Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerTarikatlar/Kültler/Mezhepler Sia Hz Peygamber'in vefatindan sonra Imametin Hz Ali ve evlatlarina ait bir hak olup nass ve tayinle gerçeklesecegini iddia eden birbirlerinden farkli mezheplerin müsterek adi Sîa kelimesi Arapcada se-ye-a kökünden firka, bölük, taraftar, yardimci, bir kimseye uyan ve yardimci olan manalarina gelen bir kelimedir Kur'ân-i Kerîm'de degisik yerlerde geçen bu kelime (bk el-En'am, 6/65, 159; el-Hicr, 15/10; Meryem, 19/69; el-Kasas, 28/4, 15; er-Rûm, 30/32; Sebe, 34/54; el-Kamer,54/-51; es-Saffât, 37/83) Arapçada daha çok taraftar anlaminda kullanilmistir Genel olarak halife Osman b Affan'in öldürülmesinden sonra meydana gelen olaylarda Ali b Ebi Talib tarafini tutan, onunla birlikte düsmanlarina karsi savasan ve mücadele edenlere Ali b Ebi Talib'in taraftarlari (Satu Ali b Ebi Talib) denildigi görülmektedir (es-Sehristan, el-Milel ve'nNihal, I, 146) Sîa kelimesinin bu manada kullanilisi genel olarak Hz Hüseyin'in 10 Muharrem 61/10 Ekim 681 tarihinde Kerbelâ'da sehid edilisinden sonraya kadar devam etmistir Kerbelâ hadisesinden bir süre sonra Sîa kelimesi bir terim olarak Emevilere karsi Hz Hüseyin'in intikamini almak, Hz Ali ve soyunun haklarini aramak, onun nesline yardim etmek için bir araya gelenleri ve onlara taraftar olanlari ifâde etmeye baslamistir Sîa'nin ne zaman dogdugu konusu oldukça ihtilaflidir Sii kaynaklar, Hz Peygamber zamaninda, Ali b Ebî Talib'i diger sahabelerden üstün gören ve onu halifelige en layik sahabi olarak kabul eden Ebu Zer el-Gifarî, Selmân el-Farisî, Mikdad b el-Esved gibi ashabin ilk siîler oldugunu, bu bakimdan Sîa'nin Hz Peygamber devrinde dogdugunu belirtmektedir (bk En-Nevbaht, Firaku's-sîa, Necef 1368, 39-40) Fakat Hz Ali'yi üstün ve faziletli gören bu grup ile daha sonra mezhep olarak tesekkül etmis olan Sîa'nin Hz Peygamberin vefatini takiben, Hz Ali'nin mesru halife oldugu iddiasiyla dogan tamamen bir siyasi hareket olarak çiktigi iddiasi (bk Bernard Lewis, the Origins of Ismailism, Cambridge 1940, 23 ve Ahmed Emin, Fecrul-Islâm, Kahire 1964, 266 vd) yaninda Hz Osman'in öldürülmesinden sonra (bk J Wellhausen, el-Havâric ve's-Sa, Kahire 1968, 146) veya Hz Ali'nin halifeligi esnasinda özellikle Camel ve Siffin savaslarini takiben (bk Ibnü'n-Nedim, el-Fihrist, Beyrut 1954, 175) yahut Hz Ali'nin öldürülmesi ve cemaatin Muaviye b Ebi Süfyan'a beyat etmesi ile dogdugu (bk Taha Hüseyin, el-Fitnetu'l-Kübra, II, Kahire 1966, 175) ileri sürülür Bütün bu olaylar Sîa'nin ortaya çikis zamanini kesin olarak belirtmeseler de olaylarin hepsinin Sîa'nin gelismesinde müessir oldugu görülmektedir Sîa diger firkalar gibi, Islâm'da ana bünye diyebilecegimiz cemaatten ayrilarak, yine Islâm içinde ortaya çikan bir zümrelesme hareketidir Hz Ali'nin, Hz Peygamber tarafindan takdir edilen, yigitlik, kahramanlik, ilim ve takva gibi sahsî meziyetleri bize kadar intikal eden özellikleridir Onun bu özelliklerinden dolayi bazi sahabîler tarafindan begenilip takdir edilmesi ve üstün görülmesi manevi bir baglilik ve samimi bir dostluk ifade etmektedir Hz Peygamber'in ashabindan bazilarini takdir eden ifâdeler kullanmasi ve onlara iltifati düsünüldügünde sadece Hz Ali'nin özelliklerini takdir etmedigi de görülür Bütün bunlar dikkate alindigi takdirde Hz Ali devri de dahil Hulefâyi Rasidin devrinde, dostluk ve sevgi izhari ötesinde bir mezhebî gruplasma olmadigi anlasilir Bu açidan Sîa'nin Hz Peygamber devrinde tesekkülü mümkün görülmemektedir Sîa en erken, Hz Hüseyin'in sehâdetinden sonra siyasî bir egilim olarak kamuoyu olusturmaya baslamistir Özellikle 65/684 yillarinda ortaya çikan ve Hz Hüseyin'in intikamini almak üzere toplanan, onu davet ettikleri halde yardimsiz biraktiklari için izdirap duyan ve tevbe eden Kûfelilerin olusturdugu Tevvâbin hareketi, Sîa'nin bir terim haline gelisinin ve Islâm içinde bir kitlelesme hareketinin baslamasinin ilk belirtilerinden biri olarak kabul edilebilir Tevvâbin hareketinin Emeviler karsisinda basari kazanamamasi sonucunda, kurtulanlarla birlikte, Ehl-i Beyt'in intikamini almak için ortaya çikan Hz Ali'nin Havle binti'l-Hanefiyye'den dogan oglu Muhammed b el-Hanefiyye'nin imametini savunan, Islâm tarihinde Mehdilik, gaib imam, ric'at ve bedâ gibi görüslerle esasli yankilar uyandiran Muhtar b Ebi Ubeyd es-Sakaf (67/687) gibi kimseler de Hz Ali'nin neslinin adini kullanarak toplumun içinde itibar kazanmaya çalismislardir Keysaniyye veya Muhtariyye ismi ile ortaya çikan ve Muhammed b el-Hanefiye'nin imametinini savunan bu firka günümüze ulasmamistir Sia'nin bütün firkalarinda ilk ve ihtilafsiz Imam Hz Ali'dir Onun ölümünden sonra imamet görevi ogullari Hasan ve Hüseyin'e intikal etti Hüseyin b Ali'nin ölümünden sonra imamet oglu Ali b Hüseyin Zeynü'lAbidin'e geçti Emevilere karsi Muhammed b el-Hanefiyye'nin imametini savunanlar da, onun ölümünden sonra Ali b Hüseyin'e baglandilar Böylece imamet hemen tamimiyle Hz Ali'nin, Hz Hüseyin'den gelen evlâtlarina intikal etmis oldu Kerbelâ'da katliamdan kurtulan Ali b Hüseyin, Medine'ye intikal ettikten sonra siyasetten tamamen uzaklasarak ölümüne kadar (95/713) ilimle mesgul oldu ve çevresindeki insanlari yetistirmeye gayret etti Daha sonra imâmeti devam ettiren büyük oglu Muhammed el-Bâkir ölümüne kadar (114/733) babasinin prensiplerini izleyerek ilmî konularla mesgul oldu ve çevresindeki mensuplarini korumak için siyasetten uzak kalmaya çaba sarfetti Altinci Imam Ca'fer es-Sâdik gerçekten alim ve faziletli bir kisidir (bk Mustafa Öz, "Ca'fer es-Sadik", TDV Islâm Ansiklopedisi, VII, I, 3) Devrinde birçok kimse kendisinden istifâde etmistir Bu imamin devrinde, Islâm tarihinde, Hz Hüseyin'in sehadetinden sonra Emevilere karsi, Ehl-i Beyt adina ilk defa ayaklanan Zeyd b Zeynü'l-Abidin'dir Ali b Hüseyin Zeynü'l-Abidin'in küçük oglu, Muhammed el-Bâkir'in kardesi ve Ca'fer es-Sadik'in amcasi ve akrani olan Zeyd, Emevi halifelerinden Hisam b Abdulmelik'e karsi Kûfe'de isyan etti Kendisine bey'at eden onbesbin kisi ile Hisam'in Kûfe-Basra (Irakeyn) valisi Yusuf b Ömer es-Sakafi ile giristigi savasta (122/740) basarisizliga ugradi ve öldürüldü Zeyd'den sonra fikirlerini sürdüren oglu Yahya (ö 125/743) ile Zeydîyye firkasi ortaya çikmistir Zeyd b Zeynelâbidin'in ölümünden sonra Carudiyye, Süleymaniyye, Batriyye gibi çesitli firkalara ayrilan Zeydîyye mensuplari uzun süre daginik halde kalmislardir Abbasi halifelerinin siyasî otoritelerinin zayiflamasindan faydalanarak Yemen ve Taberistan'da ayaklanarak muhtelif devletler kurmuslardir Hazar denizinin güneyinde Taberistan'da kurulan zeydî devleti 305 (917) yilina kadar varligini sürdürmüstür Yemen Zeydîligi ise günümüze kadar varligini muhafaza edebilmistir VI/XII yüzyildan itibâren sinirlarini Tihâme'ye kadar genisleten Zeydler daha sonra Osmanli hakimiyetine girmislerdir Günümüzde Yemen'in resmî mezhebi Zeydîyedir Imâmet konusunda daha mutedil bir yol izleyen bu firka mensuplari büyük günah isleyenler hakkinda daha çok Haricilik ve Mutezile'nin tesiri altinda bulunduklari için bu tip kimselerin tam anlamiyla tevbe etmedikçe Cehennemde ebedi kalacaklari görüsündedirler Fikih konusunda genel olarak, Ehl-i Sünnet mezheplerinden Hanefilige yakin bir yol izlerler Isnaaseriyye'den * farkli olarak mut'a nikahini mesru olarak kabul etmezler (Konu ile ilgili genis bilgi için bk Zeydîyye Mad) Ca'fer es-Sadik'in imamet devresinde önceleri oglu Ismail'in kendisine halef olacagini kesin olarak belirtmisken daha sonra bazi sebeplerle onu halifelikten çekti Ismail babasinin sagliginda vefat etti 148 (765) yilinda, Ca'fer es-Sadik'in ölümü üzerine, Ismail'in taraftarlari onun adina oglu Muhammed b Ismail'e bey'at ettiler Böylece Sîa bünyesinde Ismailiyye adi ile anilan yeni bir firka ortaya çikmis oldu Asiri bir Siî mezhebi olan Ismailiyye kurulusundan itibaren bir buçuk asir süre ile gizli imamlar ve dâiler tarafindan idâre edildi Basra, Kûfe, Iran, Yemen, Bahreyn ve Kuzey Afrika'ya gönderilen dâiler, mezhebi yaymak için büyük çaba gösterdiler Ali b el-Fadl ve Ibn Havseb, Yemen'de Ebu Said el-Cennâbî ve oglu Ebu Tahir el-Cennâbî Bahreyn'de, Ebu Abdulah es-Siî ise Kuzey Afrika'da devlet kurmaya muvaffak oldular III/IX asrin sonuna dogru Suriye'nin Selemiyye sehrinden Kuzey Afrika'ya intikal ederek burada mehdiligini ilan eden Ismaili imami Ubeydullah 297 (909) yilinda Fatimîler Devletini kurmayi basardi Kisa zamanda Misir'i ele geçiren Fatimler, burada kurduklari müesseselerle yaklasik üç asir süreyle mezheplerini yaymaya çalistilar Fatimî halifelerinden el-Mustansir'in 487 (1094) yilinda ölümü ile birlikte Ismailiyye, Nizâriyye ve Müsta'liyye diye iki büyük kola ayrildi Dogu ve Bati Ismailiyyesi diyebilecegimiz bu iki koldan birincisi Iran'da Hasan Sabbah'in sahsinda büyük bir himayeci bulmus, özellikle Kazvin yakininda basta Alamut kalesi olmak üzere diger kalelerde yerlesen Nizarî fedaileri Islâm hükümdar ve devletleri için daima bir korku unsuru olmuslardir Ismailiyye'nin bu kolu 1254 yilinda Hülagu tarafindan, Suriye Nizârleri ise 1273 yilinda Sultan Baybars tarafindan ortadan kaldirilmistir Ismailiyye'nin Musta'liyye kolu ise kisa bir müddet Misir'da hâkimiyetini sürdürmüs, daha sonra birbirinden farkli kollara ayrilarak Yemen'e intikal etmistir Buradan Hindistan'a geçen Müsta'liler, günümüzde Davudler ve Süleymanîler olmak üzere iki kisma bölünmüslerdir Müsta'lî Ismailleri Hindistan'da Bohra adiyla anilmaktadirlar Hülagu'dan sonra daha çok Iran Azerbaycan'inda kalan Nizarî Ismailîler, tasavvufi bir görünüm altinda varliklarini sürdürmüslerdir 1718 yilinda öldürülen 45 Nizarî imami Halilullah Sah'tan sonra Iran Kaçar sarayinda Aga Han ünvani ile damat olan 46 Ismailî imami Hasan Ali Sah'tan itibaren Nizârî imamlari Aga Han ünvani ile anilmislardir Ali Sah ve Sultan Muhammed Sah'dan sonra günümüzdeki Nizârî Ismailîyyenin 49 imami olan Kerim Aga Han bu görüsü sürdürmektedir Tarih boyunca