Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ahlakı, islâm

İslam Ahlakı

Eski 06-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ahlakı



TAKLÎD İLE ÎMÂN



8 - Kalb hastalıklarının sekizincisi, tanımadığı kimseleri (taklîd) etmekdir Ehl-i sünnet âlimi olduğu anlaşılmayan kimsenin sözlerinin, kitâblarının ve kendisinin medh olunmasına, yaldızlı, ateşli propagandalara aldanarak, buna tâbi' olmak câiz değildir Nasıl kimse olduğunu araşdırmadan, onu güvendiği kimselere sormadan, i'tikâdında, sözlerinde ve ibâdetlerinde ona uymak, insanı felâkete götürür Müslimân olmak için, ya'nî Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini, sıfatlarını anlamak için, zâten kimseyi taklîde ihtiyâc yokdur Fen bilgilerini iyi öğrenen, aklı başında bir kimse, yalnız düşünmekle, Onun var olduğunu anlar Îmâna kavuşur Eseri görerek müessirin, ya'nî eseri yapanın varlığını anlamamak, ahmaklık olur Her insanın böyle düşünerek îmâna gelmesini dînimiz emr etmekdedir Selef-i sâlihîn, bu emri söz birliği ile bildirmişlerdir Hicretin dörtyüz senesinden sonra meydâna çıkan ba'zı sapık fırkadakiler, nazar [incelemek] ve istidlâl etmeğe [eseri görünce, müessirini anlamağa] lüzûm yokdur dediler ise de, bunların sözlerinin kıymeti yokdur Çünki, sonra gelenlerin hilâfı, sâbıkların icmâ'ını men' etmez Bunun için, anasını, babasını, hocalarını taklîd ederek, doğru i'tikâda kavuşan kimsenin îmânı sahîh ise de, nazarı ve istidlâli terk etdiği için, ya'nî fen bilgilerini kısaca öğrenip, Allahü teâlânın varlığını düşünmediği için, günâh işlemişdir Fen derslerini öğrenmemiş bir kimse, anadan babadan, kitâbdan öğrenerek îmân etdiği, düşünerek kabûl etdiği, aklını kullanarak inandığı için, istidlâli terk etmiş sayılmaz diyenler vardır


Amellerde, ibâdetlerde, ictihâd derecesine yükselmiş olan âlimlerden birini seçerek, her işinde bunu taklîd etmesi lâzımdır Dört mezheb âlimlerinden birini taklîd eder Böyle hakîkî Ehl-i sünnet âlimi bulamazsa, kitâblarını taklîd eder (İctihâd), nasslarda açık bildirilmemiş, kapalı bildirilmiş olan bilgileri anlamak, açıklamak demekdir Âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere (Nass) denir İctihâd yapmak şartlarına mâlik olan derin âlimlere (Müctehid) denir Hicretden dörtyüz sene sonra, müctehid yetişmedi Müctehide ihtiyâc da kalmadı Çünki, Allahü teâlâ ve Onun resûlü Muhammed aleyhisselâm, kıyâmete kadar, hayât şekllerinde ve fen vâsıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan ahkâmın hepsini bildirdiler Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni hâdiselere nasıl tatbîk edileceklerini, tefsîr ve fıkh kitâblarında bildirirler (Müceddid) denen bu âlimler kıyâmete kadar mevcûddur (Fen vâsıtaları değişdi Yeni hâdiselerle karşılaşıyoruz Din adamları toplanarak yeni tefsîrler yazılmalı, yeni ictihâdlar yapılmalıdır) diyerek, nasslara ilâveler, değişiklikler yapmak lâzım olduğunu savunanların (Zındık) ve islâm düşmanı oldukları anlaşılır İslâm düşmanlarının en zararlısı, ingilizlerdir (İngiliz Câsûsunun i'tirâfları) kitâbımıza bakınız! Doğru olan dört mezhebden birini taklîde başlayınca, ihtiyâc olmadıkça, başka mezheb taklîd edilmez Fekat, bir işi yapmakda kendi mezhebini taklîd güç olursa, o işi dört mezhebden birini taklîd ederek yapması câiz olur Dört mezhebi (telfîk) etmek, ya'nî bir işi yapmak için, dört mezhebin kolaylıklarını toplıyarak, bu işi bu kolaylıklara uygun yapmak câiz değildir Böyle yapılan iş ve ibâdet sahîh olmaz Hicretden dört yüz sene geçdikden sonra, kıyâs yapabilecek, ictihâd derecesine yükselmiş mutlak müctehid yetişmediği için, bu târîhden sonra gelen âlimleri taklîd etmek câiz değildir Bu târîhden evvel yetişmiş olan bir müctehidin mezhebini öğrenmek için, bu mezheb âlimlerinin sözbirliği ile kabûl etdikleri fıkh kitâblarını okumak lâzımdır Ehl-i sünnet âlimi olan hakîkî din adamlarının kabûl ve tasdîk etmediği kitâblardan ve sözlerden din bilgisi öğrenmeğe kalkışmamalıdır Her din kitâbına uyarak ibâdet yapmak câiz değildir Ehl-i sünnet olmayan din adamlarının kitâblarına ve sözlerine uymamalıdır (Kâdîhân), (Hâniyye), (Hülâsa), (Bezzâziyye) ve (Zahîriyye), (İbni Âbidîn) fetvâ kitâbları, hanefi mezhebinde, (Muhtasar-ı Halîl) mâlikîde ve (El-Envâr li-a'mâli ebrâr) ve (Tuhfet-ül-muhtâc) şâfi'îde ve (El-fıkh-u alel-mezâhib-il-erbe'a) dört mezhebde sağlam ve sahîhdirler İbâdet ve ahkâm bilgileri hadîs kitâblarından kolay anlaşılmaz (Ahkâm), halâl, harâm olan şeyler demekdir Hadîs kitâblarının en sağlamı (Buhârî) ve (Müslim) ve (Kütüb-i sitte) denilen diğer dört hadîs kitâbıdır


Tarîkatı anlatan kitâbların en kıymetlisi (Mesnevî)dir Tarîkati ve islâmiyyeti birlikde anlatan en kıymetli kitâb, imâm-ı Rabbânînin (Mektûbât)ıdır


Âlim görünen ve din adamı denilen herkesin sözüne veyâ kitâbına uyarak amel etmek câiz değildir Yukarıda bildirilen kıymetli kitâblardan toplanmış, terceme edilmiş Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları (ilmihâl kitâbları)nı okumalıdır Böyle terceme edilmemiş, kafadan yazılmış ilmihâl kitâblarını ve uydurma tefsîrleri okumak, insanı dünyâ ve âhıret felâketlerine sürükler [Kazanlı koca moskof Mûsâ Beykiyef kâfiri, kendisine müslimân demekde, Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere inanmayıp, yeni bir din uydurup, buna islâmiyyet demekdedir Yaldızlı kelimelerle, müslimânlara gerici, Ehl-i sünnet âlimlerine yobaz demekdedir Kur'ân ve hadîsler, bugünkü fen bilgileri ile yetişmiş olan gençlerin uyacakları bir din değildir diyerek, uydurduğu düşüncelerine din demekde, kitâbları ile gençleri aldatmakdadır Buna aldananlar Kazanda Ahmed Yesevî üniversitesi kurdular İçlerinde türk profesörler de var Çıkardıkları aylık türkçe (Haber bülteni) mecmû'asında bozuk, alçak yalanlarla Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmakdadırlar Bunların Ehl-i sünnet kitâblarını okuyarak, doğru yola kavuşmaları için düâ ediyoruz]

Şirkden ya'nî küfrden, ya'nî îmânsızlıkdan sonra, en büyük günâh, bid'at i'tikâdında olmakdır Bu sapık ve bozuk i'tikâdın aksine, (Ehl-i sünnet vel-cemâ'at) i'tikâdı denir Allaha îmândan sonra, ibâdetlerin, üstünlüklerin en kıymetlisi, Ehl-i sünnet i'tikâdında olmakdır Ehl-i sünnet demek, i'tikâdda ve söylemekde ve her işde ve ibâdetlerde ve insanlara karşı yapılan işlerde, Muhammed aleyhisselâmın sünnetine, ya'nî yoluna ve Eshâb-ı kirâma ve Tâbi'înin ve dahâ sonra gelen Ehl-i sünnet âlimlerinin "radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în" icmâ'ına, ya'nî söz birliğine uymakdır Bunların yolunu, fıkh ve ilmihâl kitâblarından okuyup öğrenmek lâzımdır Yüzonbirinci sahîfeye bakınız! Hakîkî müslimân, bu yolda olanlardır Müslimânların çoğu nefslerine ve kısa akllarına, kendi görüşlerine ve zemânlarındaki fen bilgilerine uyarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan ayrılmışlar, (bid'at ehli) olmuşlardır


[Kötü kimse [Fâsık] ile arkadaş olmanın sonu felâketdir Kötü insan, islâmiyyeti beğenmiyen kimse demekdir Muhammed aleyhisselâmın emrlerine ve yasaklarına (İslâmiyyet) ve (Ahkâm-ı ilâyiyye) denir İnsanların en kötüsü (Zındık)lardır Bunlar, müslimân ismini taşır, büyük sarık, eski cübbe içinde gizlenirler Peygamberimizi ve islâmiyyeti medh ederler Fekat Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış ma'nâ vererek, islâmiyyeti istedikleri şekle sokarlar Bunlar, ingiliz uşaklarıdır Londradaki mason merkezinden aldıkları bol para, sahte diploma, şöhret ile, kâfirlere satılmış ahmaklardır Aklı olan, Ehl-i sünnet kitâblarını okumuş olan, bunlara aldanmaz Peygamberimiz, bu münâfıkların geleceğini ve Cehennemin dibinde çok acı azâbda sonsuz yanacaklarını haber verdi Genç kardeşlerimizi bu sinsi düşmanlara aldanmakdan korumak için, bu satırları yazıyoruz Bu nasîhatımız, aklı olana çok fâideli olacakdır (Aklı olana nasîhat dinlemek saz, aklı olmıyana davul, zurna caz) sözü meşhûrdur Bu bilgiler, (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbımızın 18ci ve sonraki maddelerinde uzun yazılıdır]

RİYÂ



9 - Kalb hastalıklarının, ya'nî kötü huyların mühimlerinin altmış aded olduğunu bildirmişdik Bunlardan dokuzuncusu riyâdır Riyâ, birşeyi olduğunun tersine göstermekdir Kısaca, gösteriş demekdir Âhıret amellerini yaparak âhıret yolunda olduğunu göstererek, dünyâ arzûlarına kavuşmak demekdir Kısaca, dünyâ kazancına dîni âlet etmekdir İbâdetlerini göstererek, insanların sevgisini kazanmakdır [Sözleri veyâ ibâdetleri riyâ ile olan kimsenin, din bilgisi varsa, buna (Münâfık) denir Din bilgisi yoksa, buna (Din yobazı) denir Fen bilgisi olmayıp da, kendisini fen adamı tanıtıp, kendi görüşlerini, fen bilgisi olarak söyleyip, müslimânları aldatmağa, bunların dinlerini, îmânlarını bozmağa çalışan islâm düşmanlarına (Zındık) veyâ (Fen yobazı) denir Din yobazlarına ve fen yobazlarına aldanmamalıdır] Riyâ, ancak mülci' olan ikrâh yapılınca câiz olur (İkrâh), bir kimseyi istemediği şeyi yapmağa zorlamak demekdir Ölümle veyâ bir uzvunu yok etmekle zorlamağa (Mülci' ikrâh) denir [Zâlimlerin, eşkiyânın işkence yapmaları da, mülci' ikrâh olur] Bu zemân, zorlanan işi yapmak zarûret olur Habs etmekle ve dövmekle zorlamağa hafîf ikrâh denir Hafîf ikrâh karşısında kalan kimsenin riyâ yapması câiz değildir Riyânın zıddı, aksi (İhlâs)dır (İhlâs, dünyâ fâidelerini düşünmeyip ibâdetlerini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapmakdır) İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına göstermeği hiç düşünmez Bunun ibâdetlerini başkalarının görmesi ihlâsına zarar vermez Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et! Sen görmüyor isen de, O, seni görmekdedir) buyuruldu


Başkalarının sevgisine ve medh etmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riyâ olur İbâdet ile olan riyâ bundan dahâ fenâdır Allahü teâlânın rızâsını hiç düşünmeden yapılan riyâ, hepsinden dahâ fenâdır İbâdet yaparak Allahü teâlâdan dünyâ menfe'atlerini istemek, riyâ olmaz Yağmur düâsına çıkmak böyledir İstihâre yapmak da, böyledir Ücret ile imâmlık, hatîblik, mu'allimlik yapmak, sıkıntıdan, hastalıkdan ve fakîrlikden kurtulmak için âyet-i kerîmeler okumak da, böyledir denildi Bunlarda hem ibâdet, hem de menfe'at niyyetleri bulunmakdadır Ticâret maksadı ile hacca gitmek de böyledir İbâdet niyyeti hiç bulunmazsa riyâ olurlar İbâdet niyyeti çok olursa, sevâb hâsıl olur İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvîk etmek niyyeti ile olursa, yine riyâ olmaz ve çok sevâb olur Ramezân orucunu tutmakda riyâ olmaz Allahü teâlânın rızâsı için nemâza başlayıp, sonradan hâsıl olan riyânın zararı olmaz Riyâ ile yapılan farzlar sahîh olur İbâdet borcu ödenmiş olur ise de, sevâbı olmaz Et ihtiyâcını karşılamak niyyeti ile, kurban kesmek câiz olmaz Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikde niyyet ederek kurban kesmek câiz değildir Allahü teâlânın rızâsı için olmayıp, yalnız hacdan, gazâdan gelen için ve gelen emîri, reîsi karşılamak için kesilen hayvân leş olur Kesmesi ve yimesi harâm olur Riyâdan korkarak ibâdeti terk etmek câiz değildir Allahü teâlânın rızâsı için nemâza durup, nemâzı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, nemâzı sahîh olur Şöhrete sebeb olacak şeklde giyinmek de riyâ olur Din adamlarının, temiz, kıymetli elbise giymeleri lâzımdır Bunun için, imâmların, Cum'a ve bayram günleri zînetli elbise giymeleri sünnetdir


Şöhret için va'z vermek, nasîhat etmek, kitâb yazmak da riyâ olur (Va'z), emr-i ma'rûf ve nehy-i münker demekdir Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek için ilm öğrenmek de, riyâ olur Dünyâlık elde etmek, ya'nî mal, mevkı' elde etmek için ilm öğrenmek de, riyâ olur Riyâ harâmdır Allahü teâlâ için olan ilm, Allahü teâlâdan korkmağı artdırır Kendi ayblarını görmeğe sebeb olur Şeytânın aldatmasına mâni' olur İlmini dünyâ kazancına, mâla ve mevkı'e kavuşmağa vâsıta eden din adamlarına (ulemâ-i sû'), ya'nî kötü din adamları denir Bunların gideceği yer, Cehennemdir Herkesin yanında sünnetlere uygun olarak, yalnız iken ise, edeblere uymıyarak yapılan ibâdetler, riyâ olur Onbirinci maddenin sonuna bakınız!


