Edmund Husserl Kimdir? |
04-24-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
Edmund Husserl Kimdir?Edmund Husserl Kimdir? Edmund Husserl, 8 Nisan 1859'da Moravya'da Possnitz'de doğdu 27 Nisan 1938'de Freiburg'da öldü Berlin ve Viyana'da matematik, fizik, astronomi, felsefe eğitimi aldı 1883'ten itibaren matematiksel çözümlemeler içeren çalışmalarıyla dikkat çekti 1901-1916 yıllarında Göttingen Üniversitesinde matematik ve felsefe dersleri verdi Bu arada, zamanının önemli düşünürleriyle, örneğin W Dilthey ve M Scheler gibi isimlerle etkileşim halinde oldu Edmund Husserl Kimdir? Kesin bir bilim olma savıyla kurup temellendirdiği görüngübilim felsefesiyle çağdaş kıta felsefesindeki hemen her akım üstünde etkili olmuş, görüngübilimsel betimleme ve çözümlemeleriyle başta zihin felsefesi ile varlık felsefesi olmak üzere felsefenin bütün alanlarında derin kırılmalara yol açmış XX yüzyılın en önemli düşünürleri arasında gösterilen Alman filozoftur Düşünsel serüvenine klasik düşünürlerden Locke, Berkeley ve Hume'un başını çektiği İngiliz Deneyciliği'ni incelemekle başlamış olmakla birlikte, Husserl daha sonra Descartes, Leibniz ve Kant'ın felsefelerine yönelerek döneminin egemen felsefe anlayışı "Yeni Kantçılık" ile sıcak bir düşünsel ilişki içine girmiştir Husserl'in birtakım felsefecilerden anlaması son derece güç yazılarının olduğu, düşünürken ipin ucunu kaçırdığı, kendi söylediklerinin izini bir süre sonra kendisinin dahi süremediği yönünde aldığı eleştiriler, kavraması ve izlemesi son derece güç bir felsefe yordamı geliştirmiş olmasına dikkat çekmesi bakımından önemlidir Husserl hemen bütün düşünsel yaşamı boyunca felsefeye yeni bir yön çizme, yeni bir başlangıç noktası belirleme arayışı içinde olmuştur Görüngübilim adını verdiği bu arayışın çıkış noktasını, düşüncelerine büyük değer verdiği hocası Franz Brentano'nun felsefesinde gözlemlediği birtakım boşluklar oluşturmaktadır Nitekim Husserl'in temellerini attığı görüngübilimin ana konusunu "yönelmişlik" sorunu oluşturmaktadır Bu anlamda Husserl'in hemen bütün görüngübilim çabalan yönelmişlik düşüncesinin açıklığa kavuşturulması olarak değerlendirilebilir Husserl'in yönelmişlik konusu üzerine ilgisinin temelinde çok büyük ölçüde hocası Franz Brentano'nun düşüncelerinin yatmakta olduğu bir gerçekse de sorunu ele alış bakımından Brentano ile Husserl arasında son derece derin farklılıklar söz konusudur Husserl'in bu bağlamda bütünüyle odaklandığı, Brentano'nun "Yönelmişliği bir şeyin bilinci olarak deneyimlenen yaşantıların kendine özgülüğü yoluyla anlarız" tümcesidir Bu tümceden de görüleceği üzere, Brentano "bilincin yönelmişliği"ni belli bir nesneye yönelmişliği olarak tanımlamaktaydı Oysa bu tanım Husserl'e göre özellikle halüsinasyon (varsam) ve derin yanlış algılamalar sorunu karşısında büyük güçlükler çıkarmaktaydı Bunun yanında, söz konusu tanım bilincin yönelmişliğinin tam olarak neden oluştuğu sorusunu yanıtsız bırakmaktaydı Husserl bu eksikliklere ya da boşluklara bağlı olarak bilinci bir nesneye yönelmiş kılan bilinç özelliklerinin neler olduğu üzerine ayrıntılı bir çözümleme sunma yoluna koyulmuştur Bilincin bütün özelliklerinin hepsini birden noema diye