Batiniyye, Sebiyye, Talimiyye, Melâhide vb isimlerle anilan Ismâilîyye'nin Behvalar hariç günümüzde ilmî çalismalari, bir tefsir ve fikih sistemleri mevcut degildir Daha çok ticâretle ugrasan Ismailiyye mensuplarina göre dinin en önemli özelligi imâmettir Ibadetler konusunda diger Sîa firkalarindan oldukça farkli özellik gösterirler (Genis bilgi için bk Ismilyye mad) Ca'fer es-Sadik'tan sonra taraftarlarinin ekseriyeti oglu Musa el-Kâzim'a tabi oldular Harun er-Resid zamaninda isyan edebilecegi endisesiyle Medine'den Bagdad'a celbedilen Musa el-Kâzim uzun süre hapis hayati yasamistir Kendisinin 183 (799) yilinda ölümü üzerine imam olan Ali er-Riza, Abbasi halifelerinden el-Me'mun tarafindan Irak'a getirilerek veliahd tayin edilmis daha sonra 203 (818) yilinda zehirlenmek suretiyle öldürülmüstür Bundan sonraki imamlar sirasiyla Muhammed et-Takî (ö 220/835), Ali en-Nakî (ö 254/868), Hasan el-Askerî (ö 260/873) ve Muhammed el-Mehdi'dir el-Mehdiyyü'l-Muntazar, Hüccet, Sahibuzzaman lakaplariyla anilan Sâmarra'da bir mahzende kaybolduguna, yeniden dünyaya gelip dünyayi islâh edecegine inanilan bu imamla, imamlarin sayisi onikiye ulastigi için Sîa'nin bu firkasi Isnaaseriyye (onikiciler) diye anilir Ayrica imameti dinin en önemli rüknü saymalari hasebiyle Imamiyye, Imam Ca'fer es-Sadik'in fikhini uygulamalari sebebiyle de Caferiyye diye bilinirler Imamiyye bir firka olarak 260 (873) yilindan sonra teessüs etmistir Bu bakimdan Zeydiyye ve Ismiliyye'den daha geç olusmus bir firkadir 12 imamin 260 (873) - 328 (940) yilina kadar süren gaybet devresinde Ebu Amr Osman b Said, Ebu Cafer Muhammed, Hüseyin b Ruh ve Ali b Muhammed gibi sefirler araciligiyla imamla irtibat kuruldugu için bu devreye küçük gaybet devresi denilir 238 (940) yilinda son sefirin ölümü ile birlikte imamla irtibat kesildigi için günümüze kadar olan devre büyük gaybet devresi olarak adlandirilmaktadir Imamiyye Sîasi gaybet-i kübra yani büyük gaybetin baslamasindan itibaren Iran'in resmi mezhebi oldugu 10 (16) asra kadar Islâm dünyasinda güçlü bir varlik göstermemistir Ancak Safevilerin kurulmasiyla Imamiyye 907 (1501) 1149 (1736-37) yillari arasinda kendisini himaye eden bir devlete sahip olmustur Sah Ismail devrinden itibaren Iran'da camilerde ilk üç halifeye lânet edilmesi kararlastirilmis, ezana ilaveler yapilmistir Safevilerin Siîlik üzerine kurulu siyaseti ile Sünnilik üzerine kurulu Osmanli siyaseti arasindaki farklilik sebebiyle Osmanlilarla Iran ordusu arasinda 1514 yilinda cereyan eden Çaldiran savasinda Iran ordusunun maglup olmasi sonucunda Osmanli-Iran münasebetleri normal mecrasinda yürümemistir 12/18 yüzyildan 14/20 yüzyila kadar saglanan bir devlet destegi olmadan kendi seyri içinde gelisme kaydeden Imamiyye sîasinin temsilcileri olan ulema 1905-6 yillarindaki anayasa faaliyetlerinde önemli rol oynamislardir Kaçar hanedaninin 1925 yilinda yikilisindan sonra Iran'da idareyi ele geçiren Pehleviler devrinde ulema kismî nüfuz kaybina ugramistir Uzun bir hazirlik döneminden sonra Sîa yetullah Humeynî'nin çabalariyla 1979 yilindan itibaren Iran'da hakim kilinmis ve mezhebin prensipleri devletin yürütülmesinde esas olarak kabul edilmis bulunmaktadir Tevhid, nübüvvet, imamet, adl ve mead esaslarini usuluddin olarak kabul eden bu firka Zeydiyye'den sonraki mutedil bir sii firkasi olarak kabul edilir Kitap, sünnet, icma ve akli, ser'i deliller olarak kabul eden bu firka, ibâdet ve muameleler konusunda mut'a nikahi hariç Ehl-i Sünnet fikhi ile cüz'i ayriliklar göstermektedir Günümüzde Iran, Irak ve Pakistan'da bulunan bu mezhebin mensuplari Sîa'nin büyük ekseriyetini teskil etmektedirler (bk Ca'feriyye mad) Bu üç firkanin ötesinde kendilerini siî sayan ve fakat mutedil Sîa'nin kendileri ile ilgileri bulunmadigini belirttikleri gulat, galiye yahut asiri siî firkalar vardir Islâm mezhepler tarihi ile ilgili eserlerde belirtilen Sebeiyye, Beyâniyye, Mugiriyye, Harbiyye, Mansuriyye, Cenâhiyye, Nusayriyye, Hattabiyye ve Gurâbiyye gibi firkalar Hz Ali'yi ilâh yahut Allah'in ona hulûl ettigini iddia ettikleri için mutedil Sîa tarafindan Islâm ve Sîa disi asiri cereyan olarak degerlendirilmektedir Sîa firkalari arasinda müsterek nokta Imamet esasidir Düsüncelerine göre Cenab-i Hak Hz Peygamber'i Islâm dinini yaymak için göndermis, o da peygamberlik görevini yerine getirerek yirmi üç sene süreyle Allah'in dinin nesretmistir Hz Peygamber'in inanç ve amel yönünden yirmi üç sene zarfinda gerçeklestirdigi islah hareketinin O'nun ölümü ile ortadan kalkmasi Allah'in hikmetine uygun düsmez Bu sebeple Hz Peygamber'in faaliyetlerinin bosa gitmemesi ve devam etmesi için nübüvvetle es deger olan bir imamet müessesesi gereklidir Islâm dünya durdukça devam edecek bir ilahî din olduguna göre bütün zamanlar boyunca, Hz Peygamber adina dinî konulara çözüm getirecek ve Islâm ümmetini yönetecek bir imama zaruri olarak ihtiyaç vardir Bu imamin Hz Peygamber'in neslinden olmasi gereklidir Imamlarin ilki Ali b Ebi Talib'dir O, sadece Hz Peygamber'in yakini ve damadi oldugu için degil Allah'in emrinin geregi olarak imam tayin edilmistir Kendisinden sonra imâmet, -Keysaniyye hariç- Hz Fâtima'dan olan neslinden devam edecektir Hz Peygamber'e bu manada naib olan imamlar, onun ümmet üzerindeki velâyetini hâizdirler Imamlarin tayini hiç bir zaman ölümlü, ihtirasina ve menfaatine tutkun olan insanlar tarafindan degil, Allah, Peygamber ve bir önceki imam tarafindan gerçeklestirilir Imamlar Hz Peygamberin ilminin hamilleri ve onun gibi masum kimselerdir Aksi halde onlarin sözlerine itimad edilemez Sîa'nin imamet konusunda böyle düsüncesine ragmen aralarinda en çok ihtilaf edilen konunun yine imâmet oldugu söylenebilir Hemen her imamin ölümünden sonra o imâmin ogullari arasinda cereyan eden mücâdelelerde Imam olan kisinin güçlü ve itibarli olmasi sebebiyle mi yoksa Allah'in onu Imam tayin ettiginden dolayi mi Imam oldugu konusu daima tartisilabilir Yukarida Imamet konusu ile ilgili esaslar genellikle günümüzde en güçlü olan Imamiyye yahut Isnaaseriyye tarafindan benimsenen hususlardir Imamet konusunda en mutedil davranan Siî mezhebi Zeydiyye'dir Onlar yukarida belirtildigi gibi, imamin Hz Peygamber'in kizi Fatima neslinden gelmesini kabul etmekle birlikte masumiyetini ve ismen tayinini benimsememektedirler Imamin vasfen tayin edilmesi geregi üzerinde duran bu firkaya göre, Hz Fatima neslinden gelen cömert, âlim ve takva sahibi olmasi gereken imam, kendini izhar edip imamligini ilan etmelidir Takiyye veya mestur imam düsüncesi Zeydiyye'de mevcut degildir Ismail b Ca'fer es-Sâdik'i imam tanimakla Ismailiyye, naslarin bâtinî manasi bulundugunu iddia ettikleri için Batiniyye ve bilginin akil ve duyularla degil ancak masum imamin ögretmesiyle elde edilecegini iddia ettikleri için Ta'limiyye adini alan bu firka imamet konusunda gerek ilk devrede gerekse Fâtimîler devrinde farkli özellikler göstermistir Imami bilme ve ona baglanma dinin asli oldugu, dünya ve ahiret saadetine ancak bu sekilde ulasilacagi, genel olarak Ismailiyye'nin prensipleri arasinda bulunmaktadir Bu firka günümüzde imamet konusundaki müfrit düsüncelerini sürdürmektedir Imametin disinda takiyye, bedâ, rec'at gibi talî esaslar Sîa firkalarinin ekseriyeti tarafindan benimsenmektedir Günümüzde Islâm dünyasinin muhtelif yerlerinde Sîa mevcudu kesin bir istatistik bulunmamasina ragmen %7 - %9 arasinda tahmin edilmektedir |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerHARİCİLİK Havaric sözcüğü "haric"in çoğuludur; dışa çıkanlar, dışta kalanlar demektir Gerçek anlamı Sünnilik'le Şiilik'ten ayrılanlardır Bu mezhebin, ortaya çıkışı Sıffın Savaşı'nda görülür Sıffın Savaşı'nda Ali üstün durumdaydı, bunu istemeyenler olayı yatıştırmak, karşı yanı yenilgiden kurtarmak için barış yapılmasının daha uygun olduğunu ileri sürerek işin içinden sıyrılmaya çalıştılar Bu nedenle, durumu incelemek için birer yargıcı (hakem) seçtiler, Ali de bu görüşü benimsedi Üstün durumdayken, barış yaparak olayı yatıştırma yanlısı olmayanlar, Ali'nin bu eğilimine karşı çıktılar, onu gerçekçi olmamakla iki yanlı davranmakla suçlayarak karşıt bir tutum takındılar Ali'nin inancından kuşkuya düşerek, onu inan yenilemesi için baskı altına almaya kalktılar İstekleri yerine gelmeyince Ali'den, onun topluluğundan ayrıldılar İşte bu olay nedeniyle kendilerine "ayrılanlar" anlamında "Havariç" dendi Hariciler (Havarie) çöllerde yaşayan, konar-göçer bağımsız topluluklardı, İmamlık yüzünden savaş istemiyorlardı Bu nedenle, imamlık uğruna savaşan Ali ile Muaviye'ye karşı çıktılar, onları ağır bir dille yerdiler, kötülediler Bu mezhebe göre savaş gereksizdir, inanç, için kan dökmenin dine yararı yoktur İslam dinini savaşla yaymaya kalkışmak, imamlık sorununu bir savaş nedeni durumuna getirmek, islam inançlarının özüyle bağdaşmaz, bu yüzden savaş yanlış bir yoldur Böyle yanlış bir yola girdikten sonra, üstün durumdayken, karşı yanın isteğine uyarak uzlaşma yapmak, barış sağlamak ise inancın köksüzlüğünden, yüzeyselliğinden dolayıdır Havaric mezhebinin, özde bir, görünüşte ayrı kolları vardır Bu kolların hepsi de Ali'ye karşıdır, onun da, soyunun da İslam inançlarına yürekten bağlı olmadığı kanısındadır Bu kollar şunlardır ; 1- Acarade kolu Kendi içinde Etrafilik (Etrafiye), Hamzavilik (Hamzaviye), Hazmilik (Hazmiye), Hulefilik (Hıılefiye) , Malumilik (Malumiye), MechulilikMeymunilik (Meymuniye), Mukrimilik (Mukrimiye), SealibilikSealibe-i Mabe diye, Şibanilik (Şibaniye), Şeibilik (Şeibiye) gibi kolları vardır Kurucularının adlarıyla anılan bu kollara göre Ali' de, soyu da iyi insanlar değildir, yanlış yoldadır Bir doğru insan imam olabilir, imamlığın bir yada birkaç kişinin tekelinde bulunması İslam dininin özüyle bağdaşmaz İş karşılığı çıkar sağlamak (rüşvet) en aşağılayıcı davranıştır 2- Bikesilik kolu Bu kola göre inanç dille açıklanırsa yeter, başka neden aramanın gereği yoktur Çocuklar suç (küfr) ile inançta babaları gibidir 3- Esferilik (Esferiye), tapım (namaz, oruç) gereksizdir, dahası suçtur, dinden ayrılmadır 4- Ezrakilik (Ezrakiye) koluna göre Ali'yi öldüren iyi bir iş yapmıştır, inancın gereğini yerine getirmiştir İlk dört halife, kadınları, yandaşları kötü, çıkarcı, yalancı kimselerdir İman dille açıklanırsa yeter, birtakım tapım kurumlarını oluşturma gereği yoktur 5-İbazilik (ibaziye kolu) (Mehıliye), (Sealibiye), kendinden olmayanları dinsiz sayar, Ali yalancıdır, çıkarcıdır Bu kolun da Hafisilik (Hafisiye), Harsilik (Harsiye), Raiba, Yezidilik 6- Muhme koluna göre de Ali suçludur, yanlış yoldadır, yandaşları dinsizdir Bu kollar Kuzey Afrika dolaylarında, Irak'ta, Zengibar' da yaygındır Bu durum da, inançla yaşama biçimi arasındaki bağlantıyı gösterir (Yezidiye) gibi yan-kolları vardır |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerHz Ali döneminde ortaya çikan siyasî ve itikadî mezhep Mezhebe Hârici"lik adinin verIlmesi konusunda çok çesitli yorumlar yapilir Mezhepler tarihçilerince en çok kabul gören yoruma göre, mezhep üyeleri, ümmetin basindaki hak Imam olan Hz Ali'ye karsi çikarak itâattan ayrildiklari için Havâric (Hâriciler) olarak anIlmis, mezheblerine de Hâricilik adi verIlmistir Kendi ifadelerine göre ise, Allah yolunda huruc etmelerinden dolayi hâricîler adini almislardir Hâricîler baska adlar ve lâkablarla da anIlmis, taninmislardir Sözgelimi Hz Ali'nin ordusundan ayrildiklarinda Ilk toplandiklari yer olan Harûra'nin adina izafetle Harûrîler (Harûrîye); Allah'tan baska kimsenin hüküm verme yetkisine sahip olmadigi gerekçesiyle hakem olayina karsi çiktiklari için el-Muhakkime adiyla anIlmislardir Kendilerinin ençok hoslanarak kullandiklari isim ise Sürât'tir Satin alici anlamindaki Sârî'nin çogulu olan Sürât'i kendini Allah'a verenler, satanlar anlaminda kullaniyorlardi Hâricîler iman sorununa yanlis bir usulle yaklasarak bu konuda kimlerin kâfir oldugunu tartistilar Hakem olayinda hakemlik yapanlari ve taraflarini kafir ilan ettiler Cemel Vak'asi'na karIsanlari ve taraftarlarini lânetlediler Adâletsiz hükümdara karsi isyani bütün mü'minlere fari kabul ettiler Büyük günâhlar isleyen (mürtekîbü'l-kebâir) herkesi kâfir ilân ettiler (el-Bagdâdî, el-Fark beyne'l-Firâk, s 55) Hâricîler, Hz Ali ile Sam valisi Muâviye arasinda yapilan Siffin savasinda, sorunun çözümü için taraflarin birer hakem atamalari üzerine ortaya çiktilar Onlara göre Allah'tan baska kimsenin herhangi bir konuda hüküm verme yetkisi yoktur (lâ hukme illâ lillâh) Böyle bir yetkiyi kabul edenler kâfir olurlar Sorunu hakemler araciligi ile çözmeyi kabul ettigi için Hz Ali de kâfir olmustur Kâfir olduguna inandiklari Hz Ali'den ayrIlmanin farz oldugu düsüncesiyle Hâricîler, gizlice ordudan ayrilarak Harûra'da toplandilar Bu huruc (çIkis) hareketi ile Islâm tarihindeki Ilk siyasî parçalanma gerçeklesti Harûra'dan sonra Nehrevân'da üslenen bu grup, Islâm tarihinin en kati, en savasçil partisini olusturdu (Ahmet Emin, Duha'l-Islâm, III, 5) 0sin ilgin ç yani, Kur'ân'i mizraklarinin ucuna takarak Hz Ali ve ordusunu kitab'in hükmüne çagiranlar, bunu düpedüz yenilgiden kurtulmak amaciyla bir hile olarak yapmisladi ve Ilk basta buna aldanarak savasi durdurmasi ve Isteklerini kabul etmesi için Hz Ali'yi zorlayanlar, hattâ tehdit edenler, sonradan hurûc edenlerle ayni Insanlardi Savasi kendileri durdurmus, Hz Ali adina, onun hiç Istemedigi bir kisiyi hakem atamislar, sonra da bütün bunlardan dolayi Hz Ali ve ona uyanlari kâfir ilân ederek ayrIlmislardi Bu durum, en bagnaz düsmanlarinca bile teslim edilen dogruluk ve samimiyetleri konusunda süphe uyandirdiktan baska, hareketin kökeninde sadece inanç farkinin yatmadigini da düsündürmektedir Mezhepler tarihçileri, Hâricîlerin ortaya çIkisini ünlü hakem olayina baglamakla birlikte baska nedenlerin varligindan ve etkisinden de sözetmektedirler Bunlarin en önemlileri söyle özetlenebilir: 1 Hâricîlik hareketi, kurra diye bilinen son derece dindar ve bilgili bir kesimin öncülük ettigi bir düsünceyi temsil etmektedir Bu kesim siyas"i çalkantilardan ve toplumsal dengesizlikten rahatsiz olmakta, Islâm'in Ilk yillarindaki ideal toplumun özlemini duymaktadirlar Hâricîlik hareketi, bu idealist grubun özlemlerini gerçeklestirme girisimidir 2 Hâricîligin ortaya çikmasindaki önemli bir neden, merkezî yönetime karsi süregelen geleneksel direnis psikolojisidir Buna, câhiliye döneminin zihin yapisini karakterize eden bireysel bagimsizlik egiliminin de önemli bir etkisi oldugu eklenebilir 3 Hâricîlik hareketinde, çesitli Arap kabîleleri arasinda eskiden beri süregelen kavmiyet psikolojisi ile babadan ogula geçen savas ruhu da önemli ölçüde kendisini göstermektedir 4 Hâricîlerin ortaya çikmalarina yol açan nedenlerden biri de, bu kisilerin asiri Sii firkalardan olan Sebeiyye ile olan baglantilaridir Hz Osman'in sehid edIlmesiyle sonuçlanan isyan hareketleri sebeiyye tarafindan baslatIlmis ve yürütülmüstü Hâricîler ve önderleri de bu hareketler içinde yeralmislardi Hâricîler, Hz Osman'in sehîd edIlmesi sorumluluguna katiliyorlar, hattâ bununla övünüyorlardi Haremlerin bir anlasma saglamalari durumunda hiç süphesiz bundan en çok zarar görecekler Hâricîler olacaklardi bu riedenle Hz Ali'yi terkederek bu yoldaki muhtemel bir gelismenin etkilerinden kendilerini kurtarmak Istemislerdi Hz Ali'den ayrilarak önce Harûra'da, daha sonra Nehrevân'da toplanan ve Abdullah b Vehb er-Râsibî el-Ezdî'yi kendilerine halife seçen Hâricîler, kIsa zamanda tam bir terör havasi estirmeye basladilar Görüslerine katIlmayan, önderlerini halife olarak tanimayan, Ali ve Osman'i kâfir ilân edip lânetlemeyen her müslümani kâfir sayiyor, acimasizca öldürüyorlardi Baslangiçta sayilari on Iki bin kadardi Hz Ali'nin çesitli girisimleri sonucunda büyük bir bölümü isyandan vazgeçerek Ali saflarina katIlmis, geride yalniz dört bin kisi kalmisti Bunlarin bütün uyarilara ragmen eylemlerini sürdürmeleri, Hz Ali'nin ordusuyla üzerlerine gelmesine neden oldu Nehrevân'da, Hz Ali'nin ordusuyla Hâriciler arasinda yapilan savas, güçler arasindaki dengesizlik nedeniyle Hâricîler için tam bir felâketle sonuçlandi Bazi rivâyetler bu savastan ancak sekiz-on Hâricînin kurtulabildigini belirtir Bu büyük hezimetten sonra hayatta kalabilen Hâricîlerin her birinin baska bir yere kaçtiklari ve çok sayida hâricî kollar olusturduklari söylenir Nehrevân bozgunu Hâriciler üzerinde silinmez bir etki birakmis, onlar için Allah yolunda ölmenin, sehâdetin bir simgesi hâline gelmistir Bu olaydan sonra hâricileri yönlendiren en önemli duygu, intikam duygusu olmus ve bu, bir türlü tatmin edilememistir Hz Ali bir Hâricî tarafindan sehîd edIlmis; Hâricîler, Emevîler ve Abbasîler döneminde de sayisiz isyan hareketiyle varliklarini sürdürmüslerdir (Taberî, Tarih, VI, 29 vd) Hâricîlerin büyük çogunlugunu bedevî çöl Araplari olusturuyordu Yasama sartlari ve biçimleri, çogu yoksul olan bu Insanlari sertlige, siddete ve kabaliga sürüklemisti Taskin bir ruha, atilgan bir mizaca sahiptiler Islâm'a samimiyetle inanmislardi ancak ufuklari dar, düsünceleri yüzeyseldi Onlar için hareket her zaman bilgiden önce geliyordu Bu nedenle inançlarindaki samimiyet onlari bagnazliga, katiliga, hosgörüsüzlüge götürmüstü Kendilerini bilgi degil, bir din hâline getirdikleri slogan ve heyecanlari yönlendiriyor, muhâlif olma düsüncesi gerçege ulasmalarini engelliyordu Kur'ân'i çok okuyor, zâhir anlamina sariliyor, kendi anladiklarinin disinda baska bir anlam tanimiyorlardi Kendilerinin haklilik ve dogrulugundan öylesine emindiler ki, her an ölmeye, kendilerini fedâ etmeye hazirdilar Hiçbir önemli neden olmadan tehlikelere atIlmaktan sakinmiyorlardi Kendileri gibi düsünmeyen bütün Insanlari kâfir sayiyor, öldürülmeleri gerektigine inaniyor ve bu yolda son derece acimasiz davraniyorlardi Baslangiçta tek bir slogan (lâ hukme illâ lillâh) etrafinda toplanan Hâricîler, Nehrevân olayindan sonra çesitli kisileri önder taniyarak kollara ayrildilar ve kendilerine özgü kimi inanç ve düsünce Ilkeleri belirlediler Bu kollar arasinda, ayni kökten geldiklerinden süpheye düsürecek kadar derin görüs ayriliklari görülür Muhâlif tavirlari ve savasçiliklari bir yana, düsünce ve inanç açisindan paylastiklari görüsler son derece azdir Mezhepler tarihçilerinden Ka'bî ve Sehristânî'ye göre bütün Hâricîler yalnizca su üç noktada görüs birligi içindedirler 1 Hz Ali ve Hz Osman'i, hakemler Amr b el-Âs ve Ebû Musa el-Es'arî'yi, Cemel savasina katilan Hz Âise, Talha ve Zûbeyir'i hakemlerin hükmüne razi olan herkesi kâfir kabul etmek 2 Büyük günâh isleyen kimseyi cehennemde ebedî olarak kalacak kâfirlerden saymak 3 Zâlim devlet baskanina karsi isyani farz kabul etmek Bunlara göre ayrica devtet baskaninin Kureys'ten olmasi gerekli degildir Hür seçimle isbasina gelmesi sartiyla herkes Imam olabilir Hattâ zulme saptiginda görevden alinmasi daha kolay olacagi için Imam'in Kureys'ten olmamasi daha iyidir Seçimle basa geçirilen kisi dogru yoldan saparsa görevden alinmasi, hattâ öldürülmesi farz olur Es'arî ve Bagdâdî'ye göre hâricîler yukarida siralanan maddelerden yalnizca birinci ile üçüricüde sözbirligi içindedirler 0sferâyînî ve Razi'ye göre ise, yalniz birinci ve Ikinci maddede ittifak edebIlmektedirler Bu bilginlere göre Hâricîler yalniz büyük günâh isleyenleri degil, küçük günâh isleyenleri, hattâ bir hata yapanlari bile kâfir saymaktadirlar Muhakkime-i Ulâ da denilen Ilk Hâricîlerden sonra Hâricîlik çok sayida kola ayrildi Bunlar içinde en önemlileri, kendilerinden de birçok kollara aynlan Ezânka, Necâdât, Sufriyye, Acâride, Ibâdiyye ve Sebibiye'dir Ezârika, Ebû Râsid Nâfi b el-Ezrâk'i Imam taniyan Hâricîlerin olusturdugu koldur el-Ezrâk, taraftarlariyla birlikte 64/683 yilinda Basra'da isyan etti, Ehvâz'da Basra valisinin kuvvetleriyle savasirken öldürüldü (ö 65/684) Ezârika'nin görûsleri söyle özetlenebilir: Hz Ali, Hz Osman, Hz Âise, Hz Talha, Hz Zübeyir, Hz Abdullah b Abbâs ve bunlarla birlikte hareket edenlerin tümü kâfirdir ve