Yapılan ibâdetin sevâbını, ölü veyâ diri başkasına hediyye etmek câizdir Hac, nemâz, oruc, sadaka, Kur'ân-ı kerîm, mevlid okumak, zikr ve düâ okumak sevâblarını başkasına hediyye etmek, hanefî mezhebinde câizdir Bu ibâdetleri ücret karşılığı, pazarlık ederek yapmak câiz değildir Allahü teâlâ için Kur'ân okuyup, verilen hediyye kabûl edilir Mâlikî ve şâfi'î mezheblerinde, sadaka, zekât ve hac gibi mâl ile yapılan ibâdetlerin sevâbını hediyye etmek câiz olup, nemâz, oruc ve Kur'ân-ı kerîm okumak gibi beden ile yapılanları câiz değildir Hadîs-i şerîfde, (Kabristândan geçen kimse onbir ihlâs sûresi okuyup, sevâbını kabrdekilere hediyye ederse, meyyitler adedince sevâb verilir) buyuruldu Hanefî olan, sevâbını hediyye eder Mâlikî ve Şâfi'î ise, meyyitin afvı için düâ eder


İbâdetlerin sahîh olması için, Allahü teâlânın rızâsı için yapmağa niyyet etmek lâzımdır Niyyet, kalb ile olur Yalnız söylemek ile niyyet edilmiş olmaz Kalb ile birlikde olmak şartı ile söyliyerek niyyet etmek câiz olur denildi Kalb ile niyyet, söz ile niyyete benzemezse, kalbdeki niyyete bakılır Yalnız yemîn etmek böyle değildir Yemîn etmekde, söz esâsdır İbâdetlerde niyyetin söz ile yapılacağını bildiren hiçbir hadîs-i şerîf ve haber mevcûd değildir Dört mezhebin imâmları da bildirmemişdir Niyyet, ibâdet yapmağı kalbe getirmek, hâtırlamak değildir Allahü teâlâ için yapmağı irâde etmek, istemek demekdir Niyyet, ibâdete başlarken yapılır Dahâ önce, meselâ bir gün önce yapılırsa, niyyet olmaz Buna emel, arzû, va'd denir Meselâ, hanefî mezhebinde oruca niyyet etmek zemânı, bir gün evvel, güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün, (Dahve-i kübrâ) vaktine kadardır


Başkalarının günâha girmemeleri için, bir kimsenin mubâhları terk etmesi iyi olur Fekat sünnetleri, hattâ müstehabları terk etmesi câiz olmaz Meselâ gîbet yapmamaları için, misvâk kullanmağı, sarık sarmağı, başı açık gezmeği, merkebe binmeği terk etmek iyi olmaz Misvâk, misvâk ağacının veyâ zeytin, dut ağaçlarının dalından kesilen bir çubukdur Bir parmak kalınlığında, bir karış uzunluğundadır Kadınların misvâk yerine sakız çiğnemeleri de câizdir Misvâk bulamayan, baş ve şehâdet parmaklarını dişlerine sürer Bişr-i Hâfî, sokakda başı açık yürürdü


Günâh işleyecek kimsenin, bu günâhdan vaz geçmesi, Allahü teâlâdan korkduğu için veyâ insanlardan hayâ etdiği için, yâhud başkalarının yapmasına sebeb olmamak için olur Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı gizli olarak da işlememekdir İnsanlardan hayâ etmek, onların kötülemelerinden korkmak demekdir Başkalarının günâh işlemelerine sebeb olmak, yalnız yapmakdan dahâ çok günâhdır Başkalarının bu günâhı işlemelerinin günâhları da, kıyâmete kadar bunlara sebeb olana yazılır Bir hadîs-i şerîfde, (İnsan günâhını dünyâda gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyâmet günü, bu günâhı kullarından saklar) buyuruldu Herkese vera' sâhibi olduğunu bildirmek için, günâhını saklamak ve gizli olarak devâm etmek, riyâ olur


İbâdetlerini başkalarına göstermekden hayâ etmek câiz değildir (Hayâ), günâhlarını, kabâhatlerini göstermemeğe denir Bunun için, va'z vermekden ve emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapmakdan [din kitâbı, ilmihâl kitâbı yazmakdan ve satmakdan] ve imâmlık, müezzinlik yapmakdan, Kur'ân-ı kerîm ve mevlid okumakdan hayâ etmek câiz değildir (Hayâ îmândandır) hadîs-i şerîfinde hayâ, kötü, günâh şeyleri göstermekden utanmak demekdir Mü'minin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lâzımdır Bunun için, ibâdetlerini sıdk ile, ihlâs ile yapmalıdır Buhârâ âlimlerinden birisi, sultânın oğullarının sokakda abes oyun oynadıklarını gördü Elindeki asâ ile bunları dövdü Kaçdılar Babalarına şikâyet etdiler Sultân, bunu çağırıp, sultâna karşı çıkanın habs olacağını bilmiyor musun dedi Âlim, cevâb olarak, Rahmâna karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun dedi Sultân, emr-i ma'rûf yapmak vazîfesini sana kim verdi dedi Âlim, seni kim sultân yapdı cevâbını verince, beni halîfe sultân yapdı dedi Beni de, halîfenin Rabbi vazîfelendirdi dedi Sultân, sana Semerkand şehrinde emr-i ma'rûf yapmak vazîfesini veriyorum dedikde, ben de kendimi bu vazîfeden azl etdim cevâbını verdi Bu cevâbına hayret etdim, emr olunmadan, izn verilmeden vazîfe yapdığını söyledin İzn verilince de, azl olunmanı istiyorsun dedi Sen izn verince, sonra azl edersin Rabbimin verdiği vazîfeden beni kimse azl edemez dedi Bu söz üzerine sultân, dile benden istediğini vereyim dedi Gençlik hâlimi bana getir dedi Bu iş elimden gelmez deyince, bana bir fermân yaz da, Cehennemdeki meleklerin reîsi olan Mâlik, beni ateşde yakmasın dedi Bunu da yapamam deyince, benim öyle bir sultânım var ki, herşeyimi Ondan istiyorum Her dilediğimi ihsân etdi Bunu yapamam hiç demedi, dedi Sultân, beni düâdan unutma diyerek serbest bırakdı


Hadîs-i şerîfde, (Başkalarına gösteriş için nemâzını güzel kılan, yalnız olduğu zemân böyle kılmıyan, Allahü teâlâyı tahkîr etmiş olur) ve (Sizde bulunmasından en çok korkduğum şey, şirk-i asgara yakalanmanızdır Şirk-i asgar, riyâ demekdir) ve (Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü insan! Bugün sana sevâb yokdur Dünyâda kimler için ibâdet etdin ise, sevâblarını onlardan iste denir) ve (Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerîkim yokdur Başkasını bana şerîk eden, sevâblarını ondan istesin İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs ile yapılan işleri kabûl eder) buyuruldu İbâdet, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır Başkasının muhabbetine, ihsânına kavuşmak için yapılan ibâdet, ona tapınmak olur Allahü teâlâya ihlâs ile ibâdet etmemiz emr olundu Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın birliğine îmân edenden ve nemâzı ve zekâtı ihlâs ile yapandan Allahü teâlâ râzı olur) buyuruldu Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Mu'âz bin Cebeli "radıyallahü teâlâ anh", Yemene vâlî olarak gönderirken, (İbâdetlerini ihlâs ile yap İhlâs ile yapılan az amel kıyâmet günü sana yetişir) ve (İbâdetlerini ihlâs ile yapanlara müjdeler olsun Bunlar hidâyet yıldızlarıdır Fitnelerin karanlıklarını yok ederler) ve (Dünyâda harâm edilmiş olan şeyler mel'ûndur Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir) buyuruldu Dünyâ ni'metleri geçicidir Ömrleri pek kısadır Bunları ele geçirmek için dînini vermek ahmaklıkdır İnsanların hepsi âcizdir Allahü teâlâ dilemedikce, kimse kimseye fâide ve zarar yapamaz İnsana Allahü teâlâ kâfîdir


Allahü teâlâdan korkmalı, Onun rahmetinden ümmîdi kesmemelidir Ümmîd, recâ, korkudan çok olmalıdır Böyle olanın ibâdetleri zevkli olur Gençlerde korkunun dahâ fazla olması, ihtiyârlarda recânın dahâ fazla olması lâzımdır denildi Hastalarda recâ fazla olmalıdır Korkusuz recâ ve recâsız korku câiz değildir Birincisi emîn olmak, ikincisi ümmîdsiz olmakdır Hadîs-i kudsîde, (Kulumu, beni zan etdiği gibi karşılarım) buyuruldu Zümer sûresindeki elliüçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allah bütün günâhları afv eder O gafûrdur, rahîmdir) buyuruldu Bunlardan, recânın fazla olması lâzım geldiği anlaşılmakdadır (Allah korkusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve (Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız) hadîs-i şerîfleri de, havfın, korkunun fazla olması lâzım geldiğini göstermekdedir


Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime,

titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbâlime!


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Ahlakı

Eski 06-21-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ahlakı



BİD'AT İ'TİKÂDI


6 - (Bid'at i'tikâdı), yanlış, sapık inanmakdır Îmânın bozuk ve sapık olmasıdır Müslimânların çoğu, bu kötü hastalığa yakalanmışlardır His organları ile anlaşılamıyan, hesâb ile ulaşılamıyan şeylerde akl yürütmek ve aklın yanıldığı şeylere inanmak, insanı bu hastalığa sürükler Her müslimânın (i'tikâdda mezheb)in iki imâmından birine, ya'nî (Mâtürîdî) veyâ (Eş'arî) mezhebine tâbi' olması lâzımdır Bu iki imâmdan birini taklîd etmek, insanı bu hastalıkdan kurtarır Çünki, (Ehl-i sünnet) âlimleri "rahime-hümullahü teâlâ", aklın ermediği bilgilerde, yalnız Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uymuşlar, akllarını yalnız bu ikisinin ma'nâlarını arayıp bulmakda ve anlamakda kullanmışlardır Bu ma'nâları, Eshâb-ı kirâmdan, Onlar da, Resûlullahdan öğrenmişler ve öğrendiklerini kitâblarına yazmışlardır


[Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmiş olan birşeye inanmıyan veyâ şübhe eden (Kâfir) [Allahın düşmanı] olur Açık olarak bildirilmemiş, şübheli olan emrlere yanlış ma'nâ vermek (Bid'at) olur Kur'ândan, hadîsden yanlış ma'nâ çıkarana (Bid'at sâhibi) denir Kendi anladıklarına, düşüncelerine Kur'ân, hadîs diyene (Zındık) denir Bu yanlış anladığına inanan, bid'at sâhibi olur Böyle şey olmaz, aklım kabûl etmez derse, kâfir olur Bir harâma mubâh diyen kimse, bir âyete veyâ hadîs-i şerîfe dayanarak söyliyorsa, kâfir olmaz, bid'at sâhibi olur Ebû Bekr ile Ömerin hilâfete seçilmeleri haklı değildi demek bid'atdir Hilâfete hakları yok idi demek küfrdür Muhammed Şihristânî "rahime-hullahü teâlâ", (Milel ve Nihal)da diyor ki, Hanefî mezhebinin âlimleri, i'tikâdda, Ebû Mansûr Mâtürîdî "rahime-hullahü teâlâ" hazretlerine tâbi' olmuşlardır Çünki, Ebû Mansûr hazretleri, üsûl ve fürû'da, imâm-ı a'zam Ebû Hanîfenin mezhebindedir (Üsûl), i'tikâd demekdir (Fürû'), ahkâm-ı islâmiyye demekdir Mâlikî, şâfi'î ve hanbelî mezheblerinin âlimleri, i'tikâdda, Ebül-Hasen Eş'arî "rahime-hullahü teâlâ" hazretlerine tâbi' olmuşlardır Ebül-Hasen Eş'arî hazretleri, şâfi'î mezhebinde idi Şâfi'î âlimlerinden Ebül-Hasen Alî Sübkînin oğlu Abdülvehhâb Tâc-üddîn-i Sübkî "rahime-hullahü teâlâ" diyor ki, hanefî âlimlerinin kitâblarını inceledim, onüç mes'elede, şâfi'î i'tikâdından ayrıldıklarını gördüm Fekat bu ayrılıkları, kendilerini doğru yoldan çıkarmamakdadır Esâsda ayrılıkları yokdur Her ikisi de, hak yoldadır Muhammed Hâdimî "rahime-hullahü teâlâ" (Berîka) kitâbının üçyüzonyedinci sahîfesinde, Mâtürîdî ve Eş'arî mezhebleri arasındaki en küçük farkları da hesâba katarak, hepsinin yetmişüç aded olduğunu bildirmişdir Bid'at sâhiblerinin muhakkak Cehenneme gidecekleri (Hadîka) ve (Berîka) kitâblarında uzun yazılıdır]


