Türklere Göre Uzay Ve İnsan |
06-05-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
Türklere Göre Uzay Ve İnsanTÜRK MİTOLOJİSİ TÜRKLERE GÖRE UZAY ve İNSAN GÜNEŞ AY VE YILDIZLAR "Ne Ay, ne Güneş varmış, insanlar uçarlarmış "Uçanlar ısı verir, ışıklar saçarlarmış" Türk - Altay Efsanesinden 1 GÜNEŞ Türk mitolojisinde güneş, önceleri daha büyük bir öneme sahipti MS 763 de Uygurlar "Mani" mezhebini kabul edince, yavaş yavaş "Ay"da büyük bir önem kazanmağa başlamıştı Bununla beraber Büyük Hun Devleti zamanında hem güneşe, hem de aya, ayrı ayrı saygı gösterildikten sonra, kurbanlar kesildiğini de biliyoruz "Türklerde güneş doğunun, ay da batının sembolü idiler" Tabiî olarak zaman zaman, bütün bu düşünce düzenleri değişe durmuşlardı Meselâ, Teleüt Türklerine ait bir efsane de, "Ay kuzeyin ve güneş de, güneyin sembolü idiler" Bu yönleme, göğün en üst katında duran "Gök kartalı"nın duruşuna göre yapılmıştı Söylendiğine göre, "Bu kartalın sol kanadı ayı, sağ kanadı da güneşi örtüyordu" Bu duruma göre kartalın başının doğuya bakması gerekiyordu Bu duruş da, Türk mitolojisine uygun bir yönleme idi Yine aynı efsaneye göre ay, karanlıklar ve geceler diyarı olan kuzeyin; güneş de aydınlığın hüküm sürdüğü ve gündüzler diyarı olan güneyin sembolü idiler Fakat eski Türklerde, "Güneş doğunun sembolü idi" Onlara göre güneşin doğduğu yön, çok önemli idi Esasen yönlerin söylenişinde kullanılan deyimler de hep güneşle ilgili idiler Meselâ "Gün batısı" "Gün doğusu" gibi Göktürkler, yönlerini tayin ederlerken, yüzlerini doğuya, yani güneşin doğduğu yöne dönerlerdi Bunun için de doğuya "İlgerü", yani "İleri" demişlerdi Oğuz Destanı'nda da, sabaha, tan ağırmasına ve gün çıkmasına büyük bir önem verilmişti "Bütün hayat, o gün ve güneşle başlıyordu Güneş battıktan sonra ise, her şey duruyordu" Böyle bir anlayış, atlı Türkler ve savaş düzeninde yaşayan kavimler için, normal görülmelidir Altay bölgesinde yaşayan Türk Şamanlarının kapıları da, daima doğuya açılıyordu Halbuki normal olarak Türk halkları, güneş görebilmeleri için, kapılarını güneye açarlardı Görülüyor ki, dinî ve manevî bir görevi olan Şaman, bu umumî kaideyi bozuyor ve eski din düzenine uyuyordu Gerek Yakut Türklerinde ve gerekse Altay yaratılış destanlarında, "Cennet ile hayat ağacı da doğu bölgelerinde bulunuyorlardı" Türklerde genel olarak, "Güneş-Ana" ve "Ay-Baba" deyimleri kullanılıyordu Bu sebeple bütün masal ve efsanelerde, güneşin dişi ve ayın de erkek olarak rol oynadığını görüyoruz Önasya kültürlerinde de, güneş dişi ve ay da erkekti Tabiî olarak karşılıklı tesirlerin ne zaman meydana geldiğini kestirmek çok güçtür Mısır'daki Türklerin menşei ile ilgili olarak anlatılan efsanede de, "Güneş, Saratan burcuna girdiği bir sırada, suyu ve toprağı ısıtmağa başlıyor Bu sular ile balçıklar bir mağarada toplanıyorlar ve mağara da, onlara bir ana rahmi vazifesi görüyor Bu balçıklardan meydana gelen Türklerin