cehenemde ebedî kalacaklardir Savaslarda kendilerine katIlmayarak bir kenarda oturmayi seçenler de kâfirdir Hem bunlar, hem de kadin ve çocuklarinin öldürülmesi mübahtir Zinâ suçunun cezasi kirbaçtir, recm uygulamak yanlistir Müsriklerin çocuklari da babalari ile birlikte cehennemde ebedî olarak kalacaklardir Takiyye hiçbir sekilde câiz degildir Büyük günâh isleyen kimse Islâm'dan çikmistir Imam'in emrine itâat, emri Ister hakli, Ister haksiz olsun, farzdir Imamin emrine karsi gelen kâfir olur ve öldürülmesi gerekir Necedât, Necde b Âmir el-Hanefiyye'yi Imam taniyan Hâricîlik koludur Necde, Yemâme'de isyan etti Yemen, Hadramût ve Taif'i istilâ etti Kendisi ve taraftarlari Haccac tarafindan öldürüldü (ö 69/688) Necedât'a göre din Iki bölümdür Birincisi, Allah'i, Peygamber'i, müslümanlarin (yani kendilerinin) kanlarinin haram oldugunu ve Allah katindan gelen seylerin tümünü bIlmektir Bunlari bIlmek farzdir, bIlmemek özür sayIlmaz Ikincisi ise bu sayilanlarin disinda kalan hususlardir Insanlar, haram ve helâl olan hususlarda kendilerine delil gösterilene kadar bilgisizliklerinden dolayi mazurdurlar Kendileriyle anlasma yapilan kisilerin kan ve mallari helâldir Küçük, zararsiz bir yalan söyleyip bu yalaninda israr eden kisi müsriktir Buna karsilik zinâ eden, içki içen, hirsizlik yapan fakat bu hareketinde israr etmeyen kimse müsrik degildir Can korkusu varsa takiyye câizdir Insanlarin basinda bir Imam'in bulunmasi sart degildir Sufriyye Ziyâd b el-Asfar'a uyanlarin olusturduklari koldur Buna Ziya'diyye de denir Sufriyye'ye göre kendileriyle birlikte isyan ettikleri halde savasa katIlmayanlar, inançlari kendilerininkine uyuyorsa, tekfir edIlmez Zinâ eden recmedilir Müsriklerin çocuklari cehennemlik degildir Takiyye, amelde degil, ancak sözde câizdir Zinâ, içki ve Iftira gibi dünyada cezayi gerektiren fiilleri isleyenlere kâfir ya da müsrik denilemez Fakat bu dünyada cezasi olmayan namazi terk gibi büyük günâhlari isleyenler kâfirdir Birisi seytana uymak, digeri putlara tapinmak olmak üzere Iki çesit sirk vardir Küfür de, birisi nimeti inkâr, digeri Allah'i inkâr olmak üzere Iki çesittir Berâet de Ikiye ayrilir; birisi, sünnet olan, haddi gerektiren fiilleri isleyenlerden uzaklasmak; digeri de farz olan ve Allah'i inkâr edenlerden uzaklasmak Acâride, Abdulkerim b Acred'e uyanlarin olusturdugu Hâricîlik koludur Kurucusu hakkinda hemen hiçbir sey bilinmeyen bu kolun baslica görüsleri sunlardir: Yûsuf sûresi Kur'ân'dan degil, yalnizca bir kissadir Böyle bir ask kissasinin Kur'ân'da yer almasi câiz degildir Büyük günâh isleyenler dinden çikmislardir Savasa katIlmayanlar, ayni inanci paylasiyorlarsa düsman sayIlmazlar Acâride kolu, kendi içinde Hazimiyye, Su'aybiyye, Halfiyye, Ma'lûmiyye, Mechuliyye, Saltiyye, Hamziyye ve Sa'lebiyye olmak üzere sekiz kola ayrildi Sa'lebiyye'den de Ma'bediyye, Ahnesiyye, Seybaniyye, Rûseydiyye, Mukremiyye adlariyla anilan kollar sürdü Ibâdiye, Abdullah b Ibâd tarafindan kurulan Haricilik koludur Günümüze kadar varligini sürdüren tek Hâricîlik kolu budur Haliç ülkelerinden Umman sultanligi ve Zengibar'da resmî mezheb durumundadir Bu kola göre kendi görüslerini paylasmayanlar kâfirdir Ama bunlarla evlilik iliskisi kurulabilir, miraslari helâldir Bu kimselerle savasildigi zaman ele geçirilen ganimetler helâl, kalanlari haramdir Muhâliflerin sâhitligi câizdir Büyük günâh isleyenler mü'min degildirler Müsriklerin çocuklarini ne olacagim yalniz Allah bilir 0ntikam amaciyla iskence câizdir Nifak çikaran kimse müsrik degildir Ibâdiyye'nin Hafsiyye, Harisiyye ve Beyhesiyye adlariyla anilan üç kolu vardir (bk E Ruhi Figlali, Ibadiyenin Dogusu ve Görüsleri, s 53) Sebibiyye, Sebib b Yezid es-Seybâni'ye uyanlarin olusturdugu koldur Abdulmelik b Mervan zamaninda huruç eden Sebib, Haccac ve Abdulmelik tarafindan üzerine gönderilen yirmi ayri askerî birligi bozguna ugratti Sonunda Kûfe'yi basti Mescide giderek orada bulunanlari öldürdü Ancak sabahleyin toplanan Haccac'in askerlerince kaçmak zorunda birakildi Sebib, Duceyl (Küçük Dicle) irmagi üzerindeki asma köprüden geçerken, Haccac'in askerlerinin köprüden iplerini kesmesi üzerine irmaga düserek boguldu Sebib, kisisel Isteklerinin yerine getirIlmemesi üzerine isyan ettigi için düsünce ve inançlari konusunda bilgi yoktur Fakat kendisinin ve taraftarlarinin Hâricîligin genel inançlarini benimsedigi bilinmektedir Hâricîler "Allah'in vahyettigi ile hükmetleyenler kâfirdirler" (el-Mâide, 5/47) âyetini "Lâ hukme illâ lillâh" (Allah'tan baska kimse hükmedici degildir) seklinde formüle ediyorlardi Akîdelerini de mâsum mü'minleri kiliçlariyla katlederek tatbike geçtiler ve öldürülünceye kadar öldürmeye doymadilar (el-Malatî et-Tenbîh, Nesr Izzet el-Attar el-Hüseynî, s 51) Hâricîler Allah'in sifatlarinda tesbihe karsidirlar Kur'ân'in mahluk oldugunu, çünkü yalnizca Allah'in Kadîm oldugunu ifade ederler 0mâmet hakkinda Imamlarin Kureys'ten olmasina karsidirlar Son derece sert ve acimasiz bir adâlet görüsüne sahiptirler Emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'lmünker Ilkesini siddet yoluyla müslümanlara tatbik etmislerdir Hâricîler bu görüsleriyle Mu'tezile'ye tesir etmislerdir Bazi görüslerinde Kur'ân ve Sünnet'e dayandiklarindan ehl-i sünnet'e uygun görüsleri de vardir Ancak ehl-i sünnet'le temel de ters düstükleri meseleler de vardir Allah'in hem dünyada hem âhirette görülemeyecegi, haktan ayrilan Imami azletmek için isyan etme, ehl-i kibleyi tekfir, Islâm'in imandan oldugu, Kur'ân'in yaratIlmis olmasi, Hz Peygamber'in günahkârlara sefâatini red, büyük günâh isleyenin ebedî cehennemde kalacagi gibi görüsleriyle ehl-i sünnet'e karsi çikmislardir |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerİSMAİLİLİK Kurucusu, genellikle "imam" diye anılan İsmail 'in Halife Ali'nin torunlarından olduğu 8 inci yüzyılda yaşadığı söylenir Kimi kaynaklara göre İsmail, Oniki İmamdan Cafer Sadık'ın en büyük oğludur İsmail şaraba düşkün olduğundan yerine Musa Kazım getirilmek istenmiş se de, buna karşı çıkılmıştır İsmail'in kurduğu İsmaillik siyasal bir topluluktur, kaynağı imamlık (yönetim) sorunudur, eski, çoktanrıcı inançlardan esinlenmiş, İslam inançlarına aykırı bir içerik kazanmıştır Bu kuruluşun ilkelerini düzenleyen Abdullah bin Meymun 'dur, mezhebin genel ilkeleri şunlardır: * İmamlık İsmail'den, sıra ile soyuna geçer, başkasının yönetimi eline alması yasaya, inanca aykırıdır * İmamlar yanılmazdı, yaptıkları da, söyledikleri doğrudur, tartışılmaz İmamın sözlerinden kuşkulanmak, onları tartışmak kurala aykırıdır * İmamın tüm sözü Kur'andır, buyruğu tanrı buyruğudur * İmam, yeryüzünde, tanrı'nın elçisidir, onun yerine geçen (tanrının yerine) yüce varlıktır (/ıalifetııllah) İmam, tanrı ışığının yoğunlaştığı ulu bir varlıktır * İmama bağlanmak dindir, zamanın özüdür, mezhebin çekirdeğidir Tasavvufla Şiilik'i birbirine karıp karıştıran İsmaililik, İslam ülkelerinde "gizli imamlık " adı verilen inancı geliştirmiştir, Bu inanca göre imam nesnelleşmiş, insan biçimine girmiş tanrı'dır, ona karşı çıkmak doğrudan doğruya tanrı'yı tanımamaktır, tanrıya karşı çıkmaktır İsmaililik'te işini, özellikle kuruluş la ilgili olanları, gizli tutmak ilk koşuldur Yedi sayısı kutsaldır, evrende, peygamberlerde yedi aşamayı gösterir Adem, Şit, Nuh, İbrahim, İsmail, Muhammed, Ali bu dizinin temelidir Gökler yedi kattır, yerler yedi kattır, gezegenler yedidir Bütün bunlar "yedi" sayısının önemini, taşıdığı gizli anlamı gösterir İsmaillilik'e göre Muhammed son peygamber değildir, ondan sonra da peygamber gelmiştir; ancak "ben peygamberim" diye ortaya çıkmamıştır Namaz, oruç, hac, zekat, kelime-i şahadet (tann'mn birliğine inanma) gibi beş koşul geçersizdir İsmaililik yanlıları, Peygamber'in kızı Fatıma'nın soyundan geldiklerini ileri sürerek, Mısır' da Fatimiler Devleti'ni kurdular Kimi kaynaklar, Fatimi Devletini kuranların İranlı olduklarını, İsmaililik'in ikinci kurucusu sayılan Abdullah'ın soyundan geldiklerini bildirir İsmaililik'te kurtuluşa girmek için gizli tutulan, belli aşamalar vardır Birinci aşama, kuruluşa girmek için istekli olanın uyarılması, kendisine giriş yolunun öğretilmesi; ikinci 'si İslam dininin geçersizliği, Muhammed'in son peygamber olmadığı, üçüncüsü ağzını tutmak, kuruluşun gizemlerini kimseye söylememek, dördüncüsü istekliye yedi imamdan sonra yedi peygamberin bulunduğunu (yukarda adı geçen/er), beşincisi de olayların önemli olmadığını öğretmektirBu arada Kur'an okutulup öğretilir Altıncı aşama İslam dininin koşullarının gereksizliği, yedinci aşamada İsmaililik'i özü anlatılır, bütün peygamberi ortaya çıkaranın Ali olduğu söylenirdi Bu mezhepte, çağrıcı (dai) denen görevliler vardır, bunlar; Anadolu, İran, Hindistan, Türkistan gibi birbirinden uzak ülkelere yayılmış, kuruluşun genişlemesine çalışmışlardır Bunların en ünlüleri, Eba Hatım, Ahmed Nefesi, Ebu Yakub Siczi, Ahmed bin Keyyal bg kimselerdir İsmaililik, daha sonra Hasan Sabbah'ın kurduğu Batinilik'le Karamita adlı topluluğu etkilemiştir İsmailik'in Meymuilik (Meymuiye), Muhammedilik (Muhammediye), Tahrimilik Ağa Han ' dı, onun ölümünden sonra yerine sırayla oğulları geçmiştir Günümüzde Ağa Han'ın anısına verilen başta Mimarlık olmak üzere birçok dalda ödül verilmektedir (Tahrimiye) gibi kolları vardır |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerSianin müfrit ve bâtinî bir kolu Imamiyyenin Hz Ali neslinden altina imami Cafer a-Sadik (148/765)'in ölümünden sonra büyük oglu Ismail'in adina ortaya çikan bir firka Ismailliye siasi yedinci imam olarak Cafer es-Sâdik'in büyük oglu Ismail'in oldugu görüsündedirler Imâmîyye'ye göre kesin olarak açikliga kavusturulamamis bazi sebepler nedeniyle Ismail'de bulunan görev küçük kardesi Musa'ya intikal etmistir Bu haksizligin Ismail taraftarlarinca ve özellikle Ismail'in arkadasi Ebu'l-Hattab (138/755) tarafindan "Ismailiyye" adi altinda bir firka tesekkül ettirilmistir Zamanla kuvvet kazanan Ismailiyye firkasi prensip ve