Sevgilim Gelinliğini Ödünç Verir Misin |
07-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sevgilim Gelinliğini Ödünç Verir MisinSevgilim Gelinliğini Ödünç Verir misin hikayesi - aşk yazıları - yaşanmış aşk öyküleri - sevda yazıları Sevgilim Gelinliğini Ödünç Verir misin? Aydan Okurer Bavullarımızı bagaja yerleştirip taksiye bindiğimizde içim içime sığmıyordu Tarık’ın yanağına kocaman bir öpücük kondururken “öyle sevinçliyim ki!” diye kıkırdadım “Biraz sonra evimizde olacağız” “Allah Allah! Hepi topu bir haftacık yoktuk” dedi yarı şaşkın, yarı kırgın gülümseyerek “Yoksa balayımızın bittiğine seviniyor musun? Ne de çabuk bıktın benden!” “Ay, saçmalama!” diyerek kaykıldım üstüne “Hem daha ay bitmedi ki! Süzme bal damlayan üç haftamız var daha yaşanacak Mmmm! Yeme de yanında yat!” :ADJE: sevgilim, gelinliğini ödünç verir misin? Bavullarımızı bagaja yerleştirip taksiye bindiğimizde içim içime sığmıyordu Tarık’ın yanağına kocaman bir öpücük kondururken “öyle sevinçliyim ki!” diye kıkırdadım “Biraz sonra evimizde olacağız” “Allah Allah! Hepi topu bir haftacık yoktuk” dedi yarı şaşkın, yarı kırgın gülümseyerek “Yoksa balayımızın bittiğine seviniyor musun? Ne de çabuk bıktın benden!” “Ay, saçmalama!” diyerek kaykıldım üstüne “Hem daha ay bitmedi ki! Süzme bal damlayan üç haftamız var daha yaşanacak Mmmm! Yeme de yanında yat!” “İkisini de yapsam?” diye boğuk boğuk mırıldanırken elini kalçama atıp okşamaya başlamıştı bile “Hem bizimki balömrü olacak, fıstığım Sende bu kalçalar, bende bu arzu olduktan sonra” “Aşka ne oldu, azgın!” dedim kulağını dişlerken Yine her yanımı ateşler basmıştı Bacağımı bacağının üstüne atıyordum ki, meali tam olarak “Yuh! Allah kahretsin sizi! Hiç mi utanmanız yok rezil, kepazeler! Ar damarları çatlamış bunların!” olan öksürüklerle ikimizde yerimizden hopladık Hemen ilk konumumuza geçerken Tarık, utanç içinde peşpeşe özürler dileyerek “Harbiye” dedi Şoför, öyle bir gaza bastı ki, neredeyse arka camdan fırlayacaktım “Sadık bizi bekliyordur şimdi” dedim havada asılı elektriği dağıtmak çabasıyla “Hııı Çok özledim serseriyi Bizi karşılar diye umuyordum ama” diye kırık kırık yanıtladı kocacık “Karşılamaya gelmeyişinin nedenini ben biliyorum galiba Gece atıştırması mamalarıyla dolu dehşet bir sofra ve şu anda fokur fokur kaynamakta olan kahve suyu hazırlığı” Ama eve geldiğimizde ne kurulu sofra bulabildik ne de kahve suyu; küçücük bir kıpırtı bile yoktu Sadık bile yoktu; mahallenin, sokağın, evin olmazsa olmazı Sadık! Yoktu! Ciddi boyutlarda yaşadığımız şaşkınlık ve hayal kırıklığından kurtulur kurtulmaz doğru odasına dalıp panik içinde dolapları açıp kapamaya başladık Evet! Aynı anda ikimizin de aklına gelen başımıza gelmiş, o dehşet ihtimal gerçekleşmiş; Sadık pılısını pırtısını toplayıp evi terk etmişti Hem de bir not bile bırakmadan! Ama nasıl olur? Bu durum, bizi resmen şoka sokmuştu Hiç beklemediğimiz bir şey olduğu için çok şaşırmış, nutkumuz tutulmuş halde öylece kalakalmıştık odanın orta yerinde “Acaba benim yüzümden mi?” diye düşündüm Hani artık resmen benim de evimdi ya burası Suçluluk duygusuyla “üzülme” dedim kekeleyerek, “yarın ola hayır ola; kolundan tuttuğumuz gibi alır getiririz” “Geleceğini hiç sanmam” dedi kocacığım yıkılmış bir halde “Neyse, bu saatte yapacak bir şey yok Hadi yatalım” Yattık Kardeş kardeş Evimizdeki ilk gecemizde çiçeği burnunda yeni evliler olarak kardeş kardeş yattık Hem de biz! Olacak şey mi bu! Rüyamda görsem inanmazdım ama maalesef bire bir, kanlı canlı yaşadım bu dehşet olayı Sabaha kadar gözüm tavanda yattım, yatamadım, döndüm, yastıkla boğuştum, oturdum, kalktım, su içtim, kesmedi kahve içtim, pek çok kez tuvaleti ziyaret ettim ve bütün bunların hepsini yaparken de hem sevincimizi, hem hal-hamur olma arzularımızı kursağımızda bıraktığı için Sadık’a bildiğim, bilemeyip yeni ürettiğim tüm özlü sözleri yüreğimin en derin köşesinden sağanak gibi yağdırdım durdum Özetle; Pislik! Piç etti güzelim gecemi! Böyle söylendiğime, atıp tuttuğuma bakmayın; aslında çok severim namussuzu Biricik kocamın biricik kardeşi olur kendisi ve belki de benden bile kıymetlisi Elbette herkes kardeşini çok sever ama bizimkilerin birbirlerine olan sevgisi ve düşkünlüğü bir başka türlüdür Benim için de önemlidir serseri, kalbimde ayrı bir yeri vardır Sevdiğim adamın canı ciğeri olduğundan değil; gerçekten sevilesi heriftir Sadık Dünya tatlısı, dürüst, sevimli, sıcak mı sıcak, can mı can Üstelik acayip de yakışıklı Herkes tarafından sevilen, özellikle kızların gözdesi Sadık Onu tanıdığımda ondört yaşındaydı O zamanlar ben üniversite öğrencisiydim Tarık’la aynı bölümde okuyorduk Mezun olmamıza iki yıl vardı ve daha şimdiden evlilik hayalleri kurmaya başlamıştık Tabii hayallerimizin sonunda gazımız kesiliyor, umutsuzlukla balon gibi sönüveriyorduk, o da başka Memleketin durumu, iş bulamama korkusu, bulduk diyelim, ya atılırsak endişesi, evlilik ve geçim masrafları karabasan gibi çoktan üstümüze çökmüştü bile Bırakın evlilik hesaplarını, öyle kıt kanaat bir öğrencilik dönemi geçiriyorduk ki, gün oluyor, koca günü birer simitle geçiştirmeye çalışıyorduk başımız döne döne Moralimiz acayip bozuktu; ailelerimizin gönderdikleri iki kuruşla - ikimiz de memur çocuklarıyız – okumaya ve yaşamaya çalışıyorduk Tarık, bulabildiğinde çeviri yapıyor, birazcık nefes alabiliyorduk o zaman Garibim, kendi hâline bakmadan bana da destek çıkıyordu Ben üç kız arkadaşımla Beşiktaş’ta, rutubetten duvarları yosun tutmuş bir bodrum katında yaşıyordum Tarık, canım sevgilim, üç ay o arkadaşında, beş ay öteki arkadaşında göçebe hayatı yaşıyordu Zor yıllardı, çok zor Bir gün dersten çıkmış sallana sallana üniversitenin bahçesinde dolaşırken Tarık birden durdu Gözlerini kısarak uzakta bir yere bakmaya başladı “Ne oluyor ki?” diye ben de baktım tabii Karşıdan, buranın öğrencisi olmadığı tıfıllığından belli olan bir genç, her gelen geçenin yüzüne bakarak bize doğru yürüyordu “Neler oluyor?” diye sordum ama Tarık bana cevap verecek durumda değildi Yüzü pancara dönmüş halde hızlı hızlı soluyor, yutkunup duruyordu Aktı akacak gözyaşlarını tutmaya çalışırken gırtlağından bir hırıltı yükseldi ve deli gibi bağırarak kendini o gelen gencin üstüne attı Bir anda tortop oluverdiler Bana saatler gibi gelen dakikalardan sonra