Kağnıların İzinde |
06-05-2009 | #1 |
KRDNZ
|
Kağnıların İzindeYazı: Turgut Özakman - Fotoğraflar: Akgün Akova İnebolu’dan Ankara’ya uzanan Milli Mücadele’nin lojistik destek yolu yeniden canlanıyor Büyük Savaş 1913 yılında Osmanlı hükümeti Balkan Savaşı’ndan çıkmış kendini toparlamaya çalışırken, Beyoğlu’nda kimsesiz, yoksul bir kadın bu toparlanmaya katkıda bulunmak için ayıplanmayı, hor görülmeyi göze alarak çok sevdiği saçlarını dibinden kesiyordu! O, Osmanlı hükümetinin ihtiyacı olan iki geminin bedelini ödemek üzere Donanma Cemiyeti’ne destek olmak isteyen vatanseverlerden biriydi Ege ve Karadeniz’de, Yunan ve Rus donanmalarına karşı dengeyi korumak ve barışı güven altına almak için iki modern savaş gemisi yaptırmak isteyen Osmanlı hükümeti gemilerin bedelini ödemek için halktan yardım istemişti İki geminin bedeli 7 milyon lira tutuyordu Hazinede bu kadar para yoktu Bir daha yenilgi utancını yaşamak istemeyen halk, Donanma Cemiyeti’nin çağrısı üzerine heyecanla harekete geçti Kimi para verdi, kimi çeyizini armağan etti, kimi kefen parasını Beyoğlu’ndaki o yoksul kadın da unutulmayacak bir özveride bulundu Beyoğlu berberlerinin takma saç yapmak için parayla saç aradıklarını duymuştu Müslüman Türklerde kadınlar genellikle saçlarını kesmez, kesenlere iyi gözle bakılmazdı Ama kadının uzun, güzel saçlarından başka varlığı yoktu Günahsa günaha girmeyi, ayıplanmayı, çirkin olmayı göze aldı; o kadar sevdiği saçlarını ağlaya ağlaya dibinden kesti Rum berbere sattı, aldığı üç kuruşu koşa koşa Donanma Cemiyeti’ne yetiştirdi Sonunda gereken bedel tamamlandı ve iki gemi İngiltere’ye ısmarlandı Avrupa, dünyayı paylaşmakta anlaşamayan İngiltere ve Almanya’nın liderliğinde iki düşman gruba ayrılmıştı Yalnız kalmaktan korkan Osmanlı hükümeti, Almanlara yanaştı Almanya 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya, 3 Ağustos’ta Fransa’ya savaş ilan edince Birinci Dünya Savaşı başladı Bu arada İngiltere –milli güvenlik gerekçesiyle– Osmanlı Donanması’nın halktan topladığı paralarla ısmarladığı, yapımları bitmiş, bedelleri son kuruşuna kadar ödenmiş iki gemiye el koyduğunu ilan etti Bu karar Türkleri çok kırdı ve öfkelendirdi Bu kez Almanya, Türk kamuoyunu kazanmak için Akdeniz’de bulunan Goeben ve Breslau adlı iki savaş gemisini İstanbul’a yolladı İngiliz filosunun izlediği iki gemi 10 Ağustos’ ta akşama doğru Çanakkale Boğazı’nın girişine geldi Saat 1715’ti İngilizler yetişememişlerdi Boğaza girmek için izin istediler Yaklaşan bir Türk torpidobotu flama ile işaret verdi: “Beni izle!” İki gemi, torpidobotun kılavuzluğunda, mayın bırakılmış geçitlerden geçerek Çanakkale’ye geldi ve kıyıda toplanan halkın sevinç gösterileri ile karşılandı Daha sonra Yavuz adı verilecek olan Goeben’in Osmanlı Devleti’ni batıracağı kimsenin aklına bile gelmedi Alman Amiral Soushon’un emrindeki Osmanlı Donanması’na ait 11 gemi (başta Goeben, yeni ismiyle Yavuz), 28 Ekim 1914 akşamı, Enver Paşa’nın çok gizli emrini yerine getirmek için İstanbul Boğazı’nın Karadeniz ağzında toplandı Emir şuydu: “Rus filosunu arayınız ve harp ilan etmeksizin hücum ediniz!” Amaç, Rus donanmasını ezerek Karadeniz’de üstünlüğü ele geçirmekti Amiral Souchon, Rus filosunu aramak yerine Karadeniz kıyısındaki önemli Rus limanlarına hücum edilmesini emretti