Baba Öldü |
07-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Baba ÖldüÇok güçlüydü kolları İri pazularını sıkar “asıl iki tane” derdi “vur vur korkma” Acı kuvveti sermayesiydi, bir de “İstanbulluyum” derdi hafif kasılarak Kimilerini yakıştıramazdım bu şehre, söylenirdi orta halli “başka İstanbul yok hemşerim” derdi “başka İstanbul yok” Üç beş fazla kazanırsa günlük yevmiyeden, ufak bir rakı alırdı, çocuklara da çukulata Neşesi yerine gelirse, asmanın altında şarkı söylerdi “karadır kaşları ferman yazdırır” Evlerin bahçelerinde, gecenin koyusunda, görünmeyen dinleyiciler seslerini çıkarmadan dinlerdi, onu, bütün mahalle dinlerdi, çok güzel sesi var, derlerdi Mahallenin kadınları onun kaşlarına hayrandı, yakışıklı adamdı gençken, şimdi de öyle maşallah Otopside doktor gizli kalp demiş Öldüğünde siyah bir çizgi varmış sırtında, omirilik boyunca Öyle kilolu değildi; yemesine içmesine dikkat ederdi Yaş ilerleyince içkiyi de bırakmıştı, öyle ara verme falan değil Bıçak gibi kesti içkiyi, yemesine içmesine dikkat etti Tabağını uzatırken “az koyar mısınız” derdi “bana dokunuyor da” Cenazesi çok kalabalıktı Yalnız küçük oğlan yetişemedi Kıbrıs’ta vazifeliydi, hasta düşmüş Boğazında arazı vardı Bir üşütmeye görsün kırklara çıkardı ateşi ama babası adaya gitmişti Dayanamamıştı torun hasretine Öyle sıcaktı ki bütün günler terasta otururdu Bir sabah bahçede büyük bir yılan gördü simsiyah Söylemedi kimseye, hanımlar, torunlar korkar öyle şeylerden Oğluna sordu: Eskiden adaya özellikle getirmişlerdi yılanları, fare düşmanıymış bunlar, insanlara sokulmaz, zehirsiz Zehirsiz mehirsiz, yılan işte Torunlar görünce çok korkar, kayınbiraderi bir gün hasta olup yataklara düştü, yüzünde kabarcıklar Yılancık oldu dediler, korkudan oluyormuş, günlerce iyileşemedi adam Çok sıcaktı Kıbrıs o aylarda, hanımı da gelmişti onunla beraber Komşular “teyze, buralarda bir hastalık var: Tavuk hastalığı Anlamazsın ne olduğunu, sıcakta fazla kalma bu havalarda çok olur, doktor serum yetiştiremez Güneşte kalma, dolaşma” Kadıncağız komşuların dediğini yaptı ama gitmeye iki gün kala yatağa düştü, kolunda serum, başında ıslak bez Ne hali var, ne mecali Ancak ayran içebiliyor tuzlu tuzlu Döndüğünde doktora gitmiş, tahlil üstüne tahlil Bakmışlar bakmışlar “sende sıtma var anne” demişler Ne yapsın kadın, işin yoksa anlat Söylememiş bir şey Zaten en fazla bir haftada geçecek bu hastalık, bir kaç gün daha sayarız oldu olacak Adanın trafiğine alışamamışlar Öyle kalabalık karışık olmasına değil trafiğin sol tarafında olmasına alışamadılar Adamcağız karşıdan her araba gelişinde arabayı kapısından tuttuğu gibi diğer şerite atmak istedi Kolay mı yıllarca direksiyon sallamıştı, ilk otomobillerin Türkiye’ ye gelişini görmüştü Yıllardır sağdan trafiğe alışmış, eski şoför, hatırlıyordu da gemiden gıcır gıcır arabalar inmişti, o zamanlar bu makinaları kullanacak adam bulmak çok zor Herkes şoförlere hürmet edermiş “Şoför efendi” derlermiş Dile kolay Yıllarca direksiyon salla sonra gel de soldan trafiğe şaşırma Hem buradaki arabaların direksiyonu da sağda Limana giderken oğlu yolcu kapısı diye arabanın direksiyon tarafına biniverdi Taksici de alışmış böyle olaylara Gülümsedi “beyim o kadarına müsaade etmem, bırak da arabayı ben kullanayım” Taksilerin çoğu konforlu, şoförler sohbeti seviyor Biraz gidince havadan sudan ama hep adadan bahsediyorlar Birçoğu eski olayları hatırlıyor eskiden de taksicilik yapıyorlarmış şimdi canları biraz sıkkın, az turist geliyormuş, işler yavaş Küçük oğlan yetişemedi, Kıbrıs da vazifeli, hasta düşmüş Magosa’ da yağmur varmış Öyle ahmak ıslatan gibi değil muson gibi Bir yağdı mı durmak bilmez Eskiler der ki ada tarihte yedi kere su altında kalmış, batmış batmış çıkmış Koca koca okaliptus ağaçları çeke çeke zor bitirir yağmur sularını Okaliptus suyu sever Bataklık mı kurutacaksın, dik o mübarek ağacı sünger gibi emer, suyun damlasını bırakmaz Magosa gibi İstanbul’da yağmurluydu Ölüyü yıkamak için su kaynattılar Kapkara olmuş kara kazan kaynadı durdu Dumanı tepesinde Maşrapalarla, bakraçlarla