HEVÂY-İ NEFS


7 - Kalb hastalıklarının, ya'nî kötü huyların yedincisi, (nefsin hevâsı)na, şehvetlerine, isteklerine, lezzetlerine tâbi' olmakdır Bunun kötü olduğu, âyet-i kerîmelerde açıkca bildirilmişdir Nefsin arzûlarının, insanı Allah yolundan sapdırıcı oldukları, Kur'ân-ı kerîmde haber verilmişdir Çünki nefs, dâimâ Allahü teâlâyı inkâr, Ona inâd, isyân etmek ister Her işde, nefsin arzûlarına uymak, nefse tapınmak olur Nefsine uyan, küfre veyâ bid'at sâhibi olmağa yâhud fıska ya'nî harâm işlemeğe başlar Ebû Bekr Tamistânî "rahime-hullahü teâlâ" diyor ki, (Nefse uymakdan kurtulmak, dünyâ ni'metlerinin en büyüğüdür Çünki nefs, Allahü teâlâ ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür) Sehl bin Abdüllah Tüsterî [283 h Basrada] diyor ki, (İbâdetlerin en kıymetlisi, nefse uymamakdır) İslâm bin Yûsüf Belhî, Hâtem-ül-esam'a [237 h] bir şey hediyye etdi Hâtem bunu kabûl edince, bunu kabûl etmek nefsin arzûsuna uymak olmaz mı dediler Kabûl etmekle kendimi zelîl, onu azîz eyledim Red etseydim, kendim azîz, o zelîl olurdu Nefsimin hoşuna giderdi dedi Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", uzun bir hadîs-i şerîfin sonunda buyurdu ki, (İnsanı felâkete sürükleyen şeyler üçdür: Hasîslik, nefse uymak, kendini beğenmek) İmâm-ı Gazâlî "rahime-hullahü teâlâ" buyurdu ki, Allahü teâlânın insana yardımına mâni' olan perdelerin en kötüsü, (Ucb)dur Ya'nî ayblarını görmeyip, ibâdetlerini beğenmekdir Îsâ aleyhisselâm buyurdu ki, (Ey havârîler! Rüzgâr, çok ışıkları söndürmüşdür Ucb da, çok ibâdetleri söndürmüş, sevâblarını yok etmişdir)


Hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin iki kötü huya yakalanmalarından çok korkuyorum Bunlar, nefse uymak ve ölümü unutup, dünyâ arkasında koşmakdır) buyuruldu Nefse uymak, islâmiyyete uymağa mâni' olur Ölümü unutmak, nefse uymağa sebeb olur


Hadîs-i şerîfde, (Aklın alâmeti, nefse gâlib ve hâkim olmak ve öldükden sonra lâzım olanları hâzırlamakdır Ahmaklık alâmeti, nefse uyup, Allahdan afv,merhamet beklemekdir) buyuruldu Nefse uyup da, tevbe ve istigfâr etmeden, afv ve Cennet beklemek ahmaklık olmakdadır Sebebine yapışmadan birşey beklemeğe (Temennî) denir Sebebine yapışdıkdan sonra, beklemeğe (Recâ) denir Temennî, insanı tembelliğe götürür Recâ ise, çalışmağa sebeb olur Nefsin sevdiği, istediği şeylere (Hevâ) denir Nefs, yaratılışında kötülükleri, zararlı şeyleri sevici ve isteyicidir (Nefsinden sakın dâim Ona güvenme aslâ Yetmiş şeytândan dahâ, fazla düşmandır sana) beyti, tâm yerinde söylenmişdir Nefsin, insanı harâmlara ve mekrûhlara sürüklemesinin zararları meydândadır İstekleri hep hayvânî arzûlardır Hayvânî arzûlar ise, hep dünyâdaki ihtiyâclardır İnsan bu arzûları peşinde olduğu kadar, âhıret ihtiyâclarını hâzırlamakda geri kalır Çok mühim olan bir şey de, nefs mubâhlarla doymaz Mubâhları kullanmağı artdırdıkca, isteklerini artdırır Yine de, doymaz İnsanı harâmlara sürükler Bundan başka, mubâhları aşırı kullanmak, elemlere, dertlere, hastalıklara sebeb olur Böyle insan, hep mi'desini, zevkini düşünür Hasîs ve rezîl olur


[İmâm-ı Rabbânî "rahime-hullahü teâlâ" buyuruyor ki, (Bütün varlıkların aslı, (Adem)dir, yoklukdur Herşey yok iken, Allahü teâlâ, bunları yoklukda biliyordu İlmindeki bu ademlere, kendi sıfatlarından aks etdirdi, yansıtdı Varlıkların aslları hâsıl oldu İlmdeki bu aslları, hârice çıkardı Varlıklar hâsıl oldu Elma çekirdeğinin, elma ağacına asl olması gibi İnsanın yapısını anlamak için, birşeyin aynadaki hayâlini düşünelim Aynadaki bu görüntü, o şeyden gelen ışınların, aynadaki yansımalarıdır Ayna adem gibidir İnsanın kalbi ve rûhu bu ışınlara benzer Ayna, insanın bedenine, camın parlaklığı ise, nefse benzer Ya'nî, nefsin aslı, ademdir Kalb ile rûh ile ilgisi yokdur) Nefse uyan kimse, hep islâmiyyetin dışına çıkar Hayvânlarda akl ve nefs olmadığı için, ihtiyâclarını bulunca kullanırlar Yalnız bedenlerine zarar veren, kendilerini inciten şeylerden kaçarlar İslâm dîni, râhat ve huzûr içinde yaşamak için lâzım olan şeylerden ve dünyâ lezzetlerinden fâideli olanları yasak etmiyor Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dîne uymağı emr ediyor İslâm dîni insanların dünyâda da, âhıretde de râhat ve huzûr içinde yaşamasını istiyor Bunun için, akla uymağı emr ediyor Nefse uymağı yasak ediyor Akl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felâketlere sürüklenirdi Nefs olmasaydı, insan, yaşaması ve üremesi için ve medenî hayât için lâzım olan şeyleri kazanmak için çalışmasında kusûr ederdi ve Nefs ile cihâd sevâbından mahrûm kalırdı Meleklerden dahâ üstün olmak yolu kapalı kalırdı Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Âhıretde olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvânlar bilselerdi, yimek için et bulamazdınız!) Ya'nî, hayvânlar âhıretdeki azâbların korkusundan dolayı, yimekden, içmekden kesilirlerdi Bir deri, bir kemik kalırlardı İnsanlarda nefs olmasaydı, hayvânlar gibi, korkudan, yiyemez, içemez, yaşıyamazlardı İnsanların yaşıyabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünyâ lezzetlerine düşkün olması iledir Nefs, iki tarafı keskin bıçak gibidir Hem de, zehrli ilâc gibidir Tabîbin tavsiyesine göre kullanan, bundan fâide kazanır Aşırı kullanan helâk olur İslâmiyyet, nefsin helâk edilmesini, yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan istifâde edilmesini emr etmekdedir]


Nefsin islâmiyyetin dışına taşmasını önlemek için, onunla iki cihâd vardır: Birincisi, ona uymamak, onun arzûlarını yapmamakdır Buna, (Riyâzet) çekmek denir Riyâzet, vera' ve takvâ ile olur (Takvâ), harâmlardan sakınmakdır (Vera') harâmlardan ve mubâhları ihtiyâcdan fazla kullanmakdan da sakınmakdır Cihâdın ikincisi, nefsin istemediği şeyleri yapmakdır Buna (Mücâhede) denir Bütün ibâdetler mücâhededir Bu iki cihâd, nefsi terbiye eder İnsanı olgunlaşdırır Rûhları kuvvetlendirir Sıddîkların, şehîdlerin ve sâlihlerin yoluna kavuşdurur Allahü teâlâ kullarının tâ'atlarına, ibâdetlerine muhtâc değildir Kullarının günâh işlemesi Ona hiç zarâr vermez Kullarının nefslerini terbiye etmek, nefsle cihâd etmek için bunları emr etmişdir


İnsanlarda nefs olmasaydı, insanlık kalmaz, meleklik hâsıl olurdu Hâlbuki, beden birçok şeylere muhtâcdır Yimek, içmek, uyumak, istirâhat etmek lâzımdır Süvâriye hayvân lâzım olduğu gibi, insana da beden lâzımdır Hayvâna bakmak lâzım olduğu gibi, bedene hizmet etmek de lâzımdır İbâdetler beden ile yapılmakdadır Birisinin geceleri uyumayıp, hep nemâz kıldığı söylendikde, (İbâdetlerin kıymetlisi, az olsa da devâmlı yapılanlardır) buyuruldu İbâdetin devâmlı yapılmasında, kulluğa alışmak vardır


Niyyet ederek islâmiyyete uymağa (İbâdet) etmek denir Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) ve (Ahkâm-ı ilâhiyye) denir Emr edilenlere (Farz), yasak edilenlere (Harâm) denir Hadîs-i şerîfde, (İbâdetleri tâkat getireceğiniz kadar yapınız Neş'e ile yapılan ibâdetin kıymeti çok olur) buyuruldu Beden istirâhat edince, ibâdetler zevk ile yapılır Beden ve zihn yorgun iken yapılan işden usanç hâsıl olur Yorgunluğu gidermek için, arasıra mubâh olan şeylerle, bedene neş'e getirmelidir İmâm-ı Gazâlî "rahime-hullahü teâlâ" buyuruyor ki, (Çok ibâdet yapınca, beden yorulur Hareket etmek istemez Bu zemân uyumakla veyâ sâlihlerin hayât hikâyelerini okumakla yâhud mubâh olan eğlencelerle bedeni neş'elendirmeli Böyle yapmak, usanarak ibâdet yapmakdan efdaldir) İbâdet yapmakdan maksad, hem mücâhede yaparak, nefsi terbiye etmek, hem de, kalbe ferahlık getirmek, kalbi Allaha bağlamak içindir (Nemâz, insanı kötü ve çirkin işler yapmakdan korur) buyuruldu Severek, neş'e ile kılınan nemâz böyle olur Bu neş'eyi hâsıl etmek için, nefsin mubâhlardaki arzûlarını, ihtiyâc olduğu kadar, yerine getirmek lâzım olur Böyle yapmak, islâmiyyete uymak olur İbâdetlere sebeb olan mubâhlar da ibâdet olur (Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden hayrlıdır) hadîs-i şerîfi, bu sözümüzün şâhididir Uyuklıyarak, terâvîh nemâzı kılmak mekrûhdur Uykulu hâl gidince, neş'e ile kılmalıdır Uyuklıyarak kılınan nemâzda gevşeklik ve gaflet olur


[Yukarıdaki yazıları yanlış anlamamalıdır Yorgunluk ve usanç hâsıl olduğu zemân ibâdet te'hîr edilir, terk edilmez Farzları özrsüz terk etmek büyük günâhdır Kazâ etmek farz olur Vâcibleri de kazâ etmek vâcib olur Sünnetleri terk eden, bunların sevâbından mahrûm kalır Özrsüz terk etmeği âdet ederse, bu sünnetlere mahsûs olan şefâ'atdan mahrûm kalır Yorgun, hâlsiz, neş'esiz olmak, farzları vaktinden sonraya bırakmak için özr olmaz Vaktinden sonraya bırakmak günâhından ve azâbından insan kurtulamaz Ahkâm-ı islâmiyyeye, ya'nî farzlara ve harâmlara ehemmiyyet vermemenin küfr olduğu akâid kitâblarında bildirilmişdir İslâm düşmanları bu noktadan da gençleri aldatmağa, islâmiyyeti içerden yıkmağa çalışıyorlar Bunlara aldanmamak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları fıkh ve ilmihâl kitâblarını okuyup, farzları, harâmları iyi öğrenmekden başka çâre yokdur]


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Ahlakı

Eski 06-21-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ahlakı



CEHÂLET


2 - Kalb hastalıklarının, ikincisi, (Cehâlet)dir Câhilliğin çeşidleri ve zararları birinci maddenin baş tarafında bildirilmişdir

MAL, MEVKI' HIRSI


3 - Kalb hastalıklarının, ya'nî kötü huyların üçüncüsü, mal ve mevkı' hırsıdır Aşağıdaki hadîs-i şerîfler (Hubbürriyâset) denilen, bu hastalığın teşhîs ve tedâvîsine ışık tutmakdadır:


1) (İki aç kurd, bir koyun sürüsüne girdiği zemân, yapdıkları zarardan, mal ve şöhret hırsının yapacağı zarar dahâ çokdur)


2 ) (İnsana zarar olarak, din ve dünyâ işlerinde parmakla gösterilmesi yetişir) Ya'nî, insanın din veyâ dünyâ işlerinde şöhret sâhibi olması, dînine de, dünyâsına da çok zarar verir


3 ) (Medh olunmağı sevmek, insanı kör eder ve sağır eder Kabâhatlerini, kusûrlarını görmez olur Doğru sözleri, kendisine yapılan nasîhatları işitmez olur)


