|
![]() ![]() |
|
Konu Araçları |
ahlâkından, dostlarının, hak, peygambe, örnek |
![]() |
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –18- Hz. Peygambe |
![]() |
![]() |
#1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –18- Hz. PeygambeHak Dostlarının Örnek Ahlâkından –18- Hz ![]() Bir derviş, ârif bir zâta sorar: “–Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri mi, Bâyezid-i Bistâmî Hazretleri mi daha büyüktür?” O zât şu cevabı verir: “–Bu iki velî arasındaki fazîlet büyüklüğünü tâyin edebilmek için onlardan daha büyük bir velî olmak lâzımdır ![]() ![]() ![]() Yâni Allah dostlarının fazîlet ufkunu tam olarak kavrayabilmek, değme idraklerin kârı değildir ![]() ![]() ![]() Acabâ kelimelerin mahdut imkânları ile yazılan bütün sîret kitapları, Hakîkat-i Muhammediyye’nin kaçta kaçını ifâde edebilir?! ![]() ![]() ![]() ![]() SONSUZ MÂNEVÎ İSTİÂB Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, bir gün talebeleriyle sohbet etmekteyken Şems-i Tebrizî, onu imtihan etmek maksadıyla garip bir heyecan içinde şu acâyip suâli sorar: “–Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri mi, yoksa Hazret-i Muhammed Mustafâ r mi daha büyüktür?” Mevlânâ Celâleddîn, dehşete kapılır ve hiddetle: “–Bu ne acâyip bir suâl?! Hiç âlemlere rahmet olarak gönderilmiş yüce bir peygamberle, bütün mânevî sermâyesi O’na tâbîlik olan ve gönül feyzini O’ndan alan bir velî mukâyese edilir mi?! ![]() ![]() Tebrizli Şems, sükûnetini bozmadan suâlini şu şekilde açıklar: “–Öyleyse neden Bâyezîd, Rabb’inden cehenneme konulmasını ve vücûdunun orada hiçbir günahkâra yer kalmayacak derecede büyütülmesini taleb ettiği, lâkin bunun zıddına, küçük bir ilâhî tecellî karşısında da; «Şânım ne yücedir! Kendimi tesbîh ederim! ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu îzah, Mevlânâ Celâleddîn’i sırf aklın aydınlattığı zâhir ilmin hudûduna getirip dayar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu ânî gelişmenin tesiri ile Hazret-i Mevlânâ, daha evvel ezberlemiş bulunduğu zâhirî ilmin mütâlaalarından biriymiş gibi kolaylıkla şu cevâbı verir: “–Bâyezîd’in; «Şânım ne yücedir; kendimi tesbîh ederim! Ben sultanlar sultânıyım! ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hazret-i Peygamber r ise, «elem neşrahleke sadrake »2 sırrına mazhar olmuştu ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() «Yâ Rabbî, Sen’i gereği gibi ve lâyık olduğun vechile tanıyamadım ![]() ![]() ![]() ![]() İşte Mevlânâ Hazretleri, bu nevî sır ve hikmet tecellîleriyle olgunlaşarak zâhirî ilimlerin hudutlarını aştı, gönül iklîminde aşk-ı peygamberî ile bambaşka mânâ ırmakları çağıldayan ve dilinden hikmetler fışkıran büyük velîlerden oldu ![]() VELÎSİ BÖYLE OLURSA Selçuklu Sultanı’nın kızı ve Hazret-i Mevlânâ’nın mürîdesi olan Gürcü Hâtun, sarayın meşhur ressam ve nakkaşı Aynü’d-Devle’yi, gizlice resmini çizip kendisine getirmesi için Hazret-i Mevlânâ’ya gönderir ![]() ![]() “–Sana emredileni, arzu ettiğin gibi yap yapabilirsen!” der ![]() Ressam çizmeye başlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu hâdise, ressamın gönlünü uyandırır; hayret, dehşet ve ürperiş içinde derin düşüncelere daldırır