Hiç Miracınız Var Mı? |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Hiç Miracınız Var Mı?Hiç Miracınız var mı? Rastladıkça sorardı bir arkadaşım bana: -Miraca çıktın mı? Acaba çıkmış mıydım? Yani bir namazda Mirac duygusu yaşamış mıydım? Koltuğumun altına alıp, Mahşer'de Rabbimin huzuruna güvenle taşıyacağım bir vakit namazım var mıydı? Namaz kaygısı yüreğimi hoplatıyor Hele şu Mirac günlerinde Allah Rasulü - sallallahü aleyhi ve sellem- o yüceliklere çıkmış, ve oradan Namazla dönmüş Böylece Namaz ile Mirac arasında derin bir akrabalık doğmuş Sanki Namaz mü'minin Miracı olmuş İslam, insanın Rabbi ile yakınlığını bilinç - idrak haline getirmeyi öngörüyor "Kulluk" bilincinin - idrakinin böyle olduğu takdirde diri yaşanacağını düşünüyor "Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir" Bu birlikteliği idrak, insanın İslam içindeki seyrü seferinin başarısına bağlı Tüm ibadetler bu seyrü seferin güne, haftaya, aya, yıla yayılan safhaları Bu ibadetlerle, "Her an"da yaşanan "Huzur Hali"ne ulaşıyor insan: O'nun huzurundasın O seni görüyor O'nunla berabersin Bunu idrak sende nasıl bir halet-i ruhiye oluşturursa onu kuşanmaya çalış Bu idrak durup dururken kazanılmıyor Kalbe emek vermek gerekiyor; Kalb zikirle - Allah Teala ile beraberlik temrinleri- ile yoğruluyor Namazlar, oruçlar, haclar, zekatlar kalbi yoğuran beraberlik temrinleri Namaza durdunuz: Huzurda mısınız? Abdestinizi abdest gibi aldınız mı, yani yüreğinizdeki manevi kirlerden arınma cehdi gösterdiniz mi, sonra maddi her türlü kirden arındınız mı, sonra Huzura çıkma vaktinin heyecanını yaşadınız mı, sonra yönler içinde savruluşlardan kurtulup, O'na yöneldiniz mi, ve sonra bütün bu hazırlık eylemlerini getirip, "İşte huzurdayım Rabbim" gibi bir kalbi yoğunlaşma, niyet duruluğu yaşadınız mı? "Allahüekber! " Tüm engelleri O'nun için aştınız ve geldiniz, yüreğinizden bir sada koptu, tüm yücelikler O'nun yüceliği yanında silinip gitti, bir iman, bir karar anıt gibi dikildi içinize: "Allahüekber! " Huzurdasınız Hem var hem yoksunuz, O sizi kabul etti, böyle bir yüceliği tadıyorsunuz kalbinizde tarif edilmez bir Kabe kavseyn heyecanı meleklerin bile kanadı bu yüceye çıkmak için yetmemiş, onlar bile geride kalmış Böyle bir namazınız var mı? Namazlarınızdan kaygı duyuyor musunuz? Kendinizi "Veylün lil musallin" kapsamı içinde hissetme tedirginliğine düştüğünüz oluyor mu? Namazlarınızda sık sık "sehv" alemlerine savrulduğunuz için Okumaya başladınız Yüreğinizde Fatihayı idrak çağlayanı oluştu Alemlerin Rabbini tefekkür ettiniz, tüm övgüleri O'na tahsis ettiniz, O'nun Rahman ve Rahim ismi şeriflerine sığındınız, Din Gün'ünü hatırladınız, "El hükmü yevmeizin lillah" dediniz, o hüküm anında mutluluk yaşamayı düşlediniz, sonra döndünüz, ibadetlerinize baktınız, bir ikrar geçti içinizden "AncakSana ibadet ederiz, ancak Sen'den yardım dileriz" Yüreğinizin sarsılmalarına karşı bu ikrara sığındınız Sonra dua kelimelerinden yardım dilediniz, "İhdina! Bize yol göster!" sırat-ı müstakim için, in'am edilen insanların yolu için, gazaba uğrayanların ve sapkınların olmayan yol için" Kıyamları, kıraatleri, rükuları, secdeleri nasıl yaşıyorsunuz? Secdede bir Rabbani yakınlık hissediyor musunuz? Namazdan çıkınca nasılsınız? Namazdan çıkınca hayatınız nasıl? Miraca tutkun - sevdalı bir namaz -Mirac'a çıktınız mı? -Mirac iklimini yüreğinize taşıyan bir namaz kıldınız mı? Ben derim ki, insanın böyle, hiç olmazsa bir vakit bir namazı olmalı Onu koltuğunun altına alıp, Rabbinin huzuruna varabilmeli, "İşte Rabbim, diyebilmeli, çok namaz kıldım, ama işte bu namazım bütün yarasına beresine rağmen Senin huzuruna taşınabilecek bir güzellik taşıyor!" alinti |
Hiç Miracınız Var Mı? |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Hiç Miracınız Var Mı?Haluk Nurbaki | Mirâç Olan Namaz Şüphesiz mirac olan namazı anlamak için önce kâinatın en yücesi Efendimizin sırrını, yani mîracı bilmek gerekir Ne yazık ki Kur'an'ın pek açık hükümlerine rağmen, mîrac pek çok kitaplarda yanlış ve eksik tanıtılmıştır Bu yüzden bir çok kimse, mîracı ya inkâr etmekte, ya da anlamadan usûlen inanır görünmektedir Halbuki mîrac kavramı anlaşılmadıkça, ne evrenler, ne insan ne de Kur'an anlaşılabilir Bilimin ve duygunun bütün gücünü kullanarak miracı tanırsak; evrende insanın yerini ve Efendimizin akıl almaz sırrını öğrenmiş oluruz Kur'an mîracın temel ilkelerini âyetler içerisinde çok net şekilde vermiş, ancak ehli olmayana karşı da Kur'an'ın zarif hikmeti içinde gizlemiştir Mîrac, Efendimizin çeşitli intikaller sentezi içinde Allah'ı seyretme