görüsleriyle, ihtilâlci teskilat temellerini yine Ebu'l-Hattab'in olusturdugu görülür Bu firka taraftarlari Ismail'in ölümüyle oglu Muhammed ve Ebu'l-Hattab'dan sonra Meymun el-Kaddâh ve yerine oglu Abdullah (261/784)'in geçmesiyle kisa sürede yayilma imkâni buldu Bunlar ayni zamanda Islâm öncesi eski Ortadogu, Iran ve Hind dinleri ile yeni Eflâtuncu felsefeden derledikleri inanislari ile Bâtinî inanisi denilen bir akîdenin mimarlari olmuslardir Irak'ta ortaya çikisindan sonra iki buçuk asir gibi uzun bir süre gizli olarak yürütülen firka faaliyetleri, bu zaman zarfinda dâî (tebligci) ler araciligiyla Kûfe, Basra, Iran, Yemen, Bahreyn, Kuzey Afrika gibi yerlerde kurulari teskilat merkezleri araciligiyla yayilma imkani buldu Hatta belli bir müddet Bahreyn'de iktidari ele geçiren dâiler, Karmatiler* adiyla fazla yasamayan bir devlet kurmayi basarmislardir Bir ara Suriye ve Mezopotamya civarlarinda çikardiklari isyanlardan istedikleri sonucu alamadilar (289-294/901-906) Dâîler tarafindan bu tür faaliyetler arasinda nüfuz kazanmak amaciyla ortaya attiklari "dünyanin kurtulusu ve sulhu için Mehdinin gelecegi" görüsü özellikle iktisaden zayif ve baski altinda bulunan, Abbâsî yönetiminden hosnut olmayanlarca benimsenmistir Bu zaman zarfinda Ismâilîlik mevcut iktidara karsi sosyal ve dini bir güç olarak ortaya çikti Özellikle Yemen'den Kuzey Afrika'ya gönderilen tebligciler (dâi) kendi görüs ve düsüncelerini orada öylesine basariyla anlattilar ki, "gizli imam" saklandigi yerden çikarak halkin beklentisini geciktirmedi Kendine "Mehdi" ünvani vererek halife ilan eden "Mehdi" sayesinde Ismailîler 297/909 yilinda Kuzey Afrika'da Fatumî devletini kurdular Mehdinin halîfeligi hilâfetinin de baslangici olmustur Devletin Kuzey Afrika'daki kurulus döneminden sonra doguya dogru genisleme siyaseti güderek 363/973 yilinda Kahire'ye sahip olan dördüncü Fâtimî halifesi el-Muiz yeryüzünün tek halifesi oldugunu iddia etme yoluna gitmistir Fâtimî hilâfeti en parlak döneminde Misir, Suriye, Hicaz, Yemen, Kuzey Afrika ve Sicilya gibi topraklari elinde tutuyordu Ismailiyye firkasi fikrî merkez olarak meshur el-Ezher Medresesi ve Camiini kullaniyor ve burada yetisen dâîler Islâm dünyasinin dört bir yanina tebligci olarak gönderiliyordu Söz konusu medresede ögrenim görmüs Fatimî müelliflerinden bazilari sunlardir: Kadi Numan (363/974); Hamidü'd-Din el-Kirmânî 408/1017-1018); el-Sirazî (470/1077) vs Misir Fâtimîlerinin hizla yayilmasi Selâhaddin Eyyübî'nin 567/1171 tarihinde yaptigi Misir seferinde onlari yenmesiyle yavaslamistir Özellikle Ismailiyye firkasinin el-Mustansir'in (424-487/1036-1094) uzun halîfeligi döneminden sonra Nizarî ve Musta'lî diye iki kola ayrilmasiyla daha da güç kaybettigi görülür Ismaililer arasindaki bu çekismeler ordu kumandanlarini Misir Fâtimî devletinde Ismailiyye aleyhtarligina götürmüs ve kisa zamanda halîfelik askerî sinifin elinde bir oyuncak halini almistir el-Mu'iz zamaninda ise tamamen askerî bir hüviyete bürünmüs ve dini hüviyetini kaybetmis yerel bir Misir hanedanligi biçimine dönüsmüstür Bu tür bir degisiklik firka taraftarlari arasinda hosnutsuzluga yol açmis ve bunun sonucunda yönetime karsi isyanlar görülmeye baslamistir Bu isyanlarin en büyügü Ömer Hayyam'in Nisabur'dan ögrencilik arkadasi olan aslen Iranli Hasan Sabbah tarafindan gerçeklestirilmistir el-Mustansir'in ölümüyle Nizâr'a bey'at eden Hasan Sabbah ihtilalci fikirleriyle islâm dünyasinda Bâtiniye akîdesinin yayicisi olmustur Diger taraftan Nizar'a bey'at etmeyenler ise Yemen'de azinlik olarak kalmislar ve Nizarîlerin aksine Müsta'liligi sessiz bir sekilde yasamaya çalismislardir Bugün dahi Hindistan'da Bohora (Bohra) adiyla taninmaktadirlar Musta'lilerde kendi aralarinda Dâvûdî ve Süleymânî olarak bölünmüslerdir Davûdîlerin merkezi Hindistan, Süleymanîlerin ise Yemen'dir Bohra (Musta'li) lar Bombay, Baroda ve Haydarabat'da teskilatlanmis 1931'de nüfus olarak ikiyüz onüçbin civarinda oldugu tesbit edilmistir Hindistan'da yasayan Barodalar kendi içlerinde yasamayi tercih ederek Hindlilerle iliskileri çok sinirlidir Bu durumda onlarin güçlerini yitirmelerini engellemekte ve daima bölünmemis bir güç olma özelligini korumalarini saglamaktadir Diger yandan Yemen'de bulunan Süleymanî Musta'lilerin ise 1930 yilinda 25-30 bin civarinda bir nüfusa sahip olduklari görülmektedir Hasan Sabbah Nizarî Ismâîlîlerin basina geçerek 483/1090 yilinda Selçuklu hükümdari Meliksah'a karsi ayaklanmis, Kazvin'de Alamut kalesini ele geçirerek Bâtinî Ismailiye devletini kurmustur Kaynaklara göre Hasan Sabbah Selçuklular arasinda Siilik propagandasi yapmaya baslamis ve halki kendi etrafinda toplamaya çalismistir Kendine bagli bulunan adamlarini uyusturucu vererek fedâiler yetistirme yoluna gitmis ve bunlara Hashasîler de denmistir Meliksah'in ciddi bir tehlike olarak gördügü bu durum karsisinda Alamut kalesini kusatan Kizilsari! adli komutan Hasan Sabbah'i ele geçiremeden Meliksah'in ölümünden sonra geri dönmüstü Bu durum Ismailiyye devletinin 654/1256 yilinda Mogollar tarafindan ortadan kaldirilincaya kadar bir devlet olarak varligini sürdürmesini saglamistir Ismâîliyye devletini kurarak merkezî bir güce sahip olan bu firka taraftarlari XII yüzyilda faaliyetlerini Suriye üzerinde yogunlastirarak 1070-1079 yillarinda ele geçirdikleri bu topraklar üzerinde açtiklari medreselerle Ismaililigin yayicisi olmaya devam etmislerdir Hasan Sabbah'in etrafa saldigi korku Komutani Hülâgü'nun Alamut kalesini zaptiyla (1256) ve son Alamut hakimi Rukneddin Hürsah'in teslimiyle nispeten hafiflemis ancak firka olarak Iran, Suriye ve Orta Asya'da varliklarini koruyabilmislerdir XIV asirda Nizari imamlar arasinda görülen bölünme Suriye ve Iran Ismailileri ile aralarindaki iliskiyi koparmistir 1233/1840'da l Agahan Hasan Ali Sah'la Hindistan'da yeni bir devreye giren Nizari Ismaililigi lll Agahan olan Sultan Muhammed Sah Ali zamaninda (1202-1374/1885-1957) büyük gelisme gösterdi Bugün IV Agahan olan Kerim Sah Ali'nin idaresinde (1374/1957 imamete gelisi) Nizarî Ismâîlîleri yalniz Hindistan'da degil, Avrupa, Asya, Afrika'da 22 ülkede 20 milyon civarindadirlar Bunlar Suriye, Iran ve Afganistan'da çiftçilik; Hindistan, Pakistan ve Dogu Afrika'da ticaret ve sanayii ile ugrasmaktadirlar (bk Bernard Lewis, Ismaililer, IA, Ethem Ruhi Figlali, Çagimizda Itikadî Islâm Mezhepleri, Ankara 1986, s 130 vd; Fazlu'r Rahman, Islâm, çev Mehmet Dag-Mehmet Aydin, Ankara 1981, s 220 vd; Irfan Abdülhamid, Islâm'da itikadî Mezhepler ve Akaid Esaslari, çev M Saim Yeprem, Istanbul 1981, s 46 vd; Suphi es-Sâlih, Islâm Mezhepleri ve Müesseseleri, çev Ibrahim Sarmis, Istanbul 1981, s 80 vd) Fikhin ibadet ve muamelelere ait hükümlerinde Isnâ aseriyye'den pek farklilik göstermeyen Ismaililer, Hacca giderken, Kerbelâyi ziyaret ederler Ismaililer, bâtini inançlara sahiptirler Fakat, Batiniligi Ismailiyyenin bir kolu olarak kabul etmek yanlistir Ismaililerden Karmat yani, Hamdan b Karmat b Es'as'a tâbi olanlara Karâmita (Karmatîler) adi verilir Bunlar hakikati yalniz imamin bildigini ve ancak onun bildirmesi (ta'lim) ile gerçege ulasilabilecegini söyledikleri için Ta'limiye adiyla da anilmislardir Ayni sekilde, te'vili kabul ettikleri için Müevvile de denmistir Ismailiyye mezhebinin bes esas kaidesi vardir: a- Imamlik: Sadece Ismail ve onun çocuklarina geçer, baska birisi bu makama sahip olamaz b- Imam, yeryüzünde Allah'in halîfesidir Bu halife Allah'in nurunu özünde toplamistir Bu sebeble Allah'in imamda zuhûr ettigine inanmak din ve imana ait bir deger tasir c- Imamlik makaminda bulunan kisinin her sözü ilâhî bir emir niteligine sahiptir d- Imamlarin yaptigi her sey haktir Onlar yanilmazlar, suç islemezler, bu bakimdan, masumdurlar e- Din ve iman bu mezhebe inanmakla mümkün olur Dine baglanmak imam'a tâbi olmayi kesinlikle gerekli kilar Ismailiyye mezhebine göre imamlik gizlidir Onun için gerçek imamin kim oldugunu bilmek kolay degildir Gizli kalan imamlik, Hz Muhammed'in peygamber olusundan sonra ortaya çikti Insanlik tarihi boyunca gizli kalan, insanlara görünmeyen Hz Muhammed'in peygamberligiyle ortaya çikan gerçek imam Hz Ali'dir Imamlik Hz Ali'den sonra onun nesline geçti Cafer-i Sadik'in büyük oglu saklandi, gözlere görünmez oldu Imamlar ondan sonra yeniden ortaya çikti ve göründü (Ismail Hakki Izmirli, Yeni Ilmi Kelam, Istanbul 1339, I, 161) Ismailîlerde "yedi imam" inanci degismez bir akidedir Bu da onlara göre yedi sayisinin mübarek olusundan kaynaklanir Yedi gezegen, yedi kat sema, birer mübarek olus belirtisidir Bütün sirlari yedinci imam bilir ve bu sirlara bâtini mana adi verilir Ismailiyye mezhebinin sonraki dönemlerde en çok dikkat çeken temsilcisi, efsanevî bir sahsiyete sahip olan Hasan Sabbah'tir |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerAlevilik Aleviligin dogusu, Islamiyet'in ilk dönemlerinde dek uzanir Islam dininin peygamberi Hz Muhammed'in hayatta iken en yakini Hz Ali idi Ali, Hz Muhammed'in amcasinin oglu ve ilk Müslümanlardandi Islamiyet'in yayilmasi ugruna sinirsiz yararliliklari olmus, ayrica Hz Muhammed, biricik kizi Fatma'yi da Ali ile evlendirmisti Hz Muhammed, ölümünden sonra yerine varis olarak Ali'yi düsündügünü, degisik yer ve zamanlarda sagliginda belirtmistir Fakat vefatindan sonra olay, Hz Muhammed'in düsündügü gibi gelismemistir Hz Muhammed'in cenazesi henüz kaldirilip kendine karsi son görev yapilmadan, Ali ve aile fertleri cenazenin defin isleri ile ugrasirken, yerine kimin halife olacagi kavgasi baslamistir Ömer, kitleyi baski altina alarak cenazenin defnedilmesini bile beklemeden, bir oldu bitti ile Ebubekir'i halife ilan etmis ve elde kilic önüne geleni de biata zorlamisti Iste bu haksiz halife secimi, Islam icindeki ilk büyük ayriliga neden oldu Ali'yi tutanlara,daha sonra tarih kitaplari Ali yanlisi, Ali taraftari anlaminda Alevi dedi Gelisen diger tarihsel olaylara bu haksizlik düzelecegi yerde, iliskiler daha da gerginlesti