ve enfüsî bir âlemin seyyâhı eyler ![]() “–Bir dînin velîsi böyle olursa, kim bilir Nebî’si nasıl olur?! ![]() GÖNDERENİN KADRİNCE OLUR! ![]() ![]() Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-, bir seriyye esnâsında müslüman bir aşîretin yanında konaklar ![]() “–Bize Rasûlullâh r Efendimiz’i anlatır mısınız?” der ![]() Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-: “–Allah Rasûlü’nün o ebedî güzelliklerini anlatmaya güç yetmez ![]() ![]() Reis: “–Bildiğin kadarıyla anlat! Kısa ve öz olarak târif et!” deyince Hâlid -radıyallâhu anh- şu karşılığı verir: “• : Gönderilen, gönderenin kadrince olur! ![]() ![]() Yâni gönderen, Âlemlerin Rabbi olduğuna göre, gönderilenin şânını, var sen hesâb et! ![]() ![]() Velhâsıl Fahr-i Kâinât r Efendimiz’in yüceliğini kavramaya hiçbir beşerin gücü yetmez ![]() ![]() ![]() “Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ederler ![]() ![]() ![]() ![]() Bu itibarla O’nu anlamak, Hakk’a kullukta en mühim basamaktır ![]() Âyet-i kerîmede buyrulur: “(Rasûlüm!) O’nu Rûhu’l-Emîn (Cebrâil) îkaz (ve irşâd) edicilerden olasın diye, apaçık bir Arap diliyle, Sen’in kalbine indirmiştir ![]() O’nun 23 senelik nebevî hayatı Kur’ân’ın tefsîri mâhiyetindedir ![]() ![]() O’NU TANIMANIN EN FEYİZLİ YOLU Rasûl-i Ekrem r Efendimiz’i tanımak, O’nu satırlardan okumaktan ziyâde, sadırlardan okumakla mümkündür ![]() ![]() ![]() ![]() “…Siz takvâ sahibi olun, Allah size (bilmediğinizi) öğretir ![]() Dolayısıyla Siyer-i Nebî’yi öğrenmek, sırf kronolojik bir okuma faâliyetiyle olamaz ![]() ![]() ![]() ![]() Peygamber Efendimiz r âyet-i kerîme ile te’yîd edildiği üzere, aslâ hevâsından konuşmazdı ![]() ![]() Fenâ fi’r-Rasûl, yâni Rasûlullah muhabbetinde fânî olmuş Hak dostları da, nefislerinden, hevâ ve heveslerinden konuşmazlar ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Varlık Nûru Efendimiz r her şeye ebedî saâdet heyecânı bahşeden ve bütün âlemleri aydınlatan bir Güneş’tir ![]() ![]() ![]() Şeyh Sâdî, velîlerin bütün güzelliklerini Allah Rasûlü’ne borçlu olduklarını, bütün gönül sermâyelerini rûhâniyet-i Rasûlullah’tan tefeyyüz ettiklerini, Gülistan adlı eserinde temsîlî bir üslûb ile şöyle hikâye eder: “Bir kişi hamama gider ![]() ![]() ![]() “–A mübârek! Sen misk misin, amber misin? Senin gönül çekici güzel kokunla mest oldum…” Kil ona cevâben şöyle der: “–Ben misk de amber de değilim ![]() ![]() ![]() Gül, Hazret-i Peygamber r Efendimiz’in sembolüdür ![]() O Güller Şâhı’nı tanıyabilmek, O Gül’ün mübârek kokusundan ve rûhânî dokusundan nasip alabilmek, O Gül’ün yaprağında bir şebnem tânesi olabilmektir… Bu yolda gereken en temel malzeme ise O’na olan muhabbettir ![]() MUHABBET-İ MUHAMMEDÎ Kalbimizde Rasûlullah r Efendimiz’e karşı ne kadar muhabbetimiz varsa O’nu o kadar tanıyoruz demektir ![]() “Kişi sevdiğiyle beraberdir ![]() ![]() Yâni kalbî beraberliği temin eden yegâne müessir, muhabbettir ![]() ![]() ![]() ![]() Birbirini gerçekten seven iki kişi, birbirine müşterek sevdiklerinden ikrâm ederek hediyeleşir ![]() ![]() ![]() O BÖYLE YAPARDI DİYE… Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah -radıyallâhu anhümâ-çocukluğundan itibaren