birbirlerinden sıyrılabildiler de ben de neler olup bittiğini anlayabildim Gelen Tarık’ımın yegâne kardeşi Sadık’tı Abisinin hasretine daha fazla dayanacak hâli kalmamışmış zaten Bir de üstüne bir gece önce gördüğü ve başrolde Tarık’ın olduğu uzun metraj kâbus da eklenince büsbütün beter olmuş, otobüse atladığı gibi gelmişti Anne ve babası önce karşı çıkmışlarsa da sonunda razı olmuşlar ama okulu sadece bir gün kırmasına izin vermişlerdi Akşam yani birkaç saat sonra dönecekti Duyduklarıma inanamıyordum Onca yolu Tarık’ı üç beş saat görebilmek için mi gelmişti yani? O zaman iki kardeşin birbirlerine nasıl bağlı olduklarını anladım İnanılmaz! İşte Sadık’la tanışmam böyle oldu Öyle böyle yaşayıp giderken yıllar geldi geçti ve nihayet mezun olduk Olduk da ne oldu? Aylarca işsiz kaldık Ailelerimiz bizi yanlarına çağırıyorlardı haklı olarak “Eh, bunca sene yemedik, içmedik sizi okuttuk Hadi artık gelin de çalışıp bize bakın” demediler tabii ama öyle düşündüklerini biliyorduk Fakat gitmek istemiyorduk Değil başka başka şehirlerde yaşamak, bir saniye bile ayrı kalmaya tahammülümüz yoktu ki! İkimiz de ayrı ayrı dedik ki ailelerimize, “gelmeyi ben de çok isterdim anacığım Sana da, anneme de minnet borçluyum babacığım ama çok cazip bir iş teklifi geldi Sizin fikrinizi almadan kabul ettim, affedin Bu iş, kariyerim için çok önemli Kocaman bir basamak” Yalandan kim ölmüş? Zavallıcıklarımız razı oldular tabii Ne de olsa evlatlarının geleceği söz konusuydu Biz de bundan güç alarak yalanımıza bir de upuzun kuyruk taktık; “bundan sonra siz bana değil, ben size para göndereceğim ama bana birkaç ay izin verin Bir ev tutup yalnız yaşamak, düzenimi kurmak istiyorum Beni merak etmeyin, her şey yolunda” Gelen yanıtlar aynen beklediğimiz gibi oldu; “yok yavrum, yok Senden hiçbir şey istemiyoruz ki biz Sen iyi ol, yeter İlk iznin ne zaman? O zaman gelirsin, değil mi? Bizi habersiz bırakma yavrum” Vicdan! Vicdan! Vicdan! Neyse, sonunda birer iş bulabildik İlk maaşlarımızı birleştirip iki arkadaşımızdan da borç para alarak sahibinden, 1 + 1, sobalı bir ev tuttuk O döküntü ev bizim için saraydı, saray! Sevincimizi bir görseydiniz! İlk günün yalnız kaldığımız ilk dakikasında birbirimize sarılıp çılgınlar gibi dans etmeye, hoplayıp zıplamaya başladık Yorulunca yine sarmaş dolaş yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağladık, ağladık, ağladık Katkatlarımız, toptoplarımızdan (giysilerimiz, kitaplarımız ve ıvır zıvırlarımız) başka hiçbir şeyimiz yoktu Ne eşyamız, ne de eskiciden bir iki parça tahta taraba alacak kadar paramız Ne yapacağımızı kara kara düşünürken mezun olup memleketine dönecek olan bir arkadaşımız bize müthiş bir sürpriz yaptı ve bütün eşyasını kamyona yükleyip kapıya dayadı Hem de bedavadan! Kıyağın böylesi insanı ağlatır be! Bağıra böğüre ağladık, üçümüz Hey gidi günler, hey! Derken, Sadık liseyi bitirdi ve İTÜ’yü kazandı Biz de bu arada belimizi birazcık da olsa doğrultabilmiş, şimdi oturduğumuz eve taşınmıştık Eksikleri de taksit maksit tamamlamaya çalışmıştık Evin eksiği hiç bitmez ya, çok gerekli olanları alabildik tabii Sadık da İstanbul’a gelmiş, bizimle birlikte yaşamaya başlamıştı; güller gibi geçinip gidiyorduk İki sene de öyle geçti Tarık, bir akşam “otur bakalım güzelim” dedi gayet ciddi “Biraz konuşalım” Ne konuşması? Zaten yıllardır ne yapıyorduk ki? Abisinin bir havalara girdiğini gören Sadık odasına sıvışmaya çalıştı ama başaramadı tabii Tarık, onun da kalmasını istedi Ikına sıkına, pek bir isteksiz oturdu garibim Kimbilir neler geldi o sırada aklına? Doğrusunu isterseniz benim de aklımdan konuşma konusu hakkında binbir ihtimal geçiyor fakat hiç birinde “a, budur garanti” deyip karar kılamıyordum İkimiz de nefeslerimizi tutmuş, Tarık’ın ağzının içine bakıyorduk Tarık, gözlerini kısarak uzun uzun yüzüme bakmaya başladı Bu, konunun hayati önem taşıdığının göstergesiydi Midem bir anda taş kesildi Dakikalar geçiyor, Tarık susuyordu Fena halde gerilmiştim “Az daha öyle bakmaya devam edersen ‘çizgi göz’ olarak kalacaksın Hadi, çatlatma insanı; ne diyeceksen de!” Tarık arkasına yaslandı, poposunu iyice kaydırarak medüsa gibi koltuğa yayıldıktan sonra yamuk yamuk sırıtarak sordu; “sen ne biçim bir kadınsın allasen, söyler misin?” Buyur? Önce ne diyeceğimi bilemedim Bu ne biçim soruydu böyle! Sadık’la gözgöze geldik; yavrum panik ve abisi adına özür taşan bakışlarla bakıyordu İkimiz de, bizimle dalga mı geçiyor yoksa ciddi ciddi mi soruyor, anlayamamıştık Yüreğim ağzıma gelmişti Yoksa birlikteliğimizi bitirmek mi istiyordu? Ne? Nasıl yani? Bunca yaşananlardan sonra ayrılacak mıydık? Deli gibi severken? Yoksa Yoksa sıkıldı mı benden? O da ne demek? İki dakika öncesine kadar bal börekken insan bir dakikada sıkılırmıymış hiç? Eğer öyleyse eğer öyleyse, var ya Tarık, şu gördüğün yeni manikürlü, metalik ojeli kazma tırnaklarımla seni öyle bir oyarım ki, dibini bulamazlar! Hatun kişiler, kendi aralarında konuşurlarken laf dönüp dolaşıp erkeklerden ve onların yaptıkları haksızlıklardan, adiliklerden, hıyarlıklardan açılır ve acı tecrübeler teker teker dökülür, gönül yaraları tırnaklanır, kanırta kanırta kanatılır, bilirsiniz Ben bu minval sohbetlerde suskun kalırdım ve anlatacak kötü tecrübem olmadığı için halime bin kere şükrederdim Anlaşılan bundan böyle hiç susmayacağım ve adım ‘bunalımlı geveze papağan’a çıkacak! Allah kahretsin! Kızların ve sıkı kazıklanmış ablalarımızın anlattıklarına göre erkekler, ortada bir problem, geçerli bir neden yokken yani sadece ve sadece sıkıldıkları için ayrılmak istediklerinde durduk yerde türlü çeşit bahaneler yaratarak huysuzluk yaparlarmış Karşısındaki kadın eğer ermiş filânsa, yani peygamber sabrı gösteriyor gıkını çıkarmıyorsa bu sefer de kadını aşağılamaya, hor görmeye, hakaret etmeye başlarlarmış Benimki de şimdi? Tarık? Tarık?! Taaarıııııııık! Sakin ol kızım, sakin ol! Ohmmm, ohmmm, ohmmm! “Eeee?” Elinin körü! Ya, ne demek istiyorsun sen, kardeşim! Deli misin, nesin? “Bunca zamandır nasıl bir kadın olduğumu öğrenemediysen ben ne diyeyim ki, Tarık?” “ Ne diyeceksin? Şöyleyim, böyleyim; bu kadar basit!” “Bu kadar basit ha?” Artık kendimi tutamıyordum; bağırmaya başladım “Demek bu kadar basit! Yazıklar olsun! Yazıklar olsun seninle paylaştıklarıma! Yazıklar olsun yaşadıklarımıza! Hepsine! Her şeye! İnanamıyorum yaaa, inanamıyorum!” Ağlamaya başlamıştım “Bu ne şiddet, bu celâl? Ne dedim ki?” Parmaklarım karıncalanıyordu Gırtlağına basıp boğasım gelmişti “Doğru diyorsun, aslında demek istediğini diyemedin, öyle değil mi? Azıcık yürekli ol, mert ol, erkek ol, erkek! ‘Tamam kızım, bu iş finiş! Sıkıldım artık yaaa, bir çiçekle bahar geçmez, bilmiyor musun! Hadi tak sepeti koluna!’ diyemedin! Nasıl diyeceksin ki? Hangi yüzle? Neye dayanarak? Hadi, konuş, konuş! Konuşsana!” “Sadık! Nereye?” Ay, çıldıracağım ya! Adama bak! Beni şeyine bile takmıyor! “Şey Biraz hava alayım dedim abi” “Gel, gel Sonra hep beraber çıkarız Gel, otur şöyle” Hep beraber çıkarmışız Nereye? Tımarhaneye mi? “Neyiniz var sizin Allah aşkına? Bir soru sorayım dedim, yer yerinden oynadı Biri bas bas bağırır, ötekinin yüzünden düşen bin parça, kendini sokaklara atmalara kalkar” “Abi, sana karşı gelmek istemem ama sorduğun soru da öyle sakin sakin cevaplanacak cinsten değildi” “Ve de bana, hele hele bunca yıldan sonra sorulacak soru hiç değildi” diye atıldım “Zaten aslında soru da değildi ya” Tarık, hiçbir şey olmamış gibi oturduğum koltuğun koluna ilişip saçlarımı okşamaya başladı, yüzsüz Afalladım, neye uğradığımı şaşırdım Resmen benimle oynuyor, eğleniyordu Elini ittim ama umursamadı bile Saçlarımın uçlarındaki lülelere parmağını sokuyor, o arada Sadık’a çaktırmadan ensemi okşuyordu Onca sinire rağmen içim bir hoş oluvermişti Gevşeğim, gevşek! Sesimin titremesini engellemeye çalışarak sordum; “ne söylemeye çalışıyorsan bir kerede, açık ve net olarak söyle Dolandırmanın âlemi yok” “Ne? Ne dolandırması? Sen siz beni yanlış anladınız Tabii ya, anlamadınız” “Ne yani? Geri zekâlı mıyız biz! Duydun mu Sadık? Şimdi de geri zekâlı olduk!” “Bir dakika Bir dakika Şunu baştan alalım Ben ne dedim sana? ‘Sen ne biçim kadınsın’dedim, değil mi?” “Maalesef” “Niye maalesef hayatım? Ya bak, aslında demek istediğim şuydu; sen başka kadınlara hiç ama hiç benzemiyorsun” “Öyle deseydin ya! Hem neden öteki kadınlara benzemiyormuşum? Benim ne ayrıcalığım varmış?” “Çoook Bak, şimdi sana bir soru daha soracağım” Sadık, can havliyle oturduğu yerden fırladı; “aman abi, dur Ben gideyim de öyle” “Otur ulan yerine!” Sadık, gerisin geriye oturdu tabii Karşı gelmek ne haddine! Tabii saygısından Yoksa baskı filan yok “Ya Bahar, hadi önceleri öğrenciydik; zamanı değildi, şartlar da uygun değildi; onu anladım Sonra ev tuttuk, birlikte yaşadık; eksiğimiz gediğimiz çoktu, borcumuz doluydu, paramız kıttı, hadi onu da anlamaya çalışayım ama son zamanlarda artık her şey yerli yerine oturdu, düzen kuruldu da, a be kadın, sen ne demeye hâlâ “ne zaman evleneceğiz?” demiyorsun? Niye elin sevgilileri gibi “hadi artık evlenelim, evlenelim” diye tutturmuyor, olay çıkartmıyorsun? Neden işten gelirken gelinlik modelleri alıp burnuma dayamıyorsun? Ya, vallahi de billahi de şikayet eden arkadaşlarıma özenir, onları kıskanır oldum artık! Bak, şeytan şahidim olsun ki, aklıma binbir türlü şey geliyor Artık beni sevmiyor musun? İstemiyor musun? Bilmediğim bir nedeni mi var? Bir engel mi var? Beşik kertmeli misin yoksa? Yok değil mi? Yok canım, yoktur yani Olsa bilirdim, değil mi? Bilir miydim? Ne? Aaaa, canıma yetti artık ama ha!” Bu acayip, abuk sabuk soru bombardımanından ve mutluluktan öyle dağılmıştım ki toparlanıp bir şey diyemiyor, sadece ağlıyordum Neyse ki Sadık imdadıma yetişti; “sen evlenme teklif ettin mi ki abi?” Allah’ım! Ne yerinde bir soru! “Yooo Dedim ya işte, Bahar’ın ‘hadi artık’ demesini bekliyordum” Gözyaşlarımı silerken, “ölsem demem” diye mırıldandım Derdim, niye demeyeyim ama ben de ondan bekliyordum Sabır küpümde beni bir süre daha idare edecek kadar bir şeyler vardı daha “A a! Niye?” Sadık gülerek söze karıştı; “abi, bu işleri ben mi öğreteceğim sana? Erkek evlenme teklif eder, kadın isterse kabul eder, istemezse etmez Bu iş asırlardır böyle gelmiş, böyle gider” “Ha, ha! Sana öyle geliyor bay çok bilmiş Belki bizim oralarda yine senin dediğin gibi hâlâ eski tas eski hamam ama burası İstanbul oğlum Burada her şeyin çivisi çıkmış; çarklar dağılmış ya da en iyi ihtimalle ters dönüyor Kızlar evlenelim diye tutturuyor oğlum, kızlar! Erkekler de kaçıyorlar haliyle Kızdan vazgeçemiyorsa erteleyebildiği kadar erteliyor ve fakaaaat sonunda yine kızın dediği, kızın istediği zamanda oluyor ve imzayı çakıyorlar Bir de şu var tabii; kız bakıyor ki, adam devlet dairesi gibi ‘bu gün git, yarın gel’ muamelesi çekiyor, yapışıyor adamın yakasına; ‘bana bak, ömür kısa arkadaş Söyle bakalım, evleniyor muyuz, evlenmiyor muyuz? Hayır yaani, ona göre biz de bilelim naaapıcaaamızı! Kısmetimizi kendi ellerimizle kapatıp kuytularda köşelerde kalmayalım yaaani!’ diyor Sıkıysa evlenme o zaman, tabii seviyorsan Ya, işte böyle sevgili kardeşim Yarın, bir gün senin de başına gelecek, onun için bu söylediklerimi aklının bir köşesine iyice yaz” “Olur, tabii de, bilmem farkında mısın abi, hâlâ teklif meklif, tık yok sende” Tarık bir şey demeden yanımdan kalkıp yatak odasına geçti Ne yapmam gerektiğini bilemedim Arkasından odaya gitsem mi, yerimden kımıldamasam mı, karar veremedim Ben öyle ikircikli ikircikli yerimde kıpraşıp dururken Tarık geri geldi, önümde diz çöktü, ellerimi ellerine aldı, parmak uçlarımı yumuşacık öptü Çok heyecanlı olduğu göğüs kıllarına kadar kızarmasından belliydi Benim de bütün bedenim zangır zangır titremeye başlamıştı “Sevgilim” dedi, “seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, değil mi?” Hızlı hızlı başımı salladım “Belki sana komik gelecek ama nedense hep ihtiyarlığımızı hayal ettim bunca zamandır; saçlarımız ak pak, yüzümüz buruş kırış, burun kıllarımız uzamış, ellerimizde kahverengi benekler Her gün muntazaman yürüyüşe çıktığımızı, birbirimizden destek alarak ağır aksak yürüdüğümüzü Bir bankta oturup dinlenirken kuşları dinlediğimizi, denizi seyrettiğimizi, gelmişten geçmişten konuştuğumuzu Çocuklarımızı, torunlarımızı düşledim Sana benzemeleri için dua ettim hep Bahar, hayallerimin gerçek olmasını çok istiyorum Artık aile olalım istiyorum Seni istiyorum Benimle evlenir misin?” Salya sümük boynuna atıldım Bir süre öyle kaldıktan sonra canımın içi beni nazikçe kendinden uzaklaştırdı, pantolon cebinden bordo renkli kadife bir kutu