ilk atası da, Ay-Ata adını alıyor" Burada da güneş, yine anne rolünü oynar gibidir Fakat baba ortada yoktur Yakut Türkleri, ay ile güneşi iki ayrılmaz kardeş gibi kabul ediyorlardı Onlara göre "Güneş Tanrısı" (Kün-Toyon) daha önemli idi Yakut efsanelerinde, "Ay ile güneşin aralarında kavga ettiklerini de görüyoruz Büyük kahramanlar ve iyi insanlar, genel olarak ay ile güneşin himayesinde idiler Kötü ruhlar ise onlarla, süresiz olarak savaş halinde idiler Bu kötü ruhların bazan, güneşi kovalayıp yakaladıkları da oluyordu Güneş tutulması olayı, böyle kötü ruhların güneşi mağlûp edip de, ele geçirdikleri zaman meydana geliyordu Yakutlar, ay ve güneş bayramını da ilkbaharda yaparlardı" Altay Türklerine göre, "Büyük Tanrı Ülgen, ay ile güneşe dokunan bir dağda otururdu (Bazı hikayelere göre ise) Tanrı Ülgen, ay ile güneşin daha da ötelerinde idi onun tahtı, çok uzaklardaki yıldızlar üzerinde kurulmuştu Esasen, ay ve güneşi yaratan da, yine Tanrı Ülgen idi (Altay Türklerine göre), güneşin kırıntılarından meydana gelmiş ve insanlara daima iyilik getiren, bir Tanrı da vardı Bu Tanrının adı, "Suyla" idi Bu Tanrı insanları daima korur ve onların, gök altında rahat ve huzur içinde yaşamalarını sağlardı "Güneşin oluşu" ile ilgili efsaneler: Aşağıda özet olarak vereceğimiz bir Altay efsanesi, yine Altay Türklerinin "Türeyiş" efsaneleri ile yakından ilgilidir Altay türeyiş efsanelerinde de, önceleri sonsuz bir denizden başka bir şey yoktu Aşağıdaki efsaneye göre ise, ay ile güneş bir ayna (Toli) dan başka bir şey değil idiler Cengiz Han'ın en küçük oğlunun adı da "Toluy", yani "Ayna" idi Bu inanışa göre, "Ay ile güneşin kendi kendilerine, sahip oldukları bir güç veya kudretleri yoktu Bunlar, yalnızca Tanrı'nın verdiği ışık ve sıcaklığı yansıtmaktan başka, bir iş yapmıyorlardı Nihayet bir maden parçası olan aynadan başka bir şey değil idiler Bu sebeple, Şamanların ayna ile fala bakmalarını, bu inanışlarla ilgili görenler olmuştur Şamanlara göre, dünyada ne olmuş ve ne olacaksa, her şey ve her olay, bu aynaya vururdu Tabiî olarak Şaman'ın elindeki ayna da, ay ile güneşin bir sembolü idi şaman, elindeki bu güneşe bakarak falını açar ve gelecek hakkında fikirlerini söylerdi Batı Sibirya kavimlerinden Ostyak'lar ise, ellerine bir ayna bile almağa lüzum görmeden güneşe ve üzerindeki lekelere bakarak fallarını açarlardı Şamanlar elbiselerinin üzerinde, ay ile güneşin resimleri bulunan madenî pilâkalar da taşırlardı Bunlar da hep, fal açma ve sihir yapmağa yarayan, aynı zamanda ayna yerine de geçen aletlerdi Artık bu eşyaların nevileri, Şaman'ın zenginliğine ve büyüklüğüne göre değişirdi Yanlarında yerli aynalar taşıyan Şamanlar olduğu gibi; Çin'den getirilmiş ve üzerinde, gökteki "Oniki burcun" resimleri bulunan ithal mallarına sahip olan Şamanlar da vardı Güneşin oluşu ile ilgili Altay efsanesi şöyledir: "Ne ay, ne güneş varmış, insanlar uçarlarmış, "Uçanlar ısı verir, ışıklar