bütün bir hayatını Rasûlullah r Efendimiz’i adım adım tâkibe adamış, -hikmetini bilsin veya bilmesin- Efendimiz’in yaptığı her şeyi yapma gayreti içinde yaşamıştır ![]() Meselâ; Efendimiz’in bir çeşmeden su içtiğini görmüş, o da zaman zaman o çeşmeye giderek su içmiş; Efendimiz’in bir ağacın altında gölgelendiğini görmüş, o da ara sıra o ağacın altında gölgelenmiş; yine Efendimiz’in mübârek sırtını bir kayaya yaslayıp biraz oturduğunu görmüş, o da bazen uğrayıp o kayaya sırtını vererek bir müddet oturmuştur ![]() Yine Abdullah ibn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- bir hac esnâsında Cebel-i Rahme’nin kenarındaki bir kayanın üzerinde bir müddet oturmuştu ![]() “Peygamber Efendimiz r Vedâ Haccı sonrasında bu kayanın üzerinde bir müddet oturmuştu ![]() ![]() Bir kervanla yolculuk ederken, bir yerde kervanı durdurmuş ve az ilerideki bir tepenin üzerinde bulunan ağacın yanına gidip gelmişti ![]() “Rasûlullah r bir gün buradan geçerken o ağacın altına gidip gelmişti…” buyurmuştur ![]() Rasûl-i Ekrem r Efendimiz’i bir gölge gibi takip etmeye çalışan bu âşık sahâbînin vefâtındaki hâli de çok ibretlidir: İbn-i Ömer -radıyallâhu anh- Mekke’de âniden rahatsızlanır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() “–Siz az önce ne yaptınız?” diye sorar ![]() “–Abdest aldırdık ![]() ![]() “–Peki abdest aldırırken kulağını mesh ettiniz mi?” “–Hayır, unuttuk! ![]() ![]() ![]() “–Siz onu tanımıyor musunuz? O hayatı boyunca Rasûlullah r Efendimiz’in yaptığı her şeyi yapmaya, sakındığı her şeyden de sakınmaya çalıştı ![]() ![]() Bunun üzerine hemen kulağının arkasını meshederler ![]() ![]() İşte gönülleri muhabbet-i Muhammedî ile dolu âşık sahâbîler, Rasûlullah r Efendimiz’in dile getirdiği emirler kadar O’nun îmâ ve işâretlerine bile büyük bir hassâsiyetle dikkat ederlerdi ![]() ![]() ![]() Nitekim Enes -radıyallâhu anh- buyurur ki: “Rasûlullah r Efendimiz’i bir gün Duhâ namazını altı rekât kılarken gördüm ![]() ![]() Bu rivâyeti nakleden Hasan-ı Basrî Hazretleri de aynı hassâsiyet içinde şöyle der: “Hazret-i Enes’in bu ifâdelerinden sonra ben de o namazı hiç terk etmedim ![]() Câbir -radıyallâhu anh- nakleder ki: “Birgün Peygamber r elimden tutarak beni evine götürdü ![]() «–Herhangi bir katık var mı?» diye sordu ![]() «–Evde sirkeden başka bir şey yok ![]() ![]() «–Sirke ne güzel katıktır ![]() ![]() Allah Rasûlü r Efendimiz’den bu sözü duyduğumdan beri, ben de sirke yemeyi çok severim ![]() İşte muhabbet-i Muhammedî ile dolu yüreklerde zevkler ve lezzetler dahî böylesine değişiyordu ![]() ![]() ![]() Yine O Hidâyet Güneşi’ne âşık, nurlu bir hilâl olan Hak dostu Hoca Ahmed-i Yesevî Hazretleri de Fahr-i Kâinat Efendimiz r 63 yaşında ebediyete irtihâl ettikleri için bu yaştan sonraki ömründe yeryüzünde dolaşmaya vedâ etmiş, vefât edinceye kadar on yıl, mezar gibi bir yerde irşad hayatına devam etmiştir ![]() Allah Rasûlü’nün müezzini, cennet bahçesinin yanık bülbülü Bilâl -radıyallâhu anh- da Efendimiz’in ukbâya irtihâlinden sonra Medîne’de duramamıştı ![]() ![]() “–Yarın inşâallâh sevgili dostlarıma; Hazret-i Muhammed r ve arkadaşlarına kavuşacağım ![]() ![]() “–Vah başıma gelenlere!” diye