çıkartıp elleri titreye titreye açtı Kutudaki tek taş yüzüğü alıp kan dolaşımım sapıttığından dalağa dönmüş elimi tuttu, avucuma minik bir öpücük kondurup yüzüğü parmağıma geçirdi Sadık gitmişti Aslında bu duygu yüklü sahneleri böyle kuru kuru değil de Kerime Nadir romanları gibi yazabilirdim ama öykü konusu bu değil; onun için de gerek yok Size başka bir şey anlatacağım Ancak, anlatmadan önce bizi birazcık da olsa tanımanız gerektiğini düşündüm; o nedenle kendimden, eşimden ve Sadık’tan bahsetme gereğini duydum Bu arada da sabahı sabah etmişim Tarık uyanınca, daha kahvaltı sofrasına oturmadan telefonun başına geçti Sadık’ı bulmadan ikimizin de boğazından lokma geçmeyeceğini biliyorduk “İlhan” dedi numarayı tuşlarken “Kesin oradadır Bir sıçmaya ayrı gidiyorlar” “Saat daha yedi, Tarık Uyuyorlardır” “Uyanıversinler bir zahmet Hah, çalıyor” Uzunca bir süre bekledikten sonra tam ahizeyi yerine koyacakken karşı taraf telefonu açtı “Alo? Alo İlhan? Ben Tarık İyiyiz, iyiyiz Dün gece geldik İlhan, Sadık sende mi? Öyle mi? Hemen buraya gelin, hemen Yooo, bir şey olmadı Çabuk olun ama tamam mı? Sofra hazır, kahvaltıya bekliyoruz Görüşürüz” Telefonu kapatırken zafer kazanmış komutan edasıyla sırıtarak “nasıl da elimle koymuş gibi buldum serseriyi!” dedi “Hadi karıcığım, masaya iki servis daha koyuver” Kahvaltı boyunca ve sonrasında Sadık’ın evi terk etmesiyle ilgili tek kelime etmedik Yalnız ben bir ara “karşılamaya gelirsin diye ummuştuk” dedim O da “geliş saatinizden emin değildim” dedi, o kadar Tarık, “kahvemiz bitince çıkalım da hem balayında çektiğimiz fotoğrafların filmlerini verelim hem de nikâh fotoğraflarını alalım” dedi Ben sevinçle yerimden fırladım “Hadi, hemen şimdi gidelim” Nedense bu fotoğraf olayı Sadık’ı bizden çok heyecanlandırmıştı İlhan’ı kolundan çekiştirerek kaldırdıktan sonra karşı konulmaz emrivakiyle “biz gideriz” dedi, “Gelirken ne alayım? Bir şey ister misiniz?” Onlar kapıdan çıkar çıkmaz “nesi var bunun?” diye sordu Tarık “Bilmem?” “Sana her şeyini anlatır; biliyorsundur sen” “Vallahi bilmiyorum Tarık Hem ne ara anlatacaktı ki? Konuyu açmadın?” “Kıvranıyordu, görmedin mi? Bir ara konuşurum, akşama doğru filan Nasıl olsa bugün buradalar” “Hı, hı Ben biraz ortalığı toplayayım Bir şey ister misin?” Kolumdan tutup kendine çekerken “İstemem mi!” diye hırladı “Hiç masa üstünü denemiş miydik? Yoksa altında mı istersin?” Sadık’la İlhan geldiklerinde ben kanapede uyukluyordum Zil çalınca Tarık elindeki gazeteyi yere atarak söylene söylene kapıyı açmaya gitti “Anahtarın var ya be oğlum, ne kaldırıyorsun insanı yerinden!” “Anlamadın mı, aşna fişne durumlarında yakalanmayalım diye” diye mırıldandım gözlerimi açmadan “Uykunda konuşmaya başladın sende ha! Sanki biz anlamadık!” Tarık hep böyledir; jetonu çokgen Olayı anında algılayamaz, sen söyleyince de hemen bozulur Olsun, o benim hem kocam, hem goncam; her şeyini, her halini seviyorum Sadık’la İlhan elleri kolları poşetlerle dolu girdiler içeri “Hadi, kalkın, kalkın! Oooo, uyukluyor bunlar be İlhan!” “Tabii uyuklarım Sayenizde uyuyamadık ki!” diye homurdandım doğrulurken “Kimin sayesinde? Benim mi? Ben ne yaptım ki?” diye karşı çıktı Sadık Bal gibi biliyordu ve konuyu açtığım için de bana kızmıştı Tarık’a baktım Sıkıntıyla bana bir bakış attıktan sonra şen şakrak bir sesle, “marketi kaldırmışsınız be oğlum Ne gerek vardı? Dur bakayım, neler almışsınız” diyerek poşetleri karıştırmaya başladı İlhan da, Sadık da konu dışına çıkıldığı için bayağı rahatlamışlardı “Yok be Tarık abi, ıvır zıvır hepsi; şöyle doyurucu, dişe dokunur bir şey yok” dedi İlhan “Hah!” diye atıldım, “kalıbımı basarım ki film de almışlardır bunlar; şöyle bol kanlı, iğrenç bir korku filmi filan” “Hımm, ev sineması muhabbeti, ha?” Tarık, bu işe pek sevinmişti “Yengeciğim, hiç söylenme; bu filme bayılacaksın Fotoğrafçı, sizin gibi yağlı müşterilerine fotoğrafların yanında bir de film veriyormuş, yaaaa!” Tabii ya! Fotoğraflar! Nikâhın video filmi! Nasıl da aklımdan çıkmış! Uykusuzluk insanı amma da mankafa yapıyor yahu! Yuh bana! Tarık’a da! Onun mazereti de yok üstelik Neyse Hepimiz birden fotoğrafların üstüne atladık tabii; resimler kapanın elinde kaldı, yani benim Kocacık yanımda, diğerleri tepemde yerlerini aldılar Kâh çığlıklar atarak, kâh kahkahayı basarak, kimi zaman fotoğrafçının kulaklarını çınım çınım çınlatarak bakmaya başladık Haliyle her fotoğrafta ‘a, şuna bak, buna bak’ diye detaylara dalıp dedikoduya girişmiştik tabii Aradan ne kadar zaman, kaç fotoğraf geçmişti, bilmiyorum ama bir ara Sadık “ya yenge, mütalaanızı sonra yaparsınız, şunları çabuk çabuk geç, n’olur” deyince hepimiz pek bir şaşırıp yüzüne bakakaldık Benzi sararmış, yüzü gerilmişti; elleri de titriyormuş gibi gelmişti bana “Ne o? Acelen mi var?” diye çıkıştı abisi “Yok yok abi Ne acelem olacak?” diye kekelerken bu sefer de bahçe domatesi gibi kızarıvermişti çocukcağız Bir şey olmuştu ya da olmaktaydı ya, biz anlayamamıştık Tekrar resimlere döndük Bu sefer daha hızlı geçiyordum Nasıl olsa daha bin defa bakacaktık Tanıdık, tanımadık bir sürü insanın ortasında durmuş, artık sırıtık bir maskeye dönmüş suratımızla poz verdiğimiz bir fotoğrafa sıra gelmişti ki, “hah! İşte! İşte!” diye bağırmaya başlayan Sadık, atıldığı gibi resmi elimden kaptı Yerinden fırlamış, fotoğrafa yiyecek gibi bakarak salonda dolanıyor, arada duruyor, sonra zıplıyor ve bu arada da habire “işte o! İşte o! Buldum! Buldum onu! Buldum!” diye bağırıp duruyordu Şaşakalmıştık Tarık, “kimi lan? Ver bakayım şu resmi!” diye bağırdı ama Sadık, sağır kesilmişti; kendinden başka kimseyi duymuyordu; hoş, kendini duyduğundan da şüpheliyim ya! Üçümüz birden aynı anda yerimizden fırlayıp Sadık’ın üstüne atıldık Biz fotoğrafı elinden almaya çalıştıkça o kaçırıyor, vermemek için şekilden şekile giriyordu Bunca debelenmenin sonucunu tahmin edersiniz; dördümüz de birbirimize karışmış halde yere yapışıp yeni cilalı parkelerimizi bir güzel öptük Neticede “yırtılırsa var ya, ölümlerden ölüm beğenin!” diye ciyaklayınca resim bende kaldı Hemencecik blûzumun içine sokup doğru mutfağa yöneldim Üçü bir ağız arkamdan “hey, nereye?” diye bağırırlarken “hadi, hadi; çok konuşmayın da ıvır zıvır hazırlamama yardım edin” dedim sadistce Aslında ben de ölüyordum meraktan ya, heyecanlı