Yeni haksizliklara da beslenerek büyüdü Ebubekir'in halifeligi, Ömer'in halifeligi izledi Onu da Osman'in halifeligi takip etti Halifelik sirasi Ali'ye geldiginde ise tarihte "Hak Olayi" olarak bilinen bir hileli secim yöntemi ile hilafet, Muaviye'ye verildi Bundan sonra Islam tarihi, Emeviler ve Abbasiler Ali yanlilari arasinda gelisen bir dizi kanli olaya sahne oldu Ali, sadece halifeligi kaybetmedi Arkasindan hayatini da kaybetti Onu biricik cocuklari Hasan ve Hüseyin'in insanlik disi yöntemlerle katledilmeleri izledi Tarihe "Kerbela Olayi" olarak gecen soykirimla Hz Muhammed'in Ali ve Fatma'dan olan tüm soyu yok edilmeye calisildi Iste Islamiyet, yeni kitalara ve yeni uluslara yayilirken Islam icindeki bu ayriliklar da yayildi Türkistan, Mezopotamya ve Anadolu, Emeviler döneminde Islamiyet'le tanisti Islamiyet icindeki Ali yanlisi akim, Misir'da Fatimi Müslümanligini, Iran'da Sii Müslümanligini, Afganistan ve Pakistan'da Ismailiye Müslümanligini olustururken, bu akim Anadolu'da da Müslümanligin Anadolululasmasi olan Aleviligi olusturdu Haci Bektas Veli ise bu özgün olusumun sercesmesi kabul edilir Özgürlükcü-Demokratik-Sosyalist cizgi Alevilik göcebe kabilelere, siradan köylülere, askerlere (yeniceriler) ve yüksek dereceli, özgür ruhlu entelektüellere dayanan, tarihsel temeli nedeniyle sinifli toplumlara, sömürücülüge ve baskici rejimlere karsi olan bir akimdir Ama bu ögretilerin genis dagilimi Rum Selcuklular döneminde yapildi Cünkü o dönem, siyasal ve sosyal kararsizlik dönemiydi Alevilik-Bektasilik daha Rum-Selcuklular döneminde üc ana ögretisi ve Ali düsüncesi ile gizlenmeye baslamis, Osmanli döneminde bu giderek artmistir Alevilik-Bektasiligin temel ögretileri Sünniler icin fazlasiyla sapik düsüncelerdi; fakat bu fikirler ilk Islamiyet döneminden, peygamberin Mekke ve Medine dönemlerinde kaynaklandigi icin pek bir sey yapilammiyordu Ayrica Alevilik-Bektasilik, saldirilardan korunmak icin bazi "gizlenme" taktikleri de gelistirmistir Sifre ve Gerceklik olarak Hz Ali'ye inanma Bu inanc, Alevilik-Bektasiligin dördüncü ana ögretisidir "Sifre ve Gerceklik" bicimindeki tanimlamanin ikinci kelimesi Haci Bektas'tan (1248-1327), Anadolu Aleviliginin ideolojik sekillerinden gelmektedir Alevi inancina göre Haci Bektas, kendi döneminin kamil insani, ikinci Hz Ali'dir (ruh gücü teorisi) 1517'den sonra Osmanlilar Selcuklu döneminin bu insancil, cesur, entelektüel ideolojisinin isini kesin olarak bitirmeye yöneldiler Osmanli-Sünni'lik bir problem ile karsi karsiya geldi: Bektasi Yeniceriler Bu kesim, Alevilik-Bektasiligin bütünüyle ortadan kaldirilmasinin önündeki en büyük engeldi Aleviligi imhaya yönelik bu siyasi faktörün yanisira, toplumsal planda etkili olan bir faktör daha vardi: Savasci bir gelenege sahip olan göcebeligin 19 yüzyilda yavas yavas cözülmeye baslamasi Böylece Alevilik ikinci askeri dayanagini da kaybediyordu Bir baska faktör de, Osmanli Imparatorlugu'nun yeni döneminde (1517'den sonra) Alevilerin, Sünniler ve Hiristiyanlara göre kücük bir azinlik olarak kalmalariydi (alevilik, günümüz Türkiye Cumhuriyeti'nde ise yüzde 30 ile bir toplumsal kesim olusturmaktadir) Aleviligin merkezinde insana verilen büyük önemin bulunmasi, insannin Tanri'dan da önemli olmasi ve buna bagli olarak bir Sosyalist cizginin ortaya konulmasi Alevileri, özellikle de Alevi gencligini, modern, "ilerici" ideolojilere acik hale getirmistir Alevilikte südür ögretisinin, kamil insan teorisinin ve özgürlükcü-demokratik-sosyalist cizginin cikis yeri olan ve bire yin inanc özgürlügünü öngören bir ara ögreti daha vardir Buna göre her insan, bu arada kötüler ve tanrisizlar da Tanri'nin bir manifestosudur: Her seyden önce bunlar Tanri'nin basarisiz deneyleridir Herkes Tanri ve doga bilincine kendi varmalidir Tanri fikrini kabul etmeyen hic kimse cezalandirilmaz Buna kara vermek Tanrinin isidir cünkü Buna karsilik Iran'in "Islam" devrimi, tanrisizligin cezalandirilmasi gerektigi hatta bunun bir zorunluluk oldugu tezine getirdi Anadolu Aleviliginde,Insan baskalarina zarar vermemek ve onlarin haklarini cignememek kosuluyla istedigi gibi davranabilir, istedigi gibi yiyip icebilir Bunun yani sira hickimse kendi yasam tarzini bir baskasina zorla kabul ettiremez Insanlar, birlikte yasadiklari insanlara kendi yasam tarzlarini gelistirme hakki tanimalidir Kadin ve erkek icin kesin görev taniklari yokturKadin ve erkek arasinda ayrim yapilamaz, bir digerini üstün görülemez Insan kütürel ve ruhsal yasantisinda kesinlikle özgürdür Bu görüsü ile Alevilik, bireye belirli ve degismez bir düsünce modeli, kurallarina uymayanlari bu dünyada ve öbür dünyada cezalandiracagini vurgulayan bir toplum modeli dayatan dini görüslerden farklidir Alevilik, bunun gibi, cekirdeginde sosyalist ideoji olsa da herkes icin tek bir toplumsal yasam öneren, kültürel ve ruhsal yasamda "proleterce" davranmayi bekleyen modelleri de reddeder Alevilik kimseden proleter-püriten bir yasam tarzini benimsemesini istemez Aleviligin sosyalizmi kültürel ve ruhsal yasamla degil, ekonommi ile ilgilidir Kültürel ve ruhsal yasam konusunda önerdigi sey kesin bir cesitliktir Felsefi olarak Alevilik-Bektasilik bir idealizm-materyalizim bilesimidir Idealisttir, cünkü dogayi ve evreni Tanri'nin görülebilir bir sureti olarak aciklamaktadir Materyalisttir, cünkü insanlarin yükselisini, insanlarin gelismesini cevreye dayandirmaktadir Daha önce de gördügümüz gibi cevher potansiyel olarak, bir tanri müdahalesine ihtiyac duymaksizin mineral, bitkisel, hayvansal ve insansal, ruhsal sekiller gelistirme gücünü icinde barindirmaktadir |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerAleviler ve Alevilik: Aleviler özelikle Türkiye ve az miktarda komşu ülkelerde yaşayan inançsal bir topluluktur Yaklaşık 20 milyonluk bir nüfusla, Türk, Kürt, Zaza ve diğer halklardan oluşan Aleviler Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturmaktadır Danimarkada yasayan Türkiyeli göçmenlerin de yaklaşık 1/3 Alevidir Aleviler, inanç, yaşam şekli ve kültürleriyle, Türkiye nüfusunun diğer kesiminden önemli oranda farklıdırlar Alevilik Nedir? Alevilik inanç, kültür ve toplumsal yaşamı kapsayan, 3 boyutlu bir öğreti, birçok inancın kaynaşmasından oluşan kendine özgü bir inançtır Aleviler öğreti ve inançlarını Hak-Muhammed-Ali, Hünkar Bektaş Veli kamili insanlık yolu, kısaca YOL olarak tanımlarlar Alevi-Bektaşi inancın temel ilke ve ikrarnamasi: Eline Diline Beline (EDEBe) sahip olmaktır Alevilikte tanrı inancı; Aleviler insan ve doğanın uzaydaki tüm varlıkların birliğine, (Vahdeti-Mevcut = varlığın birliği) aynı kaynaktan oluştuğu düşüncesine ve tanrının (Allahın) bunların toplamı olduğuna ve tanrının, alemde en mükemmel varlık olan insanın özünde olduğuna inanırlar Alevi öğretisinden bazı deyimler: Her ne arar isen kendinde ara - Benim Kabem insandır - Okunacak en büyük kitap insandır - İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır - Bilim bizim yolumuzdur Sevgi bizim dinimizidir, başka dine inanmayız - Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma - Enel-Hak (gerçek, tanrı benim)Bu deyimlerden de anlaşılacağı üzere, Alevi öğretisinde (inancında) insan, bilim ve sevginin çok önemli bir yeri vardır Aleviliğin kültürel boyutu: Müzik, dans (semah) deyiş/şiir ve her türlü sanatı kapsar Alevilerde özelikle deyiş ve semah duygu ve düşünceleri yaymak dile getirmek için bir araç olarak kullanılır, aynı zamanda bir tür ibadettir Aleviliğin Danimarkalılarında bildiği dansende -dervisher (dans eden dervişler) ve sufizmle (tasarrufla da) yakın ilişkisi vardır Aleviliğin toplumsal boyutu: Alevi toplumunda, zor yoktur, her şey, gönüllülük (rıza) üzerine kurulmuştur Alevilerin toplumsal ütopyası, özlediği toplumsal düzen: Yarin yanağından gayri her şeyin paylaşıldığı, insanları ezmeden ezilmeden mutlu yaşadığıbir tür sosyalist bir düzendir Alevi öğretisi Doğada olduğu gibi, her şeyin değiştiği ilkesinden hareket eder Kurallar, sınırlar ve yasaklar topluluk tarafından konulur ve kaldırılabilir Alevi toplumunda 72 millete bir bakılır, toplumda herkes (ırk, milliyet, cinsiyet (kadın-erkek), eşit, aynı hak ve sorumluluklara sahip olmalıdır Aleviler tüm dinlerin temel/öz buyruklarına saygı duyarlar Irkçılığın, milliyetçiliğin, fanatikliğin Alevi dünya görüşünde (felsefesinde) yeri yoktur Aleviliğin tarihi M sonra 800-1100 yıllarında Orta Asyada göçebe halinde yasayan Türkler Ortadoğu ve Anadoluya gelirken bavullarında kendi inançları (Şamanizm) dışında Budizm ve diğer inançlardan da bir şeyler getirmişlerdir Anadoluda bu inançlar, eski İran, Kürt inançları (Zerdüşt vs) Ve ayrıca, Yahudililik, Hıristiyanlık, İslam ve eski Yunan doğa felsefesinden unsurlarla karışmış ve daha sonraları (Batınilik, Kızılbaşlık, Bektaşilik) ve sonuçta Alevilik olarak ortaya çıkmıştır Alevilik: Anadoluda yasayan çeşitli halk ve kültürlerden oluşmuş ve o tarihte var olan hakim din ve toplumsal düzene karşı bir muhalefet hareketi olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir ALEVİ kelimesi: Alevi kelimesinin çeşitli sembolik anlamları vardır: Felsefî anlamda alevi kelimesi; her şeyin alevi öz kaynağı, nur kutsal yaratıcı güce bağlanır Doğada her şeyi hareket ettiren enerji ve canlılarda yasam gücü olarak kabul edilen aşk/sevgiye bağlanır Diğer inançsal ve toplumsal yönüyle de; İslam peygamberi Muhammedin amca oğlu ve damadı Hz Aliye bağlanırİslamın o zaman ki Arap toplumunda ki hakim güçlere karşı bir devrim olarak ortaya çıkmasında büyük emeği geçen fakat, İslam dini iktidar olduktan sonra ailece, (Eehli-Beyt olarak) haksizlik ve zulme maruz kalıp katledilen Hz Ali ve yandaşlarına sevgi ve düşüncesine bağlılığı simgeler Alevilik ve İslam Aleviler bütün dinlerin olduğu gibi, İslamında temel/öz buyruğuna inanır/saygı duyarlar, fakat oruç, namaz, haç vb gibi ibadet ve birçok yüzeysel kural ve Kuran yorumlarına uymazlar Ayrıca Aleviliğin temel inanç ve ibadet kurumu olan CEM ve cemde olan hiç bir