Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
felsefe, türkiyede

Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Türkiye'de Felsefe



Türkiye'ye, eskiden beri çeşitli zamanlarda, yabancı uzmanlar ve profesörler gelip ders vermişlerdir, tik zamanlarda daha çok askerî eğttimdeki yenilikleri öğretmek için çağrıldığını gördüğümüz bu uzmanlar, daha sonra sivil öğretim kurumlarında da görev aldılar Bunlar arasında, 1950'lere kadar, özellikle Almanlar'ın bulunduğu dikkati çekmektedir Bizdeki felsefe öğretiminde hangi Alman profesörler görev aldı? Ben şimdi, bu konu üzerinde duracağım, konferansımın konusu budur


Bir an için Birinci Dünya Savaşı yıllarına uzanalım, İstanbul'da Edebiyat Fakültesi'nde 1914 -1919 yılları arasmda Jacoby Gunther adında bir Alman profesörün felsefe dersi verdiğini biliyoruz Bu profesörün, yeni ontoloji alanında çalışmaları olduğu, Schopenhauer felsefesindeki uzmanlığıyla tanındığı, anlaşılmaktadır 1927 yılında, yani buradan ayrıldıktan epeyce sonra, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası'nda, «Henri Bergson ve Arthur Schopenhauer» başlıklı bir yazısının yayınlandığını gördüm Başka bir yazısı yayınlandı mı, bilmiyorum


Kısaca söyleyecek olursak, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, üniversitemizde Ziya Gökalp «sosyoloji» dersleri verirken, Jacoby Gunther adında bir Alman felsefeci de «felsefe tarihi» dersleri veriyordu
Bu saptamayı yaptıktan sonra, Birinci Dünya Savaşı yıllarından, ikinci Dünya Savaşı yıllarına doğru gelelim
Sayın dinleyiciler, her milletin tarihinde, aydınlık dönemler olduğu gibi, karanlık ve korkunç dönemler de vardır
1930'lann ilk yıllarından başlayarak, 1945'e kadar süren dönem, Almanya ve Avusturya için, İşte böyle karanlık bir dönemdir
Bu yıllarda, Almanya ve Avusturya'daki, felsefe, biiim ve sanat adamları arasında, gerçekten de büyük bir kıyım yapıldığını görüyoruz
Naziler, üniversitelerdeki, kendi görüşlerini paylaşmayan profesörlerle Yahudi profesörleri, işlerinden atıyorlar, ya toplama kamplarına gönderiyorlar, ya da göçe zorluyorlardı
Almanya ve Avusturya'daki bu korkunç kıyım, ikinci Dünya Savaşı yıllarında da sürüp gitti
Herkesin saygı ve sevgisini kazanan hümanist Alman kültürü böylece büyük darbe yemişti


Fakat, garip bir raslantıdır, Almanya ve Avusturya'nın bu şanssızlığı, Dünya'nın o kötü günlerini, savaşa girmeyerek, az zararla atlatan Türkiye için bir bakıma şans oldu
Neden böyle olduğunu açıklamaya çalışayım:


Türkiye'de, bilindiği gibi, 1933'ten sonra, yüksek öğretim, de önemli değişiklikler yapılmaya başlanmıştı Medrese hayatının etkisinden kurtulamayan eski üniversiteden, yeni üniversiteye, hümanist eğitime geçilmekte idi1
Milli Eğitim Bakanlığı, üniversite için, Avrupa'dan bilim adamı getirmeye hazırlanıyordu Türk makamları, Almanya ve Avusturya'daki birçok değerli profesörün işine son verildiğini, bunların göçe zorlandığını haber alınca, bu bilim adamlarını Türkiye'ye çağırdı, onlara sığınma hakkı tanıdı ve çoğunu, üniversitemizdeki kürsülerin başına geçirdi


İlk gelenler ile son gelenler arasındaki, aşağı yukarı 15 yıllık bir süreyi kapsayan bu dönem, Türk bilim ve kültür hayatı içtn-çok ilginç ve verimli bir dönem oldu
1933 ile 1945 arasında Türkiye'ye sığman, Alman ve Avusturyalı bilim adamlarının sayısı 98'e ulaşmaktadır
Ben bu konferansımda, yalnızca felsefe profesörleri üzerinde duracağım ve bunları geliş sıralarına göre anlatacağım

Arslan Kaynardağ

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



Burada size anlatacağım felsefeciler şunlar olacak;
Hans Reichenbach, Ernst Von Aster, YValter Krartz, Heinz Heimsoeth ve Joachim Ritter,
Hemen söyleyeyim, adı geçen son iki profesör, 1946'dan sonra gelmişlerdir ve sığınma denilen acı olayın sorunlarıyla bir ilgileri bulunmamaktadır Ancak, J Ritter'in savaşla ilgili başka dramı vardır Onu sırası gelince söyleyeceğim


Sayın dinleyiciler, felsefenin, İstanbul'daki çok ilginç öyküsü Reichenbach'la başlıyor
H Reichenbach, Türkiye'ye, Üniversite Reformu'nun yapıldığı yıl, yani 1933'te çağrılmıştı Kendisi bu sırada Almanya' da, yeni pozitivist (yeni - olgucu) felsefeciler grubu arasında bulunuyordu Ün yapmış bir felsefeci İdi Bilimsel felsefenin temelini atarak, metafiziğe karşı ilk çıkışlarını yapmıştı
Naziler O'mı Berlin Üniversitesindeki işinden çıkarmışlardı Soyunda Yahudilik olduğunu öne sürüyorlardı