olayıdır Kelime olarak perde perde intikal, ya da adım adım ulaşma anlamına gelir Mîracın bizzat kelime manası bile mîrac olayının temelini iyi şekilde kavramaya yardımcıdır Mîracı anlamaktaki en büyük güçlük Allah'ı görme tanımındaki çıkmazlardır Zihinlerimiz görmeyi hep şekillerle kıyasladığı için; Allah'ı görme denildiği zaman, olayla ilgisi olmayan bir takım şekillendirmeler tasavvur ediyoruz Bu yüzden de bir çok din bilginleri asırlar boyu; “Allah görülür-görülmez" kavgası etmişlerdir Biz mîracı açıklamadan önce, evvela, Allah'ı görme kavramını sağlıklı bir şekilde anlatacağız Allah kendini Kur'an'da tarif ederken: "Hem zahir (açık ve yüzeyde) hem bâtın (derinde ve gizli) dır" buyurmaktadır Yine hepimiz, Allah'ın zaman ve mekânların yaratıcısı olarak bu iki kavramdan ötede olduğunu çok iyi bilmekteyiz Var olan âlemlerin her noktasında, ilâhi sıfatların her an tecelli ettiği yine ilmin vazgeçilmez ilkesidir İşte mîracı kavramak için ewela bu temel kurallar çerçevesinde Allah'ı seyretmenin ne anlam taşıdığını bilmemiz gerekir Elbette Cenab-ı Hakk'ın güzelliğini seyretmek, O'nun varlığını sezmek, hem evrenin sonsuz mesafelerinde, hem de mesafelerin küçülüp yok olacak kadar ufaldığı mekânlar âleminde mümkündür Necm Sûresi'nde mîrac konusunda çok temel olan kurallar net olarak açıklanmıştır: 1) Mîrac, hayalde, tasavvurda olan bir olay değildir Aksine bedenle birlikte bütünümüzün evrenlere ilâhi bir intikalidir Allah bu inceliği anlatmak için miracı Mescid-i Aksâ'dan, yani, Kudüs'ten başlatmıştır Eğer mîrac tasavvurda olan duygusal bir olay olsaydı; Mekke'den başlardı Halbuki mîraçta Efendimiz önce Mekke'den Kudüs'e intikal etmiş, bu olay maddesel fazda bir kaç saniye devam etmiştir 2) Mîrac olayı Kudüs'ten Sidre-i Müntehâ 'ya kadar zamanı aşan bir sürat içinde ceryan etmiş: Efendimiz maddesel evrenin tüm katlarına intikal etmiştir Madde ötesinde olan âlemler, mesele melekut âlemi, ledün âlemi, ruhlar âlemi gibi evrenin diğer mekânları da aynı tarzda süratli intikaller halinde, Efendimiz tarafından önce sezilmiş, sonra intikal edilmiş, sonra da yaşanmıştır 3) Bundan sonraki intikaller ifade tarzının erişemediği hikmetlerdir Mîrac, ka'be kavseyn'in sırrı içinde yukarıda izahını yaptığımız tarzda: bütün âlemlerin seyri, yaşanması ve görünmesi tarzında yürümüştür Mîracın tümünde zaman birimi ise, Mekke - Kudüs intikalindeki bir kaç saniye dışında zaman ötesinde ceryan etmiştir Çünkü Efendimiz mîractan döndüğünde henüz yatağı soğumamıştır Efendimizin mîracında mânevi hikmetler bizzat isminde gizli olan sırlardır (Muhammed Mustafa): a) Efendimizin nefsi, Mustafa (arınmış) sırrı ile kulluğun ufuk noktasına erişmiştir Nitekim Cenab-ı Hak Efendimize mîraçta: — Habibim bana ne getirdin? Diye sorduğunda: — Yârabbi sana sende olmayan bir hediye getirdim Bu, azametli yüceliğinde bulunmayan tek şeydir, niyazında bulundu Cenab-ı Hakk'ın sonsuz saltanatı içinde bulunmayan tek şey Efendimiz tarafından Cenab-ı Hakk'a sunuldu: — Yârabbi ben sana sende olmayan yokluğu getirdim Bu benim nefsimdir, diye niyaz etti b) Efendimizin gönlü ilâhi hamdle (Muhammed sırrı) öylesine dolmuştu ki: Allah'ın tüm güzellikleri, evrendeki ihtişamı, bu hamd sırasında Kalb-i Muhammedi'ye yansımış; âdeta evrenin bir kopyası Efendimizin gönlüne intikal etmişti İşte nefsin ideal arınması ile gönüldeki sonsuz hamd birleşince, Efendimizin mîrac mucizesi bir sentez gibi otomatikman zuhur etti Böylece Efendimiz, ilâhi güzelliği sonsuz âlemlerde hem makrokozmosda hem mikrokozmosda seyretti Bu seyir sidre-i müntehâ'dan sonra bütün âlemleri yeni intikallerle katlayarak devam etti Allah'ın Efendimize özellikle lütfettiği bu müthiş olay; hem insanın gerçek mânasını, hem de Cenab-ı Hakk'ın yarattığı varlıklarda seyrettiği güzelliğin sentezini sergiliyordu Mîrac daha derindeki sırrını anlayabilmek için, ezelde sergilenen elest meclisindeki hikmetleri kavramaya ihtiyaç vardır Daha ilerde mîracı bir başka yönden; elest meclisi açısından dile getirmeye çalışacağım Efendimiz mîractan sonra elfakri fahri (yokluğumla iftihar ederim) hadisi kudsîsini emir buyurdu İşte bu yüce söz mîrac hadisesindeki yokluk sırrını dile getirmektedir Namazda okuduğumuz et-Tahiyyâtü'nün gerçek sırrı mîrac sırasında Efendimizle Cenab-ı Hak arasındaki iletişimdedir Bütün hadisler içerisinde bu Tahiyyat hadisi çok ayrı bir özellik arz eder Şöyle ki: Tüm hadisler, bizler için ilâhi hikmetle kalb-i Muhammedi'den zuhur ettiği halde, Tahiyyat hadisi bizzat huzur-u ilâhide zuhur etmiştir Nakli ise sıra ile Hz Hatice annemizden Fâtıma annemize