Kerem Ile Aslı |
05-04-2009 | #1 |
siLveRghoSt
|
Kerem Ile AslıKerem ile Aslı İsfahan şehrinde çok âdil, halkı tarafından çok sevilen bir hükümdar ve bu hükümdarın bir de "keşiş" hazinedarı vardır Onca varlığa rağmen çocukları yoktur, mutsuzdurlar Ne zaman ki Hanım Sultan ve keşişin karısı, kudret elmasını bölüşüp yerler; hükümdarın bir oğlu, keşişin de bir kızı olur Hanımlar daha elmayı dişlediklerinde, çocukları olursa birbirleriyle evlendirmeye ahdetmişlerdir Fakat keşiş böyle bir beraberliğe razı değildir Daha kızı Aslı bebek yaştayken, ailece İsfahan'ı terk ederler Hükümdar oğlu Ahmet Mirza büyür Rüyasındaki sevgilisinin aşkıyla yanmaktadır Kardeşten daha çok sevdiği Sofu ile birlikte yollara düşer O, artık Âşık Kerem olmuştur Kerem, Sofu ile birlikte Van'a gelir Atlarını hana bağlayıp kahveye misafir olurlar Akşam olunca üç beş ahbap toplanır Hoş beşten sonra "Âşık bize hallerini de bakalım" diyerek türkü isterler Kerem alır sazı eline, bakalım ne der: Hey ağalar hangi derde yanayım / Yitirdim Aslı'mı gören olmadı / Pervâneler gibi yandım tutuştum / Yandım alevimi gören olmadı Aslı Han, Müslüman olmuştur Köşklerinin bahçesinde Kerem'le birliktedir Gece kaçmayı kararlaştırırlar Kerem kahveye gelir Çevresindekiler bir türkü niyaz ederler Aklında kervan kıranın erken batması ve sarı yıldızın geç doğması, gecenin uzun bir karanlığa dalması dileği vardır Sabah oldu şavkın batmaz / Döne kervan kıran döne / Aşk ateşi serden gitmez / Niye doğdun sarı yıldız? Yıldızlarda ne ruşensin / Alem içre perişansın / Garip yurduna düşmansın / Niye doğdun evler yıkan beller büken? Sana kervan kıran derler / Yâre ikrar veren derler / Bana Dertli Kerem derler / Niye doğdun sarı yıldız? Kerem, Aslı Han'ın yurtlarının Gence'ye göçtüğünü öğrenir ve Sofu ile yollara düşerler Yolda Kerem görür ki gökte bir bölük turna uçup gitmekte "Sofu Kardaş, getir şu sazı; turnalara anamı, babamı, Aslı'yı sorayım" der Aşıp aşıp karlı dağlar gelirsin / Eğlen turnam eğlen haber sorayım / Bizim elden ne haberler bilirsin / Eğlen turnam eğlen haber sorayım Kerem ile Sofu, Gökbelen'e gelmişlerdir Atları handa, kendileri kahvede sabahlamışlardır Günün mahmurluğunda kahvenin önünden güzeller geçmektedir İçlerinde biri vardır ki güzeller güzeli Kerem onu Aslı'ya benzetir Alır sazı Her sabah her sabah gel geç buradan / Gamı gasaveti kaldır aradan / Ne güzel yaratmış seni yaradan / Ben de seni yaradanın kuluyum Göy göy olur Gökbelen'in çınarı / Elinde olur yiğitlerin fermânı / Sana derim sana kahveci pınarı / Benim yârim buralardan geçti mi? Kerem ile Sofu yine yollarda Kelbe köyünde konaklarlar Köylülere buradan bir keşiş ailesinin geçip geçmediğini sorarlar Kars'a doğru gittiklerini, ancak dört ay olduğunu öğrenirler Yolda yine turna katarı görürler Kerem sazıyla buluşur: Dertli Kerem der ki uğradım derde / Canım kurban olsun merd oğlu merde / Allı turnam ne gezersin bu yerde / Yok mu sizin vatanınız eliniz? Azerbaycan'a girmişlerdir, Şuşa yolundadırlar Yolda gördüklerine "Buradan bir keşiş, bir kadın, bir de kız geçti mi?" diye sual ederler Ama hep "Görmedik" cevabını alırlar Şuşa'ya gelip kahveye yerleşirler Akşam Kerem sazını alır, bağrına basar: Ne vakit ki han Aslımdan ayrıldım / Beni öldürmeli döğmeli değil / Gece gündüz ah ederek yanarım / Beni öldürmeli döğmeli değil Yedi yıldır hatırını sormadım / Geçti ömrüm bir murada ermedim / Fırsat elde iken demler sürmedim / Beni öldürmeli döğmeli değil Keşişin karısı ve kızıyla Karapınar'a doğru gittiklerini öğrenirler Ertesi gün erkenden yola düşerler Seher yeli esmeye başlayınca Kerem "Sofu eğlen hele, şu seher yeriyle sevdiğime bir selam göndereyim" der ve sazına sarılır: Eğer gider isen bizim ellere / Eğlen biraz burda dur seher yeli / Bir nâmem var göndereyim yarıma / Götür Aslı Han'a ver seher yeli Tercan yöresinde Şogun deresine geldiklerinde bir yaralı ceylan görürler O hâliyle yavrularını emzirmektedir "İlâhi avcı kolun kırılsın Bu yavrulara da mı acımadın" diye kargışta bulunur Yola devam ederken iki avcı ile karşılaşırlar Biraz sohbetten sonra avcılar türkü ister Kerem'in türküsü ceylan içindir: Süre süre avcı dağdan indirmiş / Kaç kuzulu ceylan kaç avcı geldi / Zalim avcı vurmuş seni sindirmiş / Kaç kuzulu ceylan kaç avcı geldi Kerem ile Sofu, Ürgüp'e geldiklerinde, yanlarına üç beş ahbap gelir, bir türkü niyaz ederler Kerem alır sazını, görelim ne der: Şu dünyada üç nesneden korkarım / Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm / Hiç birinden asla gönlüm hoş değil / Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm Acı tatlı yıllar süren bir sürü maceradan sonra Aslı Han'a kavuşmak nasip olacaktır Ancak o gece Aslı Han, babasının yaptırdığı makas değmedik, iğne dikmedik elbisesini giymiştir Güle benzemiştir allar içinde, serviye dönmüştür dallar içinde Aslı'ya el ile değil, gül ile bile dokunmaya kıyamayan Kerem, düğmeleri el ile mi, tel ile mi çözsem diye düşünür ve önce sazıyla "Çöz Aslım çöz göğsün düğmelerini" deyişini söyler Ne dilde ne telde takat kalmıştır Düğmeler bir türlü çözülmez El ile çözmeyi dener Düğmeler büyülüymüş meğer Bir taraftan çözülürken diğer taraftan iliklenirmiş Kerem öyle bir "ah" çeker ki yetmiş iki bin tüyünün dibi birden sızlar Ah üstüne bir ah daha çekince, üç yüz altmış altı damarına bir ateş yayılır, ağzından alevler çıkar Kül olur Kerem Aslı vurulmuşa döner Sırma saçlarını süpürge ederek külleri toplamaya çalışır "Her ateş söner de aşk ateşi sönmezmiş" ya, küller içindeki bir kıvılcımdan Aslı da tutuşur Gül Aslı alevlerden bir dal olur, döne döne yanar Aslı ile Kerem'in elleri değil ama külleri kavuşmuştur |
|