Mevkı' ve şöhret sâhibi olmak arzûsu, insanlarda üç şeyden hâsıl olur: Birinci sebeb, nefsin arzûlarına kavuşmakdır Nefs, arzûlarının, harâm yollardan elde edilmesini ister İkincisi, kendinin ve başkalarının haklarını zâlimlerden kurtarmak ve müstehab olan meselâ, sadaka vermek için ve hayrât, hasenât yapmak için yâhud mubâh olan işler yapmak için, meselâ, iyi yimek, iyi giyinmek, iyi evlerde oturmak ve çoluk çocuk sâhibi olup, râhat ve mes'ûd yaşamak için veyâ ibâdetlerine mâni' olacak şeylerden kurtulmak için ve islâm dînine ve müslimânlara hizmet için mevkı' sâhibi olmak istenir Bu niyyet ile mevkı'a kavuşurken, riyâ gibi ve hakkı bâtıl ile karışdırmak gibi, islâmiyyetin yasak etdiği şeyleri yapmazsa ve vâcibleri, sünnetleri terk etmezse, bunun mevkı' sâhibi olması câizdir, hattâ müstehabdır Çünki, câiz ve lâzım olan şeylere kavuşdurucu sebebleri, vâsıtaları yapmak da, câiz ve lâzım olur Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, iyi insanların nasıl olacağını bildirirken, bunların (Müslimânlara imâm olmak istediklerini) de bildirmekdedir Süleymân aleyhisselâm, (Yâ Rabbî! Benden sonra kimseye nasîb etmiyeceğin bir mülkü bana ihsân eyle!) diyerek melik ve emîr olmak istemişdir Önceki dinlerden bildirilen ve red edilmiyen haberler bizim dînimizde de mu'teberdir Hadîs-i şerîfde, (Hak ve adâlet üzere bir gün hâkimlik yapmağı, bir sene devâmlı gâzâ etmekden dahâ çok severim) buyuruldu Bir hadîs-i şerîfde, (Bir sâat adâlet ile idârecilik yapmak, altmış sene nâfile ibâdet yapmakdan dahâ iyidir) buyuruldu Riyâ ile ve hakkı bâtıl ile karışdırarak mevkı' sâhibi olmak câiz değildir İyi niyyet ile olsa da, câiz değildir Çünki, harâmları ve mekrûhları, iyi niyyet ile de yapmak câiz değildir Hattâ, ba'zı harâmların iyi niyyet ile yapılması, dahâ büyük günâh olur Niyyetin iyi olması, tâ'atlarda, ibâdetlerde fâideli olur Mubâh, hattâ farz olan bir amel, niyyete göre günâh olabilir Günâh işliyenin, (Sen kalbime bak! Kalbim temizdir Allah kalbe bakar) sözünün yanlış, hattâ zararlı olduğu buradan da anlaşılmakdadır


Mevkı' sâhibi olmağı istemenin sebeblerinden üçüncüsü, nefsini eğlendirmekdir Nefsi, maldan olduğu gibi, mevkı'den de lezzet almakdadır Arada islâmiyyete uymayan işler bulunmazsa, nefsi lezzet aldığı şeye kavuşdurmak harâm olmaz ise de, takvânın, himmetin az olduğunu gösterir Mevkı' elde etdikden sonra, insanların gönüllerini kazanmak için, riyâ ve müdâhane ve gösteriş yapmasından korkulur Hattâ, münâfıklık ve hakkı bâtıl ile karışdırmak ve hattâ hiyle ve yalan gibi tehlükeli hâller de olabilir Halâl ile harâm karışık olan şeyi yapmamak lâzımdır Mevkı' sâhibi olmanın bu üçüncü sebebi, harâm değil ise de, iyi olmadığı için, ilâcını bilmek ve yapmak lâzımdır Önce mevkı'in geçici olduğunu ve zararlarını, tehlükelerini düşünmelidir Şöhretden ve hurmet toplıyarak kibrli olmakdan kurtulmak için, islâmiyyetde mubâh olup, câiz olup, halkın beğenmediği işleri yapmalıdır Bir zemân, bir emîr, bir zâhidi ziyârete gitmiş Zâhid, emîrin ve etrâfındakilerin kendisine yaklaşmak istediklerini anlayınca, ziyâfet vermiş Kendisi, iri lokmaları hırs ile çabuk çabuk, yimeğe başlamış Emîr, bu hâli görünce, zâhidi beğenmiyerek, oradan ayrılmış Zâhid, arkasından, Elhamdü lillah! Rabbim beni kurtardı demiş Mevkı' sâhibi olmak arzûsunu gideren en kuvvetli ilâc, insanlardan uzlet etmekdir Din ve dünyâ için zarûrî vazîfelerden başka, insanlar arasına karışmamalıdır Hadîs-i şerîfde, bu ilâc tavsiye edilmekdedir


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Ahlakı

Eski 06-21-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ahlakı



KÜFR


1 - Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak, ateist olmakdır Muhammed aleyhisselâma inanmamak (küfr) [Allaha düşmanlık] olur Meleklerin, insanların ve cinnin îmân etmeleri, inanmaları emr olundu Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalb ile inanıp, dil ile de ikrâr etmeğe, söylemeğe (Îmân) denir Îmânın yeri (Kalb)dir Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvetdir Bu kuvvete (gönül) de denir Îmânı söylemeğe mâni' bulunduğu zemân, söylememek afv olur Meselâ korkutulduğu, hasta, dilsiz olduğu, söyleyecek vakt bulamadan öldüğü zemân, söylemek îcâb etmez Anlamadan, taklîd ederek inanmak da, îmân olur Allahü teâlânın var olduğunu anlamamak, düşünmemek günâh olur Bildirilenlerden birine inanmamak, hepsine inanmamak olur Herbirini bilmeden, hepsine inandım demek de, îmân olur Îmân hâsıl olmak için, islâmiyyetin küfr alâmeti dediği şeylerden sakınmak da lâzımdır İslâmiyyetin ahkâmından ya'nî emr ve yasaklarından birini hafîf görmek, Kur'ân-ı kerîm ile, melek ile, Peygamberlerden biri ile "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" alay etmek, küfr alâmetlerindendir İnkâr etmek, ya'nî işitdikden sonra inanmamak, tasdîk etmemek demekdir Şübhe etmek de, inkâr olur


Küfr üç nev'dir: Cehlî, cühûdî [inâdî] ve hükmî 1-) Küfr olduğunu herkesin bildiği bir şeyi, işitmediği, düşünmediği için kâfir olanların küfrü (Küfr-i cehlî)dir Cehl de iki dürlüdür: Birincisi basîtdir Böyle kimse, câhil olduğunu bilir Bunlarda, yanlış i'tikâd olmaz Hayvân gibidirler Çünki, insanı hayvândan ayıran, ilm ve idrâkdir Bunlar, hayvândan da aşağıdırlar Çünki hayvânlar, yaratıldıkları şeyde ileridedirler Kendilerine fâideli şeyleri anlar ve onlara yaklaşırlar Zararlı olanları da anlayıp, onlardan uzaklaşırlar Hâlbuki bunlar, bilmez olduklarını bildikleri hâlde, bu çirkin hâlden uzaklaşmaz, ilme yaklaşmazlar


[İmâm-ı Rabbânî "rahime-hullahü teâlâ", (Mektûbât) kitâbının birinci cildinin ikiyüzellidokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki, (Bu fakîre göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, ne Cennete, ne de Cehenneme girmiyeceklerdir Âhıretde dirildikden sonra, hesâba çekilip, zulmleri, kabâhatleri kadar, mahşer yerinde azâb çekeceklerdir Herkesin hakkı verildikden sonra, bütün hayvânlar gibi, bunlar da, yok edileceklerdir Bir yerde sonsuz kalmıyacaklardır Herkesin aklı, dünyâ işlerinde bile, şaşırıp yanılırken, Allahü teâlânın, aklları ile bulamadıkları için, kullarını ateşde sonsuz olarak yakacağını söylemek, bu fakîre çok ağır gelmekdedir Küçük iken ölen kâfir çocukları da, böyle yok olacaklardır


Bir Peygamberin "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" vefâtından sonra, çok vakt geçip, zâlimler tarafından din bozularak, unutulduğu yerlerde yaşayıp, Peygamberlerden ve islâmiyyetden haberi olmıyan insanlar da, Cennete ve Cehenneme sokulmıyacak, böyle tekrâr yok edileceklerdir) Kâfir memleketlerinde yaşayıp, islâmiyyeti işitmeyenler de böyledir]


Îmân edilecek şeyleri ve farzlardan, harâmlardan meşhûr olanları, lüzûmu kadar öğrenmek farzdır Bunları öğrenmemek harâmdır İşitip de, öğrenmeğe ehemmiyyet vermemek küfr olur Cehlin ilâcı, çalışıp öğrenmekdir Cehlin ikincisi, (Cehl-i mürekkeb)dir Yanlış, sapık i'tikâd etmekdir Yunan felsefecilerinden ve müslimânlardan yetmişiki bid'at fırkasından îmânı gidenler böyledir Bu cehâlet, birincisinden dahâ fenâdır İlâcı bilinemiyen bir hastalıkdır Îsâ aleyhisselâm, (Sağırı, dilsizi tedâvî etdim Ölüyü diriltdim Fekat, cehl-i mürekkebin ilâcını bulamadım) demişdir Çünki, böyle kimse, cehlini ilm ve kemâl sanmakdadır Câhil ve rûh hastası olduğunu bilmez ki, ilâcını arasın! Ancak, Allahü teâlânın hidâyeti ile hastalığını anlıyan, bu derdden kurtulabilir


2-) (Küfr-i cühûdî)ye, küfr-i inâdî de denir Küfr olduğunu bilerek, inâd ederek, kâfir olmakdır Kibr sebebi ile ve mâla, zevke ve mevkı' sâhibi olmayı sevmekden veyâ ayblanmakdan korkmak sebebi ile hâsıl olur Fir'avnın ve yoldaşlarının küfrleri böyle idi Mûsâ aleyhisselâmın mu'cizelerini gördükleri hâlde, îmân etmediler Bizim gibi bir insana inanmayız dediler Kendileri gibi bir insanın Peygamber olacağını kabûl etmediler Peygamber melekden olur sandılar Hâlbuki, kendileri gibi insan olan Fir'avna ilâh dediler Ona tapındılar Rum İmperatörü Herakliyüs da, tahtından, saltanatından ayrılmak korkusu ile îmân etmedi Rum pâdişâhlarına Kayser denir Acem pâdişâhlarına Kisrâ, Habeş krallarına Necâşî ve Türk sultânlarına Hâkan, Kıbtî pâdişâhlarına Fir'avn, Mısr sultânlarına Azîz, Himyer sultânlarına Tübba' denirdi Eshâb-ı kirâmdan Dıhye "radıyallahü teâlâ anh", Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" islâma da'vet eden mektûbunu Medîneden Şâma, Herakliyüsa getirdi Herakliyüs, bir gün evvel, Mekkeden Şâma gelmiş olan Kureyş kâfirlerinin ticâret kervanının reîsi, Ebû Süfyânı serâyına çağırıp:


Medînede birisinin peygamberlik iddi'â etdiğini işitdim Kendisi, tanınmış kimselerden midir? Yoksa, aşağı tabakadan mıdır? Ondan evvel, başkası da böyle iddi'âda bulundu mu? Dedeleri arasında, melik ve emîr olanlar var mıdır Kendisine tâbi' olanlar zengin midir, fakîr ve âciz kimseler midir? Çalışmaları ilerliyor mu, geriliyor mu? Dînine girip de, sonra ayrılanlar oluyor mu? Sözünde durmadığı, yalan söylediği görüldü mü? Harblerinde gâlib midir, mağlûb mudur? Ebû Süfyân bunların cevâblarını bildirince, bu sözlerinin hepsi, Onun peygamber olduğunu gösteriyor dedi Ebû Süfyân [o zemân henüz îmân etmediği için], küfründen ve hasedinden dolayı, yalan söylediği de oldu Bir gece içinde, Mekkeden, Kudüsdeki Mescid-i aksâya götürüldüğünü söyledi, dedi Herakliyüsün yanında olup, bunu işitenlerden biri lâfa karışıp:


Ben, o gece Mescid-i aksâda idim dedi O gece gördüklerini anlatdı Ertesi gün, Herakliyüs, mektûbu okutdu Mektûba inandığını, Muhammed aleyhisselâma îmân etdiğini Dıhyeye bildirdi Fekat, îmân etdiğimi millete bildirmekden korkuyorum Bu mektûbu falanca râhibe götür O, çok şey bilir Onun da îmân edeceğini sanıyorum dedi Râhib, Resûlullahdan gelen mektûbu okuyunca, hemen îmân etdi Oradakilere de îmân etmelerini söyledi Kendisini öldürdüler Dıhye, Herakliyüsa gelip, olanları bildirdi Böyle yapılacağını bildiğim için, îmân etdiğimi kimseye söylemedim dedi Resûlullaha mektûb gönderip îmân etdiğini bildirdi Başşehri olan Humsa gitdi Orada kendisine, bir adamından gelen mektûbda, Muhammed aleyhisselâmın peygamberliği ve muvaffakiyyetleri bildirildi İleri gelenleri toplayıp, mektûbu okutarak, kendisinin îmân etdiğini açıkladı Hepsi karşı çıkdılar Îmân etmiyeceklerini ve red etdiklerini anlayınca, onlardan özr diledi Maksadım, dînimize olan bağlılığınızın kuvvetini anlamak idi dedi Bu sözü işitince, hepsi kendisine secde etdiler, râzı olduklarını bildirdiler Saltanatını kaçırmamak için, küfrü îmâna tercîh etdi Müslimânlarla harb etmek için, Müte denilen yere ordu gönderdi Burada çok müslimân şehîd edildi Resûlullaha "sallallahü aleyhi ve sellem" Herakliyüsün mektûbu gelince, (Yalan söyliyor Nasrânî dîninden ayrılmadı!) buyurdu Herakliyüsa gönderilen mektûb-i nebevînin sûreti, (Buhârî)de ve (Mevâhib) ve (Berîka)da yazılıdır