oradan Hz Ali efendimizedir Namazın farz olması bizzat bu hadisin sırrı içindedir Şimdi Tahiyyat hadisini mîracla zuhur eden haliyle inceleyelim: 1) et- Tahiyyâtü lillahi: Senâ, selam ve merhaba sana ey yüce Allahım! Ve's-salevâtü: Niyaz, dua, yalvarış sana ey yüce Allahım! Ve't-tayyibât: Arınmışlığın ve güzelliğin en hoşusun Senden güzel, senden hoş ve arınmış olamaz 2) es-Selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh: Bu selâm, rahmetim ve bereketim ilâvesiyle senin üzerine olsun ey sevgili Peygamberimiz! Cenab-ı Hakk'ın Efendimize bu iltifatı ile birlikte, gönlündeki dileğini istemesi üzerine, Efendimiz: 3) es-Selâmü aleynâ ve lâ ibâdillahi's-sâlihin: Yâ rabbi! Bu selâm bizim ve salih kullarının üzerine de olsun İşte, Efendimizin bu isteği üzerine: Allah, "0 halde namaz kılsınlar" buyurdu Demek ki Efendimizin mîracta görmek istediği has ümmet için, Allah:"Mirac onlar için ancak namazda arınarak yücelmekle mümkündür" emrini buyurmuştur Bu gerçekler nedeni ile namaz motifi enfüs (iç ve özdeki) mânasıyla mîracı temsil etmektedir Miraç olan namazı anlatmadan önce; Efendimizin mîracının bir kez daha özetini yapalım Mîrac, Efendimizin çeşitli intikaller sonucu Allah'ı seyridir Kalb-i Muhammed (Mustafa (SAV) sırrı ile arınıp, Hamd sırrı ile ilâhi aşkın hasret sınırını aşınca Allah sevgili habibine boyutlarını ve mekanların açıverdi İntikaller üç fazda gelişti: a) Dünya üzerindeki ilk intikal: Mekke'den Kudüs'edir b) ikinci intikal: Kudüs'ten madde âleminin ve varlıkların sınırı olan Sidre'ye (Sidre-i münteha'ya) intikaldir c) Sidre'nin ötesinde, tüm mesafelerin hem başladığı hem bittiği noktadan âlemlerin tümüne intikal de mîracın son intikal fazıdır Miraç namazı, Efendimizin miraçta niyazı yüzü suyu hürmetine, gerçek kulun ilâhi tecelliye kavuşmasıdır Kulun gerçek namazındaki arınma derinleştikçe: hamd, aşk ve sevgiye döndükçe, derece derece mîraç namazı tahakkuk eder Bu namazların her biri birbirinden daha güzele giden biçimdedir Ancak Efendimizin himmet ve niyazına bağlı olduğu için ona nisbetle vardır Kul ne kadar yücelse de hiç bir zaman fahr-i kâinat olamayacağı için mîrac olan namaz bir yaklaşımlar demetidir 1) İlk tekbir: Dünyayı haram kılan hu tekbirden sonra, gerçekten iman eden nefs, huzur-u indinde ilk intikalini yapar Ellerini çevirdiği kıbleye ışınlanır: 2) Sübhâneke: Mîrac namazında Sübhâneke, Mustafa (SAV) sırrında yok olmak, arınmak içindir Bu nedenle, arınan insan, Efendimizin Mustafa (SAV) sırrından bir ışık alır ve Sübhâneke'nin sırrına erer: "Allahım! Seni her sıfat ve isim ötesinde tesbih ve tenzih ederim Senin lütfunda sana hamd ederim" Bu okuyuş, nefs ve gönlün müşterek niyazıdır Yeni kuşaklar için tenzih ve tesbih kavranması güç anlamlardır Tenzih: Bir şeyi zihin ve düşünceden daha ötelerde tasavvur etme demektir Tesbih: Yine bir kavramı, duygulardan ötede hissetme cabasıdır Böylece düşünce ve duyguda Allah'ın sübhan sırrını arınmış olarak idrak edebiliriz Sübhâneke'ye devam ediyoruz: "İsmin tüm yüceliklerin ötesindedir Ben senin yüceliğini tarif edemem Ancak Mustafa sırrının ışığı altında seni seziyorum Yâ Rabbi! Senden başka hiç bir şey yok ki, bileyim" Ve sonra sırr-ı Muhammedî'nin şiddetli cazibesine takılan kul Eûzü Besmele çekerek Fâtiha'yı okur 3) Huzur-u ilâhide ruh, mana sırrı içinde Fâtiha'ya başlayarak ilk üç âyeti okur Gönül bu âyetleri şöyle hisseder: a) Sen âlemleri yüce Rabbisin, seni sırr-ı Muhammedî içinde hamd etmek için O'nun nurundan bir hikmet ver b) Rahman sırrından Rahîm sırrına intikal ettirerek, Fahr-i Kâinat Ümmetine verdiğin ekremle bana, sana ulaşma mecalini ver c) Sen zevali olmayan mutlak mâliksin Aşk hikmetinin benzersiz sahibisin Ölü olan beni sırr-ı Muhammedî ile tıpkı mahşerdeki gibi ihya et işte, kul bu üç âyeti okuyunca tüm kişiliği söner Enfüste, kâinatın sonsuz yüzeylerinde yeni bir varoluş başlar Dördüncü âyete gelindiğinde: d) Mukabili renk olmayan, zıddı bulunmayan çok koyu fakat o denli parlak siyah bir nur intişar eder Öyle ki, en parlak siyah bile bu nur yanında gri gibi sönük kalır Bu nur, Nur-u Muhammedî'dir Mîrac sırasında evrenin her noktasına sinip onun içine işleyen ve bir daha kaybolmayan Efendimizin sırrıdır Bir mü'min evren kanallarına intikal etmek için bu benzersiz Nur'a muhtaçtır O anda gerçek ve mutlak kulluk niyazı Efendimizin tasarrufundaydı O'ndan gelen bir Hamd hikmetidir Bu sır dördüncü âyette Efendimizin mü'minler için daim olan niyazının kesiksiz hikmetidir Efendimizin bizleri içine alarak yaptığı Hamd niyazı, bütün müminleri kapsadığı için âyet metninde çoğuldur