saçarlarmış "Nasıl olmuşsa birgün, bir insan hastalanmış, "Tanrı bir şey göndermiş göğün içinde yanmış "Aynaya benzer şeyler, büyümüş büyümüşler, "Onların ışıkları, gökleri bürümüşler "Bunlar göklerde yanan, ayla güneş olmuşlar, "Yeryüzünde yaşayan, insana eş olmuşlar" Altay Türklerinin yukarıdaki efsanelerini, Kalmuk'lar biraz daha değiştirerek, şöyle anlatırlar: "İnsanoğlu yaşarmış, Tanrı'nın göklerinde, "Ne suç ne günah varmış insanın köklerinde "İhtiyaç duymazlarmış, ne ay, ne de güneşe, "Tanrıyla yaşarlarmış yokmuş gerek bir eşe "Tanrı onlara kızmış, insana şekil vermiş, "Dünyaya gidin demiş yeryüzüne göndermiş "Ne ısı, ne de sıcak, insan saçamaz olmuş, "Tanrıya güneş için, insanoğlu yalvarmış, "Tanrı güneşle aya, buyurmuş hep parlamış" Türk mitolojisine göre, "Gökte bir güneş ve bir tane de ay vardı" Kuzey-Doğu Asya ve Moğol'larına gidildikçe, onların mitolojisinde, güneşin sayıları daha da çoğalır Bu, daha ziyade Budizm'in ve Güney Asya kültürlerinin tesiri ile meydana gelmiş bir inanç olmalıdır Meselâ, Çin mitolojisine göre 10 ve Hint mitolojisine göre 7 güneş vardı Asya'nın kuzey-doğu uçlarında yaşayan iptidaî kavimler, önceleri genel olarak "Üç güneş" in var olduğuna inanırlardı Bu bölgede yaşayan Gold'lara ait bir efsaneyi burada vermeden geçemeyeceğiz: Yer ile gök imişler, ta ezelden akraba, Ayla güneş demişler: "Ah bunlar da ne kaba!" Hücum edip almışlar, ayla güneşi gökten, Yerde zindan yapmışlar hapse koymuşlar kökten Zalimmiş yer nedense, onları hep ezermiş, İyi kalpli gök ise, kendini hep üzermiş Gök hemen kirpi olmuş, göklerden yere inmiş, Yerle bahse tutuşmuş, bahiste yeri yenmiş Demiş: "Bana bir at ver ayna gibi çok parlak, "Yer aramış denemiş, mızrak at bulamamış, Güneşle ayı vermiş, daha çok tutamamış Güneşin "sıcaklık" ve ayın da "soğukluk" sembolü olması: Altay Türklerinde genel olarak güneş sıcağın ve ay da soğuğun sembolü olarak görülür İnsanların, gündüzleri sıcaktan yanarken; geceleri de soğuktan üşümeleri, bu inanışın doğmasına yol açan en önemli sebeplerinden biri olsa gerekti Aşağıya özetini çıkardığımız efsane, Altay dağlarının kuzeyinde yaşayan Teleüt Türkleri tarafından anlatılmıştır: Yeryüzünde yaşarmış büyük güçlü bir hakan, Güzel bir kızı varmış, bayılırmı her bakan Hakan demiş: "Kızıma, lâyıktır ayla güneş, "İnsanoğlu neyime, nasıl olsun ona eş!" Almış kızını koymuş, küçük bir çöpten eve, Ayla güneşi tutmuş, indirmiş gökten yere, Ayın sabrı kesilmiş, az bakmış pencereden, Yemekler buz kesilmiş, fırlamış tencereden Han'ın sözüne kanan, güneş kapıdan bakmış, Gökyüzüne uzanan, alevler evi yakmış Hakan demiş: "Güneş ay, insanların neyine" "Kendini bir insan say dön kızım sen evine!" "Güneşin yaratılışını" anlatan ikinci Altay efsanesinde de Budist tesirleri görebiliyoruz Esasen Hindulara göre de ay erkek ve güneş de dişi idi bu efsane de öncekini tamamlamaktadır Anlatışta Budist tesirlerin açık olarak görülmesine