösterdi Bu rivayette Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Şehitlerin en faziletlilerinden birisi Hamza b Abdül-rnuttalip'tir Diğeri İse, zâlim imam(devlet reisi)ın karşısına dikilerek hak sözler söyleyen ve onu kötülüklerden men eden ve bu zâlim hükümdarın kabahatlerini yüzüne vuran kimsedir" İbrahim, İmam'ın beyanından o kadar etkilendi kî, Horasan'a döndükten sonra, Abbasî saltanatının kurucusu Ebû Müslim Horasanî'yi haksızlık ve zulmüne, zorbalıklarına ve haksız yere adam öldürmesine karşı geldi, ona mani olmaya çalıştı İş o dereceye vardı ki, nihayet Ebû Müslim fâkihi katlettirdi (Ahkâmu'l-Kur'ân, c I)


Hicretin 148 (miladî 765) yılında Musul halkı Mansur'a karşı isyan etmişti İlk ayaklanmayı bastırdıktan sonra, Mansur, bu işe bir daha teşebbüs edeceklerin şehirlerinin tama-nien dağıtılacağını, halkın kan ve mallarının helâl sayılacağını ilan etti Buna rağmen Musul halkı tekrar ayaklandı Bu defa Mansur, Ebu Hanife dahil meşhur fakihleri toplayarak verdiği söz gereğince, isyan eden Musul halkının mal ve canlarının helâl olup olamayacağına dair kendilerinden fetva istedi Bütün diğer âlimler tasvip eder mahiyette beyanda bulunup "onları bağışlarsanız elbette daha iyi olur ve sizin sânınıza yakışan da budur Cezalandırmaya gelince, bu da halifenin bileceği iştir" dediler Ebu Hanife müzakere boyunca sadece dinlemekle yetinmiş, birşey söylememişti Bir ara Mansur kendisine döndü ve "Ya Şeyh, siz ne dersiniz?" diye sordu İmam: "Siz, Musul halkının kendilerine bile helâl olmayan bir hususta (kanları), onlarla sözleşmiş ve şart koşmuşsunuz Halbuki böyle birşey üzerine şart koymak için Şeriate göre hakkınız yoktur Farzedelim ki, herhangi bir kadın, kendi kendisini herhangi bir erkeğe nikahlamış olsun Şimdi, adamın rızası olmaksızın sözkonusu nikâh caiz midir? O kadın o kişiye helal olmuş olur mu? Bunun gibi, meselâ herhangi bir insan, birisine 'gel beni öldür' dese ve diğeri de onu katletse, acaba bu helâl ve caiz olur mu?" Mansur "Olmaz" dedi İmam "O halde sen de Musul halkını bırak, kendilerine birşey yapmaya kalkma Çünkü İnsanların kanını dökmek sana helâl olmaz" dedi Mansur bu cevaba çok içerledi ve toplantıyı dağıttı Daha sonra Ebu Hanİfe'yi yanma çağırdı ve "Söylediklerin doğrudur Fakat rica ederim, böyle bir hükmü sakın yayma Yoksa isyancılar cesaretlenir ve daha ileri gider" dedi (İbn'ül-Esir, c V; Serahsî, Kitâbû'l-Mebsut, c X)


İmam Ebu Hanife, adlî mercilere karşı da ifade hürriyetini tatbik etti Adalet mekanizmasında veya kanunlann tatbikinde görülen herhangi bir hatalı hareketin mutlaka söylenmesini ve ilgili makamlara bildirilmesini İmam Ebu Hanife açıkça beyan etmiştir O, adlî kuruluşlara gösterilecek hürmet ve itibarın, uygulamadaki yanlışlıklan ve hatalı hareketleri tasvip etmek anlamına gelemeyeceğini belirtmiştir Nitekim, İmam, adalet sisteminde müşahede ettiği bir hata sebebiyle uzun müddet fetva vermemiştir (İbni Abdulbirr, el-İntika; el-Hatip, c VIII, el-Kerderî, c I)


O fikir ve ifade hürriyetinde o kadar ileri gidiyordu ki, meşru bir devlet başkanının başında bulunduğu âdil bir yönetime karşı, sıradan birinin tenkit hakkını tereddütsüz kabul ediyor; hatta böyle bir kimsenin devlet reisine hakaretini veya onu öldürmekten bahsetmesini, silâhlı ayaklanmaya teşebbüs etmedikçe ve bizzat harekete geçmedikçe cezayı gerektiren fiillerden saymıyor ve hapsedilmelerine cevaz vermiyordu Bu husustaki hükmünü Hz Ali'nin hilafeti devrinde Kûfe'de maydana gelen bir hâdiseden çıkarmaktaydı


Üstte, Rasûlullah 'in milâdî 7 yüzyıl başlarında el-Hısa'nın reisine göndermiş olduğu mektuptaki yazı Altta, Muavİye'nin (661-80) yaptırdığı bir su bendinin vakfiyesinde bulunan 677 tarihli bir kitabe