uygulama bilinen islam kuralları içinde yoktur Alevilik öğretisi (4 Kapı - 40 Makam): 1200 yıllarında yaşamış ve Alevilerce Pir kabul edilen “Hünkar Bektaş Veli” tarafından kurulmuştur HBVnin öğretisi, 4 kapı-40 Makam üzerine kurulmuştur Sırayla Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat, olarak isimlendirilen 4 Kapı, yine sırayla; Yasa - yol - eylem - Hakikat anlamındadır Ve Hünkar Veli, bu 4 kapıyı, uzayda bulunan ve her zaman hareket hainde olan 4 ana maddeye hava, ateş (enerji) su, toprağa ve bunları da CANa bağlamaktadır Buna 5 unsur denir Hünkar Bektaş ismi de bu beş unsur (beş-taş) tan gelir Burada hareket ettirici güç ateş/enerjidir Her şeyin bir yüzü, bin özü vardır önemli olan bu özleri bilmek öğrenmektir 40 Makam: İlk makamı iman (inanmaktır): HBV: İnanmak akıl, mantık, bilim üzeredir, akla mantığa sığana kalbinden sahip çık ve İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır diyor Kırkıncı son makam ise: Kamili-insan, Enel-Hak olmak (Kendini tanrı yerine koyabilecek, bilgi ve olgunluğa ulaşma) makamıdır Kısaca insan, bilim ve sevgi yolundan 4 kapı-40 makamdan geçerek (tanrıya) tanrısal bir olgunluğa ulaşabilir Aleviler tarih boyu ezilmişler: Aleviler tarih boyu, hakim güçlerin baskı sömürü sistemlerine karşı (inançsal, kültürel ve politik) yönden muhalefet olmuşlardır Aleviler inançları yüzünden, yüzyıllarca iktidarlar, cahil kitleler ve fanatik dinciler tarafından baskı altında tutulmuş, katliamlara maruz kalmıştır Buna karşı Aleviler örneğin Osmanlılar döneminde 200"ün üzerinde halk ayaklanmasına öncülük etmiştir Alevilere ve aydın lâik insanlara yönelik bu iktidar destekli, fanatik-dinci saldırıların en son örneklerinden biri 2 Temmuz 1993"te Sivasta olmuştur Pir Sultanı anma şenlikleri altında yapılan etkinliklere katılan 33 aydın, sanatçı ve semahçı genç, güvenlik güçlerinin göz yumması nedeniyle, cahil fanatik kitlelerce kaldıkları Madımak Otelinde, yakılarak katledilmiştir Yüzlerce yaralı arasında, uluslararası alanda tanınmış, yazar Aziz Nesilde vardı Alevilikte Semah ve Cem; Semah Alevilerin geleneksel dansıdır, bir çeşit ibadet biçimidir Semah kelimesi; gökyüzü/uzay ve müzik ve sözle öğrenme anlamına gelir Ayrıca evrende ki her şeyin hareket ettiğini, bir dönüşümden geçtiğini sembolize eder Semahta insan duygusal bir dünyada uzayı/alemi dolanıp, aradığını yine kendinde bulması sergilenir Semah normal olarak Alevilerin CEM dedikleri özel toplantılarında dönülür Alevilikte CEM: CEM birlik demektir Burada ki birlik hem insanin kendini bilmesi, toplumsal dayanışma, alemdeki varlıkların birliğini kapsar Cem, derneklerde yapılan genel kurullara benzetilebilir Cemde tüm üyeler kendilerini görgüye/ toplum içinde sorguya (dara) çektirirler Bu yönüyle Cem, bir tür halk mahkemesidir Alevilerin kişisel sabit, belirli, yer ve zamanda yapılan ibadet şekilleri yoktur Önemli olan her an (ibadetli) iyi insan olmaya çalışmaktır Aleviliğin en önemli kurumlarının ve ibadetlerinin basında Cem gelir ve topluluk istediği zaman, uygun herhangi bir yerde yapılabilir Cem in kaynağı İslam öncesi eski Türk ve Iran inanç ve kültürlerinin İslam la birleştirildiği KIRKLAR MECLİSİ (CEMi) inancına dayanır 19 Kadın, 21 erkeğin ve Hz Alinin de olduğu bu Ceme/meclise, Hz Muhammed Peygamber olarak değil, Hadümül-fukara, fakirlerin hizmetçisi olarak girebilmiştir Hizmet Alevilikte en önemli unsurlardan biridir, yola hizmet için girilir, halka hizmet, hakka hizmet olarak kabul edilir Bir kaç çeşit Cem vardır Fakat hepsinin gündeminde, 12 hizmet vardır 12 hizmetin; sosyal, kültürel, politik, ahlâksal, pratik ve inançsal anlamları vardır Cemde kadın erkek, yaşlı, çocuk eşit sayılır, herkes birbirine CAN veya bacı kardeş diye hitap eder Cemde 12 hizmetten birisi de semahtır Alevilikte Semah ve sembolik anlamları: * Semah normalde Cemde dönülür (dönmek hiçbir şeyin durmadığını ölmediğini hareket edip değiştiğini sembolize der * Semah, Cem dışında ayrıca; toplumsal içeriği olan toplantılarda ve tanıtmak amacı için dönülebilir Başka yerlerde düğün, eğlencelerde vs kurallarına uyulamayacağı için, semah dönülmesi uygun görülmez * Yüzün üzerinde semah çeşidi vardır, hepsi için geçerli olan, ağır tempoyla baslar, hızlanır ve yavaşlayarak durur Duyguların/ruhun uçuş ve geri dönüsünü sembolize eder * Cemde ve Semah dönülürken normalde çırağ/mum yakılır Bu ışık, bütün alemi hareket ettiren/yaratan ilâhî NUR olarak kabul edilir Ayrıca alevi/enerjiyi, bilim ve sevgiyi-aşkı sembolize eder * Semahta kadın ve erkek şarttır, bununda birlik, eşitlik, yaradılış, sevgi, karşıtların birliği gibi çok derin anlamları vardır * Semah yalın ayak dönülür, duygular dünyasında uçulsa da gerçeğe, doğaya/toprağa bağlılığı sembolize eder (Oku; benim sadık yârim kara topraktır AVeysel) * Semah günlük, fakat temiz elbiseyle dönülebilir, bazı semahlar dışında (üryan semahı) özel elbise gerekmez Genelde bele, kendini kontrol etmeyi (Eline Diline Beline sahip olmayı) ve sevdiğine (yola) bağlılığı sembolize eden bir kuşak (kemerbest) bağlanır * Bazı semahlarda avuçlar yer ve gökyüzüne döndürülür, yerle gök arasında (1 kapı hava ve 4 kapı toprak / tanrı ve insan) arasında bağ kurulur * Gözler genellikle el/avuç içine bakar, bu da aynada kendini (insanda tanrıyı) görmeyi, sembolize eder (Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme Nazar eyledim özüme Ali göründü gözüme) * Semahta kalbe, (döşe) götürülen eller, Alevilerin bir tür selamıdır İçten ve kalpten sevgi ve yola bağlılığı sembolize eder * Bazı semahlarda eller dairenin dışından içine uzatılır Bu Haktan, hakkıyla, helâl alıp, halkla yarin yanağından gayrisini paylaşmayı sembolize eder * Bazı semahlardaki figürlerde doğadaki canlı varlıkların (hayvanların, bitkilerin) özeliklerini, emek, sevgi, birlik vbg çeşitli konuları sembolize eder |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerOn Iki Imam Düvaz Imam, Düvazde Imam da denir Hazreti Ali'yle sonradan onun soyundan gelen On Bir Imam, On Iki Imam adini alir Alevi edebiyatinda bu On iki Imamdan söz eden bir tür dogmustur Bu konuda nefeslere << Düvaz Imam >> denir Din ve devlet baskanligi yani Imamlik, Alevilikle siki sikiya ilgilidir Birinci Imam'dan sonuncu Imam Mehdi'ye gelinceye dek üc yüz elli yila yakin bir zaman gecmistir Bu Imamlik isinden dolayi bircok tarihsel olaylar olmus, bircok kavgalar cikmis, yeni tarikatlar ya da mezhepler dogmustur Büyük ayriliklara yol acmistir Cok kisa olarak onlarin yasantisini vermeye calisacagim Birinci Imam Hazreti Ali, daha önce yukarida verildigi icin Imam Hasan'dan baslayacagim Imam Hasan: Hz Ali den sonra gelen Ikinci Imamdir Hazreti Ali'nin büyük ogludur Hicretin ikinci ya da ücüncü yilinda dogdu (625) Hazreti Muhammed adini << Hasan >> koymustur Künyesi << ebu Muhammed >> olup lakaplari << Taki >>, << Zeki >> ve <> dir << Hasan'ül – Mücteba >> da denir Anasi, Hazreti Muhammed'in kizi Fatima Hatun'dur Halk arasinda Fatma ya da Fatma Ana diye anilir ve cok sevilir Imam Hasan, her bakimdan üstün bir kisiydi Hz Ali'nin ölümünden sonra Imam olmus, halk da kendisine uymustu O sirada Sam Valisi'yken devlet baskanligini türlü oyunlarla elde etmis olan Muaviye'ye mektuplar yazarak yola getirmeye calismissa da, basaramamisti Adamlarinin hiyaneti yüzünden Halifeligi ona birakmak zorunda kaldi Medine'de hic bir seye karismadan yasadigi sirada Muaviye tarafindan karisina zehirlettirildi Ölümü: 669 Imam Hüseyin: Ücüncü Imamdir Dogumu: 626 Babasi Hazreti Ali, anasi Fatma'dir Adini Hazreti Muhammed koymustur Künyesi << ebuAbdullah >>, lakaplari << el-Sehit >>, << el-Sibt >>,<< Zeki >> ve << Mübarek >> tir Bes erkek, üc kiz cocugu olmustur Bunlardan tarihe ve edebiyata gecen << Zeynel' Abidin >> ile << Zeynep >> tir Hazreti Hüseyin, Kerbela'da sehit edilmistir ( Kerbela ya bakiniz ) Türbesi Kerbela'dadir Ölümü 680 tarihindedir Hasan ile Hüseyin, Hazreti Muhammed'in cok sevdigi iki torunudur Imam Zeynel' Abidin: Dördüncü Imamdir Hazreti Hüseyin'in ogludur Anasi Sehribanu'dur Dogumu: 659 Künyeleri << ebu Muhammed >>, << Ebul Hasan >> Ünlü lakabi << Zeynel' Abidin >> dir Cok bilgili, cok iyi huylu, sabiirli ve üstün bir insandi Kendisine kötülük edenlere bile iyilik ederdi Zeynel' Abidin, Kerbela faciasinda bulunmus, hastaligi yüzünden, babasi Hüseyin savasa girmesine izin vermemisti Kerbela'dan Küfe'ye, oradan da Sam'a götürüldü Zencire vurulmus olarak Yezid'in önüne cikarildi Serbest birakildi, Medineye döndü Ölünceye dek orada kaldi Ölümü 719 Imam Bakir: Besinci Imam olup babasi Zeynel' Abidin'dir Medine'de, 677 tarihinde dogmustur Künyesi << ebu Cafer >> dir En yaygin lakabi << Baki >> dir Ölümü: 733 Büyk bir bilgin ve cok cömert bir insandi Imam Cafer Sadik: Altinci Imam olup babasi Imam Bakir'dir Dogumu: 699 Künyesi << ebu Abdullah >>; en yaygin lakabi << Sadik >>'tir Cok bilgili ve iyi ahlakliydi Onun zamaninda Emevi Devleti yikildi, yerine, Bagdat'ta Abbasogullari Devleti kuruldu Cafer Sadik, hic bir siyasal olaya karismadi 765'te Medine'de öldü Bektasi ve Alevilerin tarikat kurallarini ögreten ve adina << Buyruk >> denilen bir kitablari vardir ki, Cafer Sadik'a mal edilir Kendisi mezhep kurmadigi halde, ölümünden sonra taraftarlari, onun sözlerine ve eserlerine dayanarak Caferi Mezhebini kurdular Anadolu Bektasi ve Alevileri mezhep olarak Caferi'dir Imam Musa Kazim: Yedinci Imamdir Imam Cafer'in ogludur 745'te dogdu Yaygin olan künyesi << Ebul Hasan >> dir Ünlü lakabi << Kazim >> dir Abbasi hükümdari Mehdi, Musa Kazim'i Bagdad'a getirtti, zindana attirdi Bir süre sonra Medine'ye gönderdi Harun kümümdar olunca kendisini Bagdad'a getirterek sehit etti ( 799 ) Imam Riza: Sekizinci Imamdir Babasi Imam Musa Kazim'dir Dogumu: 770'tir Künyesi << Ebul Hasan >>; ünlü lakabi << Riza >> dir Medine'de dogdu Abbasogullarindan Memun tarafindan zehirlendi Mezari Horasan'da Tus kenti yakinlarinda bir köydedir Cok bilgili ve tedbirliydi Imam Muhammed Taki: Dokuzuncu Imamdir Medine'de