e) Beşinci âyet de yine Efendimizin niyaz hikmeti ile iç içedir Nitekim mîrac namazındaki mümin Efendimizin nuru ile evrenin kanallarına intikal ettiği zaman, gerçek sırat-ı müstakim tahakkuk eder Nitekim, altıncı âyette emredilen nimetlendirilenler'in anlamı, tamamıyla bu mîrac sırrına aittir Sırat-ı müstakim'den uzak kalanlar için nasibsizlik ve yanılmışlık otomatik bir sonuçtur Fevkalâde ince hikmetler taşıyan yedinci âyetin verdiği mesaj: İnsanın temel amacı Nur-u Muhammedî kanallarından evrenin sonsuzluklarına yansımaktır Bu amaca erişemeyenler yanılmışlar ve nasipsizlerdir Ancak, iman ile müşerref olduğu halde, sağlığında mîraca erişemeyenlere; yine Cenab-ı Hak rahîm sıfatından rahmet ederek, bu intikali cennetinde tahakkuk ettirecektir 4) Mîraç olan namazda, zammı sûre, Allah'ın verdiği özel bir saltanattır Bunu kul seçmez, Allah lütfeder O anda evren yüzeylerine yansımış olan kulu arayıp bulmak kolay değildir 5) Bu sonsuz intikaller içinde kul rükûa varmış, tekrar tekrar azamet-i ilâhiyi tenzih ederek yeni boyutlara akmıştır Sûre-i Necm'de: "O bir yere bakmadı, rağbet etmedi" âyetinin hikmeti buradadır (Mâ zâ-galbasarü ve mâ tega) Mîrac olan namazda kul, sünnet-i Muhammediyeye uyarak; rükûda açılan tüm evren kanallarından hızla intikal ederek rabbini arar Ve işte o zaman cemâli ilâhi tahakkuk eder ki: 6) Sûre-i Alak'da emredilen "yakın ol, secde et" hikmeti mîrac olan namazın nihayi noktasıdır (Vescud vektarib) Vescud emri: enfüsî mânada "tamamen yok ol" Vektarib ise; yakın ol demektir Bundan dolayıdır ki; mîrac namazı kılanın secdede okuduğu "sübhâne Rabbiye'l-âlâ" tam hikmetini bulur Çünkü bilindiği gibi "seni kendi güzelliğin ve yüceliğin dışında her şeyden tenzih ederim" hükmü, ancak bu namazda tahakkuk eder Mü'minin saydamlaşan nefsi gönle düşen ilâhi cemîl tecellisini aksettiren ayna vazifesi görmektedir Mü'minin bu andaki secdesinde mü'minden her hangi bir varlık kalmaz; Allah kendi güzelliğini kendi sonsuz sırrı içinde seyreder 7) Kul tekrar dünyaya dönebilmek için yeniden Tahiyyat hikmetine muhtaçtır, onu okumadıkça kulluğa dönmesi mümkün değildir Tahiyyat; burada, evrenlerden tekrar maddeye doğru dürülme mecali vermektedir Tahiyyat'taki Kelime-i şahâdet okunduktan sonra kul tekrar kulluğuna dönerek, Efendimize salavat niyazlarını okur O'nun bereketi yüzü suyu hürmetine miraç hikmetine yaklaşım sağladığını zikrederek mekâna döner Bu dönüş sırasında, kaybolmuş olan bütünümüzün elamanları, Tahiyyat sırrında yeniden şu şekilde birleşir: Tahiyyatın ilk cümlesini ruh, ikinci cümlesini gönül, üçüncü cümlesini nefs okur Sonra hep birlikte Kelime-i Şahadet'te toplanırlar Elbette tarif edilemeyen, ancak yaşanabilen miraç namazı hakkında söylediklerimiz bir zerredir Ne çare ki gönül hikmetleri daha açık dile gelemez, Namazın çeşitleri hakkında çok kısa bir gezinti yaptık Şimdi de, namazın özü demek olan Fâtiha'yı evren-insan hikmetleri açısından anlatmaya çalışacağım Namazın hikmetini kavramanın bir yolu da Fâtiha'yı iyi anlamaktan geçer Onk DrHaluk Nurbaki | Damla Yayınevi |
Hiç Miracınız Var Mı? |
08-02-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Hiç Miracınız Var Mı?Mü'minin Miracı Namaz Peygamber Efendimiz’e soruldu: “Allah’ın en çok sevdiği amel hangisidir?” Efendimiz cevap verdi: “Vaktinde kılınan namaz” Sonra hangisi: “Ana-babaya iyi muamele etmek” Daha sonra hangisi: “Allah yolunda cihad” Efendimizin verdiği cevaplar, gerçekten düşünmemiz gereken cevaplar Efendim şimdi birçoğumuza sorsalar Allah’ı hoşnut etmek için neler yapmak istersin? Diye acaba nasıl cevap veririz? En zor işleri sayarız belki de Ama Allah’a en sevgili amel hadiste gördüğümüz gibi “Namaz Kılmak” Belki bazılarımıza göre bu cevap, basit veya sıradan bir cevap gibi gözükecektir Hatta bazınız bu cevap karşısında: Namazı herkes kılar, diyebilir Namaza karşı böyle yaklaşmamızın sebebi herhalde her gün yaptığımız bir alışkanlık haline gelmiş olmasıdır Denilir ki “HER KİM NAMAZI BASİT GÖRÜRSE O DA ALLAH KATINDA BASİTLEŞİR” Bizim için en önemli bir ibadet olan namaza, düşünmeye gerek duymayan bir taklitçi gibi yaklaşmak, bizi onun hakikatinden uzaklaştırır Namaz nedir? Neden kılınmalıdır? Nasıl kılınmalıdır? Bu soruları isterseniz bir kez daha soralım kendimize… Değerli dinleyenler namaz, hiç şüphesiz ki dıştan gözüktüğü gibi sadece hareketlerden ibaret değil Çünkü öyle olsaydı birçok insana zor gelmezdi Zayıflamak için veya sağlık için hareket yapanlar da kolaylıkla namaz kılabilirlerdi Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuşlar: “Bana dünyada üç şey