Bu bir Alman planıydı Amaç, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesini sağlamaktı Ertesi sabah altı Rus limanı bombardıman edildi Birkaç küçük savaş gemisi batırılabildi Sonunda Amiral Souchon, İstanbul’a şu telsiz mesajını yolladı: “Çatışmayı Rus filosu başlatmıştır” Birkaç kişi dışında herkes, uzun zaman çatışmayı Rus filosunun başlattığını sanacaktı Sonuç fiyaskoydu Rus donanması, bir kayba uğramamıştı ve Karadeniz’deki üstünlüğünü koruyordu Osmanlı Devleti ise kendini, daha Balkan Savaşı kayıplarını kapatamadan, büyük savaşın içinde bulmuştu Rus ordusu 1 Kasım günü sınırı geçerek savaşı başlattı 3 Kasım günü de İngiliz–Fransız karma filosu, Çanakkale ağzındaki tabyaları bombardıman etti Savaş dört yıl sürecekti Osmanlı Devleti, Sarıkamış’ta ve Süveyş Kanalı’nda yenilmiş ama Çanakkale’de büyük bir destan yaratmıştı Çanakkale ruhu kısa sürede yayılmış, yoğunlaşmış, derinleşmiş, her zorluğu aşan yılmaz–yenilmez Kuva–yı Milliye ruhu olmuştu Birçok cephede birden savaşmak zorunda kalan ordu, silahının şerefini koruyordu ama devletin soluğu kesilmişti Bu kadar dayanması bile büyük bir olaydı Dört yılın sonunda pes etti ve Mütareke görüşmeleri başladı MONDROS 30 Ekim 1918 Çarşamba Limni Adası’nın Mondros limanında bir İngiliz zırhlısı: Agamemnon Mütareke görüşmeleri bu zırhlıda sürüyor Saat 2000 Türk kurulunu oluşturan beş kişi, Başkan Rauf Orbay’ın kamarasında toplantı halinde Galip devletlerin temsilcisi Amiral Calthorpe, “Bu akşam saat 2100’e kadar Mütareke Anlaşması’nın ya imza edilmesini ya reddedilmesini” bildiriyor Rauf Bey durumu İstanbul’a yansıtıyor ve kurul, hükümetin yanıtını bekliyor Mütarekenin imzalanmaması durumunda savaş sürecek İmzalanması ise birçok soruna yol açacak Osmanlı Devleti köşeye sıkışmış durumda; bu ağır savaşı devam ettirecek canı kalmamış Süre doluyor Rauf Bey, daha fazla gecikmenin savaşa yol açacağını düşünerek amirale anlaşmayı imzalayacaklarını bildiriyor Türkler ve İngilizler saat 2115’te geminin büyükçe salonunda toplanıyor Ve saat 2200’de kurul başkanları ve üyeler Mondros Mütareke (ateşkes) Anlaşması’nı imzalıyorlar Amiralden gelen açıklama Türk Kurulu’nu biraz olsun rahatlatıyor: “İstanbul’u işgal etmeyeceğiz” Rauf Bey de bu açıklamayı dikkate alarak yanıt veriyor: “İngiliz devlet ve milletinin, imzasına sadık, vaadlerine vefakâr olduklarına itimadımız vardır Bu inanç, üzerimize düşen vazifeyi yapmakta bize cesaret verdi Büyük İngiliz milleti ile müttefiklerinin, taahhüt ve vaadlerine sadakatle uyacaklarına olan itimadımızda, hatamız yoktur zannındayız” Amiral Calthorpe, Rauf Bey’in elini tutuyor ve “Rauf Bey,” diyor; “İngiltere ve müttefikleri adına imzaladığım mütarekenamenin bütün maddelerine dikkat ve itina ile uyulacağını tekrar belirtirim” Sonra İngiliz kurulu üyelerine ve salonu doldurmuş olan İngiliz subaylarına soruyor: “Efendiler, İngiltere daima imzasına uyar ve sadıkane hareket eder, değil mi?” İngiliz subayların yanıtı hazır: “Evet efendim!” Mondros Mütareke Anlaşması, Sevres Andlaşması ile Türkiye’yi üç sömürü bölgesine bölen Üçlü Anlaşmanın bir önsözüydü İngilizler Mondros Mütareke Anlaşması’na uymadı; attıkları imzaya da, verdikleri söze de bağlı kalmadı, kısacası emperyalist ahlâkın gereğini yerine getirdi 13 Kasım günü İstanbul