Toprağım |
07-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
ToprağımToprağım Yazısı - Toprağım İclal Aydın - İclal Aydın Yazıları İki gündür yağmur altında İstanbul Hiç evden çıkmadan yağmuru izledim pencereden Kitap okudum Kendime tepside yemek hazırladım Annem ve kızım hafta sonu için Ankara’ya gittiler Bense uzun zamandır hasret kaldığım sessizlik içinde okudum, düşündüm, on kez izlediğim filmleri bir kez daha izleyip güldüm Bu cumartesi sahne üzerinde olacağım Üzerimden silindirler geçiyor sanki İş makineleri çalışıyor beynimde Eski yazılarım, yeni anlatacaklarım, kendimi tekrarlarım, kaçışlarım Nereden tanışıyoruz biz seninle sevgili okurum? Şimdi Sahne için tekrar tekrar eski yazılara dönerken Bak ne buldum dosyada Üç yıl önce, bir yaz günüydü Son dönemlere ait pek çok şeyi hızla unutmama rağmen aşağıdaki yazıyı yazdığım sabahı anımsıyorum ‘Bu cehennem, bu cennet’ Damda yatmıştık Ürünü yıkamış dama sermişti evin kadınları Şatolarının mahzenindeki şarap fıçılarının başında uyuyan kontlar gibi yıkanmış buğdayın başında uyurlardı Sonra o buğday ezilecek; hedik, bulgur, un olacaktı Evin büyük kadınları buğdayı damda beklerdi, kargaya yâr etmezdi *** Tarladaki biçilmiş otları balya yapmak da çok zevkliydi Tırpanla toparlayıp yayıyor, sonra bohça yapar gibi önce bir yanını, sonra diğer yanını toparlıyor, ayağınla bastıra bastıra sıkıştırıyor, sonra döndüre döndüre balya yapıyordun Bacağın, ayağın, kolun, belin, her yerin çok ağrıyordu bunu yaparken Sonra elma ağacının altında büyük bir yufka ekmeğinin üzerinde domatesi “şaklıyor” yeşil soğanı, biberi diziyor ve bol soğanlı, domatesli patlıcan yemeğini bir kaptan yiyordun Erkeklerle birlikte *** Çocuklarla dağ tepe demeden tırmanırdın Büyük taşların üzerindeki yosunu kazır, tükürükleyip kına yapardın Keçi kayadan düşmesin diye gözünü hayvandan ayırmadan saklambaç oynardın Erik ağacının yaprakları sık ama dalları kırılgan olurdu Bir yerini yırtarsa kanatırdı, elma ağacı gibi değildi Karadut toplarken ve hayvanı ota götürürken güneşi takip etmeyi ihmal etmeyecektin Güneş kavakların ardında düştü mü eve dönüş yoluna koyulacaktın Çocuklarla birlikte ota gitmek, büyüklerle ekin biçmekten daha güzeldi *** Babaanne ekmek yaparken ahırın yanından odun getirmek, küçük hala mintaksla tencere yıkarken çeşmeden su taşımak, dede yemek yerken yayıktan ayran getirmek şehirden gelmiş torun olarak üzerine düşen en büyük ödevlerdi Damda uyumak, hayvanı otlatmak, ekini balya yapmak misafir öğrenciliğe uygun işlerdi Ve o, babaanne ekmek yaparken kokan odun, hâlâ bulaşık yıkarken çamurdan cılız bir yol yapan mintakslı su ve dede ayran içerken pos bıyığına bulaşan köpük Köyde geçmiş kısa çocuk tatillerinin zihindeki son imgeleri *** O dam şimdi kiremit kaplı, çanak antenli bir çatı Samanları ise kocaman uzun bir alet silindir balyalar haline getiriyor Babaannem öleli çok oldu Halamın bile torunu var Keçileri otlatan küçük çobanlar ise dünyanın dört bir yanında öğretmen, ressam, doktor olarak çalışmakta Televizyondaki siyah beyaz haberler ise değişmedi, sadece renklere boyandı Biz çocukken de kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışan vardı Ama biz öğretmen olacaktık, doktor olacaktık, yazar olacaktık Biz Türkiye’nin her yanındakilere “barış”ı getirecektik Kimse kayadan düşmeden, karga ürünü çalmadan, sütün dibi tutmadan ve ekmeğimiz kömür olmadan yaşamaya ve yaşatmaya kendimizce söz vermiştik *** Tatiliniz nasıl geçti diye sorardı öğretmen yaz sonunda Kompozisyonlar yazardık, kenar süslü defterlere: “Bu yaz babamın memleketine gittik Tarlada, dağda, bayırda çalıştık Ben iki kitap okudum Geceleri saklambaç oynadık ve babannemin kavurduğu karpuz çekirdeklerini çitledik Islanınca kaygan oluyorlar Babam bize şiir ezberletti Hatırladığım kadarıyla şöyleydi: Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benzeyen toprak, Bu cehennem, bu cennet bizim!” Yıldız atardı öğretmenim defterime Saçımı okşar, kulağıma fısıldardı: “Evet, bu memleket bizim!” Kilit Aslında dışarıdan bakınca anlamamız gerekirmiş Kapıda asılı olan o ip, doğru ip değilmiş baksana Yanında kilit dururken, çok fazlasını beklemişiz Zaten, istese de bağlayamazmış kendine İclal Aydın |
|