dakikaları uzatmaya bayılırım, huyum kurusun Tabakları salona taşırken Sadık tarafından yakın markaja alınmıştım Bir ara “kim?” diye fısıldadım, “anlatmadın?” Sanki mecburdu “Hop, hop!” diyerek araya girdi kocacık, “ne fısırdaşıyorsunuz orada bakiiim? Bensiz tek kelime edersen, a-ha bak şuraya yazıyorum, seni kardeşlikten reddederim; ona göre! Senden de bunu hiç ummazdım Bahar, bravo!” “Ay, ne kızıyorsun be sevgilim, sen de İlhan’ı sıkıştırsana! Nasıl olsa o illâki biliyordur; daha bu sabah sen dememiş miydin, onlar yalnız sıçmaya ayrı gidiyorlar diye?” Gülüşerek yerlerimize oturduk Ben ağır çekim bir iki şey atıştırıp milleti fıtık ettikten sonra “a-na-na-naaam!”diyerek fotoğrafı midemin üstünden çekip çıkardım Kafalar tokuşarak alelacele birleşti ve resmi didiklemeye başladık Sadık, sessiz ve derinden bizi izliyordu Uzun analizlerimize rağmen Sadık’ı bu kadar heyecanlandırabilecek gibi birini maalesef bulamamıştık Karılı kocalı dönüp Sadık’a baktık; “eeee?” Sadık, derin bir iç çekişle “açılın” dedi, “aranıza oturayım” Ve bir sürü kafanın arkasındaki boz bulanık fonda belli belirsiz bir lekecik gösterdi; ”işte, bu” Fotoğrafa burunlarımızı yapıştırdık, gözlerimizi iyice kıstık; baktık, baktık, gözlerimiz yandı, sulandı ama yine de bir şey göremedik Bir ağızdan “ne?” dedik, “ne? Burada birisi mi var yani?” “İnanamıyorum! Şu endamı, şu güzelliği göremiyor musunuz?” “Oğlum, hani nerede? Burada kimse görünmüyor ki! Bahar, yoksa gözlerimiz ayvayı mı yedi? Yaşlandık mı ne, karıcığım? Onun gördüğünü biz nasıl göremeyiz?” “Gönül gözü görür Tarık abi” diye söze girdi İlhan “Zumluyor, ondan yani” “Yaaa Çalışma masamın çekmecesinden getir bakayım şu büyüteci” Büyüteçle bakınca belli belirsiz birşeyler görünür gibi oldu ama ne endam, ne güzellik seçilemedi tabii “Belki” diye atıldı Sadık, “filmde çıkmıştır, ha? Bakalım mı?” “Ulan o bizim nikâh filmimiz! Hem de ilk defa seyrediyoruz Kendimizi bırakıp ona mı bakacağız? Hayretsin ha!” diye çıkıştım Çok kızmıştım Neyse, kasedi taktık ve başladık izlemeye Tarık’la elele, o günün heyecanıyla ekrana odaklanmıştık Kaset bitince kocacık sımsıkı sarılıp okkalı bir öpücük kondurdu yanağıma Yine mayışmıştım ancak Sadık’ın kırgın sesiyle toparlanmak zorunda kaldım Ben onları unutmuştum yahu! “Aşkolsun size! Bir sormadınız hani diye!” “Sormamıza gerek mi var? Görseydin, halaya başlardın yine” “Yanıldın abicim, gördüm ama yengem öyle bir fırça çekti ki, ağzımı açamadım Evet, şimdi başa alıyoruz ve izliyoruz” Hatun gerçekten de çok güzeldi İlk görüntüde biz salona girerken o da arkamızdan gelip kalabalığın arasına karışıyordu İkincisinde kameraman davetlileri çekmişti Oturanların arkasında ayakta duruyordu ve bize bakıyordu Üçüncüsündeyse millet bizi alkışlarken o gözlerini mendille silerek salondan çıkıyordu Ondan sonrasında yoktu “Yenge” diye inledi Sadık, “sizin davetliniz miydi?” “Yooo Tanımıyorum Bizden olamaz” “Abi, sen tanıyor musun?” “Hayır oğlum, ilk defa görüyorum kadını Bahar, biz bu kadınla tebrik faslında tokalaştık mı?” “Bilmem?” “Hayır abi, hemen gitti” “E, bu durumda taraflardan birinin davetlisi olduğunu söyleyemeyiz, değil mi?” “Ne yani? Davetsiz misafir mi?” “Öyle görünüyor Neden ağlıyordu acaba?” O anda şeytan öyle bir dürttü ki, popoma bıçak saplanmış gibi yerimden zıpladım “Ne oldu?”diye sordu kocam olacak, yani olan adam Sadık umut dolu, yalvarırcasına atıldı, “hatırladın, değil mi yengeciğim?” “Yooo, yooo Hatırlamadım” “Niye irkildin? Üşüdün mü canım?” Ah, bu erkeklerin sahtekârlıkları! “İrkildim mi? Hiç farkında değilim Azrail yokladı herhalde” “Aman, Allah korusun O nasıl laf öyle?” Sadık, gidene kadar kızı görür görmez nasıl yıldırım çarpmışa döndüğünü utana sıkıla anlattı durdu İşin kötüsü kızı kimsecikler tanımıyordu ve onunla ilgili en ufak bir ipucu bile yoktu Zavallıcık kahrından geberiyordu Nasıl, nerede bulacaktı da aşkını ilan edecekti? Bu arada ben de kimseye belli etmeden için için bir alıp bin veriyordum Sadık’la İlhan evden çıkar çıkmaz derin bir nefes alıp Tarık’a döndüm “Anlat bakalım” “Hı? Ne? Ne anlatayım?” “Valla, sen daha iyi bilirsin!” diyerek koltuğa oturdum, bir sigara yaktım “Eeee?” Tarık karşıma oturmuş, şaşkın şaşkın bana bakıyordu Numaracı, pis domuz! “Haaa! Doğru ya, haklısın Akıl bırakmadı ki serseri! Yok çarpılmış, yok kızı nereden bulacakmış? Üzüldüm tabii; evden neden gittiğini sormak aklımın ucundan bile geçmedi, inan ki!” “Ben onu demiyorum” “Ya?” “Kim o?” “Kim, kim?” “O kadın işte!” “Hangi kadın? Sadık’ınki mi?” “Hayır, seninki!” “Benimki mi? O da kim? Ne diyorsun sen Allah aşkına Bahar?” “O gizemli kadından söz ediyorum! Kırığındı değil mi! Yoksa elin kadını ne demeye gelip de elâlemin nikahında zırıl zırıl zırlasın! Hadi, artık itiraf et!” “Yahu, saçmalama! Nerenden uyduruyorsun bunları! İtiraf edecek bir şeyim yok benim Bahar! Lütfen daha fazla zırvalama!” “Aldattın beni! Onu da!” “Oooof! Of! Nedir bu saçmalık! Bak Bahar, sana o kadını tanımadığımı, daha önce hiç görmediğimi söyledim İster inan, ister inanma; orası sana kalmış Bana güvenmiyorsan” “Eeee? Güvenmiyorsam?” “Güvenmiyorsan neden evlendin benimle o zaman?” Bir an verecek cevap bulamadım Daha doğrusu, cevabım hazırdı da öyle kızgın ve kırgındım ki söylemek istemedim “Seni deliler gibi sevdiğim için, hayvan!” diyemedim “Bilseydim” Tarık’ın yüzü allak bullak olmuştu “Neyi bilseydin? Bak Bahar, bu anlamsız tartışma ve suçlamaların devam ederse, korkarım, evliliğimiz onarılması güç bir yara alacak Onun için şimdi senden sakinleşmeni ve bir kenara oturup daha mantıklı düşünmeni rica ediyorum Birbirimizi daha fazla kırmayalım, lütfen” Bu konuşmayı izleyen üç gün Tarık’la limoniydik Çok gerekmedikçe konuşmuyor, yattığımızda da birbirimize popomuzu dönüyorduk Yavaş yavaş pişman olmaya başlamıştım ya, düşününce de haklı olduğumu görüyor, tekrar hırslanıyordum Bu arada Sadık’tan da ses seda çıkmamıştı Tarık bin kere aramış, bulamamıştı Evde yalnız kaldığım zamanlarda nikah filmimizi izliyor, meçhul kadının olduğu sahneleri dönüp dönüp elli defa seyrediyordum Üçüncü günün akşamı, mutfakta yemek hazırlarken Tarık da salonda haberleri izliyordu; kapı çaldı Gelenler, Sadık’la İlhan’dı İçeri girer girmez Sadık “yenge, şampanya kadehleri nerede?” diye seslendi “Hayırdır? Neyi