tanımlayan Husserl, "noema"nın belli bir zamanda bilinci görünüşte bir nesneye yönelmiş olarak kendisini gösteren edim ile birleştirdiği saptamasında bulunmuştur Bu anlamda "noema" bilinç ediminin yöneldiği nesne olmaktan çok bilincimizin nesneyle ilişkiye geçmesini olanaklı kılan yapıdır Bilincin yönelmişliğini oluşturan yapı olarak "noema"nın Husserl'e göre iki temel bileşeni vardır İlki deneyimin çeşitli bileşenleri ile nesnenin çeşitli özelliklerini birleştiren "nesne anlamı"yken, ikincisi çeşitli türden edimleri birbirinden ayırt eden (sözgelimi, bir nesneyi algılama edimini, o nesneyi anımsama ya da o nesne üzerine düşünme edimlerinden) thetik bileşendir "Thetik" bileşen bu noktada bir nesneye gerçeklik niteliği kazandırmak açısından son derece önemlidir Bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli nokta, bir kişiyi algıladığımızda sanıldığının tersine Fiziksel bir nesne ya da cisim algılamamıza bağlı olarak orada bir kişi olduğu çıkarımını yapmadığımızdır; çünkü burada algıladığımız kişi kendi bakış açısından dünyayı yapılandıran ve deneyimleyen bir kişidir Bu anlamda "noema" her zaman için bir kişinin "noemâ'sıdır Bu durum salt fiziksel nesneler için de aynıdır; yani kişileri algılamak fiziksel nesneleri algılamaktan daha gizemli bir şey olmadığı gibi, anlamak için daha başka süreçlere başvurmayı gerektiren bir şey de değildir Husserl'e göte Dolayısıyla bir fıziksel nesne görüldüğü vakit burada görülen duyu verileri değildir; yani görülenden elde edilen duyu verilerinden hareketle orada bir fiziksel nesne bulunduğu çıkarımında bulunuyor değilizdir Nesneyi görmemizi olanaklı kılan bütünüyle o anki "noema"mızın fiziksel nesnenin "noema"sı olmasıdır Bu durum Husserl'in gözünde bütün eylemler için de aynen geçerlidir Bir eylem ile karşılaştığımızda, gördüğümüz bedensel harekete dayali olarak ortada bir eylem olduğunu çıkarıyor değilizdir Nitekim Husserl nesnenin "verili" olarak deneyimlendiği her türden edim için "görü" (Annhaun) terimini kullanmaktadır "Noemata" (görüngü) daha ilk bakışta Frege'nin "üçüncü dünya"nın nesnelerini, daha açık söylenirse dilsel anlamların anlamlarını andırmaktadır Nitekim Husserl'e göre, "noema anlam kavramının bütün edim alanlarına genellenmesinden başka bir şey değildir Nasıl ki bir ifadenin anlamı ile o ifadenin gönderimi arasında bir ayrım yapmak, gönderimi olmayan ifadelerin anlamlı kullanmalarına açıklık kazandırıyorsa, Husserl'e göre bir edimin "noema"sı ile nesnesi arasında ayrım yapmak da aynı biçimde Brentano felsefesindeki nesnesi olmayan edimler sorununun ortadan kalkmasına yardım etmektedir Bilincin yönelmişliğini yalnızca belli bir nesneye yönelmişlik olarak temellendirmek Husserl'e göre yönelmişliği anlamamanın başlıca nedenidir Dolayısıyla söz konusu soruna karşı Husserl'in getirdiği çözüm en iyi anlatımını "bilincin her zaman belli bir şeyin bilinci olduğu" ifadesinde bulmaktadır Daha açık söylemek gerekirse, bilincin kendisi her zaman için kendi yönelmişliği için "bir nesne görevi" görmektedir Bu nedenle bilincin yönelmişliğini açıklamak amacıyla ortada muhakkak belli bir nesnenin olması gerekmez `Bilincin kendisinin kendisi için nesne görevi görmesi" deyişi