Ergenekon
|
Aşık-Tekke Edebiyatı
Aşık-Tekke Edebiyatı
AŞIK EDEBİYATI
Âşık,Türk Halk Edebiyatında XVI yy'ın başından itibaren görülen şair tipidir Âşığın şairlik gücünü rüyasında pirin sunduğu "âşk badesini" içmekle ve "sevgilisinin hayalini" görmekle kazandığına inanılır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Rüya da genellikle âşık adayının karşısına bir sevgili veya saz çıkmaktadır Rüyaların süsü ak sakallı bir derviş ve bazen bir bazen üç dolu bardaktır Bardağın rüyada tas halinde görülmesine de sık sık rastlanır Ozanlara rüyada sunulan tasların içindeki mayilere aşk dolusu denir Fars Edebiyatı'nın etkisiyle bâde adını da almaktadır Bunlar;erlik, pirlik ve âşk badesi diye adlandırılırlar![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Âşıklarımız genellikle bir usta âşığın yanında yetişirler Ondan hem usta deyişlerini hem de sanatın icrasına ilişkin yol ve yöntemleri öğrenirler Âşık meclislerinde,kahvelerde bu ustaların sanatlarını icra ediş biçimlerini yeterince kavradıktan sonra,ustalaşan ozanlarda kendilerine çırak alırlar ve gelenek bu şekilde devam eder![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Âşık,bilgi,duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir Atışmalardaki amaç;yarışmak ve kazanmaktır Atışmalarda en az iki âşık karşı karşıya gelir Mecliste bulunan saygın bir kişinin ya da usta bir ozanın ayak söylemesiyle atışma başlar Ayağa uygun dörtlük söyleyemeyen âşığın yenilgisiyle atışma sona erer![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Âşık Edebiyatının başlıca unsurlarından birisini hikâye anlatma oluşturur Saz şairleri içerisinde geleneğe bağlı olanların çoğu âşık meclislerinde hikâye anlatırlar Bir kısım usta saz şairleri ise,bir yandan usta malı halk hikâyeleri anlatırken bir yandan da kendi düzdükleri hikâyeleri anlatırlar Çıldırlı Âşık Şenlik,Ercişli Emrah,Sabit Müdami geleneğe bu yanıyla katkıda bulunmuş saz şairleridir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Tonguzların Şaman,Moğol ve Baryatlar'ın Bo veya Bugue,Yakutların Oyun,Oğuzların Ozan dedikleri bu geleneğin temsilcileri toplumun yaşam biçimlerini düşünce ve duygularını, olaylara bakış açılarını şiirleriyle dile getirmişlerdir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Yunus Emre,Pir Sultan Abdal,Köroğlu,Dadaloğlu,Karacaoğlan,Erzurumlu Emrah,Ercişli Emrah,Dertli,Aşık Veysel bu geleneğin en önemli temsilcileri olmuştur Aşıklık geleneği Anadolu coğrafyasında bugün de canlı olarak yaşatılmaktadır
TEKKE ŞİİRİ
Tekke şiiri, dini ve tasavvufi halk şiiri adı ile de anılmakta olup XI ve XII yy'larda tanrı aşkı ve ahiret duygularını dile getiren aşıkların yarattığı bir edebiyat türünün ürünüdür Dini ve tasavvufi halk şiirinin en önemli ustaları Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli vb dir
Geleneksel Olgular
Aşıklık Gelenekleri
Bir toplulukta eskiden olmalarından ötürü saygın tutulup,kuşaktan kuşağa iletilen kültürel kalıntılar,alışkanlıklar,bilgi,töre ve davranışlar olarak ifade edilen aşıklık geleneği diğer kültür değerlerinde olduğu gibi,belirli bir işlevi yerine getirmek,bir ihtiyacı karşılamak üzere geleneksel kültürün yarattığı kültür değeridir Halk şiirinde aşıkların şiirlerini dörtlük düzenine göre söylemesi gelenektendir Yine dörtlük düzeninde hece ölçüsünü ve bu ölçünün yedili,sekizli, onbirli olanlarını kullanmaları geleneğin belirgin örneklerindendir
Aşıklık geleneklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1)Mahlas Alma
2)Rüya Sonrası Aşık Olma (Bade içme)
3)Usta - Çırak
4)Atışma - Karşılaşma
5)Leb - değmez (dudak değmez)
6)Askı (muamma)
7)Dedim - Dedi Tarzı Söyleyiş
8)Tarih Bildirme
9)Nazire Söyleme
10)Saz Çalma
1)Mahlas Alma
Mahlas,şairlerin yazdıkları şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma ada denir Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır Aşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş,mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur Dadaloğlu'nun asıl adı Veli,Sümmani'nin Hüseyin,Gevheri'nin Mehmet vb 'dir Aşık geleneğe uygun olarak kullanacağı mahlası şu yollarla alır:
a)Mahlasını Kendi Seçerek Alma:
-Adını,soyadını mahlas olarak kullanır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
-Yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır
b)Bir Usta Aşıktan İmam, Pir Ya Da Mürşitten Alma
- Usta aşık çırağı sınava tabi tutar
- Usta aşık çırağının durumuna göre bir mahlası uygun görür
- Şeyh ve pirin manevi tesiriyle mahlas alır
c) Rüyasında bade içerken alma
2)Rüya Sonra Aşık Olma (Bade İçme)
Rüya motifi Türk Halk Edebiyatında sıkça karşımıza çıkan bir motiftir Genellikle halk hikayelerinde yer alan bu motif bazı aşıkların hayat hikayeleri içinde de görülmektedir Aşıklar aşıklığa başlamayı ya da yetişip usta aşık olmayı geleneksel bir unsur olarak gördükleri iki önemli yol,usta yanında yetişme ya da rüyada bade içerek badeli aşık olmaya bağlarlar
Bade,şerbet,su gibi içilecek bir mai olabileceği gibi elma,nar,ekmek,üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir Aşık edebiyatında bade içme rüya motifi bir gelenek icabıdır İnanışa göre aşık olmak için ya usta yanında yetişmek ya da mutlaka "pir" elinden bade içmek gerekir
Bade aşığa;
- Bir pir tarafından,
- Üçler tarafından,
- Beşler tarafından,
- Yediler tarafından,
- Kırklar tarafından verilir
3)Usta - Çırak
Aşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de usta çırak geleneğidir Aşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak yetenekler ölçüsünde olgunlaşırlar Gelenek gereği icracılık ve aşığın şairlikteki ustalığı için üstat da denilen bir aşığın yanında ders almaları gerekmektedir Genç aşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir Sabrın sonunda çırak ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur
4)Aşık Karşılaşmaları:
Atışma,aşıkların dinleyenler karşısında,deyişme sırasında birbirini iğneleyici fakat mizah çerçevesi içinde söyleşmeleridir Karşılama,aşıkların rakibine üstün gelmek için soru cevaplı tarzı seçmesi yada onu mat etmenin yollarını aramasıdır Aşıkların doğaçlama, karşılıklı olarak belirli bir kural çerçevesinde söyleşmelerine "atışma" denir Atışma, en az iki aşığın dinleyici huzurunda karşı karşıya gelerek birbirlerini sazda ve sözde belli kurallar çerçevesinde denenmeleri esasına dayanır
5)Leb - Değmez
Aşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir İçinde (B,P,M,V,F) dudak ve diş-dudak sesleri bulunmadan söylenilen şiir demektir Aşıkların dudakları arasına iğne koyarak yarıştıkları bir atışma biçimidir
6)Askı (Muamma)
Muamma,halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demektir Aşık edebiyatında muammanın özel bir önemi vardır Aşıklarca muamma düzenlemek ya da bir muammayı çözmek bilgi ve zeka ister "Murat Uraz" muammanın uygulanışını şu şekilde anlatmaktadır:
Kahvelerde muamma teşhir edildiği gecelerde;sigara ve nargile içilmez,kimse sesli konuşmaz,herkes intizam içinde oturur Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kağıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür
Aşıklar nöbetle kahveye gelenlere işine ve halk arasındaki derecesine göre ağırlamalar söylerler Ağırlanan kişi de ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır Muammayı kim çözerse paraları alır ve muammayı tertipleyen aşık da bir taksim çıkarırdı Şayet bu muamma birkaç gece kahve duvarında asılı kalır,kimse tarafından da çözülmemiş olursa sahibi olan aşık bunun ne olduğunu söyler ve bütün paraları alırdı
7)Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi
Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve semailerdeki aşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmeleridir
8)Tarih Bildirme
Aşık,kıtlık,yangın,sel felaketleri,salgın hastalık,önemli savaşlar vb toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla kendi doğum tarihini şiirlerinde tarihi birer belge olmasını istemiş ve genellikle ilk yada son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir
9)Nazire Söyleme
Nazire,bir şairin şiirini diğer bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde benzer bir biçimde yazma demektir
10)Saz Çalma
Saz,aşık için ilhamı kamçılayan bir alet olup aşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Türler
A)HECELİ TÜRLER
1)Koşma:Türk Halk şiirinin en yaygın türüdür Hece ölçüsünün 6+5=11 ya da 4+4+3=11'li kalıbı kullanılır Konuları bakımından koşmanın kişi ve doğa güzelliğini övenine "güzelleme",yiğitlik konusunu işleyenine "koçaklama",bir kişi ya da toplumun kötü yönlerini eleştirenlere "taşlama",yasla ilgili olanlarına "ağıt" adı verilmektedir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
