Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > Serbest Forum

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
geldi, türkler

Türkler Geldi

Eski 06-22-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkler Geldi



'Türkler geldi, demek ki bugün de aç değiliz'
8 Ekim 2005 depremi coğrafi olarak sadece Pakistan’ın kuzey eyaleti Keşmir’i sallıyor,
ancak kalbi bu kardeş ülke insanları ile birlikte atan tüm Türk halkının yüreğini yakıyordu
‘Yara derin’ deniyordu vatanda, ne yapmalı etmeli bu yarayı birlikte sarmalıydık; tüm kardeşler el ele Kurtuluş Savaşımız sırasında beşikteki bebeğini bile satacak kadar kadirşinas olan bu kardeş millete karşı ciddi bir borcumuz vardı İşte yüreği burkuk tüm insanımız gibi biz de bu yarayı uzaktan paylaşabiliyorken bir dost ses duyduk, “Pakistan’a gitmek isteyen gönüllü doktor aranıyor!” diye İşte o an hiç düşünmeden bu tarihî şansı değerlendirmeye karar verdik arkadaşlarla Hem Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ve Türk Kızılayı hem de sadece ülkemizin değil tüm insanların dertleri ile hemhal olmayı ilke edinmiş Fatih Üniversitesi’nin destekleri ile bir rüya gerçekleşebilecekti Hemen kayıtlar yapıldı, planlar hazırlandı ve Sağlık Bakanlığı’nın ilk ekibi ile birlikte en büyük katılım desteğini üniversitemizden alan sağlık ekibi Pakistan’a yola çıktı Üç haftada bir gelen görev sırasında her ekipte Fatih Üniversitesi ağırlığı kendini hissettiriyor ve adeta herkese üniversite olmanın sosyal boyutu ile ilgili sessiz bir ders veriyordu

Görev sırası bize ancak sonraki ekipte nasip olabildi Biz daha önce giden ekiplerdeki çalışma arkadaşlarımızla konuşup bölge ile ilgili bilgi alma şansına sahip yegane ekip elemanları olurken bu aynı zamanda heyecanımızı da artırıyordu Uçak bir öğle vaktinde Ankara’dan havalanırken Türkiye semalarına elveda diyor ve Pakistan’a karşı görevimize yol almaya başlıyorduk Pakistanlı dostların sıcaklığı daha havaalanında belli oluyor ve ilk sevgi sözcüklerini onlardan duyuyor, biraz gururlanıyor, biraz da her teşekkür sözcüğünün yüklediği yeni borçları ödemek için daha da sabırsızlanıyorduk Aktarmalı seferlerden dolayı uzayan bir yolculuktan sonra ertesi gün İslamabad’a uçağımız iniyor ve daha sonra asıl görev yerimiz olan Muzafferabad’a olan toplam 120 kilometrelik kara yolculuğumuz başlıyordu Fakat bu 120 kilometre öyle bir yoldan kat edildi ki 1970’lerden kalma bir minibüsün sürücüsü kenarı yüzlerce metre uçuruma giden Keşmir dağlarının patika yollarında adeta dans eder bir eda ile aracı kullanıyor, köşe kıvrımlarında çıkabilecek sürprizlere karşı çaldığı havalı kornası ile de bu dansın müziğini icra ediyordu Galiba birçoğumuz yöre insanının ölümle iç içe yaşamaya alıştığını ilk kez o zaman anladık

36 saat sonra uyuyabildik

Yorucu bir yolculuk sonrası akşamüzeri Muzafferabad’a ulaştığımızda hepimiz kelimenin tam anlamı ile bitkindik ve çadırlardan oluşmuş hastaneyi kısa bir turla tanıdıktan sonra herkes çadırlarına çekilerek 36 saattir ilk kez yerle yatay hale gelmemizi sağlayan yataklarımıza altta ne olduğuna bile bakamadan büyük bir huzur ve sevgi ile kapaklanıverdik Artık bizden mutlusu yoktu, Bu durum, ta ki sabaha karşı duyduğum titreme ile uyanana kadar sürdü O zaman anladım ki sesler birbirine vuran dişlerimden geliyordu

Onların bir çadırları bile yoktu

İlk günün acemiliği ve yorgunluk üst üste gelmiş, ısınmaya yarayacak katalitik sobamızı açmamış ve tulumun içine girmemiş, üstüne üstlük çadırın da pencere kenarına yatıp kapatmamıştım Tam o sırada sesli bir şekilde, inşallah burada herkes tulumlarına giriyor ve pencerelerini kapatıp sobalarını yakıyorlardır, diye dua ettim Ancak bunun hayal olduğunu çok geçmeden anladım Çünkü birçok Keşmirlinin yatacak bir çadırı bile yoktu O ilk gece benim oradaki evsizlerin durumunu daha iyi anlamama yardımcı oldu Şimdi neler yaşadıklarını biraz daha iyi anlayabiliyordum