tam anlamıyla Husserl'in yönelmişlik anlayışının can damarını oluşturmaktadır Nitekim tam bu noktada Husserl'in yönelmişlik sorunu bağlamında Brentano'dan ayrılışının ikinci remel nedeni ile karşılaşılmaktadır Husserl ancak bilincin yönelmişliğinin neden oluştuğu sorusunun yanıtlanmasıyla yönelmişliğin tam olarak kavranabileceği saptamasında bulunmaktadır Bu sorunun yamanı verecek olan da yeni bir disiplin ya da 1911'de Logos dergisinde yayımlanan yazısının başlığı olan kendi albenili deyişiyle "Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe" ye karşılık gelen "görüngübilim"dir Husserl'e göre algılama ediminde sahip olduğumuz "noema" duyumsal düzeylerimizde olan bitenler nedeniyle sınırlanmasına karşın, bu sınırlanışın olanaklarımızı sınırlandırması gibi istenmeyen bir durum söz konusu değildir Bu nedenle verili bir durumda bir adamı algılayabiliyor olmamız, ama aradan çok geçmeden onun yalnızca cansız bir manken olduğunu görmemiz doğrudan doğruya bir "noema" kaymasına karşılık gelmektedir Bu türden bir "noema" kaymasının her zaman için olanakli olması bütünüyle algının her zaman için yanılabilir olmaya açık olmasının doğal bir sonucudur Husserl , sahip olduğumuz "noema"yı sınırlandıran bu sınır durumları hyle diye adlandırmaktadır "Hyle" bizim tarafımızdan deneyimlenen nesnelere karşılık gelmekten çok, duyu organlarımız etkilendiğinde belirgin bir biçimde edindiğimiz özel türden deneyimlerle özdeştir Bu anlamda doğal davranış düzeneğimizde çoğunluk fıziksel nesne ve olaylarca, onların renk, dış görünüş gibi özelliklerince emilmekte ya da özümlenmekteyizdir Çeşidi nesnelerce paylaşılan bu genel özelliklere Husserl, özler ya da "eidos" (Wesen) demektedir Özler her zaman için Husserl'in anlayışında en gelişkin, en yetkin örneği matematik olan "eidetik" (özeyönelik) bilimlerin (olgu bilimlerinin karşısında yer alan, öz görüngüsünde verilmiş olanı inceleyen bilimlerin; özbilimin) inceleme konusudur "Eidetik" bilimlerde bütün dikkatimizi somut bireylerden ya da tikellerden kopararak onlar arasında ortak olanın ne olduğuna yöneltiriz Husserl bu dikkatin yönünü değiştirme işlemini, bizi doğrudan doğroya "eidos"a götürdüğü için "eidetik indirgeme" diye adlandırmıştır Husserl buna karşı doğal davranışı bütünüyle bir kenara bırakarak, nesneleri ayraç içine alarak, yalnızca kendi bilincimiz ile onun yapıları üstüne yoğunlaşmaya ise "aşkınsal indirgeme" ya da epoklie adını vermektedir İlkece birbirinden ayrı bu iki indirgeme biçimine ek olarak Husserl bu ikisinin bileşiminden oluşan "görüngübilimsel indirgeme" diye bir üçüncü indirgeme biçimi daha temellendirme gereği duymuştur Bu son indirgeme bizi doğrudan doğruya görüngübilimin temel araştırma konusu görüngüye, yani "noemata"ya götürmektedir Husserl'e göre "noemata" içeriğini tam olarak tüketmenin olanaksız olduğu son derece zengin nesnelerden oluşmak- tadır Dolayısıyla Husserl'in görüngübilim adım verdiği kesin bilim, yaşantılarımızdaki, çeşitli deneyimlerimizdeki aşkınsal öğelerin, yani "noema", "noesis" ve "hyle"nin görüngübilimsel indirgeme yoluyla açığa çıkarılmasına çalışan bilimdir Husserl için görüngübilim son çözümlemede öznel bir bakış açısı araştırmasıdır