2)Semai:Halk şiirinde hecenin sekizli ölçüsü ile koşma biçiminde tertip edilip özel bir ezgi ile söylenen şiirlere denir Genellikle en az üç, en fazla beş dörtlükten oluşur Çoğunlukla;doğa,güzellik ve ayrılık temalarını işler![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
3)Varsağı:Güney Anadolu'da "Varsak" boyu halkınca özel bir ezgi ile söylenen nazım türlerinden biridir Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişmektedir Varsağı, biçimce semaiye benzemekte olup semai gibi hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla söylenmektedir Aralarındaki fark söyleyiş biçimlerinde ve ezgilerindedir
4)Destan:Aşıkların sevgilerini,kahramanlık olaylarını, günlük olaylarla ilgili kimi durumları ve bazı acıklı olayları anlattıkları biçim olarak halk edebiyatı nazım türlerinden koşmaya benzeyen, koşmadan dörtlük sayısı, konu, anlatım ve ezgi yönünden ayrılan halk şiiri türüdür
B)ARUZLU TÜRLER
1)Divan:Halk şiirleri arasında "divani" adıyla bilinen divan,aşık edebiyatı nazım şekillerinden olup,aruzun fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıbıyla söylenmiş şiirlerdir
2)Selis:Halk edebiyatında feilâtün (fâilatün) / feilâtün / feilâtün / feilün yazılan şiirlerdir Genellikle 19 yy aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazel biçiminde olanıdır Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır
3)Semai:Aşık edebiyatında hece ölçüsü ile yazılan semailerden başka bir de divan edebiyatının etkisi ile aruzla yazılmış semailer bulunmaktadır Semai aruz ölçüsünün mefâilün / mefâilün / mefâilün / mefâilün kalıbıyla yazılan ve özel bir beste ile okunan aşık edebiyatı ürünüdür
4)Kalenderi
5)Satranç:Aruzun mefteilün / müfteilün / mefteilün / müfteilün kalıbıyla yazılan gazel biçimindeki şiirlerdir
6)Vezni Aher:Aruzun müstef'ilâtün / müstef'ilâtün / müstef'ilâtün / müstafilâtün kalıbıyla yazılan şiirlerdir
Tekke Şiiri
Tekke şiiri,dini ve tasavvufi halk şiiri adı ile de anılmakta olup XI ve XII yy'larda tanrı aşkı ve ahiret duygularını dile getiren aşıkların yarattığı bir edebiyat türünün ürünüdür Dini ve tasavvufi halk şiirinin en önemli ustaları Ahmet Yesevi,Yunus Emre,Hacı Bayram-ı Veli vb 'dir
Tekke Şiirinde Türler
1)İlahi:İlahiler, tasavvuf görüş ve anlayışını anlatan bunun inceliklerini, ilahi hikmetleri ve sırları dile getiren manzumeler olup herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Tanrı'yı öven,Tanrı'nın büyüklüğü ve gücünü telkin eden şiirlerdir Dini törenlerde ve dergahlarda kendine özgü bir makamla söylenir İlahiler dörtlükler ya da beyitlerle yazılırlar Dörtlüklerle yazılanlar genellikle 7'li, 8'li bazen de 11'li hece ölçüsü ile koşma uyak düzeninde yazılır Beyit ile yazılanlar ise genellikle 11,14 ve 16'lı hece ölçüsü ile bazıları ise aruz ölçüsüyle yazılır
2)Nefes:Dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bekteşi aşıklarınca yazılanlarına denir Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud,Alevi-Bektaşi ilkeleri tarikat kurallarıyla ilgilidir Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşma gibidir Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7,8,11'li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır
3)Ayin:Mutasavvuflara has bazı hal ve hareketleri ifade etmek için ilk defa İranlılar tarafından kullanılan ayin terimi daha sonra Türk Tasavvuf Edebiyatına da geçmiş Mevlevilerin sema meclislerinde söyledikleri ilahilere verilen ad olmuştur
4)Tapuğ:Gülşeni tarikatında ayinler sırasında okunan şiirlere tapuğ denir
5)Durak:Mevlevi dışındaki tarikatların hemen hepsinde bulunan fakat genellikle Halveti Tarikatına mensup kişilerce zikrin birinci bölümünü teşkil eden Kelime-i Tevhidden sonra İsm-i Celal zikrine geçmeden önce verilen orada bir yada iki zakir tarafından her makamdan okunan,serbest olarak bestelenmiş Türkçe manzumelerdir
6)Cumhur:Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışında topluca okunan ilahilere verilen addır
7)Hikmet:Dini ve tasavvufi halk şiirinde şairin anlayış ve sezgilerine göre din konularını işleyen şiirlere denir
8)Devriye:Dini ve tasavvufi halk edebiyatında devir nazariyesini işleyen şiirlerdir Devriye;evrenin ve insanın Tanrı'dan çıkıp, tekrar Tanrı'ya dönmesi felsefesine göre yazılan tasavvufi şiirlerdir
9)Şathiye:Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir Şathiyeler,mutasavvuf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir
10)Tevhid:Allah'ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzumelere "tevhid" denir Divan edebiyatı nazım türlerinden gazel, kaside ve mesnevi biçimlerinde kaleme alınmışlardır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
11)Nutuk:Tekkelerde tarikat ulularının özellikle eğitici mahiyette olmak üzere söyledikleri şiirlere verilen addır
12)Deme:Alevi tarikatından olan tasavvuf şiirlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine "deme" adı verilir Genellikle 8'li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir
13)Duvaz:Düvaz imam,düvaze,imam da denilen duvazlar On İki İmam'ı öven nefeslerdir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Aşık Veysel Şatıroğlu
Aşık Veysel (1894-1973)
Aşık Veysel Fotoğraf Albümü
Yaşamı
“Üçyüzonda gelmiş idim cihana”
Veysel Şatıroğlu,1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi Veysel’in dünyaya geliş öyküsü,Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş,oracıkta dünyaya getirmiş Veysel’i Göbeğini de kendisi kesmiş,bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Veysellere yörede “Şatıroğulları” derler Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir Veysel’in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır;o da yakalanır bu hastalığa O günleri şöyle anlatıyor:“Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim Beni sevdi O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm Bir daha kalkamadım Çiçeğe yakalanmıştım![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Çiçek zorlu geldi Sol gözüme çiçek beyi çıktı Sağ gözüme de,solun zorundan olacak,perde indi O gün bu gündür dünya başıma zindan ”
Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler:Kırmızı Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor,kanıyor Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor:“Bilinmez değilsin,renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı Gözleri gönlüne çevrilmeden önce,yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü Kan görmüştü Kanın rengini hatırlardı yalnız Kırmızıyı![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Yeşili de elleriyle bulur ve severdi ”
Sağ gözünün görme şansı varmış,ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür,orada gözünü açacak bir doktor var” demişler Sevinmiş babası![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Ne var ki,olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in “Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş Veysel ansızın dönüverince;babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş O göz de akıp gitmiş böylece ”
Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış Veysel’in Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel’i Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas’ın bu âşığı/ozanı bol diyarında,Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş Merakla dinlermiş bunları Veysel Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler,kırılan tellerini takarmış![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) almış Kendini de iyice saza vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
“Âşık Veysel’in hayatında ikinci mühim değişiklik seferberlikte başlamıştır Kardeşi Ali de cepheye gitmiş,küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır Harp patladıktan sonra Veysel’in bütün arkadaşları,emsalleri cepheye koşuyorlar Veysel bundan da mahrum![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır ”
O günlerini Aşık Veysel şöyle anlatır Enver Gökçe’ye;“Eve girerim, yüzüm asık:anam babam halimi bilmez Ben onlara derdimi,dokunmasın diye, açamam Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler,bense derdimi dökmekten çekinirim,öyle ki,sazdan bile farır gibi oldum ”
Bunda biraz Anadolu’da “erkek oğlan” olgusunun etkisi varsa,daha çok Veysel’in vatanseverliğinin,vatana olan borcunu ödeme duygusunun ağırlığı vardır Sonradan şöyle dizeleştirir bunu:
“Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel’in başına ”
Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Veysel’in acıları bununla da bitmiyor;aksilikler,talihsizlikler üst üste gelmeye başlıyor 1921’in 24 Şubat’ında annesi bir gün ondan 18 ay sonra da babası ölüyor Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor Köye de bir çok âşık gelip gitmekte,Karacaoğlan’dan,Emrah’tan,Âşık Sıtkı,Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler Köy odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel de geri kalmamaktadır