sevdirildi Güzel koku, güzel kadın ve gözümün nuru namaz” Efendim şimdi biz de kendimize soralım: Bize dünyada neler sevimli geliyor Ve bu sevdiğimiz şeyler içinde namaz var mı? Namazı da seviyor muyuz? Bu sorulara gönül rahatlığı ile olumlu cevaplar veremiyorsak, namaz meselesini ve kıldığımız namazı yeniden düşünmemiz gerek Neden namaz kılıyoruz? “Allah namazı farz kıldığı için” Peki acaba Allah Teala hazretleri neden farz kıldı? Kendi zatı için mi, yoksa bizler için mi? Elbette kendi zatı için değil Ayette şöyle buyruluyor: “Namazı dosdoğru kıl Gerçekten namaz, çirkince utanmazlıklardan ve kötülüklerden vazgeçirir” (Ankebut, 45) Demek ki dosdoğru kılınan namaz, insanları kötülükten alıkoyuyor Hele ki küfrün ve şirkin yaygınlaştığı toplumlarda sadece ve sadece gereği gibi kılınan namazlar ile arınmak mümkün Nitekim efendimiz ashabına sormuş: “Kapısı önünden bir nehir geçip de günde beş defa bu nehirde yıkanan kişinin üstünde kir kalır mı? “Hayır asla kalma, demiş ashabı Bunun üzerine Efendimiz: “İşte beş vakit namazın misali budur Allah (cc) bu namazlar sebebiyle şirk hariç bütün günahları siler, yok eder “ buyurmuş Şimdi bazı kimseler içinde yaşadığı topluma bakarak: “Bir çok insan namaz kılmasına rağmen, ne kötülüklerden uzaklaşıyorlar ve ne de arınıyorlar?” diyebilir Önemli olan namazı gereği gibi kılmaktır Eğer bizi kötülüklerden alıkoymuyorsa, kıldığımız namazları tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor sanırım Namazın öncelikli şartlarından birisi de yalnızca Allah için kılınmasıdır Bir insanın karısın-kocasını, annesini-babasını veya başka birini memnun etmek için kıldığı namaz, hak katında makbul değildir Bir ayette şöyle buyrulur: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm, alemlerin Rabbi olan Allah içindir” Allah’a yakınlığın ayrı bir unvanı sayılan namaz, imandan sonra en büyük hakikattir Namaz, kalbimizin nuru, ruhumuzun huzuru Ruhumuzun Rabbimizle irtibatını sürdüren namazdır Namaz, insanı sonsuzluğun semalarında dolaştırıp melekler alemine ulaştıran miraç enginlikli muhteşem bir ibadet Mümin, Allah’ın kudretini idrak eden ve büyüklüğü karşında hayranlık duyan insan demektir Namaz, duyulan bu hürmet ve hayranlığın en münasib hareketlerle dile getirilmesi Âlimlerimize Her Rek’âtta İki Secde Olmasının Hikmetini sormuşlar Bakınız alimlerimiz her rekattaki iki secdenin hikmetini nasıl açıklamışlar Meselâ birinci nükte şöyle gelmekte İlk secde ezel içindir, ikinci secde ebed içindir Bu iki secde arasında kalkmak ise (celse diyoruz) dünyanın ezel ile ebed arasında olduğuna işarettir Zîra Allâh’ın ezelî oluşu ile, O’nun evvel olduğunu, kendisinden önce başka bir evvelin olmadığını anlıyor ve Ona secde ediyoruz Allâh’ın ebedî oluşu ile de, O’nun âhir olduğunu, Ondan sonra başka bir âhirin olmadığını öğreniyor ve bunun üzerine ona ikinci kez secde ediyoruz Âyet-i kerîme vardır: “O evveldir, âhirdir,zâhirdir, bâtındır” diye…âyet-i kerîmelerde sabit olan bir husustur İkinci bir nüktesine bakalım Niçin iki secde ediyoruz? Birinci secde ile dünya, âhirete nisbetle fâni olduğu, ikinci secde ile de âhiret âleminin, Allâh-u Zülcelâl Hazretleri’nin celâl nurunun görülmesi (yani zuhûru) karşısında fâni olduğu için iki secde yapılıyor Bir başka vechesi; birinci secde haddizatında her şeyin fâni olduğunu, ikinci secde de, her şeyin ancak Allâh’ın bâki kılmasıyla bekâ bulabileceğini gösteriyor Ki, yine âyet-i kerimeden misal veriyoruz (Kasas,88) âyetinde Allah Teâlâ: “Allâh’ın zâtı hariç her şey helâk olacaktır” buyurmuştur Bir başka nükteyi de şöyle açıklamışlar: Birinci secde şehâdet âleminin, (Şehâdet; gözle görme ki, müşâhede makamı evlîyaullaha mahsustur, halkın itikat ettiği şeyleri onlar gözle görürler) Allâh’ın kudretine boyun eğdiğine, ikinci secde de ruhlar âleminin bizzat Allâh-u Zülcelâl Hazretleri’ne boyun eğmiş olduğuna delâlet etmektedir Bu da Elest bezminde olan ikrar, ikinci secdede tekrarlanıyor demek oluyor ki, A’raf sûresi elli dördüncü âyet-i kerîmede Allah Teâlâ: “İyi bilin ki, yaratma ve emir onundur, ona mahsustur” buyurmuştur Bir nükte de şöyle gelir; birinci secde Allâh’ın zâtına ve sıfatlarına dair bize lütfettiği ilim ve ilimin miktarına şükürdür İkinci secde ise Allâh-u Zülcelâl Hazretleri’nin Celâl ve kibriyasının haklarını elde etmeye ulaşamamanın korkusu ve acizliği için yapılan secdedir Yaratılmışların en şereflisi olan insan, kainatın gözbebeği ve varlıkların içinde çok özel bir yere sahip Yüce Rabbimiz, en seçkin varlık addettiği insanın, kendisini anlaması için, temel yapısını bir takım donanımlarla