kutluyoruz?” “Sen gel hele bir” Salona geçtim Tarık, büfeden kadehleri çıkartıp masaya koyarken şampanya da patlatılmıştı “Eveeet, size müthiş bir haberim var! O var ya, o; onu buldum!” Tarık’la bir ağız bağırdık; “ne!” “Vallahi de buldum, billahi de buldum! Allah acıdı halime herhalde” Bu habere sevineyim mi, üzüleyim mi bilemedim Sadık için harika bir olaydı ama ya benim için? Allah kahretsin! Tarık’ın da kardeşi adına çok sevindiği ama benim tepkimden korktuğu, önce kulaklarına kadar sırıtıp hemen arkasından yüzünün yerlerde sürünmesinden öyle belliydi ki! Sadık, bülbül gibi şakımaya devam ediyordu; “sizden çıkınca efkâr dağıtmak için bir bara gittik Kös kös oturmuş bön bön eğlenenleri seyrediyordum Aradan bir saat mi ne geçmişti ki, bir de ne göreyim, bir afet-i devran pistte salınıp duruyor! ‘Bu, benim kıza amma da benziyor Yoksa kafayı buldum da hayalliyor muyum ne?’ diye düşündüm Kalkıp yakınına gittim, dans ediyor gibi yaparak baktım! Oydu, oydu, o! Neredeyse sevinçten boynuna atılıp öpecektim Zor tuttum kendimi valla” Tarık, bana kaçamak bir göz attıktan sonra “bir bahane yaratıp konuşabildin mi bari?” diye sordu Hı, ya, konuşmuş! Kız sana selâm söylemiş Başın göğe erdi mi?! “Ben cesaret edemedim valla abi Zaten heyecandan bayılacak gibi olmuştum O işi İlhan halletti” “Aferin lan İlhan! Nasıl becerdin?” Bak, bak, baaak! Kocama bak sen! Sana ne be adam, sana ne! “Eee, Allah vergisi Her kula nasib olmaz” “Sahiden de İlhanda şeytan tüyü mü vardır, nedir? Kızlarla şıp diye diyalog kurar ve hiç de terslenmez, nedense?” diye hayıflandı Sadık “Bu tipsizin neyine kanarlar hemencecik, anlamam” “Eee?” diye homurdandım “Sonra ne oldu?” “Kız, iş arkadaşlarıyla gelmiş bara” “Bu kızın bir adı yok mu?” Sesimin tonunu ayarlayamıyordum Sadık, neye bozuk çaldığımı anlamak için gözlerini kısarak gözümün içine baktı Sırıtıverdim “Zümrüt” “Zümrüt mü?” Niye o kadar şaşırdın kocacık? Yoksa sana başka bir isim mi uydurmuştu? “Hııı, Zümrüt Gözleriyle ismi nasıl da uyumlu” “Gözleri yeşil mi? Lenstir oğlum İyi baksaydın” Ah! Sana ‘gözlerim mavi olduğu için annemle babam adımı Deniz koymuşlar’mı demişti yoksa! Salak! “O kadar yakınlaşamadık daha abiciğim” diye sırıttı Sadık Alı al, moru mor olmuştu Bu Sadık çok saf, ha! Yatarken lenslerin de takma diş gibi çıkartıldığını mı sanıyor, ne? “Eee? Telefon numarasını filan alabildin mi bari?” Sana da versin de eski günleri yadedin, ha? “Almaz mıyım? Günlerdir mesaj çekmekten parmak uçlarım nasır tuttu” “Pek iyiler, pek” diye söze girdi İlhan “O akşam masaları birleştirdik; bir sohbet, bir muhabbet Kızın aşna fişnası da yokmuş Geçmişte çok acı bir tecrübe yaşamış; ihanete uğramış zavallı Öyle güzel bir hatunu hangi hıyar, neden aldatır ki?” “Hıyarlığından!” Bunu Tarık’ın dibine girip tükürür gibi söylemiştim Aslında kızı benimle aldattığı ya da ikimizi ikimizle aldattığı sonra da benim üstüme kaldığı ortadaydı ya yine de aldatılan kim olursa olsun, kiminle ve hangi nedenle aldatmış olursa olsun aldatan, en azından toplu katliam yapan bir cani kadar suçludur benim gözümde “Ertesi gün ve bu güne kadar her gün gündüz mesajlaştık, akşam buluştuk Bu akşam da beraberiz Evine yemeğe davet etti” “Oh, oh, maşallah! Bu ne hız? Peki, neciymiş?” Bunu ben sormuştum “Kast ajansı var; yani artist menajeri” “Hadi yaaa! Bak ben bunu bilmiyordum” diye atıldı İlhan Gözleri sevinçle ışıldamıştı “Bizi de artist yapar mı ki?” “Valla bana teklif etti” diye yanıtladı Sadık Kasım kasım kasılıyordu “İstersen bu akşam senden de bahsedeyim, hı? Yani söz vermiyorum ama fırsat bulabilirsem laf arasında çıtlatabilirim” “Valla harika olur be!” “Hadi, hadi lagalugayı bırakın da sadede gelin bakalım; bizim nikahımızda ne işi varmış?” diye atıldım Bu kadar laf salatası yeterdi “Valla, bilmiyorum yenge” diye geveledi Sadık “Ne yani? Sormadın mı?” “Fırsat olmadı” Tepegöz gibi bakınca “yani fırsat oldu da ürkütmek istemedim” diye döndürdü lafı “Ama bu akşam, ortam uygun olursa soracağım, söz” “Yaşını da sormayı unutma” diyerek terslendim “Bana senden biraz değil de bir hayli büyük gibi geldi de” Ertesi gün deliler gibi aradım Sadık’ı ama koydunsa bul! Yoktu adam Üç gün geçti, beş gün geçti; ne ses ne seda İlhan’ın evine de gitmiyordu Anlaşılan abisinin eski, kendisinin yeni sevgilisi bizim oğlana kancayı takmış kapatma muamelesi uyguluyordu Kendimden çok Sadık için endişelenmeye başlamıştım Bir ara Tarık’a “şu kadını ara da oğlanı rahat bıraksın Eski sevgilin kardeşini esir aldı, senin umurunda değil! Sen ne biçim adamsın!” diye çıkıştım Dertli dertli iç çektikten sonra nefesini koyverirken “bilsem çoktan arardım” dedi “Ve sana son kez söylüyorum Bahar, kadını ta nı mı yo rum! Anlaşıldı mı?” Belli ki Tarık da kardeşi için çok endişeleniyor ama bir şey yapamıyordu Sustum, cevap vermedim Aradan bir hafta geçmiş, endişelerimiz korkuya dönüşmüştü Ben karakola haber verelim, hastanelere bakalım, ne bileyim, bir şeyler yapalım diye ısrar ettikçe Tarık karşı çıkıyordu Birkaç gün daha beklemekten yanaydı “Ne de olsa gençlik var serde; aklı başından gitmiş işte Sorumsuzluğunun nedeni aşk” diyordu İşin kötüsü İlhan’ın da bir şeyden haberi yoktu ama pek umursadığını da söyleyemem O gün evde bir başımaydım ‘Bari! dedim ‘hazır Tarık da yokken ağda yapayım’ Takım taklavatı salona taşıyıp yere yaygıyı yaydım, üstüne yayıldım Bacaklardan başlamak benim için her zaman en hayırlısı oluyordu Zira koltuk altı ve bikini bölgesi çok acıdığından bacaklardan başlayınca sıra ötekilere gelinceye kadar vücut acıya alışıyor, iş kolaylaşıyordu Bacaklarım ak pak olduğunda her yanım yapış yapış olmuş, kan ter içinde kalmıştım Tam koltuk altıma ağdayı yapıştırmıştım ki, zil çaldı Allah kahretsin! Tek kolum havada, don sütyen kalakalmıştım Kapı tıklatılmaya başlandı Gelenin gidesi yoktu Yalınayak kapıya kadar gidip seslendim; “kim o?” “Benim yenge, ben, Sadık!” “Allah kahretmesin seni! Bunca zaman nerelerdeydin ulan!” Öyle sevinmiştim ki, neredeyse o halde açıverecektim kapıyı ama son anda aklım başıma geldi de durdum “Sadık, şimdi git, beş on dakika sonra gel, tamam mı?” “Oooo pardon pardon! Zamanlamam felaket anlaşılan Özür dilerim yengeciğim Abime selam” “Yok be oğlum, öyle değil ama yine de açamam kapıyı; müsait değilim” “Tamam, gidiyoruz” Gidiyoruz mu? “On