Ağabeysi Ali’nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar Bu hizmetkar ileride Veysel’in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olacaktır Bir gün Veysel hasta yatarken,kardeşi Ali de keven toplamakta iken,Veysel’in ilk eşi olan Esma’yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma Veysel’in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da yaşamamış Bir şiirinde dile getirdiği gibi:
“Talih çile kadar sözü bir etmiş,
Her nereye gitsem gezer peşimde ”
Bin katmerli acılar silsilesi kısacası![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
“O artık alemden,bu diyardan uzaklaşmak,göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir 1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden vazgeçiriyor Veysel’i dinleyelim:
“Bu adam,saz çalarım dinler,söze başlarım keser Gideyim derim,‘ah kirve,çoluk çocuk ağlaşıyor,gel gitme’ diye elime ayağıma düşer Nihayet dayanamadım,gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim ”
Veysel’in köyünden ilk ayrılışı şöyledir:Zara’nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar Kendisini Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman, Sivas’lı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyorlar Dönüşte Veysel, Hafik’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor;Sivas’tan Sivrialan’a dönerlerken arkadaşları bir “üç kağıtçı” grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar Arkadaşları Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor ”
1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kuruyorlar Ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenliyorlar Böylece Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlıyor Denebilir ki, Veysel için A Kutsi Tecer’le tanışması hayatında yeni bir başlangıcı işaretliyor
1933’e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söylüyor Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde A Kutsi Tecer’in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler Bunlar arasında Veysel de var Veysel’in günışığına çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası”![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) dizesiyle başlayan şiir oluyor Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkması oluyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya gönderelim” diye istiyor Veysel de “Ata’ya ben giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar
Veysel Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde 45 gün misafir kalıyor Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor Eşi Gülizar Ana: “Ata’ya gidemediğine bir,askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ” diyor Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya,dolaştığı yerlerde çalıp söylemeye başlıyor,seviliyor,saygı görüyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
O günleri şöyle anlatıyor:“Köyden çıktık Yaya olarak Yozgat köylerinden Çorum-Çankırı köylerinden geçip üç ayda Ankara’ya gelebildik Otele gitsek para yok ‘Nere gidek? Nasıl Edek?” diye düşünüyoruz Dediler ki: “Burada Erzurumlu bir Paşa Dayı var O adam misafirperverdir ”O zamanlar Dağardı diyorlardı,(şimdiki Atıf Bey Mahallesi) orada ev yaptırmış Paşa Dayı Gittik oraya Adamcağız hakikaten misafir etti Birkaç gün kaldık o zaman, Ankara’da, şimdiki gibi kamyon filan yok Bütün işler at arabalarıyla görülüyor At arabaları olan, Hasan Efendi adında bir adamla tanıştık O, bizi evine götürdü Kırkbeş gün Hasan Efendi’nin evinde kaldık Gideriz, gezeriz, geliriz;adam yemeğimizi,yatağımızı,herşeyimizi sağlar Dedim ki: -‘Hasan Efendi biz buraya gezmek için gelmedik! Bizim bir destanımız var Bunu,Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz! Nasıl ederiz? Ne yaparız?’
Dedi ki: -‘Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim Burada bir milletvekili var Adı Mustafa Bey, soyadını unuttum Bu işi ona anlatmak gerek Belki size o yardımcı olabilir ’Gittik Mustafa Bey’e derdimizi anlattık Öyle böyle bir destanımız var Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz "Bize yardım et!" dedik![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Dedi ki: -"Amaan! Şimdi şaire falan önem veren yok Kıyıda köşede çalın çağırın Geçin gidin!’
-‘Yok öyle değil dedik Biz destanımızı okuyacağız,Mustafa Kemal’e!’
Milletvekili Mustafa Bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’ dedi Okuduk dinledi O zamanlar Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’yle konuşacağını söyledi ‘Yarın bana gelin!’ dedi Gittik ‘Ben karışmam’ dedi Sonunda kesti attı Biz ordan döndük geldik "Ne yapsak?" diye düşünüyoruz Sonunda,"Matbaaya biz gidelim" dedik Saza,tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı’na yürüdük![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Ayağımızda çarık Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak ! Efendim polis geldi: -‘Girmeyin’ dedi "Çarşıya girmek yasak!" Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı
Polis: -‘Yasak diyoruz Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası kalabalık Kalabalığa girmeyin!’ diye diretti![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
-‘Peki girmeyelim’ dedik Polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik Adam geldi, arkadaşım İbrahim’e çıkıştı –‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum Beynini patlatırım senin!’ diye çıkıştı![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
-‘Beyefendi biz dinlemiyoruz!Biz çarşıdan saz teli alacağız!’ dedik O zaman polis, İbrahim’e: -‘Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt Git telini al!’ Neyse gitti İbrahim teli aldı geldi Tel taktık Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz Sonunda matbaayı bulduk![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
-‘Ne istiyorsunuz?’ dedi müdür![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
-‘Bir destanımız var Gazeteye vereceğiz!’ dedik![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
-‘Çalın bakayım; bir dinleyeyim!’ dedi Çaldık dinledi!
- ‘Ooo! Çok iyi’ dedi ‘Çok güzel ’
Yazdılar ‘Yarın gazetede çıkar’ dediler ‘Gelin de gazete alın!’ Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler Sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık Çarşıya çıktık Polisler:
-‘Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere girin! Oturun!’ dediler Bir iltifat başladı ki sormayın! Çarşıda bir zaman gezdik Fakat yine Mustafa Kemal’den ses yok Dedik:"Bu iş olmayacak " Amma Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar Mustafa Kemal’den yine ses çıkmadı Köye dönmeye karar verdik Fakat cebimizde yol paramız da yok Ankara’da bir avukatla tanışmıştık![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup yazayım Belediye sizi köyünüze parasız gönderir!![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ’ dedi Elimize bir mektup verdi Belediyeye gittik Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız Nasıl geldinizse öyle gidersiniz!’
Döndük avukata geldik ‘Ne yaptınız?’dedi Anlattık ‘Durun bir de valiye yazalım!’ dedi Valiye de dilekçe yazdı Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu Belediyeye ilettik Belediye bize: -‘Yok!’ dedi ‘Paramız yok! Sizi gönderemeyiz!’ dedi![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Avukat içerledi ve kahretti: - ‘Gidin! İşinize gidin!’ dedi ‘Ankara Belediyesi’nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş!’ dedi Acıdım avukata![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
‘Nasıl edelim? Ne edelim?’ derken bir de ‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım Belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük Mustafa Kemal’e gidemiyok Halkevine gidek Bu defa,Halkevine,bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim Orada dinelip duruyorduk![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz burada? Ne yapıyorsunuz?’ diye sordu![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
-‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar!’ diye cevap verdik![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
-‘Bırakın! bu adamlar,tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu!’ dedi![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi Orada: -‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler Halkevinde bazı milletvekilleri varmış Şube müdürü onları çağırdı: -‘Gelin halk şairleri var, dinleyin ’ dedi![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Eski milletvekillerinden Necip Ali Bey: -‘Yahu dedi bunlar fakir adamlar Bunlara bakalım Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler!’