teçhiz etmiştir İnsan bunun şuurunda olsun veya olmasın her namazda, her hamd niyazında gönüllerin esrarlı perdelerinden biri açılır ve insan adım adım Allah’ın sonsuz sırrına yaklaşır Namaz, nasıl ki bir ruhi arınmayı sembolize ediyorsa, abdest de fiziki arınmayı sembolize eder Ve mümin, namazda dirilişe geçmeden, Yüceler Yücesinin huzuruna girmeden önce, o huzurun büyüklüğünü, azametini düşünerek bedenini temiz olmayan şeylerden ve sezildik sezilmedik kötülüklerden arındırır Peygamberimizin abdestle ilgili olarak şöyle buyurur: “Benim ümmetim kıyamet gününde abdest azalarının parlaklığı ile tanınacaktır Kim parlaklığının çok olmasını istiyorsa abdest suyunu gücünün yettiği yere ulaştırsın” İbadetin kabulu için bir ön şart olan abdest, yani dini temizlik maksadıyla, eller ağız, burun, yüz, kollar, kulaklar ve ayakların yıkanıp başın mest edilmesi bir dış temizlikten öte, geçmiş için bir tevbe (çünkü bunlar kötülük yapabilen ana uzuvlardır) ve geleceğe azimle ümitle girme anlamını taşır Mümin, abdest almakla, bilerek veya bilmeyerek bu uzuvlarıyla işlediği günahlara tevbe etmiş ve günahlarından arınmış olur Abdestle fiziki olarak arınan mümin, ardından temiz bir kıyafetle, temiz bir mekanda ruhen arınıp semavi bir seyahate çıkmak için Rabbinin huzuruna yönelir Bütün dikkatini, toplayarak ellerini kaldırır ve içinden gele gele “Allahu Ekber: Allah en büyüktür” diyerek Yaratıcısını selamlayıp esas vaziyetini alır Mümin, bu tekbir hareketiyle zaman ve mekanı ardına atarak kalbinden ve kafasından siler ve yeni bir dünyaya, zamansız bir mekana doğru yola çıkar İşte mir’ac bu yolcuğun adıdır Bilindiği gibi namaz, mi’rac yolculuğunda Efendimiz’e (sav) hediye edilmiş, Efendimiz de, “Ya Rabbi, inanan salihlere de bu mutluluğu lutfet” diye niyazda bulunmuştur Allah da bu son nebinin, Habibinin niyazını çevirmeyerek insanlığın namazla şereflenmesini sağlamıştır Mümin, tekbirle birlikte dimdik ayakta durarak semavi seyahatına, namaza başlar Bu duruş Allah’ın huzurunda bir saygı duruşudur Tüm hamdin yalnızca Ona olduğunun hal ve beden diliyle ifadesidir Sonra mümin, kendisini ve bütün varlığını yaratan Rabbine karşı hayranlık ve hürmet duygularını dile getirmeye çalışır, Sübhaneke “Sen ne Yüce ve eşsizisin, sen ne büyüksün Allah’ım” diye söze başlar ve şöyle devam eder: “Senin ismin ne mübarek, ne güzeldir Sen ne yüzesin ve senden başka bir mabud yoktur Allahım” diye Rabbini böyle en parlak ve canlı sözlerle selamlayan mümin ardından esas maksadına geçer Mü’minin maksadı ve Rabbisinin kapısını çalmasının birinci sebebi, kendisine bahşedilen sonsuz nimetlere karşı teşekkürlerini bildirmektir O, “Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun” dedikten sonra dilekleri sunar Ayakta, Rabbinin üzerinde tecelli eden sayısız nimetlerini düşünen mümin, ardından bu nimetleri veren Sonsuz Kudret Sahibi’nin huzurunda minnet ve şükranla iki büklüm olarak rükua gider Bu hareket aynı zamanda bir hayret makamıdır, itaatın zirvesi ve vicdanın kayıtsız şartsız teslimiyetidir Kulluğa kilitli mümin, adeta bir asa gibi bükülür ve iliklerine kadar işleyen bir kulluk şuuruyla İlahi azameti “sübhane rabbiyel ala: Büyük olan Rabbimi şanına layık ifadelerle yâd ederim” diye mırıldanarak gök kapılarını aralamaya çalışır Rükuda, varlığından haberdar olduğumuz veya olmadığımız bütün nimetleri bahşeden Sonsuz Kudret’in huzurunda minnet ve şükranla eğilen mümin, bu eğilmeyi, bu iki büklüm olmayı da yeterli bulmaz Hemen doğrulup ayağa kalkar ve tekrar eğilip başını tevazuyla yere koyar Böylece başıyla da minnetini dile getirmiş olur Baş, bedenin tümünü de idare eden en kıymetli merkez orgadır Mümin başını secdeye koyarak şunu ifade etmek ister: “Ey Rabbim, varlığımın en kıymetli kısmı başımdır İşte huzurunda başımı dahi yerlere sürüyor, sana olan minnet ve şükrümü en kıymetli varlığımı yerlere koymakla da ifade ediyorum Şayet başımdan daha kıymetli bir uzvum olsaydı onu da huzurunda yerlere serer, minnet ve şükrümü onunla da ifade etmek isterdim” Evet, Necip Fazıl üstadın: “Her şey, her şey şu tek müjdeye Yoktur ölüm Allah diyene Canım kurban başı secdede İki büklüm Allah diyene” diye şiirleştirdiği, secde namazın en önemli rüknü ve kulluğun zirve noktasıdır Secde, insanın bütün uzuvlarının yaratılış maddemiz, varoluş hamurumuz olan torağa yapışması ve kibir alameti olan alnın yere gelmesidir Secde kibrini yenemeyen şeytanın kazanma kuşağından kaybetme kuşağına düşmesine sebep olan namaz rüknüdür Secde, müminin Allah’a en yakın olduğu andır Secde, Muhammed İkbal’in: “Sana ağır gelen o