Bilimde nesnellik ve nesnel bilgilese ulaşma amaçlanır Bu amaç doğrultusunda farklı gözlemciler arasındaki Farklılıklar deneyler ile gözlemlerin düzenlenimi yoluyla en aza indirgenmeye çalışılır Buna karşı görüngübilim bütünüyle her öznenin dünyayı farklı bir biçimde yapılandırıp kurma biçimleri üzerine odaklanır Ancak burada geleneksel felsefelerin tersine "öznelerarası" etkileşim ve iletişim temelinde öznel olana yönelik bir arayış söz konusudur: "Öznelerarasıcılık Görüngübilimi" Husserl'in Başlıça Eserleri - Philosoplıie derArithmetik Psychologische und logische Untersuchungen (Aritmetik Felsefesi: Ruhbilimsel ve Mantıksal Soruşturma, 1891) - Logische Untersuchungen (Mantık Araştırmaları, 2 cilt, 1900-1901) - Ideen zur einer reinen Phânomenologie und phanomenolagischen Philasophie (Arı Bir Görüngübilim ile Görüngübilimsel Felsefe Üstüne Düşünceler, 1913) - Erste Philosophie (İlk Felsefe, 1923-1924); - Formale uırd transzendentale Logik: Veıruch'einer Kıitik der logdrıhen Vernunft (Biçimsel ve Aşkınsal Mantık Mantıksal Usun Eleştirisi Denemesi, 1929) - İlkin Fransızca yayımlanan Cartesianische Meditationen/Meditatioıır cartesiennes (Descartesçı Derindüşünmeler, 1931) - Die Krisiz der europaischen Wissenchaften uınd die transzendeııtale Phenomenologie: Eine Einleituııg in die phanomeııologirche Philosophie (Avrupa Bilimlerinin Bunalımı ve Aşkınsal Görüngübilim: Görüngübilimsel Felsefeye Giriş, 1936) sayılabilir Edmund Husserl'in Felsefesi Husserl'in felsefeye karşı ilgisi matematik alanındaki çalışmalarını sürdürdüğü yıllarda başlamıştır Ancak bu başlangıç felsefenin matematikten kaynaklandığı anlamına değil, felsefenin öteki bilimlerden bağımsız bir varlık alanını konu edindiği anlamına gelir Husserl için önemli olan daha önceki felsefe çığırlarından birine bağlanmadan, felsefeyi başka bir bilimin buyruğu altına sokmadan, özgün bir araştırma dizgesi durumuna getirmekti Bu anlayışla yola çıkan düşünürün ilk işi de, kendi geliştirmeye çalıştığı yeni bir yöntemle, felsefenin bağımsız bir varlık alanını içerdiğini ileri sürmek oldu Ona göre felsefenin nesnelerden (Sachen) oluşan, kendine özgü bir alanı vardır Ancak bu alanı oluşturan Sachen ya da Phainomenon gibi kavramlarla açıklanan varlıklar, alışılagelenin dışında, özel bir anlam taşır Felsefenin yapması gereken, bu kavramlarla anlatılan varlık alanına girmek, fenomenlere (görüngülere) dönmektir (zürück zu den Sachen) Bu işlem ona uğraşacağı varlık alanını bulduracak, ele alacağı sorunlar için gerekli çözüm yöntemini verecektir Bu yöntem fenomenlerle ilgili düşünme biçiminden kaynaklanan, varlığın doğal niteliklerine değil de özüne (Essentia) yönelen tutumu (Einstellung) gerektirir Bu tutum ise ortada duran varlıkla, kişiye doğada verilenle, duyularla algılananla bağlantılı değildir, yeniden bulunması, görülmesi gerekeni aramakla ilgilidir Edmund Husserl'in Fenomenoloji Husserl'in geliştirdiği fenomenolojinin (görüngübilim) konu edindiği varlık alanını bulmanın yöntemi iki öğeden oluşur Bunlardan biri indirgeme (Reduktion) öteki düşünme (Reflexion) adım alır indirgeme ele alınacak nesneyi yeniden bulmaya ve araştırmanın yolunu belirlemeye yarar Çünkü bu varlık