Hakikaten bize,birer takım elbise aldılar Biz de o Pazar günü Ankara Halkevi’nde bir konser verdik Konserden sonra cebimize para da koydular Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin:“Mecnunum, Leyla’mı gördüm Bir kerrece baktı geçti![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Ne söyledi ne de sordum Kaşlarını yıktı geçti Soramadım bir çift sözü Ay mıydı gün müydü, yüzü Sandım ki zühre yıldızı Şavkı beni yaktı geçti![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Ateşinden duramadım Ben bu sırra eremedim Seher vakti göremedim Yıldız gibi aktı geçti![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Bilmem hangi burç yıldızı Bu dertler yareler bizi Gamzen oku bazı bazı Yar sineme çaktı geçti![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) İzzetî, bu ne hikmet iş Uyur iken gördüm bir düş Zülüflerin kement etmiş, Yar bonuma taktı geçti ” şiiridir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte,yine Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye,Hasanoğlan,Çifteler,Kastamonu,Yıldızel i ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapıyor Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlanmıştır 21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3 30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Âşık Veysel’in yaşamını özetlemek gerekirse,Erdoğan Alkan’ın şu betimlemesi en güzel cümleleri oluşturur: “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terkeder Bir yay çizip Kayseri’yi,Nevşehir’i,Kırşehir’i,Ankara’yı ve Çorum’u sular,Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür,Âşık Veysel’in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir Bir ucu Bafra’dadır,bir ucu da Zara’da Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer ”
SANATI
Dünya Görüşü
Hem yaslandığı köy / kasaba kültürünün etkisi hem de çağdaş anlamda bir eğitim olanağından yararlanamamanın getirdiği doğal sonuçla, köy / kırsal kesiminin kaderci dünya görüşü onda da egemendir Bunları söylerken,Veysel’in içerisinde bulunduğu ruh halinin de değerlendirilmesinden yanayım Kuşkusuz, çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadığı bir yığın olumsuz etkinin, yaşama bakışını, onu nasıl bir küskünlüğe ittiğini görmezden gelemeyiz![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Bir sanatçının dünya görüşünü elbette, yaşadığı sosyal çevre belirler Bunu biraz daha somutlaştırırsak, içerisinde yaşadığı maddi yaşam koşulları belirler Âşık Veysel’in yaşadığı sosyal çevre,köy ile kasaba kültürüne sahip, ekonomik anlamda tarıma dayalı,kapitalizm öncesi üretim biçimleri egemen, sanayileşme sıfır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Bir de ekonomik yapının paralelinde,eğitim-öğretim gibi etkenlerin düşüklüğü,savaştan yeni çıkmış bir toplumun ekonomik ezikliği eklenip, çiçekten telef olan insanların coğrafyası düşünülürse,Veysel’i biçimlendiren sosyal çevre çok kolay anlaşılır Bir de toplumsal / sosyal çevrenin yazılı kültürden uzaklığı,bütün edebi / sanatsal birikimini sözlü kültürüyle oluşturduğu gerçeği gözardı edilmezse,bu koşullar içerisindeki sanatçı tipinin anlaşılması daha kolay olur Bu sosyal çevreye,üstüne üstlük bir de göz gibi bir organını yitirmiş insanın fiziki eksikliği eklenirse Veysel’i anlamak, şiirlerini de yerli yerine oturtmak daha kolay olur![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Gözlerinin görmeyişi, onu bütünüyle etkilemiştir Öyle ki:“Kuş olsan da kurtulmazdın elimden Eğer görsem idi göz ile seni” Derken Âşık Veysel’in bu anlamda duyduğu hasretin ne kadar derin olduğu kolaylıkla anlaşılır Adnan Binyazar,Veysel’deki görme eksikliğini,onun dizeleriyle yorumlarken “bal”a “tuz” katılmıştır diye vurguluyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Gerçi Âşık Veysel çoğu kere olumsuzluklardan feleği suçlu bulup, sebebi orada ararken; öte yandan okul gibi, fabrika gibi, hastane gibi hayatta somut işlerliği olan atılımların, pozitif unsurların şiirini de yazar Bu bakımdan ondaki feleğe yaslanmayı, kaderciliği bilimin karşısında bir kadercilik, körükörüne bir saplantı olarak algılamamak gerekir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) “Dünya tebdil oldu durum değişti, Kimi aya gider kimi cennete” derken, onun bilimsel gelişmelere kulak kabartırken, karşılaştırma yaptığı etkenleri de değerlendirme bakımından ciddi bir perspektif oluşturduğunu görürüz, “ay” ve “cennet” kavramlarını bir bakıma iki değişik inanma biçimi anlamında kullanıyor o![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Sonra bir başka şiirinde:“Dünyanın en zengin aklını gördüm Sermayesin sordum dedi ki okul![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) İnsanlara hizmet yaptığın yardım, Merhametin duygum dedi ki okul![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Sudan ateş yapan en güzel sanat Dünyayı ışığa kaplarsın kat kat Fikriyle mi ettin bunları icat Rehberim oldu dedi ki okul![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Bu bir keramet mi yoksa hüner mi Göz görmezse gönül buna kanar mı Öksüz tarlada sapan döner mi Eker biçer motor dedi ki okul![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Kanat takar gökyüzünde uçarsın Denizleri müdanasız geçersin Soğuğu yağmuru nasıl seçersin Rasathane kurmuş dedi ki okul![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Çeşitli taşıtlar bir de trenler Hekim olup her yareyi saranlar Bunu sen mi yaptın yoksa erenler Daha neler yapar dedi ki okul![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Radyo hayrete düşürdü beni Her dilden biliyor yok amma cam, İlim akıl fikir yaratmış bunu Lambası dalgası dedi ki okul![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) İnsanlar kafası bunları bulan, İlimdir dünyada hakikat olan Bütün bu işlerin temelim kuran İnan buna Veysel dedi ki okul” diyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Bu ve bu türden başka örnekler, Âşık Veysel’deki tanrı / felek gibi doğaötesi kavramların bir bağnazlık ya da tek çareymiş gibi gösterilmediğini belirtiyor Bu bakımdan onda herhangi bir katılık göremeyiz Esnektir, hoşgörüdür![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Zaman zaman umutsuzluk ve hiçlik duygusuna kapılsa da Veysel,büsbütün yaşama sarılmayı elden bırakmaz Yaşamı anlama ve anlamlandırma çabası sürekli ağır basar Ayrıca “ahiret” kavramı da ondan derin değildir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
“Âşık Veysel’in belirgin bir felsefesi var mıydı?” sorusuna Ruhi Su şu yanıtı veriyor:“Felsefe sözcüğü ile toplumun içinde Veysel’in önerdiği ya da benimsediği bir düşünce biçimi var mıydı diye soruyorsanız,vardı elbet Bütün iyi niyetli, babacan insanlarımız gibi, o da çalışmayı öğütlerdi Yerine göre, geleneklerimize bağlı kalmayı önerdiği de olurdu Kendi inancı sevgiye,hoşgörüye ve insanın yaratıcı gücüne dayanan bir inançtı,ama toplumdaki gelişmeler hakkında ne düşündüğü sorulduğu zaman,ne söylemesini istediklerini sezecek kadar da akıllıydı ”