Boğazı’na 55 savaş gemisi geldi ve karaya asker çıkarılarak şehir fiilen işgal edildi Türkler ölü sessizliğine gömülmüştü Yedi gün sonra, 20 Kasım günü gazetelere bir bildiri geldi: “Milli haklarımızı ve namusumuzu koruyacak hükümet ve erkek yoksa, biz varız” İmza şöyleydi: Kadıköy kadınları! Bu hanımlar Çanakkale Savaşı sırasında cephe gerisinde yurtseverlik konusunda erkeklerle yarışan binlerce yürekli kadını temsil ediyordu İstanbul’un işgalini Musul ve Kerkük’ün, Çukurova’nın, güneydoğu ve batı Anadolu’nun, Batı Trakya’nın, birçok stratejik noktanın işgali izledi Ordu dağıtıldı, iskelete döndü Silahlar toplanmaya başlandı Haberleşmeye ve demiryoluna el koydular Doğuda Ermenilere silah dağıtıldı Kuzeydoğuda bir Pontus devletinin kurulması desteklendi Kürtler isyana körüklendi Sonunda Yunan ordusu İzmir’e çıkarılacaktı Buna karşın Türkler galiplerin biçtikleri kefene razı olmadı ve bu kefeni yırtmak için Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Milli Mücadele dönemini açtı Karlı yollar… Fotoğraf : Akgün Akova Küre kasabası, Kurtuluş Savaşı’nda cepheye cephanelik ve silah sağlamak için kullanılan İstiklal Yolu üzerinde yer alıyor Kar, 1921 yılında olduğu gibi, Küre kasabasının yollarını yine bembeyaz bir örtüyle kaplamış Kastamonu’da kına töreni Fotoğraf : Akgün Akova Kastamonu Ahşap El Sanatları Teşhir Merkezi’nde çalışan Tuğba Topal, yörede yüzlere yıldır giyilen geleneksel kıyafetleri sergilemek için babasına mankenlik yapıyor Üzerindeki geleneksel giysilerle, ailesinin, evlilik öncesinde yapılan kına törenine hazırladığı bir genç kızı canlandırıyor Savaş yıllarını anımsatan görüntüler Fotoğraf : Akgün Akova İstiklal Yolu üzerindeki Küre’deki İkiçay Köprüsü, yanına yapılan yeni köprü nedeniyle yıllardır taşıt trafiğine kapalı Kış günlerinde hayvanlarıyla köylerine giden köylüler zaman zaman bu köprüyü kullanırken savaş yıllarını anımsatan görüntüler oluşturuyor İstiklal Yolu’nun başlangıç noktası Fotoğraf : Akgün Akova Tarihi İnebolu Türk Ocağı binası, İstiklal Yolu’nun başlangıç noktası olarak kabul ediliyor Binanın sorumlularından Nurhayat Ergün, Yılmaz Büyükerşen’in yaptığı balmumu Atatürk heykelinin bakımını yapıyor Cephane taşıyanların anısına… Fotoğraf : Akgün Akova İnebolu Türk Ocağı binasının duvarında Hamamcı Kadı Salih Reis (solda) ile İnebolulu kadınların sırtlarında cephane taşımaları canlandırılıyor Cephane yüklü kayık Fotoğraf : Akgün Akova 1938 yılında İnebolulular , Milli Mücadele’de kullanılan 41 Nolu Kahraman Atılgan adlı cephane yüklü denk kayığı çevresinde, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü karşılamak üzere bekliyorlar Propaganda kartları Fotoğraf : Akgün Akova Kurtuluş Savaşı sırasında dağıtılan propaganda kartlarından biri ; ağlayan kadın, kurtuluşu bekleyen vatanı simgeliyor Kartpostaldaki Osmanlıca satırlarda, “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini (ana vatanı)” yazılı İnebolu Sahil Bataryası Fotoğraf : Akgün Akova Bombardımanda düşmana karşı koyan İnebolu Sahil Bataryası’nın sağlam kalan tek topu ve Topçu K Yzb İsmail Hakkı Bey, eli kağıtlı Batarya K Üsteğmen Üsküdarlı Bahattin Bey ve üç subay arkadaşı ile başçavuş Salih Efendi, Bölük Emini Kamil Şerbetçi, Muhaciroğlu Mehmet ve Daylan oğlu Hüseyin Efendi oğlu Hamdi Efendi… |
|