alanı öteki bilimlerin konuşu dışında kalır Bu alan ortada ya da verilmiş değildir, bulunması, görülmesi, ortaya çıkarılması gerekir İndirgeme yöntemi nesneyi bütün deneysel öğelerinden, niteliklerinden ayırmaya yarar Husserl bu işlemi "ayraç içine alma' diye niteler Burada nesnenin biçimi, ağırlığı, boyutları, türü, rengi, bütün görünen özellikleri bir yana atılır, "ayraç içine alınır" Bu yöntemle biri aşkın, öteki içkin olmak üzere iki türlü öz (Wesen/Essentia) elde edilir Aşkın özler nesneyi somut gerçekliğinden, "burada", "şurada" oluşuna bağlı niteliklerden ayırmakla sağlanır İçkin özler ise daha geniş, daha ileri aşamada bir indirgemeyi gerektirir Bu işlemde bütün sanat ürünleri, toplum kurumları, soyut varlıklar evreni, hukuk, din, ruhbilim verileri, görüşler gibi varlık türleri, görüngübilimin ilgi alanı dışında kalan ne varsa ayraç içine alınır, yok sayılır Bu aşamadan sonra, görüngübilimin ilgilendiği, kendine konu edindiği, "salt bilinç alanı" denen varlık katına ulaşılır Bu alan "bilinç varlığı" adı verilen temel varlıktır, bütün varlığın tabanım oluşturur Görüngübilim yönteminin ikinci öğesi olan düşünme (Reflexion) bu varlık alanını inceler Burada temel varlık olarak "salt ben" bulunur Bu alanın elde edilmesi için önce indirgeme işlemi uygulanır, sonra ikinci öğeye, düşünmeye geçilir Bu durum, görüngübilim yöntemini oluşturan, iki öğenin birbiriyle bağlantılı olduğunu, ikincinin, birincisini gerektirdiğini gösterir Bu gereklilik de "salt bilinç" ile "salt ben "i oluşturan varlık alanlarının birbirine yakınlığından kaynaklanır Edmund Husserl'in Fenomenoloji Husserl'in geliştirdiği fenomenolojinin (görüngübilim) konu edindiği varlık alanını bulmanın yöntemi iki öğeden oluşur Bunlardan biri indirgeme (Reduktion) öteki düşünme (Reflexion) adım alır indirgeme ele alınacak nesneyi yeniden bulmaya ve araştırmanın yolunu belirlemeye yarar Çünkü bu varlık alanı öteki bilimlerin konuşu dışında kalır Bu alan ortada ya da verilmiş değildir, bulunması, görülmesi, ortaya çıkarılması gerekir İndirgeme yöntemi nesneyi bütün deneysel öğelerinden, niteliklerinden ayırmaya yarar Husserl bu işlemi "ayraç içine alma' diye niteler Burada nesnenin biçimi, ağırlığı, boyutları, türü, rengi, bütün görünen özellikleri bir yana atılır, "ayraç içine alınır" Bu yöntemle biri aşkın, öteki içkin olmak üzere iki türlü öz (Wesen/Essentia) elde edilir Aşkın özler nesneyi somut gerçekliğinden, "burada", "şurada" oluşuna bağlı niteliklerden ayırmakla sağlanır İçkin özler ise daha geniş, daha ileri aşamada bir indirgemeyi gerektirir Bu işlemde bütün sanat ürünleri, toplum kurumları, soyut varlıklar evreni, hukuk, din, ruhbilim verileri, görüşler gibi varlık türleri, görüngübilimin ilgi alanı dışında kalan ne varsa ayraç içine alınır, yok sayılır Bu aşamadan sonra, görüngübilimin ilgilendiği, kendine konu edindiği, "salt bilinç alanı" denen varlık katına ulaşılır Bu alan "bilinç varlığı" adı verilen temel varlıktır, bütün varlığın tabanım oluşturur Görüngübilim yönteminin ikinci öğesi olan düşünme (Reflexion) bu varlık alanını inceler Burada temel varlık olarak "salt ben" bulunur Bu alanın elde edilmesi için önce indirgeme işlemi uygulanır, sonra