Reichenbach, Türkiye'ye gelince, İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde Felsefe Bölümü başkanlığına getirildi ve kendisine asistan olarak Macit Gökberk verildi (Hocamız Prof Macit Gökberk şu anda emeklidir) O zaman Almanca bilen pek az felsefeciden biri olan Macit Gökberk, Reichenbach'm birçok derslerini ve konferanslarını çevirdi,
Reichenbach'm verdiği dersin konusu «lojistik îdi «Aristoteles mantığından ayrı, yeni bir mantıktı bu, matematiksel mantıktı Felsefecilerimiz, bizde hiç geleneği olmayan bu konuyla ilk kez karşılaşmış oluyorlardı
«Lojistik» derslerinde terimlerin Türkçeleştirilmesi sorunu ortaya çıktı Bu iş Macit Gökberk'e düşüyordu; terimlerin bir bölümünü o Türkçeleştirdi Bir bölümünü de, o zaman Felsefe' de Öğrenci durumunda olan Nusret Hızır'la birlikte Türkçeleş-tirdiler
Nusret Hızjr, daha Önceki yıllarda, Almanya'da felsefe ve matematik dersleri izlediği için, konuya yabancı değildi, Macit Gökberk, o günleri anlatırken diyor ki: «Reichenbach'la şöyle bir yöntemimiz vardi: Derse girmeden bir saat önce onun odasına giderdim O gün anlatacağı d8rsi ya bana özetlerdi ya da bu özeti yazılı olarak verirdi Anlamadığım yerleri sorardım Derste nasıl bir çeviri yapacağımı düşünürken, özellikle terimler üzerinde dururdum»


Ne var ki, lojistik için Öğrencinin en başta matematik bilmesi gerekiyordu Bu nedenle, Macit Gökberk ve Öğrenciler matematik dersi almaya başladılar Gökberk şöyle sürdürüyor konuşmasını«Matematik bilgimi geliştirmek için, Fen Fakültesi'ne yeni gelen ünlü Matemtik Profesörü Von Mieses'in derslerini izlemeye başladıysam da başarı elde edemedim,»


Bu güçlüğe karşın, Gökberk, Reichenbach'a ve öğrencilere yararlı olma çabasını sürdürdü Bu arada, Reichenbach'ın bağlı olduğu, Viyana Çevresi felsefecilerinden Carnap'ın bir yazısını çevirerek yayınladı3
Macit Gökberk, öğrenimi, düşünce hazırlığı ve felsefi eğilimlerinin, mantık ve özellikle lojistik gibi yepyeni bir mantığa göre olmadığını, her geçen gün daha iyi anlıyordu Tam o sırada askerliğini yapmak üzere üniversiteden ayrılması gerekti ve yeniden döndüğünde Reichenbach'ın kürsüsünde görev almak istemedi Doktorasını yapmak üzere Almanya'ya gitti


Reichenbach Fransızca da biliyordu Almanca çevirmen bulunmadığı zamanlar derslerini Fransızca olarak verirdi Böyle zamanlarda onun çevirmenliğini, çok iyi Fransızca bilen asistan Halil Vehbi Eralp yapardı4

Nitekim, Reichenbach'ın, İstanbul'dan ayrılmasından sonra yaymlanabilen Lojistik adlı kitabını, Halil Vehbi Eralp, Fransızca'dan çevirmiştir Bu kitap, Prof Reichenbach'ın, İstanbul'da verdiği derslerin bir özetini içermektedir , Eralp, çeviriye yazdığı önsözde şöyle demektedir:

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



«Bu kitapta, eski mantık ile yeni mantık arasında bir karşılaştırma yapılmakta, ikincisinin, birinciye üstün olduğu noktalar belirtilmektedir»
Reichenbach'ın asistanlığına, Macit Gökberk'ten sonra Nusret Hızır getirildi Gökberk bu konuda da şunları söylüyor:
«Nusret Hızır, Reichenbach için biçilmiş kaftandı, çünkü matematik biliyordu, ayrıca fizik kültürü vardı»


Bu nedenle, Reichenbach'ın, Nusret Hızır'la işbirliği daha verimli oldu
Reichenbach'ın bu sıralarda İstanbul'da bilimsel bir derneğe üye olduğunu görüyoruz 1934'te kurulan, «Türk Fiziksel vs Doğal Bilimler Demeği»nin kurucu üyesi oluyor ve bu derneğin topîantüarmda bildiriler sunuyor
Bildirilerinden birinin konusu şudur: «Zaman ve mekâna ilişkin felsefi sorunlar»
Bu bildirinin özeti, derneğin 1935'te yayınladığı kitapta çıkmıştır Aynı kitapta, İstanbul'da bulunan, öteki yabancı bilim adamlarıyla, Türk bilim adamlarının bUdirileri de yer almaktadır


Reichenbach, İstanbul'da konferanslar da vermiştir Onun geldiği yıllarda, üniversitedeki yeni etkinliklerden biri şu idi: Profesörler, her hafta salı günleri, Beyazıt'ta, Fen Fakültesi' nin Konferans Salonu'nda, halka açık konferanslar veriyorlardı Bu etkinliklerden olmak üzere, Reichenbach da, 1934 yılından başlayarak, beş konferans vermiştir ki, konuları şunlar*dır:
1) Descartes ve Rasyonalizm
2) Kant ve Eleştiri Felsefesi
3) Hume ve Deneycilik
4) Bilimsel Felsefenin Bugünkü Sorunları
5) Doğa Yasası Sorunu7
Reichenbach, «Doğa Yasası Sorunu» konusundaki konferansında özetle şöyle söylemektedir:


«Determinizm denilince artık, bir kesinlik değil, bir olasılık söz konusudur Determinizm yasalarıyla, istatistik yasalarının arasındaki ayrılığın bir derece ayrılığı olduğu bilinmelidir Doğada öyle bir sınır vardır ki, o sınıra gelince artık deney yapamaz oluruz Bu sınırın varlığını bize, atoma ilişkin olaylar öğretmiştir Heisenberg'in belirlenemezcüik ilkesi bu sınırla ilgilidir»,/
Reichenbach'ın yine bu konudaki bir yazısını 1939'da yayınlanan Felsefe Semineri dergisinde görüyoruz
İlliyet ve İstikra, yani, bugünkü terimlerimizle, «Nedensellik ve Tümevarım» başlığım taşıyan o yazısını Reichenbach şöyle bitirmektedir:


«En büyük bir ağ bile, balık avcısına, balık tutacağını garantilemeyeceği gibi, bilim de bizim için bir başarı garantisi veremez Elimizde yapacak başka bir şeyimiz yoktur Biz ancak tahminlerin koşullarım ve bunlar arasında, olsa olsa, en iyi koşulları gerçekleştirebiliriz Bilimsel yöntemin anlamı, işte bu koşulları gerçekleştirmektir Ama bunun bize başarı sağlayıp sağlayamayacağı, istemimizin ve gücümüzün dışındaki koşullara bağlıdır Biz, bilgi denizindeki avcılar gibiyiz, ağlarımızı atalım ve bekleyelim; bakalım ağımıza balık takıîacak mı, takılırsa kaç balık takılacak?»