Hâdise şudur: Kûfe'de bulunduğu sırada beş kişi yakalanarak Emîrülmü'minîn Hz Ali'nin huzuruna getirilir Suçlan, zamanın devlet reisi olan Hz Ali'ye Küfe çarşısında alenen sövmektir Hatta içlerinden birisinin "Ali'yi öldüreceğim" dediği iddia edilmektedir Halife bunların salıverilmelerini emreder "Sizi öldürmeye niyetli olanı da mı?" dendiğinde Hz Ali: "Böyle söylediği için bu adamı öldüreyim mî?" der "Bunlar size hakaret etmiştir" denilince de "İsterseniz siz de onlara hakaret ediniz" şeklinde karşılık verir


Aynı şekilde yönetimine muhalif olan Hava-ric için Hz Ali şöyle buyurmuştur: "Silaha sarılıp da, alenen ayaklanmadıkça ve muhalefete geçmedikçe sizin mescide gelmenize mâni olamayız ve fethedilen topraklar üzerindeki hakkınızdan sizi mahrum bırakamayız" (Serahsî, Kiîabu'l-Mebsut, c X; Mevdûdî, Hilafet ve Saltanat)


İmam Ebu Yusuf'un da adalet ve ferdî hürriyet konusunda benzer görüşleri vardır: Adlî mercilerin vazifesi, tam bir tarafsızlık ve adaletle hüküm vermektir Masum ve suçsuz bir insanın cezalandırılması nasıl adaletsizlik ise, suçluların cezasız kalması da aynı şekilde adaletsizliktir Bu fiillerin her ikisi de haramdır Şüphe üzerine ceza verilemez Cezalandırılması gereken bir kimseyi affetmek suretiyle cezasız bırakmak, şüphe yok ki, sebepsiz yere cezalandırmaktan çok daha ehvendir Adalet ile ilgili meselelerde ve bütün adlî muamelelerde her türlü müdahale ve aracılık kapıları kapatılmalıdır Bu gibi hususlarda hiç kimsenin makamına, haysiyet ve şerefine, şahsî statüsüne bakilmamahdır (Kitâbû'l-Ha-rac)


Ebu Yusuf, mücerret itham ile hiç kimsenin tutuklanamayacağmı belirtmiştir Bir iddia ile İlgili davada, deliller ve şehadetler tesbit edilir Suç, bu şekilde ispat edildikten sonradır ki, suçlu cezalandırılır Yoksa serbest bırakılır İmam Ebu Yusuf bu hususta halifeye tavsiyelerde bulunur ve hapishanelerde tutuklu bulunan insanlara ait davaların yeniden görülmesinin zaruretinden bahseder Delil olmadan, şahitsiz ve ispatsız mücerret itham ile tutuklananların derhal serbest bırakılmalarını bildirir Kadılara, valilere ve diğer idarecilere genelge göndermesini, bundan böyle, hakkında suç isnat edilerek itham olunan kimselerin tutuksuz olarak muhakeme edİlmelirini, ancak suç sabit görüldüğünde tevkifleri yoluna gidilebileceğinin kendilerine tebliğini ister Sadece itham İle hiç kimsenin tevkif edilmemesini tavsiye eder {Kitâbû' l-Harac)


Yukarıda anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi İslâm adalet sistemi hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın, Rasûl Muhammed @'in bıraktığı ve O'nun halifelerinin uyguladığı gibi, sonraki nesillere aktarıldı Sultanların ve yöneticilerin İslâm Şeriatı'ndan sapmaları, hevâ ve heveslerine göre hükümet sürmelerine rağmen adalet anlayışı safiyetini kaybetmedi Umumiyetle insanlar, siyasî liderlikteki değişiklikten etkilenmeksizİn ümmetin salihleri-nin idaresinde şeriatın özünü takip etmişlerdi İslâm akidesi, müslüman kitlelerde o kadar derinlere kök salmıştı ki, herhangi bir yönetici şeriatın esasına karşı veya müslüman toplumun yerleşmiş fiillerini kıran herhangi bir hareketi açıktan açığa yapmaya cesaret edememiştir Bazı fâkihlerin yorumlarına veya hareketlerini meşru gösteren bazı belamlann fetvalarına sığınma ihtiyacı hissetmişlerdir Hatta modern zamanlarda bile sultanlar ve yöneticiler statülerini müslüman âlim ve kadıların desteği ile kuvvetlendirdiler Demokrasi ile yönetilen halkı müslüman ülkelerde siyasî liderler de kitlelerin Önüne İslâm adıyla veya en azından bazı İslâmî sembolleri kullanarak çıkmaktadırlar İslâm hâla bütün dünyada milyonların hayatına hükmeden bir güçtür ve hiçbir yönetim bunu görmemezlİkten gelemez Bununla beraber, Müslüman toplumlar muhtelif iç ve dış tesirler neticesinde şeriatın sadece ibadetle ilgili kısmı ile sınırlı kaldılar ve şeriatın daha geniş mânadaki uygulamalarını, amaçlarını ve bundaki hikmeti anlayıp hayata geçiremediler İslâm toplumlarının, dinî ibadetlere iştiyakla riayet etmelerine rağmen, fizikî çevreden uygun ve etkin bir biçimde faydalanmada, Batılı toplumlann gerisinde kalmasının sebebi budur




Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.