3-) Küfrün üçüncü nev'i, (Küfr-i hükmî)dir İslâmiyyetin îmânsızlık alâmeti dediği sözleri söyliyen ve işleri yapan, kalbinde tasdîk olsa ve inandığını söylese de, kâfir olur İslâmiyyetin ta'zîmini emr etdiği şeyi tahkîr etmek, kötülemek böyledir Bunun için, Allahü teâlâya lâyık olmıyan şey söyliyen kâfir olur Meselâ, Allah, Arşdan veyâ gökden bize bakıyor demek, sen bana zulm etdiğin gibi, Allah da sana zulm ediyor demek, filân müslimân benim gözümde yehûdî gibidir demek, yalan bir söze, Allah biliyor ki, doğrudur demek ve melekleri küçültücü şeyler söylemek ve Kur'ân-ı kerîmi, hattâ bir harfini küçültücü söz söylemek, bir harfine bile inanmamak, çalgı çalarak Kur'ân okumak, hakîkî olan Tevrâta ve İncîle inanmamak, bunları kötülemek, Kur'ân-ı kerîmi şâz olan harflerle okuyup Kur'ân budur demek, küfr olur Peygamberleri küçültücü şeyler söylemek, Kur'ân-ı kerîmde ismleri bildirilen yirmibeş Peygamberden "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" birine inanmamak, meşhûr sünnetlerden birini beğenmemek, çok iyilik yapan birisi için, Peygamberden dahâ iyidir demek küfrdür Peygamberler "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" muhtâc idi demek küfr olur Çünki, onların fakîrlikleri kendi istekleri ile idi Birisi, peygamber olduğunu söylese, buna inananlar da kâfir olur (Kabrim ile minberim arası, Cennet bağçelerinden bir bağçedir) hadîs-i şerîfini işitince, ben minber, hasır ve kabrden başka birşey görmiyorum demek küfr olur Âhıretde olacak şeylerle alay etmek küfrdür Kabrdeki ve kıyâmetdeki azâblara [akla, fenne uygun değildir diyerek] inanmamak, Cennetde Allahü teâlâyı görmeğe inanmamak, ben Cenneti istemem, Allahı görmeği isterim demek küfr olur İslâmiyyete inanmamak alâmeti olan sözler, fen bilgileri, din bilgilerinden dahâ hayrlıdır demek, nemâz kılsam da, kılmasam da, berâberdir demek, zekât vermem demek, fâiz halâl olsaydı, zulm etmek halâl olsaydı demek, harâmdan olan mâlı fakîre verip sevâb beklemek, fakîr, verilen paranın harâm olduğunu bilerek, verene hayr düâ etmek, imâm-ı a'zam Ebû Hanîfenin "rahime-hullahü teâlâ" kıyâsı hak değildir demek küfrdür (A'râf) sûresinin ellialtıncı âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü teâlâ, rüzgârı, rahmeti olan yağmurdan önce, müjdeci gönderir Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırırız O yağmurla yerden meyvalar çıkarırız Ölüleri de mezârlarından böyle çıkaracağız) buyuruldu Bu âyet-i kerîme, kıyâsın hak olduğunu isbât etmekdedir Bu âyet-i kerîmede, ihtilâflı olan bir şeyi, sözbirliği ile anlaşılmış olana benzetmek bildirilmekdedir Çünki, Allahü teâlânın yağmur yağdırdığını ve yerden ot çıkardığını, hepsi biliyordu Öldükden sonra dirilmenin hak olduğunu, yer yüzünün kurudukdan sonra tekrâr yeşillenmesine benzeterek isbât etmekdedir


İslâm bilgilerine inanmamak, bunları ve din âlimlerini aşağılamak da, küfr-i cühûdî olur


Kâfir olmağı isteyen kimse, buna niyyet etdiği anda kâfir olur Başkasının kâfir olmasını istiyen kimse, küfrü beğendiği için istiyorsa, kâfir olur Kötü, zâlim olduğundan, zulmünün cezâsını Cehennem ateşinde çekmesi için istiyorsa, kâfir olmaz Küfre sebeb olduklarını bilerek ve arzûsu ile küfr kelimelerini söyliyen kâfir olur Bilmiyerek söyliyorsa, âlimlerin çoğuna göre yine kâfir olur Küfre sebeb olmıyan kelime söylemek isterken, şaşırarak, küfre sebeb olanı söylerse kâfir olmaz


Küfre sebeb olan bir işi, bilerek yapmak küfr olur Bilmiyerek yapınca da küfr olur diyen âlimler çokdur Beline, zünnar denilen papas kuşağını bağlamak ve küfre mahsûs şey giymek de böyledir [100cü sahîfeye bakınız! (Nuhbe) 100cü sahîfesinde diyor ki, (Küfr alâmeti bir şey yapan, meselâ puta secde eden kâfir olur)] Bunları harbde düşmana karşı, sulhda zâlime karşı, hîle olarak kullanmak küfr olmaz Tüccârın dâr-ül-harbde de kullanması küfr olur Bunları mizâh için, başkalarını güldürmek için, şaka için kullanmak da küfre sebeb olur İ'tikâdının doğru olması fâide vermez[1] Kâfirlerin bayram günlerinde, o güne mahsûs şeylerini, onlar gibi kullanmak, bunları kâfire hediyye etmek küfr olur Müslimân olmak için, nefsin de îmân etmesi lâzım değildir Nefsinden kalbine küfre sebeb olan şeyler gelen kimse, bunları söylemese, îmânının kuvvetine alâmet olur Küfre sebeb olan şeyi kullanan kimseye kâfir dememelidir Bir müslimânın bir işinde veyâ sözünde doksandokuz küfr ihtimâli olsa, bir îmân ihtimâli olsa, bu kimseye kâfir denilmez Müslimâna hüsn-i zan etmek lâzımdır


Akllı, bilgili, edebiyyâtcı olduğunu göstermek için veyâ yanındakileri hayrete düşürmek, güldürmek, sevindirmek veyâ alay etmek için söylenen sözlerde (küfr-i hükmî)den korkulur Gadab, kızgınlık ve hırs ile söylenen sözler de böyledir Bunun için insan, sözünün ve işlerinin neye varacağını düşünmelidir Herşeyde dînini kayırmalıdır Hiçbir günâhı, küçük görmemelidir Bir kimse, küçük günâh işlese, buna tevbe et denildikde, tevbe edecek bir şey yapmadım ki dese, yâhud niçin tevbe edeyim dese, küfr olur Çocuk iken nikâh edilmiş olan kız, âkıl ve bâlig olduğu zemân, îmânı, islâmı bilmese ve sorulunca anlatamasa, zevcinden boş olur Çünki, nikâhın sahîh olması için ve devâm etmesi için îmânlı olmak lâzımdır Küçük iken, anasına babasına tâbi' olarak îmânı var idi Bâlig olunca, onlara tâbi' olması devâm etmez Erkek çocuk da, böyledir Bir mü'mini öldüren veyâ öldürülmesini emr eden kimseye, iyi yapdın diyen kâfir olur Katli vâcib olmıyan kimse için, öldürülmesi lâzımdır demek küfr olur Bir kimseyi haksız olarak döven veyâ öldüren zâlime, iyi yapdın, bunu hak etmişdi demek küfr olur Yalan olarak, Allah biliyor ki, seni çocuğumdan çok seviyorum demek küfr olur Mevkı' sâhibi bir müslimân aksırınca, buna (yerhamükallah) diyen kimseye, büyüklere karşı böyle söylenmez demek küfr olur Vazîfe olduğuna inanmıyarak, ehemmiyyet vermiyerek, hafîf görerek nemâz kılmamak, oruc tutmamak, zekât vermemek, küfr olur Allahın rahmetinden ümmîdini kesmek küfrdür Kendisi harâm olmayıp, sonradan hâsıl olan bir sebebden dolayı harâm olan mâla, paraya, (harâm-ı ligayrihi) denir Çalınan ve harâm yollardan gelen mâl böyledir Bunlara halâl demek küfr olmaz Leş, domuz, şerâb gibi, kendileri harâm olan şeylere (harâm-ı li-aynihi) denir Bunlara halâl demek küfr olur Kat'î olarak bilinen harâmlardan birine halâl demek de, küfr olur Ezân, câmi', fıkh kitâbları gibi islâmiyyetin kıymet verdiği şeyleri aşağılamak, küfr olur Radyodan, ho-parlörden işitilen ezân, hakîkî ezân değildir Ezânın benzeridir Bir şeyin benzeri kendisi değildir Abdestsiz olduğunu veyâ nemâz vaktinin gelmediğini bildiği hâlde, nemâz kılmak, bildiği hâlde kıbleden başka tarafa dönerek kılmak küfr olur Bir müslimânı kötülemek için, kâfir demek küfr olmaz Kâfir olmasını isteyerek söylemenin küfr olacağı yukarıda bildirilmişdi Allahü teâlânın emrlerine (Farz) denir Yasak etdiği şeylere (Harâm) denir Farzlara ve harâmlara (İslâmiyyet) ve (Ahkâm-ı islâmiyye) denir İslâmiyyete uymıyan şeyi yapmağa (Günâh işlemek) denir Günâh işlemek küfr olmaz Günâh olduğuna ehemmiyyet verilmezse, küfr olur İbâdet yapmanın lâzım olduğuna ve günâhdan sakınmak lâzım olduğuna inanmamak küfr olur Toplanan vergiler sultânın mülkü olduğuna inanmak küfr olur Bir Velînin, aynı gün ve aynı sâatde, çeşidli memleketlerde görüldüğünü söylemenin câiz olduğunu Sadr-ül-islâm bildirmişdir Şarkda bulunan bir kadınla garbda bulunan bir erkeğin çocukları olabileceği fıkh kitâblarında yazılıdır Büyük âlim Ömer Nesefî "rahime-hullahü teâlâ", (Allahü teâlânın Evliyâsına, âdetini, kanûnlarını bozarak (kerâmet) vermesi câizdir) demişdir Bu söz doğrudur Câhile (Îmân nedir, İslâm nedir?) gibi sorulmamalı Bunların cevâbları söylenip, böyle midir, demelidir Nikâh yapılacak erkeğe ve kıza önceden böyle sorarak, müslimân olduklarını anlamak lâzımdır Küfre sebeb olan sözler ve hareketler görülünce, kâfir dememeli, küfrü irâde etdiği, ahkâm-ı islâmiyyeye ehemmiyyet vermediği anlaşılmadıkca, sû-i zan etmemelidir


Müslimân, îmânın yok olmasına sebeb olacağı sözbirliği ile bildirilmiş olan şeyleri amden [istekle] söyler veyâ yaparsa, kâfir olur Buna (Mürted) denir Mürtedin, mürted olmadan önceki ibâdetleri ve sevâbları yok olur Tekrâr îmâna gelirse, zengin ise, yeniden hac etmesi lâzım olur Nemâzlarını, oruclarını, zekâtlarını kazâ etmesi lâzım olmaz Mürted olmadan önce, kazâya bırakmış olduklarını kazâ etmesi lâzımdır Çünki, mürted olunca, önceki günâhlar yok olmaz Mürted olanın nikâhı fesh olur, gider Îmâna gelerek, tecdîd-i nikâh etmeden önceki çocukları veled-i zinâ [piç] olur Kesdiği, leş olur, yinmez Îmânının gitmesine sebeb olan şeyden tevbe etmedikçe, yalnız (Kelime-i şehâdet) söylemekle veyâ nemâz kılmakla, müslimân olmaz Mürted olacak şeyi yapdığını inkâr etmesi de tevbe olur Tevbe etmeden ölürse, Cehennem ateşinde ebedî olarak azâb görür Bunun için, küfrden çok korkmalı, az konuşmalıdır Hadîs-i şerîfde, (Hep hayrlı, fâideli konuşunuz Yâhud susunuz!) buyuruldu Ciddî olmalı, latîfeci, oyuncu olmamalıdır Dîne, kanûnlara, akla, insanlığa uygun olmıyan şeyler yapmamalıdır Kendisini küfrden muhâfaza etmesi için, Allahü teâlâya çok düâ etmelidir Hadîs-i şerîfde, (Şirkden sakınınız Şirk, karıncanın ayak sesinden dahâ gizlidir) buyuruldu Bu hadîs-i şerîfdeki şirk, küfr demekdir Bu kadar gizli olan şeyden korunmak nasıl olur denildikde, (Allahümme innâ ne'ûzü bike en-nüşrike-bike şey'en na'lemühu ve nes-tagfirüke limâ lâ-na'lemühu düâsını okuyunuz!) buyuruldu Bu düâyı sabâh ve akşam çok okumalıdır Kâfirlerin, Cehennem ateşinde sonsuz azâb görecekleri, Cennete hiç girmiyecekleri söz birliği ile bildirilmişdir Kâfir, dünyâda sonsuz yaşasaydı, sonsuz kâfir kalmak niyyetinde olduğu için, cezâsı da sonsuz azâbdır Allahü teâlâ, herşeyin hâlikı, sâhibidir Mülkünde dilediğini yapması hakkıdır Ona, niçin böyle yapdın demeğe kimsenin hakkı yokdur Bir şeyin sâhibinin, o şeyi dilediği gibi kullanmasına zulm denmez Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, zâlim olmadığını, hiçbir mahlûkuna zulm yapmadığını bildirmekdedir


