|
|
Konu Araçları |
atılan, için, insanı, kaderden, korumak, musibetler, taş |
Musibetler İnsanı Korumak İçin Kaderden Atılan Taş |
07-27-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Musibetler İnsanı Korumak İçin Kaderden Atılan TaşMusibetler İnsanı Korumak İçin Kaderden Atılan Taş Musibetler İnsanı Korumak İçin Kaderden Atılan Taş,,,,,,,,,,,,,,,,,,,Musibetler, insanı korumak için kaderden atılan taşlardır Bediüzzaman Said Nursî, geçmiş günahlara kefaret olan musibet ve hastalıkların aslında ilahi bir iltifat olduğunu, özellikle Hastalar Risalesi’nde çok güzel izah eder Mesnevi-i Nuriye’de merayı tecavüz eden koyunlara çobanların attığı taşlar gibi, musibetlerin insanı kusurlardan döndürmek için kaderden atılan taşlar olduğunu dile getirir İslam dünyasının başına gelen en büyük musibet olan Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sonunda tarihe karışması ve İslam devletlerinin, ipi kopan tespih taneleri gibi dağılması karşısında manevi bir mecliste fikri sorulan Bediüzzaman Said Nursî’nin verdiği cevap, musibetler karşısında her müminin her zaman göz önünde bulundurması gereken bir ölçü özelliğini taşımaktadır: “Musibet şerr-i mahz olmadığı gibi, bazen saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar” Bediüzzaman Said Nursî, eserlerinin çeşitli yerlerinde kâinatta mutlak şer olmadığını, şer, bela ve musibetlerin altında bile doğrudan olmasa da dolaylı olarak hayır ve güzellikler bulunduğunu ifade eder Musibetleri bazen Rabbani bir ikaz, bazen ilahi bir iltifat olarak, bazen de Esma-i Hüsna’nın cilvelerinin açığa çıkmasına, cüzi şer ve musibetlerin, külli hayır ve güzelliklerin vücut bulmasına sebep görür Geçmiş günahlara kefaret olan musibet ve hastalıkların aslında ilahi bir iltifat olduğunu, özellikle Hastalar Risalesi’nde pek güzel izah eder Mesnevi-i Nuriye’de merayı tecavüz eden koyunlara çobanların attığı taşlar gibi, musibetlerin insanı kusurlardan döndürmek için kaderden atılan taşlar olduğunu dile getirir Musibetlerden ders almak Milletlerin başına gelen savaş ve genel afet gibi büyük musibetlerin umumun hatasından ileri geldiğini beyan eden Bediüzzaman, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sonunda yıkılıp, İslam devletlerinin dağılması felaketinin ardından, sorulan bir soruya verdiği cevapta musibetlere bakış açımızı belirlemektedir Şöyle ki; Sual: “Bu felaketin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu?” Cevap: “Musibet şerr-i mahz olmadığı gibi, bazen saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar” Bu ifade ile musibetlerin hayır taraflarına bakmayı, o musibetten ders çıkarmayı, musibetler altında ezilip kalmaktan kurtulmayı ders verir Musibetlerden ders alınması konusundaki şu açıklaması da oldukça ilginçtir: ‘Musibet bir cinayetin neticesi ve bir mükâfatın mukaddimesidir’ Eğer kader, bir musibetin başa gelmesine müsaade etmişse, bunun öncesinde işlenmiş hata ve kusurları düşünüp onlardan pişman olup istiğfarla kurtulmaya çalışılmalıdır Hatta musibeti gelecek bir mükâfatın başlangıcı olarak görüp elemini hafifletmelidir Zalimlerin işledikleri yüzünden gelen umumi felaketlere maruz kalanların ise, fâni mallarının sadaka olup fâni hayatlarının bâki bir hayatta şahadet mertebesi kazandıracağına dikkat çeken Bediüzzaman, rahmet ve adaletin tecellisini nazara verir Bediüzzaman, ayrıca her musibette bir nimet derecesi bulunduğunu, daha büyük musibeti düşünerek o nimetin farkına varmayı telkin eder İnsan başına gelen küçük musibetlere, daha büyükleri düşünüp sabretmese musibeti büyütür ve onun altında ezilir “Musibet ve hastalıklardan dolayı insanların şikâyete hakkı yoktur” diyen Bediüzzaman, çünkü vücut elbisesini insana giydiren Allah’ın o elbisede tasarruf etme hakkına sahip olduğunu söyler Ayrıca hayat, musibetlerle, hastalıklarla saflaşır, saf ve duru hale gelir, günahlardan arınır Böylece insan menfi ibadet sayesinde manen tekâmül eder Şikâyet edilecek musibet Dünya imtihan meydanıdır Ücret ve mükâfat yeri değildir Binaenaleyh, dünyanın hallerinden hep rahat umup da şikâyetçi olmanın mantığı yoktur Fakat musibetin sadece dini olanından şikâyet etmelidir Ebedi hayatı tehdit eden musibetten feryat etmeli, var gücüyle Allah’a yalvarıp iltica etmelidir Çünkü dünyevi musibetler sabretmek şartıyla ebedi hayatımıza katkı sağlarken, dini musibetler ebedi hayatımızın mahvına sebep olmaktadır Hayatı hapis, sürgün ve gözaltı şeklinde hep çile ve musibetlerle örülü olarak geçen Bediüzzaman, hapisteki kardeşlerine yazdığı bir mektupta sabretmelerini, hatta sabırdan da öte şükretmelerini tavsiye eder Bilindiği gibi musibete sabır, nimete şükredilir Demek ki Bediüzzaman, hapis musibetini kendilerine verilmiş bir nimet olarak görür Ahirzamanda İslam davası uğruna bedel ödemek üzere kendilerinin seçilmiş olmasını düşünerek şükretmek gerektiğini ifade eder Bediüzzaman, hapsin sıkıntılı halleri içinde birbirlerine karşı kırılmak, nazlanmak ve acı sözlerle birbirinin kalbini kırmak gibi durumlarda talebeleri ikaz için yazdığı bir mektupta musibeti nasıl karşılamak gerektiği hususunda bize önemli ipuçları vermektedir Şöyle ki: Aziz Sıddık Kardeşlerim, Bu musibetimizden kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle kabil değildi Birincisi: Kader-i İlahi kısmetimizin bir kısmını buradan bize yedirmek için herhalde gelecektik En hayırlısı bu tarzdır İkincisi: Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkânı bulmadık Ben hissetmiştim, fakat çare yoktu Demek bu musibette biz birbirimizden şekva etmek, hem haksız, hem manasız, hem zararlı, hem Risale-i Nur’dan bir nevi küsmektir Sakın, sakın, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti, bu musibete bir sebep görüp onlardan gücenmek ise Risale-i Nur’dan çekilmek ve hakaik-i imaniyeyi öğrenmeden pişman olmaktır Bu ise maddi musibetten daha büyük bir manevi musibettir Ben kasemle temin ederim ki, sizin her birinizden yirmi otuz derece ziyade bu musibette hissedar olduğum halde, niyet-i halise ile faaliyet göstermelerinden ihtiyatsızlık yüzünden gelen bu musibet on defa daha fazla olsa da yine onlardan gücenmem Hem geçmiş şeylere itiraz etmek manasızdır Çünkü tamiri kabil değil İhsan Atasoy |
|