Veysel’in bir özelliği de şu:Dinî şekilciliğin baskısına dayanmaması onu kırmaya çalışması,Allah ile samimi, senli benli olması Daha doğrusu Bektaşi geleneğine bağlılığı![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Tanrıya hitap şiirinde olduğu gibi:“Kainatı sen yarattın Her şeyi yoktan var ettin Beni çıplak dışar attın Cömertliğin nerde senin ” Nejat Birdoğan, “Kimi şiirinde Veysel’i düşünce olarak coşkulu, ozan olarak henüz yetersiz buluruz Aslında bu tür şiirlerinin daha sonrakilerinde bile bir ozandan çok bir toplum eğitmeni Veysel’i görürüz Bu çalışmalarında Veysel cumhuriyetin korunmasında ve ulus bütünlüğüne yardımcı olarak şiiri bir araç gibi görür Davranışlarında da böyledir Düşünce olarak tertemiz bir adamın eylemlerinde de namuslu,çalışkan olduğu ve özellikle doğru tanılara başvurduğu gözlenir Kızılırmak üzerinde Kaplan Deresi Köprüsü’nü köy köy dolaşıp para toplayarak yaptırması ondaki bu sorumluluğun bir göstergesidir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Ama bize kalırsa Veysel’den en olgun şiirler insanı ve insanla ilgili öğeleri konu alan şiirlerdir Bu deyişlerde Veysel, insanın kaynağından başlayarak bir gövdede canlanmasını, bu süre içerisinde nasıl çalışması, nasıl davranması gerektiğini ve bu yolun sonunda gene kaynağına dönmesini anlatır Bir başka tanımla tasavvuf ozanı Veysel vardır bu deyişlerde Bağlı olduğu inancın ıssız bir Anadolu köyünde kendisine aşıladığı bu duygular, Veysel’de gönül gözü ile geliştirilmiş, Veysel Aleviliğin büyük sırrını gönlünde çözmüştür ” diye değerlendirmektedir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Batıl inançlara, çağdışı tutuma karşı olan Veysel, bu konuda da oldukça duyarlıdır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) “Devri Cumhuriyet asırı yirmi Uyan bu gafletten uyuma yurttaş![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Dünya ayaklanmış aya gidiyor Uyan bu gafletten uyuma yurttaş Bırak sar’öküzü varsın yayılsın Set çekme gözlere herkes ayılsın Her köşeye bir fabrika kurulsun Uyan bu gafletten uyuma yurttaş Yürüyen yolcuyu çekme geriye Dikkat eyle karıncaya arıya, Gidiş böyle kavuşaman huriye Uyan bu gafletten uyuma yurttaş![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Zarar gelmez sana kaçınma sazdan Günahın korkusu çıkmıyor bizden Vazgeç demiyorum sana namazdan Uyan bu gafletten uyuma yurttaş![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Destekle fakiri okut yetimi Bu hayırlar dinimizce kötü mü İdrak eyle hidrojeni atomu Uyan bu gafletten uyuma yurttaş![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Dökülen yağmurun kilogramı, Ölçmüş biçmiş metre midir kare mi Çok yatarsın azdırırsın yaramı Uyan bu gafletten uyuma yurttaş![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Göklere fırlıyor bu kadar füze Bu işler bir ibred değil mi bize İstiyor aydaki sırları çöze Uyan bu gafletten uyuma yurttaş![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Allah’ın varlığı mevcut insanda İlim akıl fikir sermaye sende Çalıştır gemiyi otur dümende Uyan bu gafletten uyuma yurttaş![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Hiçbir şey bilmezsin dik biraz kavak Boş gezene derler serseri savak Yumma gözlerini dünyaya bir bak Uyan bu gafletten uyuma yurttaş![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Veysel ne durursun herkes gidiyo Zaman uymaz, sen zamana uy diyor Fen çok büyük kerameti yutuyor Uyan bu gafletten uyuma yurttaş ” Bu şiiri bile tek başına yukarıda onun hakkında vurguladığım belirlemeleri aydınlatacak niteliktedir Görüldüğü üzere, o toplumdaki değer yargılarını hayatın somut gerçekleriyle örneklendirerek eleştiriyor Taraf oluyor burada Veysel Bilimden yana,aydınlıktan yana, gelişmeden, somut gerçeklerden yana taraf oluyor “Bırak sar’öküzün varsın yayılsın” derken,“Dünyanın sarı öküzün boynuzları üzerinde durduğu” inancıyla alay ediyor Gözlerine set çekme diyor Sonra, Tanrı’yı insanlaştırıyor, Allah’ın varlığı mevcut insanda” diyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
“Ancak, temel görüşlerine, açısına bakacak olursak, Veysel, bir toplumcu bilinç açısıyla, bilinçli bir toplumcu ozan açısıyla yanaşmamıştır bu konuya Veysel kendisine doğal gelen bu ayrıcalıkları Tanrıya, kadere ve doğal gibi gördüğü birtakım güçlere atfetmiştir Karşısına aldığı toplumsal düzen değil, doğal düzendir ”
“Onun sanatı var olanı öven, mevcuda kanaat eden romantik sanattır” türünden vurgulamalarla Veysel’i dar çerçevede ele almanın, kestirmeden yargıda bulunmanın ne Âşık Veysel’i anlamaya katkısı olacaktır, ne de bu vurgulamayı yapan araştırmacılarda gözlendiği üzere, geleneği ve geleneği sürdürenlerin çok yetkin oldukları savını kanıtlamaya Oysa Âşık Veysel, yaşamıyla, yaptıklarıyla, şiirleriyle vardır Değerlendirmelerimizi bu somut gerçeklikten hareket ederek yaparsak, anlamlı bir katkıda bulunmuş olabiliriz![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Yukarıdaki vurgulamalarda da değindiğim gibi, Âşık Veysel içerisinde bulunduğu kültürel ortam açısından köy-kasaba mekânında yetişmiş, bu çevrenin değerleriyle örgütlenmiş bir sosyal düzenin insanıdır Köylülüğün getirdiği tipik bir özellik de, tutarsızlıktır Onun içerisinden çıktığı kültürün terimiyle söylersek “vefasızlık” onda da görülür Özellikle, onun gelişmesinde,tanınmasında, sesinin ve sözünün yaygınlaşmasında büyük katkısı olan Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi kurumlara karşı Veysel, yaşadıkları sürece sahip çıkmış,övgüler dizmiştir,ama onlar kapatılınca pek oralı olmamış,tepki göstermemiştir En büyük zaafı da budur![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Gelenek ve Âşık Veysel
Bütün halklar da olduğu gibi, Türkler’in de en eski sanat ürünleri büyüsel törenlerden kaynaklanmaktadır Türk Edebiyatı tarihine ilişkin mükemmel denebilecek kaynakların bulunmayışı, biraz geniş bir alana yayılmalarından ve hareket halinde olmalarından kaynaklanıyorsa da, biraz da yazılı edebiyatının çok geç tarihlerde oluşmaya başlamasından ileri gelmektedir Hatta,Türk Edebiyatı ve tarihine ilişkin en eski belgeleri de Çin kaynaklarından öğreniyor olmamız da bunu açıkça gösteriyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
“En eski Türk şairleri – Tonguzlar’ın Şaman, Mogol ve Boryatlar’ın Bo veya Bugue, Yakutlar’ın Oyun (Ouioun), Altay Türkleri’nin Kam, Samoitler’in Tadibei, Finovalar’ın Tietoejoe, yani bakıcı, Kırgızlar’ın Baksı-Bakşı, Oğuzlar’ın Ozan dedikleri –sahir-şair’lerdir Sihirbazlık, rakkaslık, mûsikişinâsilik, hekimlik gibi birçok vasıfları kendilerinde toplayan bu adamların, halk arasında büyük bir yer ve ehemmiyetleri vardı![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Muhtelif zaman ve mekanlarda bunlara verilen ehemmiyet derecesi, kıyafetleri,kullandıkları mûsiki aletleri, yaptıkları işlerin şekli tabiî değişiyor;fakat semadaki ma’butlara kurban sunmak,ölünün ruhunu yerin dibine göndermek,fenalıklar, hastalıklar ve ölümler gibi fena cinler tarafından gelen işleri önlemek, hastalıkları tedavi eylemek,bazı ölülerin ruhlarını semaya yollamak,hatıralarını yaşatmak gibi muhtelif vazifeler hep ona aittir
Bütün bu muhtelif işler için tabiî muhtelif ayinler vardı Bunların bir kısmı unutulmakla,yahut şekil değiştirmekle beraber, bir kısmı hâlâ Kırgızlar’da, Altaylar’da, Kazaklar’da yaşamaktadır Şaman yahut baksı,bu ayinlerde istiğrak hâline gelerek birtakım şiirler okur ve onları kendi mûsiki aletiyle çalar, beste ile beraber olan ve sihirli bir mâhiyeti haiz sayılan bu güfteler,Türk şiirinin en eski şeklini teşkil etmektedir ”