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



Sayın dinleyiciler, şimdi, bizim felsefecilerimizin Reichenbach'la ilgili düşüncelerine geçiyorum Size iîkin, hocamız Hilmi Ziya Ülken'in görüş ve düşüncelerini anlatacağım;
Reichenbach, İstanbul'a geldiğinde, Hilmi Ziya, Üniversite'de genç bir doçent olarak ders veriyordu Reichenbach'm, hocamızı epeyce ilgilendirdiği anlaşılıyor Nitekim, Yirminci Asır Filozofları adıyla yayınladığı kitabında bu Alman felsefeciye büyük yer ayırmıştır;
Şöyle demektedir Hilmi Ziya; «Reichenbach, bir yandan Viyana fiîozoflarıyla Ernst Mach'm pozitivizmine, bir yandan da İngiltere'de başlayan yeni mantık hareketine

bağlıdır O, bu iki felsefe akımını birleştirmekte, birleştirirken de, Einstein' m fizikteki devriminin savunmasını yapmaktadır Ona göre, deneycilikle mantıkçılığın ayrılmaz bir bütün oluşturduğunun tam kanıtı, Einstein'm görecelik (izafiyet) kuramıdır»
Hilmi Ziya Ülken'den Öğrendiğimize göre, Reichenbach'm ilk mesleği mühendislikti Fizik alanında kuramsal çalışmalar da yapmıştı Onun bu çalışmaları, ünlü bilgin Einstein'm dikkatini çekmişti Daha sonra Einstein'm İsteği üzerine, Berlin Üniversitesinde fizik profesörü oldu


Ülken, Reichenhach'ın felsefi görüşlerini açıklarken, O'nun, yöntem olarak, Kant'ta gördüğümüz «akim çözümlemesi» yerine, «bilimlerin çözümlemesi» ni getirdiğini söylüyor

Yine Ülken'den öğrendiğimize göre, Reichenbach'm 1928' de yayınladığı Fiziksel Bilginin Amaçlan ve Yollan adındaki küçük kitabı, bizde de ilgi çekmiş ve bu kitabı, fizikçi Nusret Şükrü, özetleyerek İz dergisinde yayınlamıştır
Reichenbach'm, evrenin İçeriği hakkındaki önemli kitabı Atom ve Kozmos'dur Bir ara, bu kitabın Türkçe'ye çevrildiği, basılıp yayınlanacağı söylendiyse de, yayın işi şimdiye kadar gerçekleşmemiştir


Ülken'den öğrendiğimiz bir bilgi de, Reichenbach'm 1915'te doktora konusu olarak «olasılık hesabının uygulanması» nı aldığıdır Bu konu, daha sonraki çalışmalarının ana temasını oluşturacak, sık sık bu konuyu işleyecek ve tartışacaktır
Nitekim O'nun, «Olasılık Hesabının Mantıksal Temelleri» adlı bir yazısı, 1935'te dilimize de çevrilmiş ve Hilmi Ziya Ülken'in çıkardığı Felsefe Yılîığı'nda yayınlanmıştır Bu felsefeci için «olasılık» toplumsal bilimlerde de geçerli idi «Toplumsal Bilimlerde Olasılık Yöntemleri» bu açıdan okunmaya değer (SBF Dergisi Cilt 19, sayı 2, Çev: Mete Tuncay)
Hilmi Ziya Üiken'den sonra, Nusret Hızır'ın Reichenbach' la ilgili düşüncelerine geliyorum,
Hızır'ın yazılarını okuduğumuzda, Reichenbach konusunda kimi bilgüer edinebilmekteyiz Reichenbach'ın ünlü kitabı, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, Amerika'da yayınlandığında bir tanıtma yazısı yazan Hızır, şöyle demektedir:
«Viyana Çevresi filozoflarına olduğu gibi, Reichenbach'a da, sık sık, ve başta memleketimiz olmak üzere, «pozitivist» datmgasi vıuTihnakadır Oysa onun pozitivist olmadığını eserlerinde açıkça okuyabiliriz Hattâ, Reichenbach, Viyana Çevresi'ne yakm olmakla birlikte, spekülatif, yani metafizik felsefe düşmanları arasında, pozitivizmden en uzak düşünürdür»
Nusret Hızır'ın bu yargısı kuşkusuz tartışılabilir Ben burada tartışmaya girmeyeceğim
Nusret Hızır, yukarda sözü geçen yazısında şu bilgileri yermektedir ki bizim için ilginçtir:

«Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu'ndaki zaman bölümünü yazarken, İstanbul Üniversitesi'nde bulunduğu yıllardaki çalışmalarından esinlenmiştir»
Yine ilginçtir, Hızır, üstadının kitabını övdükten sonra eleştirmekten de geri kalmıyor; şu satırları yine onun yazısından aldım:


«Peki, her şey İyi ama, yaşam felsefelerinin, existence felsefelerinin durumu nedir? Bunlar sistemli bilgi vermeseler bile, bilgi vermek iddiasında bulunmaksızın, bir anlayış öne sürmüyorlar mı? Reichenbach, birçok felsefeleri eleştiriyor, onlar hakkındaki düşüncelerini söylüyor ama, yukardaki soruya cevap vermiyor»
Nusret Hızır'ın, Reichenbach'ın kitabmda haklı olarak eleştirdiği ikinci nokta da şudur:
«Modern bilimsel felsefeye, yalnız matematikten ve doga bilimlerinden geçilebileceği düşüncesi yanlıştır», diyor Nusret
Hızır ve şu sözleri ekliyor: 4nsan bilimleri de, Reichenbacb'ın anladığı anlamda bir bilimsel felsefeye pek âlâ veri olabilirler»


Şöyle bitiyor tanıtma yazısı: «Reichenbach'm ölümünden az önce yazılmış olan, dolayısıyla onun bilimsel vasiyetnamesi karakterini taşıyan bu kitap, okuyucuya eski sistemleri vs yeni olduğu halde, zihniyeti eski olan öğretileri, modern görüş açısından görmeyi ve bunları, modern felsefe ile karşılaştırmayı sağlamaktadır»
Nusret Hızır, Bilimsel Felsefenin Doğusu'nu, yalınlığın ve pedagojik virtüözlüğün bir örneği olarak nitelendirmektedir