aldılar kaynar suyu Fasulyelerin sırıklarını diktiler üç yana etrafını muşamba ile çevirdiler gözükmesin diye Muşambanın bir yanını eve yasladılar yoksa rüzgar uçuracak Birbirini tanıyanlar tanımayanlar Kalabalık bahçelere sığmadı cenazeye duyan gelmişti Bir şeyin anlamını sorgulamak için yaşamak gerekir yalnız bir tek olgu başkalarının başına geldiğinde daha iyi sorgulanır, hesabı kitabı yapılır, o, ölümdür İnsanın kendisi ölümü atlatırsa şımarır Azrail ile saklambaç oynamak eğlenceli gelir, bazen, Azrailin bile kendi takımından olduğu hissine kapılır insan Sanki kırk yıllık dostu gibi Saf ve bütün iştenliği ile gülümser böyleleri, içlerindeki tereddütsüz güvenle meydan okurlar insanlara Başkalarının başına geldiğinde ölüm: soğuktur, yağmurlu bir gündür, sabah aç karnına sigaradır, taşlara oturmak, ıslak yerlere yatmaktır Bütün bütün hatırlanır anılar, neşeli hatıralar daha çok silkeler adamı Birde sevdiğini kaptırmışsan ölüme o zaman değmeyin yüreğine Gönül açık yaradır, dokunmak feryattır Öyle göçer ki ruhunun kaportası, bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmaz Cenazede en yabancılar ortanca oğlanın arkadaşlarıydı Adamlar işi büyütmesi için sermaye vermişler, sonra bakmışlar sağlam, birkaç ortaklık yapmışlar Şimdi cenazenin lokomotifi onlar Hızlı adamlar O oraya, bu buraya, ne lazım emrine amade Ortanca oğlan uzun zaman kardeşiyle konuşmadı “iki eli kanda olsa insan gelir” diyordu Aslında bütün aile alışıktı onun darılmalarına, barışmalarına Biraz yakınlaştım mı insana hükmetmek isterdi Arayıp soracaksın her gün Bir gün arama, lafın hazır: “Seninde burnun büyüdü” Babaları en çok küçük oğlunu severdi Onca yıl bekledikten sonra, iki torun: Hediyenin en okkalısı Gelin vefalı çıktı İkinci toruna “dedesinin isminden güzel isim mi bulacağız” diyerek onun ismini koydu Gönlünde çiçekler açtı, ne zamandır tellerine kuş konmamış gönlü cıvıldayıverdi dedenin Aslında baba bir şey istemezdi çocuklarından O bir şey istedim mi olacak, olmazsa yapmazlarsa köz köz olur yüreği Bir şey istememiş olmak için saklanmak gözlerine gözükmemek gelirdi içinden O zaman bağışlamanın derin sularına atardı isteklerine, zor gelirdi ona istemezdi bir şey çocuklarından En çok ona sevinmişti ya zaten, gelin lafını bile etmeden ismini vermişti ikinci torununa, helal olsun kız sana Cuma günü ikindi vakti vefat etti “Cuma günü öldü rahmetli mekanı cennettir” dediler Korkardı ölmekten, cenazeye gidince bir iki gün kendine gelemezdi rahmetli Yüzü kireç gibi evin içinde dolanır durur, işe gidesi gelmezdi, annesini babasını hatırlardı Çok küçükken kaybetmişti onları Komşuları yardım etmiş, yemek getirmişler; hem çalışmış hem okumuş ilkokulu O zamanlarda ilk okul zorunluymuş Biraz kaytardım mı, müdüriyet okuldan birini gönderirmiş “çocuk okula gelecek” Memur geldiğinde çatısına saklanmış evin, memur efendi de bir iki gidip gelince, bilmiş çatıda saklandığını Nasihat edermiş güzel güzel Mübarek günlerde anne babasının mezarına giderdi, otlarını temizler, su dökerdi çatlamış topraklara; şopar çocuklar olursa ilk okul önlüklü, su getiren, harçlık verirdi Çocuk bu Canı bir şey çeker, çocuk dedim mi çocuklar herkesin İnsansan bileceksin sevmeyi Otları temizlerken “bu bayramdan sonra şu mezarları mermerlemeli” demişti kendi kendine Azrail bu sorar mı adama, yarım kaldı mı işin? Günün vaktin geldi mi göçer gidersin Ömür dediğin, vahada memba suyu Yüzyıl yaşasan kanar mı insan? Kalmaz mı tadı damağında? Biter mi işin? Önceleri kabullenemediler öldüğünü O sanki yaşıyordu, biraz sonra odasının kapısı açılacak, tereddütle salona girecek elindeki saate bakacak “yatsı okundu mu diyecek” Öyle garip bir şey ki bu, usul usul odasına giriyorsun ve onu orada yakalıyorsun Sanki saklanmış, şaka yapmış; bütün bu cenaze, telaş, hep şaka Epey uzun zaman geçti alışmak için En zoru torunlara anlatmak Onlara derdini anlatamazsın, kırık kopuk arada bir şeyler hatırlarlar, dedelerini isterler O zaman büyüklere garip şeyler olur, buruk, şaşkın yüzlerle birbirlerine bakarlar Çocuk işte gel de anlat Murat Uşun |
|