Bu ayinlerde kullanılan müzik aletlerinden biri davulsa, kuşkusuz diğeri de kopuzdur Abdülkadir İnan XI yüzyıl tarihçilerinden Gardizi’ye dayanarak, Eski Yenisey Kırgızları’nın şaman ayinlerinde saz çaldıklarını belirtir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Abdülkadir İnan “Bugünkü Kırgız Kazak baksıları kopuz kullanırlar Eski Oğuzlar’da,İslam’dan sonra, şamanizm geleneklerini devam ettiren ozan’lar kopuzu mübarek saymışlardır Dede Korkut her hikayede kopuzu ile meydana çıkıyor,ad verirken, dua (alkış) ederken hep kopuz çalıyor; Oğuz kahramanı kopuzun sesinden kuvvet alarak mücadelede galip oluyor ” der![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Bizim ozanlarımızın çaldıkları çalgının bu ayinlerde kullanıldığını gösteren kanıtlar fazlasıyla vardır XIV-XV yüzyıllardan yazıya geçirildiği sanılan, Dede Korkut Hikayelerinde de kopuza ilişkin kutsal davranışların varlığını görüyoruz “Uşun Koca Oğlu Segrek Boyu” adlı hikayede: “-Bre kâfir, Dedem Korkut’un kopuzunun hürmetine (adına), çalmadım! dedi, eğer elinde kopuz olmasaydı, ağamın başı için, seni iki parça kılardım! Çekti kopuzu elinden aldı ” diye geçmektedir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Bütün ilkel topluluklarda görüldüğü üzere, eski Türk topluluklarında da ozan ya da kam, baksı gibi adlarla anılan bu kişilikler, söz söylemeye, saz / kopuz / davul çalma gibi yeteneklerin yanısıra, büyücülük, hekimlik vb çeşitli görevleri de üzerlerinde toplamışlardır Bu bakımdan da toplum üzerinde oldukça etkindirler![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
İş bölümünün yaygınlaşması ozan, kam, baksı gibi toplumun ileri gelen ve birçok işi birarada yürüten bu kişiliklerini de değiştirmiş, dinsel törenler için din adamları, sağaltım için hekim, vb meslekler gelişmiştir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
“İslamiyet’in kabulü ile terkedildiği düşünülen Ozan-Baksı geleneğinin, beş asır sonra birdenbire İslami biçimde ortaya çıkması kanaatimizce mümkün değildir ” diyen Prof Dr Umay Günay, bunu şöyle açıklıyor: “Bu edebiyatın geçiş devri ile ilgili örneklerin şimdiye kadar tespit edilememiş olması şansızlıktır İslamiyet’in kabulünden sonra yeni bir yurt edinme gayreti ve mücadelesi içinde olan Türklerin bu dönemde yeni dini benimseme ve yayma çabası ile bugün Tekke Edebiyatı adı ile anılan tarzda eser vermeleri ve bunlara daha çok itibar etmeleri makul bir düşüncedir Ancak unutulmamalıdır ki bu konudaki ilk eserlerde Arap-Fars edebiyatından daha sonraki yüzyıllarda alınan nazım şekilleri ve nazım unsurları ile değil, milli nazım şekillerimiz ve unsurlarımız dahilinde meydana getirilmiştir
Ozan-baksı geleneği ile bu arada bir ölçüde Tekke tarzında tesirli olurken diğer taraftan yok olmama çabası göstermiş ve kendi kural ve kalıplarını daima sahip olduğu bir esnekliği kullanarak yeni şartlara uydurmuştur![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
XV yüzyılda yazıya geçirildiği XI-XII yüzyıllarda teşekkül ettiği kabul edilen Dede Korkut hikayelerindeki ozan tipi ve şiir icra geleneği ayrıca hikaye kahramanlarının zaman zaman karşılaştıkları olayları ve duygularını anlatmak için sazlarını ellerine alarak deyişler söylemeleri XVI asırdan günümüze kadar izlediğimiz Âşık Edebiyatından farklı değildir Ozan-Baksı geleneğinin hususiyetlerinden olan büyücülük, hekimlik, din adamlığı gibi hususiyetler İslamiyet’ten sonra terkedilmiştir Âşıklar eğitimciliği ve sanat temsilciliğini üstlenmiştir ”
Âşık olarak adlandırılan sanatçı tipi, şiir, nazım ve düz yazı karışımı bir öykü çeşidinin yaratıcısı olarak tanımlanmakta Boratav: “![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) ![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Bir yönüyle eski destan (épopé) geleneği sürdüren, ama başka bir yönüyle, adının da belirttiği gibi “sevda şiirleri” (lirik türden şiirler) söylemekle görevlenmiş bir sanatçıdır Onun yaratıcılığı irtical iledir: Şiiri yazmaz, söyler Onda şiir müzikten ayrılmaz; demek ki sadece söylemez, çalar ve çağırır Âşıklar düz konuşma biçiminde söylemekle şiir söylemeyi dilden söylemek ve telden söylemek deyimleriyle ayırırlar; bununla Âşık’ın şiirini söylerken sözlere eşlik eden müzik aracının, sazın, Âşık’ın şiirlerinden ayrılmaz bir öğe olduğu anlatılmak istenir ” diyor ve ekliyor: “Demek ki Âşık şiiri sözlü gelenekte oluşan ve gelişen bir sanattır; müzikten ayrı düşünülmeyeceği, bir kerteye kadar “seyirlik-dramatik” öğeleri olan “katışık” bir anlatı sanatını kapsar ”
Âşık Veysel’i bu gelenek içerisinde düşündüğümüzde, Âşık Edebiyatı’nda gördüğümüz ve giderek bir Âşık Edebiyatı esası olan bade içme / buta alma kavramının onda görülmediğini, usta-çırak ilişkisinin de, yaşam öyküsü bölümünde de ayrıntılı olarak görüldüğü gibi, Âşık Veysel’de bir yol gösterme biçiminde ortaya çıktığını, gelenekle öyle içiçe bir durum sergilemediğini görürüz Gelenekte görülen usta-çırak ilişkisi, bir ustanın yanında hem sazı öğrenmek ve geleneği öğrenmek hem de bir süre birlikte dolaşmakla belirir
Âşık Veysel’de durum pek böyle değildir Örneğin, Âşık Veysel bade içmemiştir Badesiz Âşıktır Günümüzde bile kimi Âşıkların yakıştırdığı Pir elinden dolu içmek gibi bir ayrıcalığı da olmamıştır Âşık Veysel’de Âşık Edebiyatı’nda gördüğümüz esaslardan biri olan hikaye anlatma da yoktur Âşık karşılaması olan atışma, muamma asma ya da çözme gibi geleneğin içerisinde olan olgularla da pek oralı değildir Âşık Veysel Onun kimi atışmaları vardır ama, bunlar da gelenek içerisinde görülen tipte değildirler![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Gerçi Âşık Veysel, halk şiirimizde önemli yere sahip kimi ozanların adlarını anarak, (Karacaoğlan, Dertli, Yunus soyum var / Mansur’a benzeyen bazı huyum var) bu geleneğe bağlılığını dile getirir ama, onun bu dile getirmesi geleneksel halk şiirinde görüldüğü türden bir dile getirme değildir Hatta bir şiirinde:“Elimden bir dolu içtim Türlü türlü derde düştüm ” diyerek bade içme geleneğiyle çağrışım yaratsa da, gerçekte o anlamda bir işlevi yoktur bu dizelerin Adnan Binyazar’ın biraz daha ileri giderek “Veysel’de “dolu içmiş”, Hak aşığı ozanlar kuşağına katılmıştır ” vurgulaması bu bakımdan aşırı abartma sayılmalıdır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Kurt Reinhard “Sivas Vilayeti Âşık Melodi Tipleri” başlıklı çalışmasında,Âşık Veysel Ekolü olarak nitelendirilen ve Orta Anadolu bölgesini içeren Âşık ezgilerini anonim halk türküleri ve ezgilerinden farklı olarak şöyle ifade etmektedir ” Âşık ezgileri, güftenin mısralarında sayısıyla bağlantılıdır Doldurma veya tekrar edilen kelimeler açık biçimde telafuz edilmektedir
Ezgilerde belli motifler sık sık tekrarlanmakta, türkülerde sazın belli bir bölümü kullanılmaktadır Türkülerde ani bitiş veya yavaşlayarak sona ulaşmak büyük ölçüde sazı icra edenin arzusuna ve sanatına bağlıdır Âşık ezgilerinde sol sesi ana ton olmakla beraber lâ ve mi seslerinin ana ses tonu olarak kullanıldığı örnekler vardır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Âşık ezgileri, konuşma uslûbunun ağır bastığı ezgiler ve ezgilerin ağır basıp konuşma uslûbunun gerilediği iki gruptan oluşur Konuşma ritmine ayak yaygın olarak benimsendiği örneklerde ezgi yavaşlar ve konuşma ritmine ayak uydurur