ikinci öğeye, düşünmeye geçilir Bu durum, görüngübilim yöntemini oluşturan, iki öğenin birbiriyle bağlantılı olduğunu, ikincinin, birincisini gerektirdiğini gösterir Bu gereklilik de "salt bilinç" ile "salt ben "i oluşturan varlık alanlarının birbirine yakınlığından kaynaklanır Husserl'de her zaman felsefeye yeni bir yön çizme eğilimi olduğu belirtilebilir, çünkü onun düşüncesine göre felsefe her tür sonradan inşa edilmiş kurgusal bağıntıdan ayrı olarak kendini özsel olarak temellendirmelidir Husserl Hegelcilik'in etkisini yitirdiği ve Yeni-Kantçılık'ın akademilerde etkili bir güç haline geldiği bir dönemde felsefeye yeni bir yön verme çabasında oldu Felsefe içerisinde tüm metafizik spekülasyonlardan ve bilimci önyargılardan sıyrılmayı arzu eden yepyeni bir başlangıç yapmaya ve bu hayli emek isteyen başlangıca uygun, pekin bir felsefe sistematiği oluşturmaya yöneldi ve fenomenoloji olarak bilinen felsefe hareketinin temellerini attı Göttingen Üniversitesi'inde verdiği beş dersi Türkçeye çevrilmiştir Bu metin "Mantık Araştırmaları" ile "İdeler" adlı eserleri arasındaki bir döneme aittir ve Husserl'in "transandantal" bir fenomenolojiye geçişini mümkün kılan anahtar kavram "indirgeme"nin(Reduktion) ilk belirdiği yazılardan biridir Her ne kadar başka filozoflarda da fenomenolojik kavrayışa ortak bir takım felsefi kaygılar görmekteysek de, özgün ve özgürleştirici bir felsefi hareket olarak fenomenoloji ilk kez Husserl tarafından, felsefeyi pekin bir inceleme yöntemi olarak kurmak amacıyla kullanıldı Husserl'ın fenomenolojisinde, çıkış noktası olarak hocası Franz Brentano'nun belirleyici bir rolü vardır Husserl, kendi fenomenolojik yöntemini dayandırdığı "yönelimsellik" fikrini Brentano'dan alır ve onu geliştirmek suretiyle hocasında mevcut olmayan özgün bir yönelimsellik anlayışı sunar Husserl'in amacı her şeyden önce, felsefeyi tabansız önyargılarından kurtarıp ayakları yere sağlam basan bir araştırma yapısına kavuşturmaktır Bu yaklaşıma uygun olarak, kendisinden önce aynı fikre sahip olan düşünürler gibi, o da belirli bir özgül yöntemle felsefenin bağımsız bir varlık alanına sahip olduğu fikrinden hareket etti Bu özgül varlık alanı elbette fenomenlerden oluşmaktaydı, ki bunlar bilinen anlamda "gerçek" nesnelerden oluşmamaktadır, yani sadece tikel deneyim ve ampirik duyu verisi ile bilinen şeyler değildir Felsefenin görevi, fenomenler dünyasına girmek ve orada şeylerin özsel yapısını görüp anlamaktır Fenomenolojik yöntem bu noktada devreye girer Buna göre belirli bir varlık yorumu ışığında fiziki ve "gerçek" bir biçimde tek-yanlı kavranan nesne ve özne parantez içine alınır, yeni ve köklü bir öznellik alanına geri dönülür, onun bağlılaşığı olarak da yeni bir nesnel kutup keşfedilirBakış açısında gerçekleşen bu değişiklik fenomenoloji için şeylerin özüne erişim izni veren bir metodolojik başlangıç işlevi görür Özetle, özgül bir felsefe disiplini olarak Fenomenoloji'nin kurucusu Husserl'dir, ve Heidegger, Merleau-Ponty ve Sartre gibi varoluşçu felsefecileri derinden etkilemiş olmanın yanı sıra, daha sonradan Foucault ve Jacques Derrida gibi yirminci yüzyılın ikinci yarısında etkilerini hissettiren felsefecilerin düşüncesinde