ağlayıp dertlenirken, gönlü Peygamber aşkıyla dolu Bilâl -radıyallâhu anh-: “–Ah ne güzel, ne hoş!” diye seviniyordu ![]() Tabiî ki ömür, O’na muhabbet bağının âşık bir bülbülü olarak yaşanırsa, ölüm de vuslat sevincinin yaşanacağı bir düğün-bayram olur ![]() Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur: “Gel ey gönül! Hakikî bayram, Cenâb-ı Muhammed’e vuslattır ![]() ![]() İşte bu nûra pervâne olan âşık gönüller için ölüm, bir şeb-i arûs / düğün gecesi ve mes’ut bir vuslat ânıdır ![]() Peygamber Efendimiz r Âişe vâlidemizin odasında Refîk-ı Âlâ’sına kavuşmuş ve oraya defnedilmişti ![]() ![]() ![]() -radıyallâhu anh- da vefât etti ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Rivâyete göre Âişe vâlidemiz, hücre-i saâdetlerinde sadece Peygamber Efendimiz ve Hazret-i Ebû Bekir’in kabirleri varken onların yanında rahat bir şekilde hareket edebiliyordu ![]() ![]() İşte ömrü boyunca Allah Rasûlü’ne yakınlığı en büyük saâdet bilen bu mübârek vâlidemizin vefâtına yakın yaptığı şu iki maddelik vasiyet, Fahr-i Kâinât r Efendimiz’e kavuşma heyecanının müstesnâ bir tezâhürüdür: “1 ![]() ![]() 2 ![]() ![]() Eski Arabistan’daki âdetlere göre, düğün gecesi gelin, damadın evine götürülürken, düğün alayının kenarında kuru hurma dalları yakılırmış ![]() SÜNNET-İ SENİYYE HASSÂSİYETİ Allah Rasûlü r Efendimiz’i tanımanın ve O’na muhabbetin en büyük delîli, O’nun sünnetini güzelce tatbik edebilmektir ![]() ![]() Bir İslâm büyüğü, sünnete aşk ile bağlılığın ehemmiyetini şöyle ifâde eder: “İnsanın, Peygamber Efendimiz’in sünnetlerinden tek tek kopuşu, bir halatın iplerinin tek tek çözülüp kopması gibidir ![]() ![]() ![]() ![]() Bu yüzdendir ki Hazret-i Peygamber r Efendimiz’i en iyi tanıyan Hak dostu âlim ve âriflerin en büyük kerâmeti de sünnet-i seniyyeyi büyük bir gönül hassâsiyetiyle yaşamaları olmuştur ![]() Şüphesiz ki beşeriyet içinde sevilmeye en lâyık olan, Rabbimiz’in lutfettiği en güzel örnek şahsiyet ve insanlıkta tecellî eden en büyük mûcize, Rasûlullah r Efendimiz’dir ![]() ![]() Biz o cennet bahçesinden esen rûhâniyet meltemlerinden ne kadar istifâde hâlindeyiz? Âile hayatımız ne kadar O’nunkine benziyor? Ticârî hayatımız ne kadar O’nun tasvîb ettiği minvalde? İctimâî hayatımız ne kadar O’nun koyduğu ölçüler içinde? O’nun kalbi ümmeti için rikkatle çarparken, yoksullar, çâresizler, kimsesizler, yetimler ve hidâyet bekleyenlere karşı biz ne kadar duyarlıyız? O’nun güzel ahlâkına mukâbil, ümmeti olarak bizler İslâm’ın güler yüzünü, gönül dokusunu, rûhî yapısını, zarâfet, nezâket ve estetiğini ne kadar temsil hâlindeyiz? Cenâb-ı Hak, bizleri Yüce Zât’ına samîmî bir kul, Nebiyy-i Muhterem’ine lâyık bir ümmet eylesin! Kıyâmete kadar bütün beşeriyete en güzel örnek şahsiyet olarak armağan ettiği Rasûlullah r Efendimiz’i gönül gözüyle okuyabilmeyi, O’nun kalbî dokusundan hisse alarak sünneti üzere yaşayabilmeyi, kıyâmette de O’nunla Hamd Sancağı altında buluşup Kevser Havuzu’ndan kana kana içerek Şefaat-i Uzmâ’sına erebilmeyi nasîb eylesin! Âmîn! Dipnotlar: 1) Ahmed Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, II, 225 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|