[Allahü teâlânın (Esmâ-i hüsnâ)sı vardır Bu ismleri de, kendi varlığı gibi ezelîdir Bu doksandokuz isminin arasında bulunan (Müntekim) ve (Şedîd-ül-ikâb) gibi ismlerinden dolayı yedi Cehennemi yaratdı (Rahman) ve (Rahîm) ve (Gaffâr) ve (Latîf) ve (Raûf) gibi ismlerinden dolayı, sekiz Cenneti yaratdı Cehenneme ve Cennete gitmeğe sebeb olacak şeyleri ezelde ayırd etdi Çok merhametli olduğu için, bunları kullarına bildirdi (Cehenneme girmeğe sebeb olan şeyleri yapmayınız! Onun ateşi çok şiddetlidir Dayanamazsınız!) diyerek, kullarına tekrâr tekrâr haber verdi Sonsuz olan Cennet ni'metlerine kavuşduracak şeyleri yaparak, [ahkâm-ı islâmiyyeye uyarak] dünyâda ve âhıretde râhat ve mes'ûd yaşamağa da'vet etdi Bu da'veti beğenip seçmeleri için, insanlara akl ve irâde, ihtiyâr ni'metlerini de verdi Allahü teâlâ, hiçbir kimsenin Cehenneme girmesini, Cehenneme götürecek şeyleri yapmasını ezelde emr etmedi, dilemedi Fekat dünyâda, kimlerin Cennet yolunu, kimlerin de Cehennem yolunu tutacaklarını ezelde biliyordu (Kazâ) ve (kader)i, ya'nî, ilmi de ezelîdir Ebû Lehebin Cehenneme gideceğini haber vermesi, onun Cehenneme gitmesini ezelde, istediği için değildir Cehennem yolunu dileyeceğini, bildiği içindir


Îmâna gelmek çok kolaydır Mahlûklardaki hesâblı nizâma, düzene bakmak ve bunlardaki incelikleri düşünmek, herkese vâcibdir Atomdan güneşe kadar bütün varlıklardaki düzen, birbirlerine bağlılıkları, bunların kendiliklerinden tesâdüfen var olmadıklarını, bilgili, hikmetli ve sonsuz kuvvetli bir varlık tarafından yaratıldıklarını açıkça göstermekdedir Aklı başında olan bir kimse, liselerde ve üniversitede, astronomi, fen, biyoloji ve tıb bilgilerini öğrenince, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu ve her dürlü aybdan uzak olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğunu ve bildirdiklerinin hepsinin Ondan gelmiş olduğunu hemen anlar Bu yaratana hemen inanır Kâfirlerin, ya'nî kâfir olarak ölenlerin sonsuz Cehennemde kalacaklarını, mü'minlerin de sonsuz olarak Cennet ni'metleri içinde yaşıyacaklarını öğrenince, seve seve müslimân olur Erzurûmlu İbrâhîm Hakkı hazretleri, 1195 [m 1781] de Si'ridde vefât etmişdir (Ma'rifetnâme) kitâbının 9 cu faslında, türkçe buyuruyor ki, (Fen ve astronomi bilgileri ve makineler, fabrikalar, akl ile, tecribe ile hâsıl oldukları için, zemânla yenileri bulunmuş, birçok eski bilgilerin yanlış olduğu anlaşılmışdır Eski ve yeni, yanlış ve doğru bütün fen bilgileri, bu âlemin yokdan var edildiğini, sonsuz ilm ve kudret sâhibi bir yaratıcının varlığına inanmak lâzım olduğunu göstermekdedir)


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Ahlakı

Eski 06-21-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ahlakı



KÖTÜ AHLÂK VE İLÂÇLARI


Müslimânın herşeyden evvel kalbini temizlemesi lâzımdır Çünki, kalb, bütün bedenin reîsidir Bütün uzvlar kalbin emrindedir Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", (İnsanın bedeninde bir et parçası vardır Bu iyi olursa, bütün uzvlar iyi olur Bu kötü olursa, bütün organlar bozuk olur Bu, kalbdir) buyurdu Ya'nî bu, yürek denilen et parçasındaki gönüldür Bunun iyi olması, kötü ahlâkdan temizlenmesi ve iyi ahlâk ile tezyîn edilmesidir İnsanın sûretine, şekline (Beden), (Halk) denir İnsanın kalbindeki kuvvete, hâle, huya (Hulk) denir (Ahlâk-ı zemîme), kalbin hastalıklarıdır Bunların tedâvîleri güçdür İlâclarını iyi bilmek ve iyi kullanmak lâzımdır Hulk, ya'nî huy, kalbdeki meleke ve kalbdeki arzû, hâl demekdir İnsanın i'tikâdı, sözleri, hareketleri, hep bu kuvvetden hâsıl olmakdadır İhtiyârî hareketleri, huyunun eserleridir


Ahlâkı tebdîl etmek, kötüsünü yok edip, yerine iyisini getirmek mümkindir Hadîs-i şerîfde, (ahlâkınızı iyileşdiriniz!) buyuruldu İslâmiyyet mümkin olmıyan şeyi emr etmez Tecribeler de, böyle olduğunu göstermekdedir [Tecribe, kat'î bilgi elde etmeğe yarıyan üç vâsıtadan biridir Bu vâsıtalardan ikincisi, Muhbir-i Sâdıkın haber vermesidir Üçüncüsü, hesâb ile anlamakdır] İnsanların, ahlâklarını tebdîl etmek isti'dadları aynı değildir


Ahlâkın menşei, sebebi, insânî rûhun üç kuvvetidir Bunlardan birincisi, rûhun (İdrâk) kuvvetidir Buna (Nutk) ve (Akl) denir Nutkun nazarî kuvvetinin mu'tedil, orta mikdârına (Hikmet) denir Hikmet, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayıran kuvvetdir Bu kuvvetin lüzûmundan fazla olmasına (Cerbeze), ya'nî ukalâlık denir Cerbeze insan, mümkin olmayan şeyleri anlamağa kalkışır Müteşâbih âyetlere ma'nâ verir Kazâ kader üzerinde konuşur Mekr, hiyle, sihr gibi zararlı şeyler yapar Bu kuvvetin lüzûmundan az olmasına (Belâdet), ya'nî ahmaklık denir Böyle kimse, hayrı, şerri birbirinden ayıramaz Nutkun amelî kuvvetinin orta olmasına (Adâlet) denir Adâletin azı çoğu olmaz


Ahlâkın kaynağı olan kuvvetlerden ikincisi (Gadab)dır Hayvânî rûhun kuvvetidir Beğenmediği, istemediği birşey karşısında, kanı harekete gelir Bu kuvvetin insânî rûh tarafından te'mîn edilen orta mikdârına (Şecâ'at), cesâret denir Lüzûmlu, fâideli işlere atılmakdır Müslimânların, iki mislinden fazla olmıyan kâfirlerle harb etmeleri, mazlûmu zâlimden kurtarmaları böyledir Bu kuvvetin fazla olması (Tehevvür), atılgan, saldırgan olmakdır Çabuk hiddetlenir Bu kuvvetin az olması (Cübn), korkaklıkdır Lüzûmlu olan şeyi yapmakdan çekinir


Rûhun kuvvetlerinden üçüncüsü (Şehvet)dir Hayvânî rûhun, kendine tatlı gelen şeyleri istemesidir Bunun insânî rûh tarafından te'mîn edilen orta mikdârına (İffet), nâmûs denir İnsan, tabî'atinin muhtâc olduğu şeyleri, islâmiyyete ve insanlığa uygun olarak yapar Lüzûmundan fazla olmasına (Şereh), hırs ve fücûr denir Halâldan olsun, harâmdan olsun, her istediğini elde etmeğe çalışır Başkalarının zararına da olsa, beğendiği şeyleri toplar Şehvetin lüzûmundan az olmasına (Humûd), uyuşukluk denir ki, hasta olduğundan veyâ hayâsından, yâhud korkusundan, kibrinden, muhtâc olduğu şeylere kavuşmakda gevşek davranır


Yukarıda bildirilen dört orta derece, ya'nî hikmet, adâlet ve iffet ve şecâ'at, iyi huyların esâsıdır İnsan, rûhun üç kuvvetinden hikmete tâbi' olunca, diğer ikisine, ya'nî gadaba ve şehvete hâkim olur Bu ikisini, orta dereceli olan iffete ve şecâ'ate kavuşdurarak se'âdete erer Eğer, aklın nazarî kuvveti; orta derecesi olan hikmeti bulamayıp, iki kötü uca meyl ederse, kötü huylar hâsıl olur Aşırı olan altı huy, her zemân kötüdür Orta derecede olan dört huy da, kötü niyyet ile yapılınca, kötü olur Mala, mevkı'e kavuşmak için, din adamı olmak, riyâ ile, gösteriş olarak nemâz kılmak ve cihâd yapmak, hikmeti kötüye kullanmak olur Bir zevke veyâ mevkı'e kavuşmak için, ba'zı zevklerini terk etmek, iffeti kötüye kullanmakdır

Esâs olan dört iyi huydan herbirinin, eserleri, alâmetleri vardır Hikmetin yedi eseri vardır Şecâ'atin ve iffetin onbirer eserleri vardır


Kötü huyların ilâcı - Kötü huyların hepsi için müşterek ilâc, hastalığı ve zararını ve sebebini ve zıddını ve ilâcın fâidesini bilmekdir Sonra, bu hastalığı kendinde teşhîs etmek, aramak, bulmak gelir Bu teşhîsi kendi yapar Yâhud bir âlimin, rehberin bildirmesi ile anlar Mü'min, mü'minin aynasıdır İnsan kendi kusûrlarını zor anlar Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusûrunu öğrenir Sâdık olan dost, onu tehlükelerden, korkulardan muhâfaza eden kimsedir Böyle bir arkadaş bulmak çok müşkildir Bunun içindir ki, İmâm-ı Şâfi'î:


Sâdık dost ve hâlis Kimyâ

az bulunur, hiç arama! buyurdu


Hazret-i Ömer "radıyallahü anh" de,


Arkadaşım aybıma uyardı beni,

kardeşlik sünnetinin budur temeli! buyurdu


Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de, insana ayblarını tanıtmağa yarar Çünki düşman, insanın ayblarını arayıp, yüzüne çarpar İyi arkadaşlar ise, insanın ayblarını pek görmezler Birisi İbrâhîm Edhem hazretlerine, aybını, kusûrunu bildirmesi için yalvarınca, seni dost edindim Her hâlin, hareketlerin, bana güzel görünüyor Aybını başkalarına sor dedi Başkasında bir ayb görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmağa çalışmak da, kötü huyların ilâclarındandır (Mü'min mü'minin aynasıdır) hadîs-i şerîfinin ma'nâsı budur Ya'nî, başkasının ayblarında, kendi ayblarını görür Îsâ aleyhisselâma, bu güzel ahlâkını kimden öğrendin dediklerinde, (Bir kimseden öğrenmedim İnsanlara bakdım Hoşuma gitmiyen huylarından ictinâb etdim Beğendiklerimi ben de yapdım) buyurdu Lokman hakîme, (Edebi kimden öğrendin) dediklerinde, (Edebsizden!) dedi Selef-i sâlihînin, Eshâb-ı kirâmın, Velîlerin "rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în" hayât hikâyelerini okumak da, iyi huylu olmağa sebeb olur


Kendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araşdırmalı, bu sebebi yok etmeğe, bunun zıddını yapmağa çalışmalıdır Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak lâzımdır Çünki, insanın alışdığı şeyden kurtulması müşkildir Kötü şeyler nefse tatlı gelir


İnsanın, kötü şey yapınca, arkasından riyâzet çekmeği, nefse güç gelen şey yapmağı âdet edinmesi de, fâideli ilâcdır Meselâ, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veyâ oruc tutacağım, gece nemâzları kılacağım diye yemîn etmelidir Nefs, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebeb olan kötü âdetini yapmaz Kötü ahlâkın zararlarını okumak, işitmek de, fâideli ilâcdır Bu zararları bildiren hadîs-i şerîfler çokdur Bunlardan birkaçı şunlardır:


1 - (Allah katında kötü huydan büyük günâh yokdur) Çünki, bunun günâh olduğunu bilmez Tevbe etmez İşledikçe, günâhı katkat artar


2 - (İnsanların hiç çekinmeden, sıkılmadan yapdıkları günâh, kötü huylu olmakdır)


3 - (Her günâhın tevbesi vardır Kötü ahlâkın tevbesi olmaz İnsan, kötü huyunun tevbesini yapmayıp, dahâ kötüsünü yapar)


4 - (Sıcak su buzu eritdiği gibi, iyi ahlâk da, hatâları eritir Sirke balı bozduğu gibi, kötü ahlâk, hayrâtı, hasenâtı mahv eder)


Kötü niyyet ile olmıyan hikmet, adâlet, iffet ve şecâ'at, iyi ahlâkın kaynağıdır İyi huylu olmak için ve iyi ahlâkını muhâfaza edebilmek için, sâlih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir İnsanın ahlâkı, arkadaşının huyu gibi olur Ahlâk, hastalık gibi sârîdir Kötü huylu ile arkadaşlık etmemelidir Hadîs-i şerîfde, (İnsanın dîni, arkadaşının dîni gibi olur) buyuruldu Fâidesiz şeylerden, oyunlardan, zararlı şakalaşmakdan ve münâkaşa etmekden ictinâb etmelidir İlm öğrenmeli ve fâideli işler yapmalıdır Ahlâkı bozan, şehveti harekete getiren seks, fuhş kitâbları okumamalı, böyle radyo ve televizyondan sakınmalıdır İyi huyların fâideleri ve harâmların zararları ve Cehennemdeki azâbları, hep hâtırlanmalıdır Mâl, mevkı' arkasında koşanlardan hiçbiri murâdına kavuşamamışdır Mâlı, mevkı'i hayr için arıyan ve hayr işlerde kullanan, râhata, huzûra kavuşmuşdur Mal, mevkı' gâye olmamalı, hayra vâsıta olmalıdır Mal, mevkı' ,bir deryâya benzer Çok kimse, bu denizde boğulmuşdur Allahü teâlâdan korkmak, bu deryânın gemisidir Hadîs-i şerîfde, (Dünyâda, kalıcı değil, yolcu gibi yaşamalı! Öleceğini hiç unutmamalı!) buyuruldu İnsan, dünyâda bâkî değildir Dünyâ zevklerine daldıkça, derdler, üzüntüler, güçlükler artar Aşağıdaki hadîs-i şerîfleri hiç unutmamalıdır:


1 - (İbâdetleri az olan bir kul, iyi huyu ile, kıyâmetde yüksek derecelere kavuşur)


2 - (İbâdetlerin en kolayı ve çok fâidelisi, az konuşmak ve iyi huylu olmakdır)


3 - (Bir kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu, onu Cehennemin dibine götürür Ba'zan küfre götürür)


4 - Birinin gündüzleri oruc tutduğu, geceleri nemâz kıldığı, fekat kötü huylu olduğu, dili ile komşularına, arkadaşlarına eziyyet etdiği söylendikde, Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" cevâbında, (Böyle olmak iyi değildir Gideceği yer, Cehennem ateşidir) buyurdu


5 - (Güzel ahlâkı temâmlamak, yerleşdirmek için gönderildim) Semâvî dinlerin hepsinde iyi huylar vardı Bu din, bunları temâmlamak için gönderildi Bu din varken, iyi huy bildirecek başka kaynağa, başka kimseye lüzûm yokdur Bunun için, Muhammed aleyhisselâmdan sonra, Peygamber gelmiyecekdir


6 - (İyi huylu olan, dünyâ ve âhıret se'âdetlerine kavuşur) Çünki iyi huylu kimse, Allahü teâlâya ve kullara karşı olan hakları, vazîfeleri îfâ eder


7 - (Sûreti ve huyu güzel olanı Cehennem ateşi yakmaz)


8 - (Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulm edenleri afv etmek, kendini mahrûm edenlere ihsân etmek, güzel huylu olmakdır) İyi huylu kimse, kendisine darılana iyilik yapar İhsânda bulunur Malına, haysiyyetine, bedenine zarar vereni afv eder


9 - (Kızdığı zemân, yumuşak davrananın kalbini Allahü teâlâ emniyyet ve îmân ile doldurur) Korkusuz ve emîn olur Kötülük edene iyilik yapmak, iyi huyların en üstünüdür Kâmil insan olmanın alâmetidir Düşmanları dost yapar İmâm-ı Gazâlî "rahime-hullahü teâlâ" diyor ki, (İncîl)de gördüm: Îsâ aleyhisselâm, (Kötülük yapana kötülükle cevâb vermeyiniz! Sağ yanağınıza vurana, sol yanağınızı çeviriniz! Paltonuzu alana, şalvarınızı da veriniz!) buyurdu Hıristiyanların şimdi ellerinde mevcûd uydurma (İncîl) kitâblarında da böyle yazılı olduğunu (Cevâb veremedi) kitâbımız bildirmekdedir Hıristiyanların, İspanyada, Kudüsde, Hindistânda ve (Bosna Hersek)de müslimânlara ve yehûdîlere yapdıkları korkunc zulmler ve engizisyon mahkemelerinde, birbirlerine yapdıkları işkenceler, kitâblarda mevcûddur Bu vahşî hareketleri, hakîkî İncîle tâbi' olmadıklarını göstermekdedir


Her müslimân, kalbinden bütün kötü huyları çıkarıp, iyi ahlâkı yerleşdirmelidir Birkaçını çıkarıp, birkaçını yerleşdirmekle, insan güzel huylu olmaz Tesavvuf, insanı bu kemâle kavuşduran yoldur [Böyle olmıyan yola, tesavvuf denmez Her ilmin, her san'atın sahteleri, bozukları olduğu gibi, dinden, islâmiyyetden, islâmiyyetin güzel ahlâkından haberleri olmıyan sahtekârlar, yalancılar, kendilerine tarîkatcı, şeyh diyorlar Bunlara aldanmamalı, câhillerin, ahlâksızların kitâblarını okumamalı, radyolarını dinlememeli, tuzaklarına düşmemelidir]


Kötü ahlâkın meşhûrları altmış adeddir Bunlardan kırk adedi terceme edilerek, kırk madde hâlinde aşağıda bildirilmişdir Bunlardan sakınan ve zıdlarını yapan kimse, güzel ahlâklı olur


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Ahlakı

Eski 06-21-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ahlakı



KÖTÜ AHLÂK VE BUNLARDAN KURTULMAK ÇÂRELERİ


İnsana dünyâda ve âhıretde zarar veren herşey, kötü ahlâkdan meydâna gelmekdedir Ya'nî, zararların, kötülüklerin başı, kötü huylu olmakdır Harâmlardan [kötülüklerden] sakınmağa (Takvâ) denir Takvâ, ibâdetlerin en kıymetlisidir Çünki, birşeyi tezyîn etmek, süslemek için, önce pislikleri, kötülükleri yok etmek lâzımdır Bunun için, günâhlardan temizlenmedikçe, tâ'atların, ibâdetlerin fâidesi olmaz Hiçbirine sevâb verilmez Kötülüklerin en kötüsü, (küfr)dür Kâfirin [Allaha düşman olanın] hiçbir iyiliği, hayrâtı, hasenâtı, âhıretde fâideli olmaz [Zulm ile öldürülen kâfir,şehîd olmaz Cennete girmez] Îmânı olmıyanın hiçbir iyiliğine sevâb verilmez Bütün iyiliklerin temeli takvâdır Herşeyden önce, takvâ sâhibi olmağa çalışmak lâzımdır Herkese, takvâ sâhibi olmalarını emr ve nasîhat etmelidir Dünyâda râhata, huzûra kavuşmak, sevişmek, kardeşçe yaşayabilmek, âhıretde de, sonsuz azâbdan halâs olarak, ebedî ni'metlere, se'âdetlere kavuşmak, ancak takvâ ile nasîb olur


Kötü huylar, kalbi hasta eder Bu hastalığın artması, kalbin ölümüne [ya'nî küfre] sebeb olur Kötü huyların en kötüsü olan şirk, ya'nî küfr ise, kalbin en büyük zehridir Îmânı olmıyanın, (Kalbim temizdir Sen kalbe bak) gibi sözleri, boş lâflardır Ölmüş olan kalb temiz olmaz


Küfrün envâ'ı vardır Hepsinin de en kötüsü, en büyüğü (şirk)dir Bir kötülüğün her çeşidini bildirmek için, çok kerre, bunların en kötüsü söylenir Bunun için, âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde bulunan şirk kelimesinden, her nev' küfr ma'nâsı anlaşılır Nisâ sûresinin kırksekiz ve yüzonaltıncı âyet-i kerîmelerinde, müşrikin hiç afv edilmiyeceği bildirildi Bu âyet-i kerîmeler, kâfirlerin Cehennem ateşinde sonsuz yanacaklarını bildirmekdedir


[(Şirk), Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demekdir Benzeten kimseye (Müşrik), benzetilen şeye (Şerîk) denir Bir kimsede, birşeyde, ülûhiyyet sıfatlarından birisinin bulunduğuna inanmak, onu şerîk yapmak olur Allahü teâlâya mahsûs olan sıfatlara, ya'nî (Sıfât-ı zâtiyye) ve (Sıfât-ı sübûtiyye)lere (ülûhiyyet sıfatları) denir Sonsuz var olmak, yaratmak, herşeyi bilmek, hastalara şifâ vermek, ülûhiyyet sıfatlarındandır Bir insanda, güneşde, inekde, herhangi bir mahlûkda, ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inanarak, ona ta'zîm, hurmet etmeğe, ona yalvarmağa, ona (ibâdet etmek), tapınmak denir O şeyler (Sanem=put) olur Böyle zan olunan insanın ve kâfirlerin heykelleri, resmleri ve mezârları önünde de, ta'zîm edici şeyler söylemek, yapmak da, ibâdet etmek, şirk olur Bir insanda ülûhiyyet sıfatlarından birinin bulunduğuna inanmayıp, Allahın sevgili kulu olduğuna veyâ vatana, millete hizmetleri olduğuna inanarak, bunun resmine, heykeline, ta'zîm etmek şirk olmaz, küfr olmaz Fekat, herhangi bir insanın resmine hurmet etmek harâm olduğu için, ta'zîm, hurmet eden bir müslimân fâsık olur Harâm olduğuna ehemmiyyet vermezse, diğer bir harâmı, ehemmiyyet vermiyerek yapanlar gibi (Mürted) olur Müşrik olmıyan yehûdî ve hıristiyanlar da, Muhammed aleyhisselâma inanmadıkları için kâfirdirler [Allaha düşmandırlar] Bunlara (Kitâblı kâfir) denir Şimdi, hıristiyanların çoğu, Îsâ aleyhisselâma ülûhiyyet sıfatı isnâd etdikleri için, müşrikdir Barnabas ve Aryus mezhebinde olanları, kitâblı kâfir iseler de, bunlar bugün yokdur]


Kalb hastalıklarının şirkden sonra en kötüsü, (Bid'at)lara inanmak ve bid'at işlemekdir Bid'atlardan sonra, günâhlardan sakınmamak gelir Küçük olsun, büyük olsun, şirkden ya'nî küfrden başka günâh işleyip, tevbe etmeden ölen bir mü'min, şefâ'at olunmakla, yâhud hiçbir sebeb olmadan, yalnız Allahü teâlânın merhamet etmesi ile, afv olunabilir Küçük günâh, afv edilmezse, Cehennemde azâb çekilecekdir Kul hakkı da bulunan günâhların afvı güçdür ve azâbları dahâ şiddetli olacakdır Zevcesinin mehrini vermemek ve insanların hak dîni öğrenmelerine mâni' olmak, kul haklarının en büyüğüdür Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki, (Bir zemân gelir ki, insan kazancının halâldan mı, harâmdan mı olduğunu düşünmez) ve (Bir zemân gelir ki, islâmiyyete yapışmak, elinde ateş tutmak gibi güç olur) Bunun için, harâmların hepsinden ve tahrîmî mekrûhlardan sakınmak takvâ olur Farzları ve vâcibleri terk etmek harâmdır Müekked sünnetleri özrsüz terk etmek tahrîmen mekrûh olur denildi İ'tikâdda ve ahlâkda ve amelde emr olunanları terk edene, kıyâmetde azâb yapılacakdır Azâba sebeb olan şeyleri terk etmek lâzımdır Meselâ nemâz kılmamak ve kadınların, kızların açık gezmeleri büyük günâhlardandır Bir günâhı terk etmek, meselâ beş vakt nemâzı hergün kılmak çok lâzımdır Fekat, bu kitâbımızda, terk edilmemesi lâzım olanları değil, terk edilmesi lâzım olanları bildireceğiz


Yapılmaması lâzım olan şeyler, yâ belli bir uzv ile yapılır, yâhud bütün beden ile yapılır Günâh işlenen uzvlardan sekiz uzv meşhûrdur Bu uzvlar, kalb, kulak, göz, dil, el, mi'de, ferc ve ayaklardır Kalb, insanın göğsünde, sol tarafında bulunan yürek denilen et parçasına nefh olunmuş [üfürülmüş] rûhânî bir latîfedir Rûh gibi, madde olmıyan [mücerred olan] bir varlıkdır Günâh işliyen, bu uzvların kendileri değildir Bunlarda bulunan his kuvvetleridir Dünyâda ve âhıretde se'âdete kavuşmak, râhat etmek istiyen kimse, bu uzvların günâh işlemelerine mâni' olmalıdır Günâh işlememek, kalbinde meleke, tabî'at, hâlini almalıdır Nemâz kılan, harâm işlemiyen sünnî bir kimseye (Müttekî) ve (Sâlih) [iyi insan] denir Allahü teâlânın rızâsına, sevmesine kavuşarak, (Velî)si olur Kalbde tabî'at hâlini almadan, kendini zorlıyarak günâhlardan sakınmak da, takvâ olur ise de, velî olmak için, günâh işlememek tabî'at, huy hâlini almalıdır Bunun için de, kalbin temizlenmesi lâzımdır Kalbin temizlenmesi, islâmiyyete uymakla olur (İslâmiyyet) üç kısmdır: İlm, amel, ihlâs Emrleri ve yasakları öğrenmek, öğrendiklerine tâbi' olmak, bunları yalnız Allah rızâsı için yapmak lâzımdır Kur'ân-ı kerîm, bu üçünü emr ve medh etmekdedir 449 cu sahîfeye bakınız! Bu (İslâm ahlâkı) kitâbında, kalbin temizlenmesi için, yalnız, terk edilmesi lâzım olan günâhlar bildirilecekdir Bunlara (Kötü ahlâk) denir


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam Ahlakı

Eski 06-21-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ahlakı



Besmeleyle başlıyalım kitâba!
Allah adı, en iyi bir sığnakdır
Ni'metleri sığmaz ölçü, hisâba,
Çok acıyan, afvı seven bir Rabdır!