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #5
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



1951'deki bu tanıtma yazısı, bizdeki baş öğrencisinin, Reichehbach'ı ve onun eserini değerlendirmesi açısından Önemlidir Ne var ki, bu yazının etkisi, o günlerin ortamında az oldu ve Reichenbach, Türkiye'de uzun yıllar unutuldu Bilimsel Felsefenin Doğuşu, ancak 1981'de çevrilebildi Prof Cemal Yıldırım, çevirdiği bu kitap ve Reichenbach hakkında şun lan söylüyor: «Yazar, bu kitabıyla, felsefenin metafizikten çıkıp, bilime geçtiğini kanıtladığı savmdadır»


Cemal Yıldırım, 1973'te yayınladığı, Bilim Felsefesi adlı kitabında da, Reichenbach'a oldukça geniş bir yar vermiş, onun yazılarından önemli parçalar almıştır
Yine Nusret Hızır'a donelim: Hızır, 1976'da yayınladığı Felsefe Yazıları'nda şu açıklamayı yapıyor:
«Ben» diyor, «30'lu yıllarda, hocam Reichenbach'm, Edebiyat Fakültesi'nde asistanı iken, Viyana Çevresi adıyla ün salan, bilimci filozoflar grubuna ve Reichanbach'ın görüşlerine yakındım Bugün de, babalarımızın dediği gibi, zihniyet bakımından, onlara oldukça yakınım Hatta, öyle diyebilirim ki, felsefeyi çözümsel bir etkinlik olarak görmeyi ve diyalektikle çatışmayan kimi tezleri benimsemeyi, Reichanbach'a ve Viyana Çevresi'ne borçluyum»


Nusret Hızır'ın, gerçekten de Reichenbach'm yolundan ayrılmadığım, matematiksel mantıkla, bilimsel felsefe ile ilgisini; derslerinde ve yazılarında sürdürdüğünü görüyoruz
Fakat, bizdeki sembolik mantık, modern mantıkla ilgili çalışmaların, daha çok, 1960'larda başladığını ve bu alandaki asıl başanya, Prof Teo Grunberg'le ulaşıldığını, «bilim felsefesi» nde ise Prof Cemal Yıldırımla sürekli bir yola girildiğini, burada belirtmek isterim


Türkiye'de, Reichenbach'la aynı yıllarda ders veren ünlü Alman Tıp Profesörü Nissen, anılarında şöyle diyor;
«Reichenbach'ın anlattıkları, birçok kimse için anlaşılması güç şeylerdi Onun ders konularından, öğrencilerden çok, profesörler yararlanıyordu»
Nİssen'in, böylece, bir gerçeği vurguladığını rahatlıkla söyleyebiliriz, Türkiye'de o yıllarda, Reichenbach'ın düşüncelerinin, bağh olduğu Heisenberg ve Einstein şöyle dursun, daha Kant ve Newton bile yeni Öğreniliyordu Böyle olması da doğaldı
Felsefe ortamı kadar, bilim ortamı da, lojistik gibi yeni bir mantığı anlayıp sindirmeye henüz hazır değildi
Felsefe yayınları ve bilimsel kitaplar yetersizdi Üniversitenin ve ME Bakanhğı'nm yayınları bilimsel düzeyden oldukça uzaktı, O yıllarda yayınlanan «Dün ve Yarın Külliyatı» arasında çıkan ve bilimsel felsefeye destek olabilecek çeviri kitaplar, yanlışlıklan-ve Türkçe'lerinin bozukluğu yüzünden yararlı olamıyordu
Reichenbach'ın bir kitabı da, bu «külliyat» arasında İlmî Felsefe adıyla yayınlanmıştı (1935)
Kitabı çeviren felsefe öğretmeni Ziya Somar, bir dipnotunda şunları söylüyordu
«Bu çeviriyi, içinde yetiştiğim bir kuruma (yani Felsefe BÖlümü'ne) karşı borcumu ödemek, bilimsel felsefenin sahibini (yani Reichenbach'ı) yakından kuşatan mutlu kimselere (yani, üniversitedeki hocalarla öğrencilere) yardım etmek isteği ile yaptım»
Ne var ki, bu çeviri, doğru' ve anlaşılır türde bir şey değildi İyi çevrilse, işe yarayabilecek bu kitap, kötü bir çeviriye kurban gitmişti


Böylece, sayıları az ve niteliği kötü yayınlarla, felsefeyi, özellikle felsefedeki yenilikleri izlemenin güçlüğü, apaçık belli oluyordu
Bir başka önemli, engel de, o günlerin üniversite kadrosunda, Almanca bilenlerin azlığıdır
Bütün bu nedenlerle, Reichenbach, Türkiye'de gereğince değerlendirilemedi
Sayın dinleyiciler,
Bu konunun bir ilginç yönü de, kimi aydınlarımızın, Reichenbach'ı ve onun durumunu eleştirmesidir
örneğin, tanınmış sosyoloji profesörü Ziyaettin Fahri Fm-dıkoğlu, taş dergisinde bir yazı yazdı «Bizde felsefe öğrenimi tarihçesinden bir sayfa, ya da Reichenbach sorunu» başlığını taşıyan bu yazısında, Reichenbach'dan yararlanılamamasmın, daha çok, onun davranışlarından kaynaklandığını dile getirdi Fmdıkoğlu'nun yazılarından çıkan anlam şu idi: Ü3tünlük kompleksi içinde olan Reichenbach, İsteyerek ya da istemeyerek, Türkiye'ye uyum gösteremiyordu

Yine Fmdıkoğlu'nun üstü kapalı olarak yaptığı suçlamalara göre «Raichenbach, felsefe tarihi bilmiyordu ve onun için de felsefe tarihi dersleri vermiyordu»
Oysa Reichenbach felsefe tarihi uzmanı değildi, dolayısıyla onu böyle suçlamanın bir anlamı yoktu Kaldı ki, O, bir boşluğu doîdurabilmek için, sürekli değilse bile, derslerinde zaman zaman, felsefe tarihine yönelerek öğrencilerine yararlı olmaya çalışmıştı