de önemli bir rol oynayacaktır Edmund Husserl'in Varlık Anlayışı Varlık alanını biri "bilinç akışı", öteki "gerçeklik" diye ikiye ayıran Husserl, bunların veriliş biçiminin de başka olduğunu ileri sürer, içkin bir kavrayış gücünce algılanan, kavranan "bilinç varlığı"nın alanına girer Bu varlık alanının dışında kalan nesneler bilinç ilişkilerine katılmaz, onların ayrı bir konumu vardır Bu nedenle "nesne varlığı" aşkındır Bu aşkın varlık alanı ancak görünüş (Erscheinen) olarak kavranabilir Oysa bilinç akışı (Erleibnis) görünmez Husserl, varlık alanını içkin, aşkın diye ikiye ayırırken içkin algı, aşkın algı olgusundan yola çıkarak, kendi dizgesinin benimsediği yöntem gereği, varlığın bütünlüğünü korumaya çalışır Husseri' e göre varlık, başka bir açıdan bakılınca, salt ve göreli olmak üzere de ikiye ayrılır Salt varlık, kendi kendine olan, varlığı için başka bir varlığı gerektirmeyendir Bu varlığın "kendisinden başka bir dayanağı yoktur" Nitekim evren olmadan da bu varlık olabilir İşte salt bilinç bu türden bir varlıktır, kendi kendisiyle ve bütün nesnelerden önce vardır "Gerçek varlık" ise ancak bir nesneye anlam verme temeline dayanır Onun var olabilmesi için, ondan önce ve ona anlam verecek bir varlığın bulunması gerekir Bu anlam veren varlık da salt bilinçtir Bu özelliği nedeniyle salt bilinç, salt varlıktır, bütün varlık türlerinin temelidir Göreli varlık ise salt bilincin dışında kalan, anlam veren bir varlığı gerektiren, kendi kendisiyle var olamayan varlıktırEdmund Husserl'in Mantık Anlayışı Mantık sorunlarına Logische Untersuchungen Mani ("Mantık Araştırmaları") adlı temel yapıtında değinen Husserl, bu alanda, daha önceki düşünce dizgelerini eleştirmekle ise başlar Ona göre, özellikle 19 yüzyılda çok geniş bir alanı kapsayan Olguculuk ve Adcılık gibi akımların ileri sürdükleri görüşler mantıkla ilgili sorunların çözümüne elverişli değildir Mantık düzgüsel bir öğretinin tabanını oluşturmasına karşın, kendisi düzgüsel bir bilim değildir Mantık yasaları genel geçerlik taşıyan birer kural sayılamaz Mantık yasalarının varlık konusunda birtakım savları vardır, ancak bunların bir teki bile ödev alanında geçerli olamaz Özellikle çelişmezlik ilkesi, birbiriyle çelişen iki önermenin ileri sürülemeyeceğini değil, belli bir konuda iki çelişik durumun bulunamayacağı anlamını içerir Oysa mantık yasaları ideal ve önseldir (apriori), düşünceyle, yargıyla ilgileri yoktur Mantığın incelemesi gereken nesne yargının ideal düzende bulunan içeriğidir Bu özelliğinden dolayı mantığı ruhbilimle bağlantılı kılmak, onu ruhbilimin bir kolu saymak yanlıştır Husserl'e göre mantığın temelini oluşturan imlerden kurulu özel bir alanı vardır Bu alanı açıklamayı amaç edinen kuramla felsefeden kaynaklanan dilbilgisi arasında bağlantı vardır Bu bağlantı, bir yandan, matematikle de ilgilidir Husserl, geliştirdiği görüngübilim ile 20yy felsefesini derinliğine etkilemiş, özellikle Nicolai Harcmann'ın bu konuyu, varlıkbilim açısından ele almasına olanak sağlamıştır Mantık, ruhbilim, matematiksel mantık, bilgi kuramı, estetik ve ahlak alanlarında yeni görüş ve yorumların doğmasına yol açan görüngübilim son yıllarda yeniden gündeme getirilmiştir |
|