rağmen hikâye, Altaylıların inanç ve üslûpları ile erimiş ve yerli bir mitoloji haline gelmiştir: Bay Tanrı Oçirvani bir gün bir ateş bulmuş, Ateşi kılıcının, hemen ucuna koymuş Bu ateşi çevirmiş, kılıcının ucunda, Güneş hemen belirmiş ta göklerin burcunda Soğuk sulara kızan, Tanrı kılıcı vurmuş, Ay gibi topraklaşan, sular gökte ay olmuş 2 AY "Ay'ı kurtlar yakalar, iyice bir yolarmış, "Ay, eve gidip yatar, yarası kan dolarmış!" Türk - Altay Efsanesinden Ay - Dede ile Öksüz kız efsanesi: İnsanoğlu parlak gecelerde aya bakmış ve aydaki lekeler üzerinde uzun uzun düşünmüştü Bu lekeler üzerinde hayal kuran insanlar, ayrıca onlar için şiirler yazmış ve efsaneler de düzmüşlerdi Bugün Avrupa'daki masallar bile, ayda bir sırığın ucuna iki tane kova takmış bir kızın, yürüyüp durduğunu anlatır dururlar Ortaasya'daki efsaneler de, ay da sırıkla su taşıyan iki kovalı bir kızın yürüdüğünden söz açarlar Bu inanışın Avrupa'dan mı, Ortaasya ve Sibirya ya; yoksa Sibirya'dan mı, Avrupa'ya gittiğini, şimdiden kestirmek çok güçtür Yalnız bir gerçek varsa, o da Sibirya'nın buzlu ve karanlık Tundralarından, doğuda Bering boğazına ve hatta Amerika kıtasının kuzeyindeki Alaska yerlilerine kadar, bu inanışın yayılmış olduğudur Ne olursa olsun, bu içli ve güzel masalın, Kuzey Sibirya'daki Yakut Türklerinde söylenen iki değişik anlatılışını, burada özetlemeden geçemeyeceğiz Annesiz bir kız varmış, su taşırmış sırıkla, Geceleri ağlarmış, soğuktan hıçkırıkla: "Ey güzel ay, ey kutsal, ne olursun beni al! "Buraya gel suya dal, eş yap beni göğe Sal!" Dermiş kız haykırırmış, hep aya yalvarırmış, İmdada çağırırmış, sesi göğe varırmış Çok soğuk bir geceymiş kız yine suya gitmiş, Ay da gece gökteymiş, kız için yere inmiş Ay hemen kızı almış, ta evine götürmüş, Ay her dolun oldukça bu kız ay da görünmüş Yakut Türklerinde anlatılan diğer değişik masalda, ayrıca bir de "Üvey anne" motifi ilâve edilmiştir Birinci masalda güneş yokken; burada ayın rakibi olarak ortaya çıkmaktadır: Annesiz bir kız varmış, sırıkla su taşırmış, Üvey anne yüzünden, kız sabrını taşırmış Kadın alayla dermiş, kız biraz geç kalınca: "Büyük adam olursun, ay gün seni alınca!" Kız gece suya gitmiş, dua etmiş gönlünce, Ay hemen yere inmiş, kızı yerde görünce Kız saklanmış korkuyla, bir fundanın dibine, Almış kızı fundayla, Ay götürmüş evine Ay - Dede ile Yedi başlı devin savaşı: Eski Türk inanışlarına göre ay ile güneş, insanlara daima iyilik getiren ve onları koruyan iki kutsal kudretti Ay ile güneş insanoğlunu her zaman göz altında bulundurur ve onları kötü yola sapmadan korurlardı Aşağıdaki, Altay Türklerinin anlattıkları masal da, bunun bir örneğidir: Çok çok eski çağlarmış büyükçe bir dev varmış, Nice çok canlar almış, insanoğlu az kalmış İnsanlar toplanmışlar, ta Tanrıya varmışlar, Kurtar bizi diyerek, Tanrıya yalvarmışlar Bu çok güç vazifeyi, Tanrı güneşe vermiş, "Yakarım ben dünyayı, ay yapsın işi dermiş" Ay