Aynca, O'nun İstanbul'da verdiği konferansları dinleyenler, felsefe tarihi kültürünün, belli alanlarda ne kadar iyi olduğunu yakından görmüşlerdi

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #6
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



Konu gerçekten ilginçtir ve meraklı bir araştırıcının ortaya çıkaracağı noktalar vardır Ben burada bu noktalardan yalnızca birine değinmek İstiyorum:
Reichenbach, Türkiye'ye geldiği gün, Felsefe 3ölümü'ne başkan olmuş, o zaman bu bölümde görevli bulunan Fındıkoğlu hakkında ve başka bir hoca hakkında daha aleyhte rapor vererek «bunların bilimsel yeterlilikleri yoktur» demişti


Bu nedenle Fmdıkoğlu'nun suçlamalarının duygusal olduğu anlaşılıyor
Aynı Fındıkoğlu, az sonra, Prag'da toplanan Uluslararası Felsefe Kongresi'ne gitmiş9, kongre izlenimlerini yazarken, Türk heyeti başkanı Reichenbach'm (bildirilerinin ve tartışma düzeyinin) orada gördüğü büyük saygı ve ilgiyi belirtmek dürüstlüğünü de göstermiştir10


Reichenbach'ı başkaları da eleştirmişti, örneğin, ünlü bilim tarihçimiz Adnan Adıvar, ona karşı eleştiri ve ironi dolu bir yazı yazmıştı
Adıvar'm düşüncelerini öğrenmek isteyenler, onun Bilgi Cumhuriyeti adındaki kitabına bakabilirler Ünlü bilim tarihçimiz bu yazısında, Paris'te bir felsefe toplantısında karşılastiği Reichenbach'la neler konuştuğunu iğneleyici bir dille anlatıyor
Sayın Dinleyiciler,
O yıllarda, İstanbul'da Fen Fakültesi'nde bir Alman profesör daha vardı: Von Mieses
Az önce Macit Gökberk'den söz ederken adı geçmişti bu profesörün Adnan Adıvar; yine Bilgi Cumhüriyeti'ndekt bir yazısında, Von Mieses'in yalnızca matematikçi değil, pozitivist yönü bulunan bir düşünür de olduğunu belirtiyor Bu profesörün, yeni pozitivizm konusunda oldukça tanınmış bir de kitabı var


1937 yılında, İstanbul Üniversitesi'nin genel açılış dersini, yüzlerce öğrenci karşısında bu Von Mieses vermişti Sonradan yayınlanan bu ders, onun bilim felsefesine yatkın kültürünü çok iyi gösteriyor


Reichenbach'la, Von Mieses'in, dünya çapında ünlü bu iki profesörün, aym yıllarda İstanbul'da bulunup ders vermeleri iyi sonuçlar doğurabilirdi, ama, beklendiği gibi olmadı
Türkiye'deki bilim ortamının henüz gelişememesi, felsefe uğraşı içinde olanların bir takım dogmalarla adeta koşullanmış bulunmaları yüzünden, Reichenbach ve Von Mieses kendilerinden umulan verimli çalışmaları yapamadılar
İstanbul Felsefe Bölümü'nün o günlerdeki zihniyetini anlatan Nusret Hızır şöyle demektedir: «Ben İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde iken, felsefeye bir mistiklik atfediliyor ve bu mistik yönün etkisi altında kalmıyordu Reichenbach'ın felsefe anlayışına, benim de ona uymama direnç (altım ben çizdim) gösteriliyordu»
Evet, bilim ve düşünce ortamı böyle idi Maddî koşullar nasıldı? Onlar da doyurucu değildi Reichenbach için Akıl almaz bir bürokrasi yüzünden kendisine emeklilik hakkı tanınmamıştı İki çocuğu vardı, biri sekiz, biri on yaşında Bunlar ne olacak, diye soruyordu Nasıl okuyacaklar? Nasıl yetişecekler? İş bulabilecekler mi?
Aslına bakılırsa, Reichenbach'ın Türkiye'ye gelişi de, kendisinin pek istediği bir şey değildi, rastlantıların zorlamasıyla olmuştu, Nazizm'den kurtulmak için sığınmıştı Türkiye'ye Burasını, bir ara durak, rahat karar verebilmek için bir süre oturulabilecek bir yer diye seçmişti


İşte yukardan beri anlatmaya çalıştığım bütün bu nedenlerle Amerika'dan yapılan bir çağndan yararlanarak, 1938 yılında Los Angeles Üniversitesine gitti,
Reichenbach'm, bir ara, İstanbul'da Amerikan Koleji'nde ders verdiği de söylenmektedir Yeni işini bulmakta, bu kolejin aracılık ettiği düşünülebilir


Bu profesörle ilgili sözlerimi bitirmeden bir bilgi daha vermek isterim:
Reichenbach İstanbul'da iken, onun isteği ile Avrupa'dan pek çok felsefe kitabı getirtilmiştir, öyle ki, bugün, İstanbul Üniversitesinin Merkez Kitaplığı'nda pek az üniversitede bulunan, yeni pozitivizmle ilgili bir koleksiyon vardır
İktisat profesörü Neumark'm anılarında belirttiği gibi, yabancı profesörlerin hemen hepsi, Türkiye'de kitap sıkıntısı çekerken, Reichenbach'a böyle bir olanak sağlanması onun için her halde büyük bir kazanç olmuştu Bu sayededir ki, Türkiye'den ayrıldıktan kısa süre sonra yayınladığı eserlerini hazırlayabilmiştir


Reichanbach'ı tanıyanlar onun, sporu, yürüyüşü, bu arada dağcılığı da sevdiğini söylüyorlar Sık sık, Uludağ'a kayak yapmaya gidermiş Bu değerli profesörün, kendisinden çok şey beklendiği bir sırada Los Angeles'de ölmesi, felsefe için, gerçekten büyük şanssızlık olmuştur Öldüğünde 62 yaşında idi

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #7
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



Sayın dinleyiciler,
Şimdi, ikinci felsefeciye, Von Aster'e geçiyorum, Reichenbach, İstanbul'a geldikten üç yıl sonra, yani 1936'
da, Almanya'dan bir felsefeci daha çağrılmasını önermişti O ve, Felsefe Bölümü'nün öteki hocaları, her halde şöyle
düşünmüşlerdi:


Reihhenbach, matematiksel mantık ve bilimsel felsefe dersleri veriyordu fakat felsefe tarihi derslerine de gereksinme duyuluyordu Bu nedenle bir felsefe tarihi profesörünün getirilmesi çok iyi olacaktı
Ünlü Alman felsefe tarihçisi Von Aster'in, böyle bir düşünce ile yurdumuza çağrıldığı anlaşılmaktadır


Hocam T Mengüşoglu, özel görüşmemizde, kendisinin Reichenbach'ı pek tutmadığını söyledikten sonra İstanbul'da yayınlanan Fransızca gazetelerin O'nu özellikle tuttuğunu söylerrtfsti Araştırmaya değer
«Aster» adı, felsefecilerimiz için pek de yabancı sayılmazdı Aster'in Fransız İhülali'nin Siyasî ve İçtimai Fikirleri adh kitabı 1927'de Türkçe'ye çevrilmişti Ayrıca, o zaman Felsefe Bölümü'nde ders kitabı olarak okutulan, Alman felsefeci Von Lander'in Felsefe Tarihi'nde Von Aster'in yazılarından önemli alıntılar vardı,
Von Aster'in getirtilmesini Özellikte Reichenbach istemişti Reichenbach, felsefi görüşleri ve bilgi kuramı anlayışı kensîninkine benzeyen bu yeni - pozitivist profesörü, yakından tanıyordu,
; Aster de bir Nazi kurbanı idi Naziler onu, sosyal demokrat olduğu için, Giessen Üniversitesi'ndeki kürsüsünden uzak-laştırmışlardı Baskılar yüzünden herhangi bir îş bulmasına olanak yoktu
Prusyalı bir ailenin çocuğuydu Aster, «von» luğu soyluluğunu gösteriyordu Fakat o, bu «von» luğu pek kullanmak istemezdi, demokratlığa Önem veren, gösterişsiz bir hoca idi
öğrencisi Cavit Orhan Tütengil, onun için yazdığı yazıda şöyle diyor: «Düşünceleriyle dinç, hareketleriyle çevik, gözünün gülümseyişieriyle çocuk ve çenesinden aşağı doğru uzanan sakalıyla ihtiyar İşte hocamız Aster»
Evet, bu hocamız, sarkık pos bıyıkları, sivri sakalı ve gözlükleriyle, 20 yüzyılın başlarım simgeleyen tipik bir Batı aydını, bir felsefeciydi
Ben Reichenbach'ı görmedim, bir resmini gördüm, o kadar Ama Aster'in derslerini beş yıla yakın bir süre izledim Biz öğrenciler, konusunu iyi'bilenlerin büyük rahatlığı ile konuşan bu hocamızı çok seviyorduk


Aster, Türkiye gibi, Batı kültürüne daha yeni yaklaşan bir ülkede ders vermenin bilincinde idi En zor konulan anlaşılır kılmak için, elinden gelen her şeyi yapıyordu Burada yayınladığı kitaplar, verdiği konferanslann metinleri, bunu açıkça göstermektedir
Aster'in başarılı olması biraz da Macit Gökberk'le işbirliği yapmasından doğuyordu
Gökberk, Prof Aster'in İstanbul'a gelişinden bir yü kadar sonra Almanya'dan dönmüştü Onun tarihe eğilimi, bu yeni profesörle çalışmasını kolaylaştırdı Reichenbach zaten gitmişti, Aster'in doçentliğini ve çevirmenliğini buradan ayrılışına kadar Gökberk yaptı
Mazhar Şevket İpşİroğİu ve Takiyettin Mengüşoğlu gibi Almanca bilen genç hocaların da az sonra bölümde görev almaları, Von Aster'den daha çok yararlanılmasını sağladı

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #8
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



Sayın dinleyiciler,
Prof Von Aster'in felsefi kişiliğini merak ettiğinizi tahmin ediyorum, şimdi bunu açıklamaya çalışacağım, Hocam Prof Macit Gökberk kendisiyle yaptığım söyleşide şunları söylüyor;


«Aster'in, 1913'te Almanya'da bilgi kuramı konusunda bir kitabı yayınlanmıştı: Bilgi Kuramının İlkeleri Kitabın alt başlığı da şöyle; Nominalizmi Yeniden Kurmak İçin Bir Deneme Bu kitap o sırada birden ün kazanan fenomenolojinin kurucusu Husserl'e karşı bir kitaptı Aster, kitabının, böyle bir zamanda yayınlanmasının kendisi için talihsizlik olduğunu söylerdi; Oysa onu başyapıtı sayıyordu Fakat Aster, Husserl'in ünüyle baş edemeyeceğini anlayınca, kendisini daha çok felsefe tarihine verdi Ve bu bağlamda bir çalışma yapmaya başlayarak, Bilgi Kuramının Tarihi'ni hazırlayıp yayınladı Onun birçok kitapları daha var; Fransız Devriminin Politik ve Top*lumsal Düşünceleri adlı kitabı dilimize de çevrilmiştir (1927)
Sözlerini şöyle sürdürüyor Gökberk:


«Aster, felsefe tarihi derslerinde, felsefenin mantığım, felsefenin gidişini nesnel olarak anlatmak, felsefe sorunlarının içindeki mantığı bulmak, bunların, birbirinin içinden nasıl' doğduğunu göstermek isterdi Kendi görüşlerini bir yana bırakırdı Felsefe sorunlarının diyalektiğini de göstermeye çalışırdı Büyük özelliği çok aydınlık olması idi Eski Darülfünun'umuzla karşılaştırılınca, onun öğreümindeki aydınlığı çok daha açık görürdüm»
Aster'in kendisi de İstanbul'da yayınladığı bir yazısında felsefe tarihi konusundaki görüşlerini şöyle dile getiriyor:


«Matematik tarihinden vazgeçerek matematik sorunları çözümlenebilir Ama, felsefe tarihinden vazgeçerek felsefe sorunları çözümlenemez Felsefe sorunlarının bu özelliği, bu sorunların, ebedi bir karakter taşımasından doğuyor Bu nedenle felsefe tarihi, ölünün değil, canlının, yani aynı zamanda bugünün tarihidir Felsefe tarihinin kendisi bir felsefedir (aitmı be'n çizdim»)lB
30'lu yılların sonlarıyla 40'lı yılların başlarında, İstanbul' da değerli yabancı profesörlerin ders vermesi, bilim ve felsefe hayatında, bizim için olduğu kadar, bütün dünya için de dikkati çekici olaylara sahne olmuştur Böyle söylerken sözü şuraya getirmek istiyorum:
Bu yıllarda, İstanbul'da özellikle, psikoloji alanındaki çalışmalarıyla ün yapmış bir Alman profesör daha vardı: Wilhehn Peters
Feters de Türkiye'ye sığınanlardandı Edebiyat Fakültesi'nde, Deneysel Psikoloji Bölümü Başkanlığı'nda bulunuyordu Aster'le ikisi Almanya'dan beri arkadaş idiler
Peters, Aster'in ölümünden sonra yazdığı yazıda bakın neler söylüyor:
«Aster, bütün hayatıyla, insanlığın ve kültürün ilerlemesi, milletlerin anlaşması ve birlikte çalışması ve uluslararası bir düşünüşün meydana gelmesi idesine bağlanmıştı Bu idenin gerçekleşmesindeki en büyük engeli, Alman orta sınıfının, doymuş küçük burjuvazi zihniyetinde görüyordu, İşte bu zihniyete karşı olması yüzünden Sosyal Demokrat Partisi'ne bağlanmıştı,»


Von Aster'in her zaman sözünü ettiği birkaç dostu arasında, felsefe tarihçisi ve denemeci Groethuysen, ahlak filozofu ve pedagog Friedrich Wilheim Forster ve Katolik filozof ve sosyal reformcu Steinbuchel vardı16
Peters bu yazısında, Aster'in, Freud ve «geştalt psikolojisi» yle ilgili çatışmalarından da söz ediyor
Yine İstanbul Üniversitesfnde görev alan Alman profesör Walter Kranz da «Ernst Von Aster'in Kişiliği» başlıklı yazısında şu bilgileri vermektedir:

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #9
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



«Biz Aster'de eski bir Elen bilginini ve bilgesini buluyorduk Ne var ki, keskin nükteleri artık seyrekleşmiş, sevinç dolu toplantıları yapılmaz olmuştu, Yaşlüık onu sessizleştirmişti, yalnızlıktan ve sessiz yapılan ikili buluşmalardan hoşlanıyordu


Kendisinin bir banş inşam, zıtlıkları uzlaştırmaya çalışan bir sentez insanı olduğunu söylerdi, Almanya'daki görevinden uzaklaştırışını anlatırken, oradaki meslektaşlarım arasında kimse bana düşman değildi, der ve anlamlı bir biçimde susardı Bir armoni filozofu olan Leibniz'i Özellikle sayar ve severdi Kahraman fakat kavgacı olan Martin Luther'i değil, sessiz bir hümanist olan Erasmus'u tutardı Onun, bir Demokritos ile bir Aristoteles'i, bir Hobbes ile bir Spinoza'yı, bir Freud ile bir Brentano'yu, birbirinden ayrı hatta zıt olan bu filozoflar, aynı güzellikte anlatma yeteneğinin kaynağı, zekâsmdaki uyma özelliğinden geliyordu Şöyle derdi; Her filozofun kişiliğine bürünebilirim, yine de kendi felsefi görüşlerimden ayrılmam»


Öğrencilerinin ve başkalarının düşüncelerine hoşgörü ile bakar, çeşitli görüş noktalarının, olabildiğince açık ve seçik ortaya çıkmasına Önem verirdi
Prof Aster, Edebiyat Fakültesi'ndeki derslerinden başka, Hukuk Fakültesinde «hukuk felsefesi» ve İktisat Fakültesinde «iktisat felsefesi» dersleri veriyordu
Derslerinin yanında, düzenli olarak seminerler yapardı Bu seminerler arasında şunları sayabiliriz;

Kant Felsefesi, İngiliz Felsefesi, Kari Marks, Leibniz, Spi-noza, Eksistansiyalizm
Seminerlerinde, bilgi açısından olduğu kadar, pedagojik açıdan da pek yararlı sonuçlar elde edilirdi Gerçekten de, öğretmesini bilen, bilgjli ve geniş kültürlü bir hoca idi Aster Bu kültürünü derslerine her an yansıtırdı
Şimdi anımsıyorum: Bize bir dersinde Spinoza'yı anlatırken, ilkin, «barok» da dediğimiz, 17, yüzyıl kültür ortamını tanıtmak istemiş, bu nedenle olsa gerek, Önce Rembrandt'm Anatomi Dersi tablosundan söz etmişti Bu resmin konu ve üslup bakımından önemine değiniyor, oradan İngiltere'ye Shakespeare'e geçiyordu
Hamlet'in «to be or not to be» tiradını, yani, «olmak ya da olmamak» sözcüklerini ele alıyor, bu sözlerin felsefesini yaptıktan sonra, yine bu dönemde parlayan Spinoza'yı ve onun düşüncelerini anlatmaya başlıyordu
Aynı zamanda iyi bir konferansçı idi Aster, İstanbul'da şu konferansları vermiştir:
1) Hegel Sisteminin Felsefe Tarihindeki Yeri 11936)
2) Zamanımızın Felsefe Akımları ve Doktrinleri (1937)
3) Nietzsche (1938)
4) Aristoteles ve Galilei (1939)
5) Faust (1940)
6) Felsefe Tarihinde Ölüm Meselesi (1941)
7) Kant'm Ahlakı (1942)
8) Sokrat (1943)
Üniversite'de, halka açık olarak verileri bü konferanslar daha sonra yayınlanmıştır


Saym Dinleyiciler,
Aster'in İstanbul'da verdiği ürün, Reichenbach'ınkinden daha çoktur Bunu Macit Gökberk'in hazırladığı bibliyografyada açıkça görüyoruz Gökberk bu bibliyografyayı, önce Felsefe Arkivi'nde daha sonra da İş Mecınuası'nda yayınladı Bu bibliyografyaya baktığımızda şu kitapları ve yazılan görüyoruz:
Felsefe Tarihi Dersleri (îlk ve Ortaçağ Felsefesi), 1943 (Kitap!
Felsefe Tarihinde Türkler, 1938 TTK'na sunulmuş bildiri
Felsefe ve İstanbul Üniversitesi'nde Felsefe Öğretimi, 1940 (Makale)
Felsefi Antropoloji, 1940 (Makale)
Felsefe Tarihinde İlerleme Kavramı, 1940 (Makale)
Hukuk Felsefesi Dersleri, 1943 (Kitap)
Bilgi Teorisi ve Mantık, 1945 (Kitap); ikinci baskı 1972
Descartes ve Felsefesi, 1945 (Makale),
Bireşim ve Uyum Filozofu Leibniz, 1947 (Makale)
Mimesis, 1947 (Auerbach'ın kitabı için tanıtma yazısı)

