Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
fil, mesnevi, yavruları

Fil Yavruları Mesnevi

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fil Yavruları Mesnevi






FİL YAVRULARI




Bilmem işitin mi? Akıllı bir adam, Hindistan da dostlarından iki üç kişinin uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü Bilgiden doğma merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı Biliyorum karnınız bomboş, pek açsınız Açlıktan adeta Kerbela’ya düşmüşsünüz Bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız

Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz Bu gönlünüze pek hoş gelir Onlar pek kuvvetsiz Pek latif ve semizdir Fakat anaları pusudadır, onları korur

Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evladını arar durur Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur Yavrularına merhameti çoktur Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi Yavrum, veliler de Tanrı çocuklarıdır Onlar ortada olsun, olmasın

Tanrı, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme Onlar için kin güden, onların öcünü alan Tanrıdır Tanrı dedi ki : Bu veliler benim çocuklarımdır Gariplik alemindedirler, eşleri yoktur Ne işleri vardır, ne güçleri

Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de Hepsi de benim korumama arka vermiştir Sanki onlar, benim cüzülerimdir Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler Fakat yine de hepsi bir vücuttur

Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi? İhsan ve kerem sahibi lut, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi? Cennete benzeyen şehirleri karasu oldu Diclesi oldu Git de gör Bu karasu Şam tarafındadır Kudüs’e giderken yolda görürsün

Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu Söylesem uzun sürer Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün Bu görüşten ne kadar uzaksın!

Bu kör, ne şaşılacak şey kördür, uzağı görür, gözü de keskin Fakat yalnız devedeki yükü görür İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur Bu oynayış şerle doludur Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar

Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler Varlıklarından kurtuldular mı? Ellerini çarpar, noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler Çalgıcıları, içlerinden def çalar, denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürürler Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar

Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek, ten kulağıyla duyulmaz ki Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör Muhammet’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar Tanrı ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der

Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız Bu sözün sonu gelmez Sen yine o fil hikayesine dön, yine o hikayeye başla da onu anlat

Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta, hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almaya, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı Sen de Tanrı kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın

Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Tanrıdır Doğrudan başka kim canını kurtarabilir? Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münker, yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye! O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkan var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare

Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok! Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzler iner, pençeleri batar Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak! Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız, hasta bunu, anlar, duyar

O hasta dostlar, der, Bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki? Dinleyenler de “ Biz öyle bir şey görmüyoruz bu hayalden ibaret” derler halbuki ne hayali? Göçme zamanı bu! Ne hayali bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his alemine girdiler

O, bu kılıçların ona çekildiğini görür Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de bunları gören yoktur Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü

Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir Her an canının bir cüzü ölüm halindedir Her an can verme zamanındadır Can verme anında imanını gör, gözet! Ömrün altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur

Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “ Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin

İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır O mezarını lahdini yapma işi taşla, tahtayla kilimle, keçeyle olmaz Kendine gönülde bu benliği görmen gerektir Onun toprağı olman, gamına gömülmen lazım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin

Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?

Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur Zahirini süslemiş püslemiş ama içi düşünceler den feryatlara düşmüş başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir

Öğütçü dedi ki “ Bu öğüdümü tutun da gönlümüz, canınız belalara düşmesin Otlara, yapraklara kaani olun fil yavrularını avlamaya varmayın Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur Ben sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım

Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu urmasın Tamah, yaprak yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır” bunları söyleyip “ Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selametledi gitti Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler

Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi O adamın öğüdü hatırındaydı Bu söz adamın o fili kebap edip yemesine mani oldu Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar

Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi Önce o gözetleyene gelip çattı Ağzını üç kere kokladı Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti

O iri fil, adama hiç dokunmadı Uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı, hepsinden de koku aldı Yavrusunu kebap edip yiyenleri hemencecik paraladı öldürdü O anda hepsini de birer ,birer paralıyor, onlardan hiç de ürkmüyordu Onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak parçalamaktaydı

Ey halkın kanını emen, bu işten uzaklaş, halkın malı kanı demektir Çünkü mal güçle, kuvvetle çalışmayla ele geçer O fil yavrularının anaları kan güder, fil yavrusunu yiyenden öç alır, öldürür Ey rüşvet alan, sen fil yavrusu yemektesin, sana düşman olan fil, kökünü kazır, seni mahveder

Hilelere sapanı koku, rüsvay etti Fil yavrusunun kokusunu bilir Hak kokusunu yemenden duyan bendeki batıl kokuyu nasıl olurda duymaz? Mustafa ta uzak yol dan koku alır da ağzımızda ki güzel kokuyu nasıl almaz? Duyar, duyar ama yüzümüze urmaz, örter

İyi koku da göklere çıkar kötü koku da Sen uyuyup durursun, o haram koku ise şu yeşil gökyüzüne urup durur Seni çirkin nefeslerine yoldaş olup felekte kokuları alanlara kadar gider Kibir, hırs, şehvet kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar Yemin eder de “Ben onları ne zaman yedim?

Soğandan da çekinmekteyim, sarımsaktan da” dersen o yalan yemini ederken nefesin, kovuculuk eder Kokusu seninle beraber oturanların dimağına vurur O koku yüzünden dualar ret edilir O kötü kalp, sözle kendisini gösterir O duaya “ Sesinizi kesin” cevabı gelir Her azgının cezası onu kovan sopadır Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Tanrıya makbuldür


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.