secde var ya Binlerce secdeden alıp kurtarır seni” Dediği gibi, tek birine, en büyük olana boyun eğerek diğer bütün beşerî boyun eğmelerden kurtaran ve insana gerçek hürriyetin kapısını aralayan sırlı bir anahtar Kur'ân-ı Kerîm’de tabiattaki bütün varlıkların Cenab-ı Hakk’a ibadet ettiği bildirilmiştir: “Görmedin mi, göklerde ve yerde bulunan her şey, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor” (Hac, 18) Canlı ve cansız bütün varlıkların tabii duruşları, şekil itibariyle kıyam, rüku ve secde hallerinden birine ister istemez benzer Melekler de dahil her varlık, Cenab-ı Hakka yalnız bir şekil ile ibadet eder İnsan ise bütün yaratılışın icabı olarak varlıkların hepsinin ibadet şekillerini kendi ibadeti içinde birleştirerek, Allah’a bütün ibadet şekilleriyle birden ibadet etmekte Gönül ustası Hz Mevlana da, insanı ilahi huzura ulaştıran tekbir, kıyam, rükû, secde, selam ve dua gibi namaz rükunlarına oldukça düşündürücü manalar kazandırır ve şöyle anlatır bu yüce ibadeti: Namaza tekbirle girmek, “İlahi, biz senin huzurunda kurban olduk” demektir (Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi, tekbirle namaza başlamak da “Allah’ım, canımız sana feda olsun” anlamındadır) Namazda kıyama durak, Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır Kul biraz sonra hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya derman kalmaz, rükua eğilir Başı rükuda iken “hakkın suallerine cevap ver” diye İlahi ferman gelir Kul rükudan başını mahcup olarak kaldırır Ayakta durmaz, yüz üstü secdeye kapanır Tekrar ona “Secdeden başını kaldır Yapmış olduklarından haber ver” diye ferman gelir O, yine mahcup bir halde başını kaldırırsa da, tekrar yüzü üstüne kapanır O ağır yükün tesirinden dizleri üstüne çöker Sağa selam verir; peygamberler ve melekler tarafına bakar, onlardan şefaat talep eder Onlar derler: “Çare ve yardım günü geçti Çare, ancak dünyada olabilirdi Orada Salih amellerde bulunmadınız, o günlerde gitti” Sola selam verir; akraba ve yakınlarının tarafına bakar Onlardan da bir fayda göremez Herkesten ümidini kesince, dua için iki elini kaldırır “Ya Rabbi, herkesten ümidimi kestim Kuluna melce ancak sensin Senin rahmet ve mağfiretine sınır yoktur” der Öbür alemdeki kurtuluş beratı olan namaz ibadetini, “Gerçek müminler kurtuluşa ermiştir Onlar ki namazlarında huşu içindedirler” (Müminuun, 1-2) ayetinin ışığında yalnızca kalıbına değil, kalbine de kıldıran gerçek müminler namazın zevkini, hazzını tatmışlar ve Allah Resulünün şu müjdesine nail olmuşlardır: “Bir kişi vaktinde namaz için kalkar, abdestini mükemmel bir şekilde alır, rükusunu, secdesini huşuyla yaparsa onun namazı bembeyaz bir sayfa halinde yükselir ve şöyle der: Senin beni koruduğun gibi Allah da seni korusun Namazı bu şekilde ifa etmeyenin namazı ise simsiyah bir sayfa halinde yükselir ve şöyle der: Beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin” Hz Ali’nin (kv) de namaz vakti girince hali değişir, rengi atar ve titrerdi Bu büyük insana, niçin böyle halden hale, renkten renge girdiği sorulduğunda o: “Bilmez misiniz ki, bu vakit Allah’ın yer ve gölere teklif edip de onların yüklenmekten kaçındıkları bir emanetin eda vaktidir Ben bu emaneti (yani insanlık ve onun gereği olan namazı) yüklenmiş bulunuyorum Yüklendiğim bu ilahi emaneti en güzel, en ideal bir şekilde yerine getirip getiremeyeceğimi de bilmiyorum” cevabını veriyordu Namazın vaktinde kılınması da dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi Çünkü namaz, vakitleri belirlenmiş bir farz Sevdiğimiz birisi kapıyı çalınca, nasıl ki fazla gecikmeden kapıyı açıyorsak, namaz vakti girince de namazı fazla bekletmeden kılmamız gerekiyor “Ezan sesini işittiğin zaman, kıyamet günündeki davetin dehşetini düşün” Diyor İmam Gazali Namaz kılarken kimin huzurunda durduğumuzu, kime ne söylediğimizi bilmemiz de yine önemli hususlardan İdrak ederek, hissederek Rabbimizin huzuruna çıkmak… Evimize Peygamberimiz misafir olsa, Efendimizin bulunduğu odaya nasıl gireriz? Odanın kapısına nasıl yaklaşır ve açarken neler hissederiz? Hiç şüphesiz ki büyük bir heyecan duyar ve o zamana kadar hiç yaşamadığımız duygularla karşılaşırız Tabi ki güzel ve yerinde duygular bunlar! Ancak resulullahın huzuruna değil, hem efendimizi hem de bütün alemleri yaratan Allah’ın huzuruna girmek çok daha muhteşem bir olay… Hatem-i Esam Hzlerine soruyorlar: “Namazı nasıl kılarsın?” Mübarek diyor ki: “Güzelce abdestimi alırım, ondan sonra namaz kılacağım yere edeble gelirim ve kıldığım namazın en sonuncu namazım olduğunu düşünürüm Ben bu namazı kıldıktan