dünyaya inerken, hava da çok soğukmuş, Dev böğürtlen yer iken, ağaçla göğe uçmuş Ay gökte dolun iken dev ayda görünürmüş, Böğürtlenini yerken, keçeye bürünürmüş Bu efsanede de görülüyor ki, güneş sıcak, ay ise soğuktur Ay her girdiği yeri soğutur ve hatta soğuğu ile, güneşin bile yenemediği yenemediği kötü ruhları yenebilirdi Fakat ayın bu soğuğu insanlara zararlı değildi İnsanlar ona karşı kendilerini koruyabilirlerdi Bundan önceki efsaneler de ay, öksüz kızı götürürken ağacı da beraber almıştı Burada da ağaç, devle beraber götürülmüştür Soğuk bölge Türkleri tarafından anlatılan bu masallarda, aya ve soğuğa fazla önem verilmiştir Hatta güneşin sıcaklığı bile küçüksenmiştir Bu sebeple de güneş, aydan daha az güçlü olarak gösterilmiştir Güneşin, ışıklarını ve sıcaklığını esirgediği bu bölge halklarının böyle düşünmelerinde, elbette ki hakları vardır Ay-Dede'yi yiyen kurtlar: Ay bazan, tepsi gibi büyük ve parlak olur; bazan da küçülür ve donuklaşır Elbette ki insanlar, bunun sebebi nedir diye, akıllarını yormuş ve düşünmüşlerdi Ay niçin küçülür ve niçin büyürdü? Herhalde ay, her küçüldükçe onu bir şey yemekte ve bitirmekte idi Bunu yiyebilecek şey de, kutsal kurtlardan başka bir şey olamazdı: Ay her dolunlaştıkça kurtlar ayılar yermiş, Ay azıcık kaldıkça, kurt ayılar gidermiş Ay gider bir ay yatar, yarasını sararmış, İyileştikçe çıkar, yine gökte parlarmış Ayı, kurtlar yakalar, iyice bir yolarmış, Ayı yine gidip yatar, yarası kan dolarmış Bu inanış, Ortaasya ve Sibirya'da çok yayılmıştır Fakat her kavim, bu ayın yeniş ve parçalanışını, kendi kutsal hayvanlarına yaptırıyordu Meselâ Moğollarla, Kuzey-Doğu Sibirya'daki Gilyak'lar Gökteki ayı, kendi köpeklerine; kuzey kutbuna yakın oturan halklar ise, ayılara yedirtiyorlardı Ama Türk halklarına göre köpek, kötü ve adî bir hayvandı Kurtların yanında da çok güçsüz kalıyordu Bu sebeple Yakut Türkleri, diğer komşularından ayrılarak ayı, kurtlara kovalatıp ve sonra da onlara yedirtiyorlardı Altay Türklerinde de aynı efsaneyi görüyoruz Yalnız burada, Kurtların yerine "Yedi başlı dev" yani "Yelbegen" geçmiştir Bu Altay masalı, ana motifler bakımından, "Sırıkla iki kova su taşıyan ökzüs kız" efsanesine de benzer Öksüz kız efsanesindeki ağaç veya funda da ayda görülmektedir Ancak Altaylarda, kızın yerine, dev geçmiştir: Yedi başlı Yelbegen, adlı büyük dev varmış, Öç alır ay güneşten, onları yer yutarmış Büyük Tanrı Bay-Ülgen, aya bakar sararmış, Ayı bitirip yiyen, bu deve ok atarmış Dev bazan yıldızları, kovalar götürürmüş, Sonra da parçalarmış, ağzından tükürürmüş Yıldızlar bu azgından, kaçarmış hep göklere, Dev onları ağzından, saçarmış hep göklere Yine Altay Türklerine göre, "Ayın tutulması" olayı da, yine bu "Yedi başlı dev" yüzünden meydana gelirdi Bunun için Altay Türkleri ay tutulduğu zaman şöyle derlerdi: "Yine Yelbegen, (Yani yedi başlı dev) ayı yedi"
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|