Cehalet ve ayrılıkçılık tohumları

Keşmir, Jelum ve Nilum adı verilen iki nehrin birleştiği yerde vadiye kurulmuş Etrafını çevreleyen dağlar Muzafferabad’ı Pakistan’ın diğer bölgelerinden coğrafi olarak ayırıyor Ancak biraz sohbet edince yüksek Keşmir dağlarından daha sarp engellerin Keşmir ile Pakistan arasına girmiş olduğunu anlıyoruz Keşmirli kimi zaman kendini Pakistanlı olarak hissetmediğini söylüyor Kısa zamanda bizim defalarca gördüğümüz sonu hep acıklı biten “ayrılıkçı” filmin burada da sahnelendiğini anlıyoruz Tek ç****i ise eğitim ve sevgidir bu onulmaz gibi görülen derdin İşte şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyacı var Keşmirlinin hizmet ve eğitim erlerine Birçok yabancı görevli eminim Keşmir’e yabancı idi; ama biz evimizdeydik Bakılan tüm hastalarda gördüğümüz sefalet, yokluk ve perişanlığa alışmak yerine her defasında kederimiz daha da derinleşiyordu Hep aynı soruyu soruyorduk: Allah’ım bu insanlar ne yapacak? Bunların elinden kim tutacak? Keşmir’in derin yarasını saracak kimse yok mu? Biz şehri gezip bu hüzünle çadırımıza döndüğümüzde akşam çadırımızın önünde bizleri sürpriz konuklar (ya da ev sahipleri) karşılamıştı

‘Bu güleç yüzlü insanlar da kim?’ demeye kalmadan kendilerini tanıtarak hemen açıklamaya başladılar: “Merhaba, biz Pak-Türk okullarından geliyoruz Her seferde gelen Kızılay ekiplerini ziyaret edip bir ihtiyaçları olup olmadığını soruyoruz” Bunu sorarken o kadar kendilerinden emindiler ki; çünkü bazıları sekiz yıldır zaten bu ülke insanı ile iç içe yaşıyor ve öncelikle eğitim alanında onlara hizmet sunuyorlardı Bu bölgeyi ve insanını avuçlarının içi gibi biliyorlardı Deprem sonrasında da bölgeye Pakistan hükümetinden bile önce ilk gelen onlardı ve yine aynı şeyleri söylemişlerdi: “Merhaba kardeşler, biz Türkiye’den geliyoruz, sizin için ne yapabiliriz?”

Yoksa Hızır mısınız?

Birçok Pakistanlı kendileri ile aynı dili konuşan bu insanların hoş bir şaka yaptığını düşünüyor, kısa bir süre sonra kendine uzatılan bu dost eli sımsıkı kavrıyor; ancak yine de sormadan edemiyorlardı: “Yahu siz Türkiye’den nasıl bu kadar çabuk gelebildiniz? Uçsanız olmaz, yoksa Hızır mısınız?” Ertesi sabah beraberce gittiğimiz şehir turunda dağların yamaçlarına kurulan Keşmir’de depremin acı ve gerçek yüzünü gördük Sefalet, yokluk ve acı kol gezerken her yerde hep aynı soru aklımızda döndü durdu: Keşmir’in derin yarasını saracak kimse yok mu? İleride görülen mavi-sarı çadırları görene dek acılı soru cevabını aradı ve mavi bir çadırın önünde oturan üstünde incecik bir gömleği ve belli ki bağış olan bir ince kazağı olan yaşlı bir amca sanki bizimle aynı soruyu kederle düşünürken yerinden doğrulup bize doğru gülümseyerek geldi ve bir şeyler söyleyip sarıldı Arkadaşa ne söylediğini sorunca artık benim de sorum cevabını bulmuştu Yaşlı adam, “Türkler geldi, demek ki bugün de aç değiliz” demişti Evet anladım, Keşmir’in yarası derindi ve bu derin yarayı saracak birileri vardı Hâlâ oradalar ve hep olacaklar, artık eminim

Biz üç haftayı bulan görevimiz sonunda yurdumuza dönerken Türkiye’mizin yaptığı hizmetleri görmüş, onun küçük bir parçası olmuş olmanın gururunu yaşıyorduk Edindiğimiz ve ömür boyu sürecek dostlukları nasıl yaşatacağımıza dair planlar yaparken aklımda kalan en belirgin ses, baktığımız binlerce hastaya, yaptığımız onlarca ameliyata rağmen bu işten en çok kendimizin faydalandığını söylüyordu

* DR ENDER ÖDEMİŞ
Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Bölümü / Ankara



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.