sonra Azrail canımı alacak diye düşünürüm Karşımda Kabe-i Müşerrefe’yi göz önüne getiririm Sağ yanımda Cennet, sol yanımda Cehennem’i düşünürüm Ayağımın altında sırat köprüsü olduğunu düşünürüm Allah’u Teala Hzlerinin bana nazar ettiğini, “Allah’u Ekber” deyince O’nun huzuruna girdiğimi düşünürüm” Rivayete göre İsrailoğullarından bir kadın, bir gün Hz Musa’ya gelerek, “Ey Musa, büyük bir günah işledim, fakat tevbe ettim Benim için Allah’a yalvar da tevbemi kabul ederek günahımı bağışlasın” der Hz Musa kadına, “İşlediğin günah nedir?” diye sorar Kadın da, “Ya Nebi, zina ettim, gayri meşru bir çocuğum oldu Sonra da onu öldürdüm” diye cevap verir Hz Musa kadına, “Git ey kadın! Yoksa senin yüzünden gökten ateş yağıp bizi yakacak” der Kadın, kalbi kırılarak oradan ayrılır O sırada Cebrail (AS) inerek Hz Musa’ya der ki: “Allah sana, ‘Ya Musa! Günahına tevbe eden kadını niye kovdun O’ndan daha fenasını bulamadın mı?’ diyor” Hz Musa, “O’ndan daha fenası kimdir?” diye sorar Cebrail (as): “Hiçbir mazereti olmadığı halde, bile bile namazını kılmayan kimsedir” diye cevap verir Namaza duracağı zaman Hz Ömer’in böğürleri titrer ve dişleri takırdardı Bu halin sebebi kendisine sorulunca, “Emaneti yerine getirmenin ve farz borcunu ödemenin zamanı geldi Bilmem ki onu nasıl yerine getireceğim” buyururdu Anlatıldığına göre Half İbni Eyyüb (ra), bir gün namazda iken bir yerinden arı sokar Sokulan yer kanar, fakat Half hiçbir şey duymaz Bu sırada İbni Said çıkagelir, Half’e üzerinden kan çıkageldiğini bildirir de O da elbisesini yıkar Bunu nasıl oluyor da fark etmiyorsun diyenlere şöyle cevap verir: “Melik-ül Cebbâr olan Allah’ın huzurunda duran, başında Azrail dikilen, solunca Cehennem ve ayaklarının altında sırat köprüsü bulunan kimse böyle bir şeyi nasıl duyar?” Büyük veli Rebi bin Heysem Hz’leri hiç kimseye beddua etmezdi O, başına gelen her şeyi sabırla ve tevekkülle karşılardı Bir gün namaz kılarken yüzlerce altın değerindeki atının çalındığını gördü Fakat ne namazını bozdu ne de üzüldü Yanında bulunanlar, yazık oldu atına diye hayıflanırken, O ise, “Yularını çözerken atı çalan adamı gördüm” dedi Çevresindekiler, öyle ise neden engel olmadın, diye sordular O da şu cevabı verdi: Atımdan daha değerli bir şeyle yani namaz kılmakla meşguldüm, onu bozamazdım Sahabe-i Kiram Hazretlerinde İbn Mes’ud (ra): şöyle buyuruyor “Namaz bir teraziye benzer Kim doğru tartarsa karşılığını alır Kim eğri tartarsa bilmelidir ki Ulu Allah “Vay eğri tartanların başına geleceklere” Namaz vakti geldiği vakit Hz Ebubekir Efendimiz yanında bulunanlara şöyle seslenirdi: “Kalkınız kendi elleriniz ile tutuşturduğunuz Allah’ın ateşini söndürünüz” Rivayete göre Hz Ömer (ra) bir gün minberde iken şöyle dedi: “İnsan Müslüman olarak sakalını ağarttığı halde Allah’ın rızasını kazanacak bir tek namaz bile kılmamış olabilir” Dinleyenler, “Bu nasıl olur ya Ömer?” diye sorunca, şu cevabı verdi: “Adam yeterince huşu ve alçak gönüllülük içinde Allâh-u Teâlâ’ya yönelerek namaz kılmaz” Said İbn Cüber (ra) der ki: “Dünyada secdeden başka hiçbir şeye hayıflanmıyorum” Ukbe İbn Müslim (ra) der ki: “Allah’ın kulda en çok sevdiği meziyet, O’na yakın olma özlemidir Kulu Allah’a en çok yakın kılan an secdeye kapanma halidir” Bulunduğu yerden, kuş bakışı kendisine bakabileceği bir yere kadar yükselmeye başarabilen insan; zamanın ve mekanın anlamını yitirecek denli küçüldüğü, bir başka deyişle anlamını yitirdiği yerden kendisine bakmayı başarabilince, bütün acılarının hafiflediğini fark eder İnsan bu dünya alemini bir rüya olarak yorumlamada azami teslimiyetle hareket etmeyi başarabilirse artık acılarını (mutlulukları gibi) önemsemeyecektir Bir vurdumduymazlık noktası değil, bir aşkınlık noktası olarak Rüyada kesilen parmağım, dahası rüyadaki ölümümüm Uyandığım an ne kadar anlamı kalıyorsa, gerçek hayatıma uyandığım/ doyduğum (ya da öldüğüm) an işte ancak o kadar anlam içerek bir acı Velhasıl hepimiz âlem-i misalden âlem-i şuhûda düşmedik mi? Ve değil mi ki Hz Peygamber: “İnsanlar uykudadırlar Öldükleri zaman uyanırlar” buyurmuştur Ve yine o insanlar öldüğü zaman her şey, aradan bir perde sıyrılmış gibi düşten gerçeğe dökülür: “Üzerinden örtünü (perdeni) kaldırdık Bugün gözlerin daha keskindir” (Kaf,22) Şairler Sultanı’nın: Namaz, sancıma ilaç, yanık yerime merhem Onsuz edebî hayat benim olsa istememDediği gibi, Cenab-ı Hakkın bizlere, namazı her derde deva kabul ederek, ona hiçbir zaman doymayan, doymak şöyle dursun, her namaz hitamında “daha yok mu?” diyebilen namaz şuuruyla dopdolu bir ömür nasip etsin Kaynak:Güzideorg |
|