dakika sonra burada ol ama, tamam mı?” “Tamam Geliriz” Bu çocuk niye çoğul konuşuyor ki? Lafın gelişi mi acaba? Ağdanın kalanından vazgeçip bir kolumun altı güneş vurmuş kumsal gibi parıl parıl, ötekisi orman değilse de büyükçe bir koruluk görüntüsünde, kendimi banyoya attım Yalapşap duş aldıktan sonra salonun orta yerindeki dağınıklığı topladım Üstüme birşeyler geçirdim Nefes nefese kalmıştım Tam saçlarımı kurularken zil yine çaldı Koşarak gidip kapıyı açtım O ne! Sadık, yanındaki kadının beline kolunu yılan gibi dolamış halde mutluluk sarhoşu bakış ve gülümsemeyle bana bakıyordu Bu hiç beklenmedik manzara karşısında afallamış kalmıştım Öylece epey bir zaman kapıda bakışarak dikildik “Bizi içeri davet etmeyecek misin yengeciğim?” “Hı? Ah, evet ya! Tabii, tabii Buyurun lütfen” Kenara çekilip onlara yol verdim Bu arada Sadık’ın koluna sıkı bir çimdik atmayı da ihmal etmemiştim “Sana sürpriz yapayım dedim yengeciğim Tanıştırayım, Zümrüt Zümrüt, yengem Bahar” Kadına nasıl davranacağımı bilemiyordum Önceden haberim olsaydı zalim bir plan yapardım elbette ama bu ani ziyaret gerçekten sürpriz olmuştu Soğuk soğuk elini sıkıp oturdum “E, ne var ne yok görüşmeyeli? Abim nasıl yenge?” Bir haftada ne olmuştu bu oğlana böyle? “Abin kızgın, Sadık Ben de Hatta İlhan da” “Haklısınız” diye söze girdi zümrüt gözlü Zümrüt Hanım “Ama burada değildik, yani İstanbul’da” “Gittiğiniz yerde telefon yok muydu? Himalayalar’a mı çıktınız? Sadık’ın yok, biliyorum ama herhalde sizin de yok cep telefonunuz” “Hayır, var Kapatmıştım da” Utanmaz, azgın karı! Tarık’tan intikam almak için Sadık’ı düpedüz kullanıyor bu be! Ahlaksız! Ama ne yalan söyleyeyim, Allah var, çok güzel Sadık salağı neredeyse içine düşecek kadının Zavallı, sırılsıklam aşık olduğu kadının ne fettan, ne rezil, üstelik abisinin eski sevgilisi olduğunu bir bilse! İyi de, ne demeye bana öyle bir garip bakıyor bu kadın? Sanki ağladı, ağlayacak Gözleri buğulu, buğulu Allah Allah Durum gerçekten çok garipti Onun böyle duygulanması ve benim alamadığım tüylerimin diken diken olması pek de anlaşılamayacak şey değildi Daralmıştım! “Neskafe yapayım” diyerek ayağa kalktım O sırada Sadık, “haydaaa! Pastayı arabada unuttum Bir koşu alıp geleyim” dedi ve çıktı Demek kadının otomobili de varmış Mutfakta kahveyi hazırlarken düşüncelere öyle dalmışım ki, bir el kolumu hafif hafif okşayınca korkudan elimden kaşığı düşürdüm Çığlık atarak arkamı bir döndüm ki Zümrüt denilen kadın, hayran hayran bana bakıyor Sapık mıdır, nedir? “Özür dilerim Bahar Korkutmak istememiştim” İşime dönerken “önemli değil Zümrüt Hanım” dedim ama ‘hanım’ı öyle bir vurguladım ki, bana sadece adımla hitap edemeyeceğini anlamıştır diye umuyordum “Sana Bahar demek istiyorum Gerçekten de bahar gibisin” demez mi! Yuh yani, yuh! Yüzsüzlüğün bu kadarına ancak yuh denir “Bana bak” diyerek hırsla tam arkamı dönmüş ağzının payını vermeye hazırlanıyordum ki Sadık, elinde pasta kutusuyla mutfağa girdi “Ne güzel, kaynaşmışsınız bile Kadınların mutfak muhabbetlerini bilirim Başladığınıza göre her şey yolunda demektir” “Olmaması için neden mi var, sevgilim? Elbette yolunda Baharcığımla bundan sonra hep birlikte olacağız ve iki elti güller gibi geçinip gideceğiz Öyle değil mi canım?” “Ne? Ne! Ne dedin, ne dedin?” “Ya yenge, size söylemeden Biliyorum kızacaksınız ama Hele abim Yenge, biz evleniyoruz” Orada, o anda beni nasıl bir kuvvet ayakta tuttu da şakkadanak yere düşmedim, bilmiyorum Ve kim elimi kolumu böyle deli bağlar gibi sımsıkı bağladı? Şimdi ben bu kadının saçını başını yolmaz mıydım? Lenslerini eline vermez miydim? Protez dişlerini çıkartıp Sadık’ın suratına atmaz mıydım? Yapmaz mıydım? Yapardım ya yapamadım Yapamadım çünkü Tarık, mutfak kapısında durmuş dehşet içinde bize bakıyordu Geldiğini hiç birimiz duymamıştık Mutfağı bir süre ölüm sessizliği kapladı Sonra Tarık, ağır adımlarla kardeşine yaklaştı Şimdi yumruğu suratının ortasına oturtacak derken o, kolundan tuttu ve “gel bakalım, seninle biraz dolaşalım” diyerek Sadık’ı alıp dışarı çıktı Kadınla evde başbaşa kalmıştık Ben de şunun ağzının payını vereyim, ne haltlar karıştırdığını bildiğimizi yüzüne vurayım diye düşünerek “salona geçelim” dedim “Ah, evet, geçelim Aslında gitmeleri iyi oldu, biliyor musun Bahar Ben de seninle konuşmak istiyordum” dedi Eteklerdeki taşların dökülmesinin zamanı gelmişti Biraz sonra ak, kara ortaya çıkacaktı Salona geçince “rica etsem karşıma oturur musun?” dedi “Gözlerinin içine bakmak istiyorum” Öyle abuk sabuk laflar ediyor, öyle garip davranıyordu ki, ne cevap vereceğimi şaşırıyordum Neden sonra “benimkiler lens değil, Allah’ın verdiği renk” dedim Küçük bir kahkaha atarak, “anladın demek” dedi “Ne yapayım, değişikliği seviyorum” “Bilmediğimi mi sanıyorsun?” İşte böyle insanı faka oturturlar canım Sustun kaldın, değil mi! “Yani yani? Benim kim olduğumu biliyor musun? Ama inanamıyorum, inanamıyorum!” Dudakları titreye titreye konuşuyor, gözlerinden dökülen yaşlara hiç aldırmıyordu Ama ben aldırıyordum Ne zırlıyordu şimdi bu? Timsah gözyaşları, timsah! Kimi kandırıyorsun sen, kızım! Sen giderken, biz geliyorduk! Sahtekar! “Nasıl anladın, Bahar? Nasıl?” “Nikahın video kaydında gördüm” “Allah kahretsin O kadar da gizlenmeye çalışmıştım” “Becerememişsin işte Sadık’tan ne istiyorsun! Çık git çocuğun hayatından!” Bir sigara yaktı, dumanını savurdu ve özür diler gibi “beni seviyor” dedi “Yapamam” “Gerçek yüzünü görünce ne olacak? Daha beter yıkılmayacak mı sanıyorsun? Zararın neresinden dönülse kârdır Hemen, şimdi çantanı al ve çık git!” Ayağa kalktı Gidiyor diye sevinmeme fırsat kalmadan gelip yanıma oturdu Ağzının ortasına bir dirsek atmamak için kendimi zor tuttum “Gidemem” diye mırıldandı “Biliyorum, çok zor bir durum ama gidemem Bahar” Derken elimi tuttu Aman Allah’ım! Şok olmuştum Katılıp kaldım “Bana bak Bahar” dedi Sesi titriyordu Gözyaşları zaten hiç durmamıştı “Bana bak Bahar, gözlerime bak Yüzüme bak Dikkatli bak Ne görüyorsun hayatım?” Hırsla elimi çektim “Gerçeği söylememi ister misin?” “Evet” “Yalancı, aşağılık, sahtekâr, ahlaksız bir yaratık görüyorum!” “Haklısın Çok haklısın ama artık değiştim Ben, eski ben değilim, canım” “Eski sen değil misin? Ben nereden bileyim senin eski halini! Beni Tarık’la karıştırdın galiba!” diye bağırırken