Allahü teâlâ, dünyâda bütün insanlara acıyor Muhtâc oldukları ni'metleri yaratıp, herkese gönderiyor Dünyâda ve âhıretde se'âdete kavuşmak için, bu ni'metlerin nasıl kullanılacağını da bildiriyor İslâmiyyeti hiç işitmemiş olan kâfirlerin Cehenneme sokulmıyacaklarını, bunların hesâbdan sonra, hayvânlar gibi yok olacaklarını, İmâm-ı Rabbânî, 259cu mektûbunda bildirmekdedir İşitdikden sonra, düşünüp îmân edenleri Cennete sokacakdır Düşünmek için ömür boyu zemân vermişdir Nefslerine, kötü arkadaşlara, zararlı kitâblara ve yabancı radyolara aldanarak küfr ve dalâlet yoluna sapanlardan îmâna gelenleri afv ediyor Bunları ebedî felâketden kurtarıyor Azgın, zâlim olanlara hidâyetini ihsân etmiyor Onları, beğendikleri, istedikleri, içine düşdükleri inkâr bataklığında bırakıyor Âhıretde, Cehenneme gitmesi gereken mü'minlerden, dilediklerini, Cehennemde, günâhları bitinciye kadar yakdıkdan sonra Cennete kavuşduracakdır Her canlıyı yaratan, her vârı, her ân varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız Odur

Herhangi bir kimse, herhangi bir zemânda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ve şükr ederse, bu medh-ü senâların ve teşekkürlerin hepsi, Allahü teâlâya mahsûsdur Çünki, her ni'meti [iyiliği] yaratan, gönderen, hep Odur O hâtırlatmazsa ve kuvvet ve kolaylık vermezse, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz Hep Onun dilediği olur Onun dilemediğini kimse yapamaz [Hadîs-i kudsîde, (İnsanları, beni tanımakla şereflenmeleri için yaratdım) buyuruldu Bunu işitince, (kâfirler, dünyâda Allahü teâlâya inanmıyorlar Bu hadîs-i şerîf hâsıl olmuyor) demek doğru değildir Çünki, âlimler, velîler, belli bir dereceye yükselince, belli bir yaşa gelince, Allahü teâlâyı tanımağa başlıyorlar Kâfirler de, âhırete gidince tanıyacaklardır Tanımıyan kalmıyacakdır]

Hamd, bütün ni'metleri Allahü teâlânın yaratdığına ve gönderdiğine inanmak ve söylemek demekdir Şükr, bütün ni'metleri ahkâm-ı islâmiyyeye uygun kullanmak demekdir Ni'met, fâideli şey demekdir Ni'metler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında yazılıdır Ehl-i sünnet âlimleri, meşhûr dört mezhebin âlimleridir

Onun sevgili Peygamberi, insanların her bakımdan en güzeli, en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma ve Onun iyi ahlâk ve ilm saçan, Âline, ya'nî akrabâsına ve Eshâbının hepsine "rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în" bizden düâlar ve selâmlar olsun!

Müslimânların öğrenmeleri lâzım olan bilgilere (İslâm ilmleri) denir İslâm ilmleri ikiye ayrılır: (Din bilgileri) ve (Fen bilgileri) Fen bilgilerine (Hikmet) denir Dinde reformcular, fen bilgilerine (Rasyonel bilgiler), din bilgilerine (Skolastik bilgiler) diyor Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" (Hikmet, müslimânın gayb olmuş malı gibidir Onu nerede bulursa alsın!) buyurdu Bu hadîs-i şerîf, fen bilgilerini öğrenmeği emr etmekdedir Din bilgilerinin esâsı yirmi ilmdir Bunlardan sekizi, yüksek ilmler, onikisi de, yardımcı ilmlerdir Yüksek ilmlerden birisi, (Ahlâk ilmleri)dir

[Güzel ahlâk sâhibi olan ve zemânının fen bilgilerinde yükselmiş olan müslimâna (Medenî), ya'nî ilerici denir Fende ilerlemiş ağır sanâyı' kurmuş, fekat ahlâkı bozuk olan kimseye (Zâlim), ya'nî (gerici), eşkiyâ ve diktatör denir Fen ve san'atda geri ve ahlâkı bozuk olanlara (Vahşî), ya'nî âdî denir (Medeniyyet), ta'mîr-i bilâd ve terfîh-i ibâddır Ya'nî, şehrler yapmak ve insanlara hizmetdir Bu da, fen ve san'at ve güzel ahlâk ile olur Kısacası, fen ve san'atin güzel ahlâk ile birlikde olmasına (Medeniyyet) denir Medenî insan, fen ve san'ati, insanların hizmetinde kullanır Zâlimler ise, insanlara işkence yapmakda kullanır Görülüyor ki, hakîkî müslimân, ilerici bir insandır Hıristiyan, yehûdî ve komünist [ya'nî dinsiz], gerici, şakî ve zevallı bir kimsedir Görülüyor ki, medeniyyet, şehrler, binâlar yapmakdır Bu da, fen ve san'at ile olur Tekmîl-i sınâ'at, telâhuk-ı efkâr iledir İnsanların refâh içinde yaşamaları da, islâm ahlâkı ile olur]

Her müslimânın islâm bilgilerini lüzûmu kadar öğrenmesi farzdır Bunun için, islâm âlimleri, birçok kitâb yazmışlardır Ahlâk kitâblarından Nasîrüddîn-i Muhammed Tûsînin yazdığı (Ahlâk-ı nâsırî) ve Celâlüddîn-i Muhammed Devânînin yazdığı (Ahlâk-ı Celâlî) ve Hiratlı Hüseyn Vâız-ı Kâşifînin yazdığı (Ahlâk-ı muhsinî) kitâbları meşhûrdur Kitâbımızın birinci kısmı, Muhammed Hâdimînin "rahimehullahü teâlâ" (Berîka) kitâbından terceme edilmişdir Bu kısmda, islâmiyyetin beğenmediği ahlâkı ve bunlardan korunma ve kurtulma çârelerini bildireceğiz Bu kötü ahlâk, kalbin hastalıklarıdır Kalbi ve rûhu ebedî ölüme sürüklerler Başka kitâblardan alarak yapılan ilâveler, köşeli parantez [ ] içine yazılmışdır Kitâbımızın ikinci kısmında, 979 [m 1572] senesinde Edirnede vefât etmiş olan, Alî bin Emrullahın "rahime-hullahü teâlâ" yazmış olduğu, türkçe (Ahlâk-ı alâî) kitâbının baş kısmını yazarak, ahlâkın ta'rîfini ve çeşidlerini açıklıyacağız

Bu kitâbımızı okuyan temiz gençler, dedelerinin, sağlam bedenli, iyi ahlâklı, çalışkan, medenî, ilerici olduklarını anlıyacak, islâm düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına aldanmakdan kurtulacakdır

Nasîrüddîn-i Tûsînin ismi Muhammed bin Fahreddîndir Hicrî 597 senesinde Tûsda ya'nî Meşhed şehrinde tevellüd, 672 [m 1273] de Bağdâdda vefât etdi Şî'î idi Hülâgünün Bağdâdı yakıp yıkmasına, yüzbinlerle müslimânı öldürmesine sebeb olanlardan biridir Hülâgünün vezîri oldu Dörtyüzbin kitâb bulunan bir kütübhâne ve Rasadhâne, bir akademi yapdı Çok kitâb yazdı (Fâideli Bilgiler) kitâbının 95ci sahîfesine bakınız!

Muhammed Celâlüddîn-i Devânî "rahime-hullahü teâlâ" 829 senesinde tevellüd, 908 [m 1503] de, Şîrâzda vefât etdi İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir Çok kitâb yazdı (Ahlâk-ı Celâlî) kitâbı fârisî olup, 1304 [m 1882] senesinde Hindistânda sekizinci baskısı yapılmışdır İngilizceye de terceme edilmişdir

Hüseyn bin Alî Vâız-i Kâşifî "rahime-hullahü teâlâ", Hiratda vâız idi Hicrî 910 [m 1505] senesinde orada vefât etdi

Ey temiz gençler! Ey, ömrlerini islâm dîninin güzel ahlâkını öğrenmekde ve yaymakda tüketen ve canlarını Allahın dînini insanlara yaymakda fedâ eden şehîdlerin asîl ve kıymetli çocukları! Şerefli ecdâdımızın sizlere tam ve doğru olarak getirdiği ve emânet bırakdığı, mubârek islâm dînini ve bunun bildirdiği güzel ahlâkı iyi öğreniniz! Güzel yurdumuza göz diken, can, mal, din ve ahlâk düşmanlarının saldırılarına karşı, bu mukaddes emâneti bütün gücünüzle savununuz! Her yere yayarak, insanları se'âdete kavuşdurmağa çalışınız! Biliniz ki, dînimiz, güzel huylu olmamızı, sevişmemizi, büyüklere hurmet, küçüklere şefkat etmeği, dinli dinsiz, herkese iyilik etmeği emr etmekdedir Herkesin hakkını, ücretini veriniz! Kanûnlara, hükûmetin emrlerine karşı gelmeyiniz! Vergilerinizi vaktinde ödeyiniz! Allahın, doğruların yardımcısı olduğunu hiç unutmayınız! Sevişelim, yardımlaşalım ki, Allahü teâlâ yardımcımız olsun!

İslâm âlimleri buyuruyorlar ki, (Allahü teâlâ insanda üç şey yaratdı: Akl, kalb ve nefs Bunların hiçbiri görülmez Varlıklarını eserleri ile, yapdıkları işlerle ve dînimizin bildirmesi ile anlıyoruz Akl ve nefs dimâgımızda, kalb göğsümüzün sol tarafındaki yüreğimizdedir Bunlar, madde değildir Yer kaplamazlar Buralarda bulunmaları, elektriğin ampulde, miknâtisin endüksiyon bobininde bulunması gibidir Akl, fen bilgilerini anlamağa çalışır Bunları anlar İslâmiyyete uygun olanlarını, fenâlarından, zararlı olanlarından ayırır İyileri, fenâları, islâmiyyet ayırmakdadır İslâmiyyeti bilen ve uymak istiyen akla (Akl-ı selîm) denir Aklı az olan, hep şaşıran kimseye (Ahmak), aklı hiç olmıyana (Mecnûn) denir Selîm olan akl, islâmiyyetin bildirdiği iyi şeyleri kalbe bildirir Kalb de, bunları yapmağı irâde ederek, dimâgdan çıkan hareket sinirleri vâsıtası ile, a'zâlara, organlara yapdırır İyi veyâ fenâ şeyleri yapmak arzûsunun kalbe yerleşmesine (Ahlâk), (Huy) denir Nefs, bedene tatlı gelen şeylere düşkündür Bunların iyi, fenâ, fâideli, zararlı olduklarını düşünmez Arzûları, islâmiyyetin emrlerine uygun olmaz İslâmiyyetin yasak etdiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir Dahâ beterini yapdırmak ister Fenâ, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır Kalbe bunları yapdırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır Kalbin nefse aldanarak, fenâ huylu olmaması için, ahkâm-ı islâmiyyeye uyarak kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi za'îfletmek lâzımdır Aklı kuvvetlendirmek, islâm bilgilerini okuyup, öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, ya'nî temizlenmesi de, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla olur İslâmiyyete uymak için, ihlâs lâzımdır (İhlâs), işleri, ibâdetleri, Allahü teâlâ emr etdiği için yapmak, başka hiçbir menfe'at düşünmemekdir Kalbde ihlâs hâsıl olması, kalbin zikr etmesi ile, ya'nî Allah ismini çok söylemesi ile olur Zikrin ehemmiyyeti, (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbı 284cü sahîfesinden başlıyarak, uzun bildirilmekdedir Zikrin nasıl yapılacağını, Mürşid-i kâmilden öğrenmek ve aklda bulunan ve his organlarından gelen dünyâ düşüncelerini kalbden çıkarmak şartdır Dünyâ düşüncesi hiç kalmazsa, kalb kendiliğinden zikr etmeğe başlar Zikrin nasıl yapılacağı (Tam İlmihâl)in 921ci sahîfesinde yazılıdır Şişedeki su boşalınca, havânın şişeye kendiliğinden, hemen girmesi gibidir Kalbi dünyâ düşüncelerinden korumak, kalbin Mürşid-i kâmilin kalbinden feyz [Nûr] alması ile olur Kalbden kalbe (feyz), muhabbet yolu ile akar Mürşidin başka memleketde bulunması veyâ vefât etmiş olması, feyz gelmesine mâni' olmaz (Mürşid), islâm bilgilerini iyi bilen ve islâmiyyete tâm uyan, ihlâs sâhibi, Ehl-i sünnet âlimidir İslâmiyyete uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi za'îfletir Bu sebeb ile (nefs), kalbin islâmiyyete uymasını, Mürşid-i kâmilin sohbetinde bulunmağı, kitâblarını okumağı istemez Dinsiz, îmânsız olmasını ister Akllarına uymayıp, nefslerine uyan kimseler, bunun için, dinsiz olmakdadır Nefs ölmez Fekat, gücü kuvveti kalmayınca, kalbi aldatamaz)

Bugün, yer yüzünde bulunan müslimânlar üç fırkaya ayrılmışdır Birinci fırka, Eshâb-ı kirâmın yolunda olan, hakîkî müslimânlardır Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) ve (Fırka-i nâciyye), Cehennemden kurtulan fırka denir İkinci fırka, Eshâb-ı kirâma düşman olanlardır Bunlara (Şî'î) veyâ (Fırka-i dâlle) sapık fırka denir Üçüncüsü, sünnîlere ve şî'îlere düşman olanlardır Bunlara (Vehhâbî) ve (Necdî) denir Çünki bunlar, ilk olarak Arabistânın Necd şehrinde meydâna çıkmışdır Bunlara (Fırka-i mel'ûne) de denir Çünki, bunların müslimânlara müşrik dedikleri (Kıyâmet ve Âhıret) ve (Se'âdet-i Ebediyye) kitâblarımızda yazılıdır Müslimânlara kâfir diyene Peygamberimiz la'net etmişdir Şî'î fırkasını yehûdîler, vehhâbî fırkasını ingilizler kurdu Ehl-i sünnet fırkasını türkler korudu

Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme gidecekdir Her mü'min, nefsini tezkiye için, her zemân çok (Lâ ilâhe illallah) ve kalbini tasfiye için (Estagfirullah) okumalıdır Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın düâsı muhakkak kabûl olur Nemâz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve harâm yiyip içenin, ahkâm-ı islâmiyyeye uymadığı anlaşılır Bunların düâları kabûl olmaz

Mîlâdî sene (2000) Hicrî şemsî (1379) Hicrî kamerî (1421)



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.