Ezgi çok kere güftenin arkasındadır, bu uslûpta önemli olan sözlerin anlaşılması olduğu için ezgiden zaman zaman feragat edildiği olur Sözlerden ziyade ezgilerin ağır bastığı tiplerde ise, bir hece birden fazla nota ile seslendirilir, ezgilerin kazandığı bu tipte ise, güfteler bir ölçüde daha zor anlaşılır durumdadır ”Bu durumda şu çıkıyor karşımıza: Birincisi, Âşık Veysel bizim klasik anlamda algıladığımız âşık değildir, ikincisi gelenek Âşık Veysel’e kırılmıştır Ahmet Kutsi Tecer bu konuda ilginç bir benzetme ve değerlendirme yapıyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
“Âşık Veysel’de Veysel Şatıroğlu dirilirken, Veysel Şatıroğlu’nda Âşık Veysel bitiyor Tanzimat’tan gelenlerle onun farkı, gelenekten çıkageldiği için, bir ses farkıdır Onun teli bize göre bağlanmıştır Tanzimat’ın teli taklit bir bağlanmadır; evvelkisine “düzen”, ikincisine “akort” dediğimiz gibi, Veysel bir bakıma, öbür çağdaşlarını okumuş gibidir; mesela, Ceyhun Kansu, Veysel’i ne kadar okumuşsa, Şatıroğlu da Ceyhun’u o kadar okumuştur Veysel’le çağdaşları arasında o kerte birbirini çeken taraflar vardır
Ceyhun Kansu ile Faruk Nafız Çamlıbel ne kadar birbirinden ayrı ise, Şatıroğlu da çağdaşlarından bu tarzda ayrılır Onu diğerlerinden ayıran taraf, demin de belirttiğim gibi, Tanzimat geleneği yerine, halk şiiri geleneğinden çıkmasıdır Veysel Şatıroğlu, Âşık Veysel’le halk şiiri geleneği yaşamış ve “bugün”e oradan gelmiştir ”
Âşık Veysel’in kanımca en büyük özelliği burada geleneği kırmasında çıkıyor karşımıza İlk dönem ürünlerinde görülen zayıflık, ağır didaktik yan da böylece arınıyor![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Ancak, şunu da yabana atmamak gerekiyor; onu büsbütün gelenekten de soyutlamayız Enver Gökçe’nin dediği gibi: “Halk şairlerimizin eserlerinde ortak özellikler olan saz-söz ayrılmazlığı klasik şark edebiyatının estetiğinde önemli bir yer tutan idalizim meyli ve bu meylin halk şiirinde işleyen mücereretlik vasfı Âşık Veysel’in sanatında da egemen unsurlardır
Kısaca Âşık Veysel, tabiatı duyuşu, duyarlılığı dini bir zümreye bağlı egemen bir karakteri olmamasına rağmen mistik tarafları, kainat, varlık, yaratılış anlayışı ile geleneğe bağlı bir saz şairidir ”
Âşık Veysel, hem gelenektir böylece, hem de yenidir Bunu ileride şiirleri üzerinde dururken de daha ayrıntılı olarak göreceğiz; o bunu kendiliğinden yapmıyor; bir bilinç zorluyor onu buraya![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Örneğin, Alevi kültüründe yetişmesine, babasının tekke geleneğine bağlı olmasına karşın Âşık Veysel diğer tüm Alevi ozanlarda görülen duvaz imam söylemiyor; tek bir şiirinde şah sözcüğü, oniki imam geçmiyor Oysa, sonuçta Âşık Veysel’in çıkığı yer bu kültür, gezip dolaştığı köylerin büyük çoğunluğu Alevi köyü Yine onu çağdaşı olan Ali İzzet Ukan’da hiç de böyle değildir Hatta, Pir Sultan’ın “Şah’a gidelim” dizesini, “yare gidelim” diye değiştirmeye kalkacak kadar bir kararlılık vardır onda
Demek ki Âşık Veysel’i bilinçli olarak çevresindekiler bu konuda da ta başından koşullandırılmışlardır ya da kendisi böyle bir ilkeyi yaşam felsefesi olarak seçmiştir Nasıl olursa olsun, Veysel, bu anlamda sıkı bir insandır Bir nokta daha var, köy ve kır ozanı olmaktan alabildiğine uzak durması Doğaya yönelik motifleri, imgeleri alabildiğine kullanmasına karşın, Veysel köyden dışarı çıkıyor Onun yaşamını, yazgısını yönlendiren başka bir sosyal çevre var: Kasaba
Dadaloğlu
Dadaloğlu'nun doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaynaklardan 1785-1868 olarak belirlenmiştir Yani Dadaloğlu’nun 18 yy’ın son çeyreğinde doğup 19 yy’ın ortalarında öldüğü bilinmektedir Güney illerinde dolaşan Türkmen topluluklarının Avşar boyundandır Yaşamı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Kalktı göç eyledi Avşar illeri Ağır ağır giden eller bizimdir Arap atlar yakın eder ırağı Yüce dağdan aşan yollar bizimdir Belimizde kılıcımız Kirmani Taşı deler mızrağımın temreni Hakkımızda devlet etmiş fermanı Ferman padişahın dağlar bizimdir Dadaloğlu yarın kavga kurulur Öter tüfek davlumbazlar vurulur Nice Koçyiğitler yere serilir Ölen ölür kalan sağlar bizimdir Avşar içinde ben güzel gördüm Kozar arasından çeker göçünü Kınalamış ayağını başını Sırma ile örmüş sümbül saçını Her sabah her sabah kendini över Altın saç bağları topuğu döver Sâde kaşı ile gözleri değer Acem ülkesinin tâc-ı tahtını Dadaloğlu al yanağın gülünden Misk kokuyor saçlarının telinden İnce belli nazlı yarin dilinden Birkaç sene bekleyelim Hacın’ı
Yunus Emre
Türk şair Anadolu'da tasavvuf akımının ve Türkçe şiirin öncüsüdür İnsan sevgisine dayanan bir görüşü geliştirmiştir Yaşamı konusunda yeterli bilgi olmadığı gibi onunla ilgili kaynaklarda anlatılanlar da birbirini tutmaz![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Nerede, hangi yılda doğduğu kesinlikle bilinmiyor Kimi kaynaklarda Anadolu'ya Doğu'dan gelen Türk oymaklarından birine bağlı olup,1238 dolaylarında doğduğu söylenirse de kesin değildir 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü söylenir Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Yunus Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Yapılan araştırmalara göre şiirlerinin toplandığı Divan ölümünden yetmiş yıl sonra düzenlenmiştir Anadolu'da "Yunus Emre" adını taşıyan ve Yunus Emre'den çok sonraları yaşamış başka şairlerin yapıtlarıyla karışan şiirlerinin bir bölümü dil incelemeleri sonunda ayıklanmış,böylece 357 şiirin onun olduğu konusunda görüş birliğine varılmıştır Gene Yunus Emre adını taşıyan ve başka şairlerin elinden çıktığı ileri sürülen 310 şiir daha derlenmiştir Onun dil, şiir ve düşünce bakımından özgünlüğü ve etkisi, ilk düzenlenen Divan'daki şiirleri nedeniyledir
Yunus Emre'nin şiirinde, edebiyat tarihi bakımından,dil,düşünce,duygu ve yaratıcılık gibi dört önemli sorun sergilenir Bu sorunlar bir görüş ve inanış bütünlüğü içinde ele alınır, insan konusunda odaklaştırılır Şiirde işlenen konular ise insan,Tanrı,Varlık Birliği, sevgi, yaşama sevinci,barış,evren,ölüm, yetkinlik, olgunluk,alçakgönüllülük,erdem,eli açıklık gibi genellikle gerçek yaşamı ilgilendiren kavramlardır O, bu kavramları, şiirinin bütünlüğü içinde temel öğe olarak sergilemiştir