yerimden fırlamıştım “Ne Tarık’ı?” diye ciyakladı “Kocam Tarık! Az önce gelip Sadık’la çıkan Tarık! Senin eski sevgilin Tarık! Anladın mı şimdi, şıllık!” O da ayağa kalkmış, hayretler içinde bana bakıyordu “Sen sen benim kim olduğumu sanıyorsun Allah aşkına Bahar?” “Tarık’ın eski, Sadık’ın yeni sevgilisi; iki kardeşle birlikte olabilecek kadar karaktersiz, sefil yaratık!” “Saçmalama! Yok öyle bir şey!” “Yok da ne demeye nikaha geldin? Niye zırladın? Neden tebrik etmeden kaçtın gittin? Ne işin vardı bizim nikahımızda? Ha, söyle bakalım, ne işin vardı? Neden geldin be kadın!” “Senin için” dedi hayretler içinde “Anlamadın mı?” “Benim için mi?” “Elbette deli kız! Başka kimin için olacaktı ya?” “Yani Tarık?” “Tarık’ı tanımam bile Ama evleneceğini duyunca gelip seni gelinlikler içinde görmek istedim Bahar Kendimi alamadım, ne yapayım Hem ne yalan söyleyeyim, kocanı da merak ediyordum” “Kocamı mı merak ediyordun?” Yahu kimdi bu kadın? Dediği gibi yüzüne dikkatle baktım, inceledim ama nafile! Hiç tanımıyordum, hiç “Evet canım, merak ediyordum ya Nikahta kendimi tutamadım, ağladım; melekler gibiydin, saf ve güzel Sana, kendime, kaderime, kaderimize, her şeye ağladım Bahar Zaten evlilik törenlerinde hep çok duygulanırım” Allak bullak olmuştum Başıma ağrılar girmişti Ayağa kalkan midemin üstüne elimi bastırırken kalp çarpıntıları içinde sordum; “Dur bir dakika, dur; kafam karıştı Yani şimdi diyorsun ki, ben kocanı değil seni tanıyorum, öyle mi?” “Evet” “Ve yine diyorsun ki, nikaha senin için geldim” “Evet” “Yani biz tanışıyoruz, öyle mi?” “Tanışmak mı? İlahi Bahar! Tanışmanın çok ötesi, güzelim” “Allah’ım, çıldıracağım! Peki, ben niye hatırlamıyorum seni? Kimsin be kadın!” “Söyleyeyim mi?” “Evet, hadi çabuk!” “Gel” diyerek elimden tutup kanapeye oturttu Yumuşacık, sevgi dolu sesle “gözlerime bak Bahar” dedi, “bak bana birtanem” “Kimsin?” İnliyordum “Kimsin?” “Haldun” “Aaa! Aaaaa! Aaaaaa! Aaaaaa!” Bayılmışım Genzim yanarak kendime geldiğimde Haldun, ay yani Zümrüt, burnuma soğan tutuyordu Gözümü açıp onu görünce yine kendimden geçer gibi oldum “Aman, ne olur bayılma Bahar! Şimdi gelirlerse ne derim ben? Hadi kalk canım, toparla kendini Hadi” Kolumdan tutup kaldırdı, sırtıma bir yastık yerleştirdi “Şimdi daha iyice misin canım?” “İyi olmamı nasıl beklersin? Aman Allah’ım! Aman Allah’ım! Sen sen nasıl Haldun olabilirsin?” “Bebeğim benim, çok haklısın, inanmak çok zor, ama gerçek bu işte Hayat sürprizlerle dolu” “Dur, dur bir bakayım sana” Bilerek bakınca, oydu gerçektende “Canım benim, Bahar’ım Affet beni” İkimiz de avaz avaz ağlıyorduk Bu şoka sinir mi dayanır? Birbirimize sımsıkı sarıldık, ağladık, ağladık Neden sonra Haldun beni kendisinden uzaklaştırırken “boyalarımız aktı şekerim” dedi, “gel makyajımızı tazeliyelim bizimkiler gelmeden Yatak odan nerede?” Allah’ım! Vallahi çıldıracağım! Yüzümüzü temizlerken “kabullenmek zorundasın Bahar” dedi, “başka çıkar yolu yok” “Ama nasıl Haldun?” “Zümrüt” “Zümrüt mü? Ha, evet ya, Zümrüt” “Nasıl mı? Bilmiyorum Bana Haldun yerine Zümrüt demekle başlayabilirsin mesela Sakın çocukların yanında ağzından kaçırma, ha! Her şeyin içine edersin” “Nasıl yapacağım Allah’ım, nasıl! Haldun, sen benim ilk aşkımsın; kalbimi kuş gibi çırpındıran, cinsellikle tanıştıran, o doyumsuz duyguları tattıran ilk erkeksin! Haldun’uma nasıl Zümrüt diyebilirim? İlk aşk Haldun, ilk aşk! Ömür boyu unutulmayacak ilk aşkımla şimdi nasıl elti olabilirim! Hayır, olamaz! Mümkün değil! Ne olursun, yalvarırım git! Temelli git, Allah aşkına Haldun, git!” Yine ağlamaya başlamıştım Şefkatle gözyaşlarımı silerken “yapamam” dedi, “ben de Sadık’ı seviyorum, sevgilim” Dudağımın kenarından yumuşacık öptü ve fondötenini sürmeye devam etti Duygularım, mantığım birbirine girmişti Yorgun düşmüş, çökmüştüm Bir türlü kendime gelemiyordum “Sadık biliyor mu?” diye fısıldadım Aynadan dehşet içinde bakarken “saçmalama!” dedi “Bu, ikimizin arasındaki sır Kimsenin bilmesi gerekmiyor Hem bunun, ikimizin yaşadıklarının, duygularımızın benim için kutsal bir yanı var Bahar Yüreğimizde kalmalı” “Ya ben söylersem?” Güldü “Hiç sanmıyorum ama eğer öyle bir delilik yaparsan inkâr ederim” “Yani kararlısın, evleneceksin” “Yes, sugarcığım Pembe rujun var mı?” İmdaaaat! “Rujlar, siyah kutuda” Rujlara tek tek bakarken “evlilik nasıl gidiyor?” diye sordu “Tarık seni üzüyor mu?” “Hayır ama ben Sadık’ın üzülmesinden korkuyorum” “A a! Neden?” Aradığı renk ruju bulmuştu “Nasıl kadınlık yapacaksın Haldun?” Dudaklarını kapatarak ruju yaydıktan sonra “bak bakayım, oldu mu?” diye umursamaz bir tavırla sordu “Hımm, oldu” “Yakıştı mı?” “Ay, evet Haldun, yakıştı! Nasıl kadınlık yapacaksın diye sordum sana!” “Yani nasıl vereceksin diye soruyorsun, ha? Senin Tarık’a verdiğin gibi” “Nasıl yani?” “Basbayağı Her kadın gibi Ameliyat oldum, her şeyim normal, endişelenme” “Yaaa” “Ya Sadece çocuk yapamam” “Ama bu çok kötü Sadık biliyor mu?” “Saçlarımı öreyim mi, salayım mı Bahar, ne dersin?” “Sadık biliyor mu dedim!” “Biliyor Alındı dedim, yani rahmim Küçükken bir kazaya uğradım ve alındı, o kadar!” “Her şeyi ayarlamışsın bakıyorum” “Hı hı” Süslenme faslı bitmişti Son kez aynada kendini süzdü, saçlarını savurduktan sonra bana dönüp kararlı bir sesle konuşmaya başladı “Bak Bahar, Sadık’la birbirimizi seviyoruz ve çok iyi anlaşıyoruz, tamam mı! Evlenmek istiyorum; her dişi gibi yuvamın kadını olmak istiyorum Benim senden bir farkım yok! Lütfen artık bunu kabul et!” Tam cevap vermek için ağzımı açmıştım ki içeriden Tarık’ın sesi duyuldu; “Kızlaaaar, biz geldiiik! Neredesiniz?” Ses tonundan ve kelimeleri uzatmasından kocamın keyfinin yerinde olduğu belliydi Anlaşılan Sadık abisinin onayını almıştı Dünyadan haberleri yoktu gariplerimin ve ben de artık kadere razı olmuştum Konuşmamamın en doğrusu olduğuna karar verdim “Geliyoruuuuz!” diye seslendikten sonra “hadi, yürü, içeri gidelim Zümrüt” dedim “Bizimkileri bekletmeyelim” Haldun boynuma atlayarak “canım benim” dedi coşkuyla, “bir tanem, sevgilim!Ama dur, senden son bir ricam olacak Bak, bu benim için çok ama çok önemli Hemen cevap verme, olur mu?” “Olur” dedim gülerek, “olur ama bir şartım var; bir daha bana yalnızken bile sevgilim demeyeceksin” “Son bir kez? “Tamam, son kez” “Sevgilim, gelinliğini ödünç verir misin?” |
|