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Türkiye'de Felsefe

Eski 06-06-2009   #10
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye'de Felsefe



Aster'in, Reichenbach'İa ilgili düşüncelerine de değinmek İsterim Konuşmamın başlannda, Nusret Hızır'ın, Reichenbach'ı, yeni pozitivist saymadığını, onu böyle kabul edenleri eleştirdiğini söylemiştim, Aster, Nusret Hızır'ın bu görüşüne katılmıyor
O, İstanbul'da verdiği ve dinleyicileri arasında Reichenbach'ın da bulunduğu bir konferansta şu düşünceleri Öne sürüyor:


«Yeni pozitivizm, genetik mekanik düşüncelere dayanan eski pozitivizmin gelişmiş bir biçiminden çok daha fazia bir şeydir, () Bu konuda burada fazla söz söylemeye gerek görmüyorum Yeni pozitivizmin değerli temsilcilerinden biri aramızda bulunuyor Onun bizi bu konuda, daha büyük bir yetki ile aydınlatacağını umuyorum»


Aster'in, yine İstanbul'da yayınlanan bir yazısında, aynı konuda şunlan okuyoruz:
«Aramızdan ayrılarak Los Angeles'e giden Reichenbach, relativite ve kuanta kuramlarını çok yakından tanımış, matematik ve fizik alanlarındaki bilgileriyle öne geçmiş bir düşünürdür Reichenbach, İstanbul Üniversitesi'nde bulunmadan 'önce, Einstein'ın, Laue'nin ve Planck'm isteği ile Berlin Ünivsr


sitesi'nde çalışmakta idi Kitapları, özellikle, mekân ve zaman kavramlarının axiomatiği üzerine yazmış olduğu kitabı, birçok sorunların tartışılmasında ve aydınlanmasında çok önemli bir rol oynamıştır Kendisinin, istanbul Üniversitesi'nde, doğa bilimleriyle felsefe arasında kurmaya çalıştığı bağların, onun buradan ayrılmasıyla kopmayacağım ummak isterim () Bugün, olasılık kavramı, doğa bilimlerinin temel kavramı olarak gelişmekte, öte yandan felsefe tarihinin en eski sorunlarından biri olan nedensellik sorunu, yeni bir ışığm altına girmektedir»
Gerçekten de bu iki sorun, Reichenbach'ın İstanbul'da yayınladığı geniş bir araştırmaya konu olmuştu
Aster, Reichenbach'a, onun düşüncelerine ve felsefeye katkısına her zaman saygı duymuş, bunu her fırsatta belirtmiştir Philosophia dergisine, 1938'de yazdığı yazı da bu saygının güzel örneklerinden biri olarak gösterilebilir
Von Aster, Türkiye'de, 1936'dan başlayarak tam 12 yıl ders verdi, sayın dinleyiciler Son yıllarında hasta olduğu halde, derslerini aksatmadan sürdürmeye çalıştı
Eşi tanınmış bir romancıydı ve İsveçliydi Aster, 1948 yılında, İsveç'e eşinin yanına gitti, Türkiye'ye dönemeyerek orada Öldü
Ölümü duyulunca, İstanbul'da Felsefe Böîümü'nde bir ama töreni yapıldı Törendeki konuşmalar sonradan yayınlandı
O zaman rektör, olan Prof Sıddık Sami Onar yaptığı konuşmada, Aster için şöyle diyordu:
«Üniversiteler, büyük bir ailenin parçalarıdır Bir üniversitenin profesörü başka bir üniversite için yabana sayılmaz Üniversitemiz, Von Aster'i aramıza girdiği günden beri, kendisinin aziz ve sevimli bir elemanı saymış, ona güvenmiş, onunla övünmüştü Von Aster de üniversitemize karşı aynı ilgiyi göstermiş, derin bilgisinden, her fakültemizi, her öğrencimizi yararlandırmaya çalışmış, kendisinden yardım istenilen her alanda yardımını esirgememişti»
Felsefe Böîümü'nde yayımlanan Felsefe Arkivi dergisinin bir sayısı Aster'in anısına ayrıldı, bu dergide, onun kişiliği, hizmetleri ve felsefi görüşleriyle ilgili yazılar yer aldı
Prof Ziyaettin Fahri Fmdıkoğlu da yayınladığı İş Mecmuasının birkaç sayısında Aster'îe ilgili yazılara yer verdi, Basında da yazılar çıktı Oy Ularda yayınlanan Aylık Ansiklo-pedi'de bu felsefeci hakkında bilgi verildi81
Sayın dinleyiciler, Aster konusunu burada keserek, üçüncü felsefeciye, VValter Kranz'a geçiyorum
Walter Kranz konusuna Profesör Mengüşoğlu hocamızın ilginç bir anısıyla girmek istiyorum; Efendim, Mengüşoğlu, liseyi bitirip de, yüksek öğrenim yapmak İçin 1929'da Almanya' ya gönderildiğinde Thuringen'de bir okula yazılmak ister Okulun müdürü VValter Kranz'dır Kranz, hiç Almanca bilmeyen,, biraz Fransızca bilen Mengüşoğlu'nu okula almak istemez Mengüşoğlu inat eder, ısrar eder, Türk öğrenci müfettişliği de dayatır ve kayıt yapılır
! Mengüşoğlü'nun bu okulda çok başarılı bir öğrencilik hayatı olur ve bildiğiniz gibi, öğrenimi bitince İstanbul'a gelir, Felsefe Bölümü'nde görev alır
Aradan birkaç yıl geçer Naziler, Kranz'ı, hümanist olduğu, kendi düşüncelerine uymadığı için baskı altında tutarlar, tedirgin ederler Okuldaki görevinden ayırırlar, o da sonunda Türkiye'ye sığınmak zorunda kalır

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.