İnsan bir "sevgi varlığı"dır,tin ile gövde gibi iki ayrı tözden kurulmuştur Tin tanrısaldır,ölümsüzdür,gövdede kaldığı sürece geldiği özün ve yüce kaynağa,tanrısal evrene dönme özlemi içindedir Gövde dağılır,kendini kuran öğelere ayrılır İçinde insanın da bulunduğu tüm varlık evreni toprak,su, ateş ve yel gibi dört ilkeden kurulmuştur Bu dört ilke yaratılmıştır,yaratıcı da Tanrı'dır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Tanrı, bu dört ilkeyi yarattıktan sonra, ayrı ayrı oranlarda birleştirerek varlık türlerinin oluşmasını sağlamıştır İnsan sevgi yoluyla Tanrı'ya ulaşır, çünkü insanla Tanrı arasında özdeşlik vardır Ancak, insanın bu madde evreninde bulunması,tinin tanrısal kaynaktan uzak kalması bir ayrılıktır Bu ayrılık insanı, yaşamı boyunca Tanrı'yı düşünme,ona özlem duyma olaylarıyla karşı karşıya getirmiştir Gerçekte insan-Tanrı-evren üçlüsü birlik içindedir,var olan yalnız Tanrı'dır,türlülük bir "görünüş"tür Çünkü Tanrı, kendi özü gereği, bütün varlık türlerini kapsar, her varlıkta yansır Evreni kuran öğelerle insanın gövdesini oluşturan ilkeler özdeştir Bu özdeşlik tanrısal tözün bütün varlık türlerinde,biçimlendirici bir öğe olarak bulunmasından dolayıdır Tanrısal tözün nesnel varlıklarda bulunması bir "yansıma" niteliğindedir,çünkü Tanrı yarattığı nesnede yansıyınca "oluş" gerçekleşir Sevgi insanda birleştirici, bütünleştirici bir eğilim niteliğindedir Yunus Emre, sevgiyi Tanrı ve onun yarattığı tüm varlıklara karşı duyulan bir yakınlık, bir eğilim diye anlar Sevginin ereği yüce Tanrı'ya ölümsüz olana kavuşmak,onun varlığında bütünlüğe ulaşmaktır Tanrı insanla özdeş olduğundan kendini seven Tanrı'yı,Tanrı'yı seven kendini sever Çünkü sevgi kendini başkasında,başkasını kendinde bulmaktır Sevginin olmadığı yerde, öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Sevginin değerini yalnız seven bilir,sevmek de bir bilgelik,bir olgunluk işidir Yeterince aydınlanmamış,Tanrı ışığından yoksun kalmış bir gönülde sevginin yeri yoktur Bütün varlık türlerini birbirine bağlayan,onları tanrısal evrene yönelten sevgidir Sevgi bir çıkar aracı olmadığından seven karşılık beklemez Dost kişi gerçek seven kimsedir (âşık) Dost başka bir anlamda da Tanrı'dır, kişinin gönlünde ışıyan tözdür
![](http://www.kultur.gov.tr/TR/resimgoster.aspx?DIL=1&BELGEANAH=142603&RESIMISIM=yunus2.jpg)
Yunus Emre'de yaşamak tanrısal tözün bir yansıması olan evrende sevinç duymaktır Çünkü, bütün varlık türlerinde Tanrı görünmektedir, bu nedenle severek, düşünerek yaşamayı bilen kimse her yerde Tanrı ile karşı karşıyadır![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Yaşamak belli nesnelere bağlanmak,yalnız gelip geçici varlıkları edinmek için çırpınmak değildir Böyle bir yaşama biçimi kişiyi tanrısal tözden uzaklaştırdığı gibi yetkinlikten, bilgelikten de yoksun kılar Yunus Emre'nin dilinde bilge kişinin adı "eren"dir Eren barış içinde yaşamayı, bütün insanları kardeş görmeyi, kendini sevmeyeni bile sevmeyi bilen kişidir Onun gönlü yalnız sevgiyle, dostluk duygularıyla doludur
Evreni bir tanrısal görünüş alanı olarak bildiğinden,erenin evrene karşı da sevgisi, saygısı vardır Erenin gözünde insan bir küçük evrendir,büyük evren ise tanrısal tözün kuşattığı sonsuz varlık alanıdır Eren olma aşamasına ulaşmış kişide erdem, alçakgönüllülük, eli açıklık, yetkinlik, olgunluk bir bütünlük içinde bulunur
Ölüm tinin gövdeden ayrılıp tanrısal kaynağa dönmesiyle gerçekleşir Bu nedenle ölüm tinle gövde arasında bir ayrılıktır Gerçekte ölüm yoktur,tinin ölümsüzlüğe ulaşması, yüce kaynağa dönüşü vardır Çünkü, bütün varlık türleri tanrısal tözün yansıması olduğundan,salt ölüm de söz konusu değildir Ölümün bir başka anlamı da bilgiden,erdemden,yetkinlikten,sevgiden yoksun kalmaktır
Yunus Emre'nin şiirinde Yeni-Platonculuk'tan kaynaklanan Tasavvuf öğretisinin bütün sorunları bulunur Bunlara yeni bir çözüm getirmez, Yeni-Platonculuk'un yöntemine dayanarak yorumlar ileri sürer Bu nedenle onun şiiri Yeni-Platonculuk'un Türkçe açıklanışıdır Yunus Emre'nin edebiyat tarihi bakımından, önemli bir yanı da Anadolu'da,Türkçe şiir dilinin öncüsü olması ve tasavvuf sorunlarını yalın,kolay anlaşılır bir dille söyleyişi nedeniyledir Şiirlerinin ölçüsü,Türkçe'nin ses yapısına uymayan "aruz" olmakla birlikte söyleyişi akıcı,sürükleyici bir nitelik taşır Tasavvufun en güç anlaşılır kavramlarınıTürkçe'nin ses yapısına uygun biçimde dile getirir,şiirinde duygu ve düşünce birliğinden oluşan bir derinlik görülür
Yer yer yalın halk söyleyişine yaklaşan dilinde anlam-uyum bağlantısı bütüncül bir içerik taşır Ona göre önemli olan bir sözü etkili biçimde söylemektir Bu nedenle sözün boş bir kavram olmaması,bir varlık sorununu,bir düşünceyi dile getirmesi gerekir İnsan ancak söz söyleme yetisiyle insandır,konuşan Tanrı durumundadır Yunus Emre'de Türkçe,şiir dili olma yanında,düşünceyi içeren,açıklayan bir odak özelliği kazanmıştır
![](http://www.kultur.gov.tr/TR/resimgoster.aspx?DIL=1&BELGEANAH=142603&RESIMISIM=yunus3.jpg)
Yunus Emre'nin biri şiiri,öteki düşünceleriyle olmak üzere, iki yönlü bir etkisi vardır Gerek dili, gerek görüşleri bakımından halk şiirinin de öncüsü sayılmaktadır Özellikle tasavvuf inançlarını benimseyen Alevi-Bektaşi geleneğini sürdüren halk ozanları üzerindeki etkisi büyük olmuştur
YAPITLAR (başlıca): Divan, (ö s), 1943; Risaletü'n-Nushiye, (ö s), 1965, ("Öğüt Kitapçığı")
Severem ben seni candan içeri
Yolum utmaz bu erkândan içeri
Nireye bakar isem toptolusun
Seni kanda koyam benden içeri
O bir dilberdürür yokdur nişânı
Nişan olur mı nişandan içeri
Beni sorma bana bende degülven
Suretün boş yürir tondan içeri
Beni benden alana irmez elüm
Kadem kim basa sultandan içeri
Tecellîden nasîb irdi kimine
Kiminün maksudı bundan içeri
Kime dîdar güninden şu'le değse
Anun şu'lesi var günden içeri
Senün ışkun beni benden alupdur
Ne şîrin derd bu dermandan içeri
Şerî'at tarikat yoldur varana
Hakîkat ma'rifet andan içeri
Süleyman kuş dili bilür didiler
Süleyman var Süleyman'dan içeri
Unutdum din diyânet kaldı benden
Bu ne mezhebdürür dinden içeri
Dinün terkidenün küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldı dosta
Ki kaldı kapuda andan içeri (Yunus Emre)
Pir Sultan Abdal
![](http://www.kultur.gov.tr/TR/resimgoster.aspx?DIL=1&BELGEANAH=142600&RESIMISIM=pir2.jpg)
Hayatı hakkında kesin bir bilgi yoktur Sivas’ın Banaz köyünde doğmuştur Asıl adı Haydar’dır Divan edebiyatının etkisinde kalmadan,sözlü edebiyatın birikimlerinden yararlanarak kendine özgü duru bir dil oluşturmuştur![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif) Şu kanlı zalimin ettiği işler Gaip bülbül gibi zâreler beni Yağmur gibi yağar başıma taşlar Dostun bir fiskesi pareler beni Dar günümde dost düşmanım bell’oldu On derdim var ise şimdi ell’oldu Ecel fermanı boynuma takıldı Gerek asa gerek vuralar beni Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz Hak’tan emrolmazsa ırahmet yağmaz Şu ellerin taşı hiç bana değmez İlle dostun gülü yaraler beni Alçakta yüksekte yatan erler Yetişin imdada aldı dert beni Başım aldı hangi yere gideyim Gittiğim yerde buldu dert beni Oturup benimle ibadet kıldı Yalan söyledi de yüzüme güldü Yalın kılıç olup üstüme geldi Çaldı bölük bölük böldü dert beni Üstümüzden gelen boran, kış gibi Yavru şahin pençesinde kuş gibi Seher sabahında rüya, düş gibi Çağırta bağırta aldı dert beni Abdal Pir Sultan’ım gönlüm hastadır Kimseye diyemem gönlüm yastadır Bilmem deli oldu bilmem ustadır Şöyle bir sevdaya saldı dert beni Seyyah olup şu ölemi gezerim Bir dost bulamadım gün akşam oldu Kendi efkârımca okur yazarım Bir dost bulamadım gün akşam oldu İki elim kalkmaz oldu dizimden Bilmem amelinden bilmem özümden Akıttım kanlı yaş iki gözümden Bir dost bulamadım gün akşam oldu Yine boralandı dağların başı Akıttım gözümden kan ile yaşı Emaneti alır ol veren kişi Bir dost bulamadım gün akşam oldu Bozuk şu cihanın pergeri bozuk Yazıktır şu geçen ömrüme yazık Tükendi daneler kalmadı azık Bir dost bulamadım gün akşam oldu Pir Sultan’ım eydür ummana dalam Gidenler gelmedi haberin alam Abdal oldum çullar giydim bir zaman Bir dost bulamadım gün akşam oldu![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
|