dogdu ( 811 ) Imam Riza'nin ogludur Künyesi << ebu Cafer >> ve << Taki >> dir 835'te Bagdat'ta öldü Zehirlendigi söylenir Dedesi Musa Kazim'in yanina gömüldü Imam Naki: Onuncu Imamdir 829'da Medine'de dogdu Künyesi > Ebu Hasan >>, lakabi << Askeri >> dir: << Ali'ül Hadi >>, << Naki >>, << Hadi >> de denir Semira'da ( Bagdat ) öldü ( 868 ) Orada yatmaktadir Abbasoglu Mutemed tarafindan sehit edildigine inanilir Imam Hasan el - Askeri: On birinci Imamdir 846'da dogdu Babasi onuncu imam Naki'dir Anasi Susen Hatun'dur Künyesi << ebu Muhammed >>, lakabi << Askeri >> dir << Hadi >> ve << Samit >> de denir 874'de Samira'da öldü Babasinin yanina gömülmüstür Imam Mehdi: On ikinci ve sonuncu Imamdir Babasi Imam Askeri, anasi Nercis Hatun'dur Künyesi << Ebul Kasim Muhammed el - Mehdi >>, lakaplari << Mehdi >> ve << Sahib Zaman >> dir Babasinin ölümünden sonra halktan gizlenmisti Bu ilk gizlenise Gaybet-i Sugra ( kücük gizlenis) denir Bu gizlenis sirasinda ümmetine elcilik yapan ebu Hasan Ali ölünce, Gaybet-I Kübra ( büyük gizlenis ) baslamistir Mehdi'nin ne oldugu, son gizlenisten sonra anlasilamadi Muhammed Peygamberin bir gün ortaya cikacagini haber verdigi Mehdi'nin, bu Imam olduguna inanilir Sikisik zamanlarda isleri yoluna koyacak diye gelmesi beklenir Nefeslerde Mehdi'ye cok yer verilir Cok zaman << Sahib Zaman >> diye anilir Bunun kimi zaman Iran Sahlari olacagi ya da baska birisi görünüsünde gelecegi inanci vardir |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerSemah Nedir? Semahlar Tasavvuf ehlinin, müzik aletleri de çalınarak söylenen neşidelere uyup vecde gel melerine, raks etmelerine, dönmelerine denir İslam Ansiklopedisine göre ise; aslında “sem” kökünden, “sam” veya “sim” gibi bir mastar olup, “işitmek, duymak, dinlemek, işitilen söz, iyi şöhret ve iyi anılma, şarkı dinleme” ve nihayet, “yarı dini mahiyette çalgılı ve şarkılı ziyafet” gibi türlü manalara gelmektedir Semahlar Anadolu Halk Kültürünün müzikal dehası olup, Alevi-Bektaşi toplumunun yüksek müzik zevkinin en bariz örneklerindendir Kelime anlamına bakarsak; Abdülbaki Gölpınarlının Tasavvuftan Dilimize Gelen Deyimler ve Atasözleri” adlı kitabına göre sema; (sima) 5 Arapça, “duymak”, “işitmek” anlamında bir sözdür Bu çeşit manalar, birkaçı hariç diğerlerinin, kelimenin Eski Arapçadaki “şarkı söyleme” veya “çalgı çalma” manası ile yakından ilgili olduğu açıkça görülmektedir İşitmek, duymak, dinlemek kökünden gelen Semah sözcüğü “samah”, “zamah”, “samak” gibi çeşitli şekillerde söylenmektedir Tamamıyla Alevi-Bektaşi topluluğuna ait olan semahlar, Doğu Karadenizde en az olmak üzere bu topluluğun yaşadığı bütün yörelerde mevcuttur Ancak bugüne kadar derlenmiş eserler itibarıyla, Sivas, Erzincan, Malatya, Urfa, Muğla (özellikle Fethiye), Denizli ve Ege geneli ile Antalyada yaygındır Semahlar, Alevi Toplumunun gizli dernek toplantılarıdır ve dinsel ibadetlerin yerine getirildiği özel günlerde yapılır Hasat mevsimi gibi yılın belirli günlerinde de yapıldığı söylenmektedir Dini özellikleri dolayısıyla, gelişigüzel zaman ve mekanlar da oynanmaz İki, dört, altı, sekiz veya daha fazla kişiyle oynanan oyunlar olup, tek oynandığı görülmemiştir Semahların karışık oynandığı yerlerde, kadınlarla erkekler arasında belli bir hısımlık, yakınlık gözetilir Bazı yörelerde çok yakın komşuluk birlikte oynamak için yeterlidir Bu tarz toplantılarda kadınla erkek arasında herhangi bir erkeklik, dişilik davranışı söz konusu olamaz, böyle davranan kişiler çok ayıplanır ve topluluğa bir daha kabul edilmezler Semahların oynandığı Cem Ayinlerinin en büyük özelliklerinden biri müziğe ve oyuna gösterilen saygıdır Bu toplantılarda semah oynanırken oturulmaz, ayakta dinlenilip seyredilir Bağlama bazı yörelerde kutsal sayılıp duvara, insan boyunun bir karış üstüne gelecek şekilde ve Kuran-ı Kerimle yanyana asılır Saz çalınacağı zaman, sazı çalacak olana veren kişi öpüp başına koyar, alan kişi de öpüp başına koymadan çalmaya başlamaz Semahlar karşılıklı durarak ve ayrık düzende (eller veya kollardan tutuşmadan), Cem Bezminin ortasında açılan boşlukta, dolaşarak oynanır Çerağ Mumlarının yandığı “Çerağ Tahtı” denilen yere gelinince, yüzler o tarafa döner, eller hürmetle göğüste birleştirilip boyun hafifçe eğilir Bu mevkiye sırt dönülmez, orası kutsal bir köşedir Semah Nefesi okunurken nefesin son kıtasında, şairin şah beyiti geldiğinde oyuncular oldukları yerde hareketsiz kalır, şairin adına hürmeten bu bölümde oynanmaz Semahlar yalnız bağlama eşliğinde oynanır Tunceli ve Ege semahlarında kemane de bağlamaya eşlik eder Davul, zurna (yakın zamana kadar gizli oynandığı için), hiç kullanılmaz Bazı semahlarda sazlar bir çeşit pedal görevi yaparak, karar sesi civarında dola şan sabit bir melodiyi çalarlar Hemen bütün semahlar da birbirine benzeyen bu ezgi, vokal bölümü de dahil olmak üzere, bütün eser boyu devam eder Ton değişirse, sazlar da o tona uygun başka bir sabit melodiye geçerler (Örn Bir Kız ile Bir Gelin - Fethiye) Semahlar, özellikle ritmik yapıları bakımından, Türk Halk Müziği Repertuarının en önemli eserlerini oluştururlar Ana Usuller, (2,3,4 ve üçerli şekillerinden 12) ve Birleşik Usullerin(5,7, 8, 9) tamamıyla, 10 zamanlı Karma usul, semahlar içinde mevcuttur Semahlar tek veya birkaç bölümlü olabilirler Çok bölümlü semahlarda bölümler genellikle birbirinden farklı tonlardadır İki bölümlü semahların ilk bölümleri “Ağırlama”, ikinci bölümleri ise “Yeldirme”, “Yürütme”, “Pervane” veya “Pervaz” adlarını alırlar (Örn Ya Hızır Semahı - Arapkir) Eğer semah üç bölümlüyse, ilk bölüme “Ağırlama”, ikinci bölüme “ İki Ayak” veya “Yürütme”, üçüncü bölüme ise “Yeldirme” veya “Pervaz” denilir (Örn Yüce Dağ Başında Bir Koyun Meler -Fethiye) Dört bölümlü semahlar yine “Ağırlama”yla başlar, “ikileme”yle devam eder, “Yürütme”ye geçilip, “Yeldirme” ile son bulur (Örn, Gine Dertli Dertli-Sivas) En önemli ritmik özellikleri ise bazı semahlarda birkaç değişik ritm kullanılmasıdır Ritmik değişiklikler çoğunlukla bölüm geçişlerinde olur ki genellikle aynı anda ton da değişmektedir Tempoları açısından gittikçe hızlanan bir sıra takip ederler Bazı semahlarda ise, ağır-hızlı-ağır- hızlı düzeni görülür (Örn Bugün Yasta Gördüm - Urfa) Ancak bütün semahlar biterken ağırlaşırlar Bazı Arguvan Semahları arasında temposu sabit olanlara rastlanmış tır Sonuç olarak semahların tanıtılabileceği en kısa özet bu olabilir Müzik Analizi derslerinin en yoğun örneklerini teşkil eden semahları, yaratanlara, derleyen ve notaya alanlara, seslendirerek tanınmalarına katkıda bulunanlara Halk Müziği camiası minnettardır Gamze TÜFEKÇİ-İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Öğretim Görevlisi Motif Dergisi 29 Sayı SEMAHLAR HAKKINDA GENEL BİLGİ Alevi dinsel oyunlarını halk, ''semah, samah, zamah'' gibi yerel sözlerle adlandırır Semah katı kurallara sokulmamıştır Bu, onun değişimini ve çok çeşitli dallara ayrılmasını sağlamıştır Böylece çeşitli semah türleri doğmuştur Semahlar kentlerde kadının baskı ve peçe altında tutulduğu dönemlerde bile kadın erkek birlikte oynanır Bu, doğa ile insanın zo*runlu uyumundan kaynaklanır Semahlar kökende göçebe toplumun dinsel oyunudur Göçebe toplumlarda ise kadın erkek ayrımı yerleşiklerdeki gibi katı kurallarla ayrılmaz Doğa, kişiyi günlük yaşamın her kesiminde ve dinsel törenlerde eşit kılar Böylece semahlar kadın ve erkeklerin birlikte oynadıkları oyun durumuna girer Yalnız erkeklerce oynanan semah türü neredeyse yok gibidir Salt erkeklerce oy*nanan semah türüne Sivas, Malatya, Tokat çevresinde oynanan "Ya Hızır" semahı örnek verilebilir Oysa bu semahın da kadın erkek karı*şık oynandığı olur Yalnız kadınlarca oynanan semahlar oldukça çoktur Karışık yapılan semahlarda kadın ve erkek sayısının birbirine yaklaşık olmasına çalışılır ''Çark'' semahında olduğu gibi kimi se*mahların yalnız kadınlarca oynanması kural haline gelmiştir Semahlarda yerel ayrılıklar çok görülür Bunun kökeni de göçe*be toplum yaşam biçiminin devingenliğinden kaynaklanır Gerektiğinde kurallar yaşam biçimine göre düzenlenir Ya da yeni kurallar konur Semahların başlangıcı, oynanışı ve bitiminde görülen bölgesel ayrılıklar biraz da buradan kaynaklanır SEMAHTA KİŞİ Semahların belli sayıda kişilerce oynanmasına özen gösterilir Bektaşi semahlarını anlatan kaynaklar, semahların 2-4-6-8-10-12 ki*şilik öbeklerce yapıldığını bildirirler M Tevfik Oytan semahın başlangıcını şöyle anlatır: "İlk önce dört can semaha kalkar Bu ilk semah açılış semahı olduğu için mürşit ve cem erenlerinin tümü ayağa kalkarlar'' Aynı sayılar Vahit Lutfi Salcı, Bedri Noyan gibi yazarlarca da verilir Ancak Alevi semahlarının daha çok 3-5-7-9-12 kişilik öbeklerce yapıldığı gözlenir Gerçekten Aleviler arasında bu sayılara çok önem verilir Bu sayıların kutsallığına inanılır Bu sayılar hayırlı dualar durumunda olan gülkbenklerde de anılır ''Üçler, beşler, yediler, onlar, ikiler'' den yardım ve şefaat dilenir Son yıllarda semah oyunlarını ko*nu edinen incelemelerde semah oyuncularının sayılan olarak bu sayılar gösterilir Bizim halktan öğrendiğimiz sayılar da çok kez bu sayıları doğrular durumdadır Bu durumda semahçıların sayısında bir değişiklik söz konusudur Vahit Lutfi Salcı, M Tevfik Oytan Bedri Noyan gibi Bektaşi tarikatının içinden gelen kişilerin böyle bir konuda yanlış yapmış olmaları düşünülemez Büyük olasılıkla semahçı sayısındaki bu ayrılık Alevi ve Bektaşi semahlarından kaynaklanır Bektaşilerin ve Alevlerin bir bölümü birinci sayılarla Aleviler ise ikinci sayılarla semah ederler Ayrıca on altı kişilik, kırk kişilik ve daha kalabalık toplulukla*rın yaptıkları semahlar vardır On altı kişilik semahın oynanış biçimi başkadır Dörder kişi karşılıklı dizilirler Çaprazlama oynarlar Kırk kişilik semah ise Fethiye Tahtacıları arasında kadir geceleri yapılır Yeniden doğuşu canlandıran kırklar olayının anısına dayanır Ama bu semahın kapalı yerde yapılması zordur Nitekim çok kalabalık öbeklerce oynanan Yatır Semahları da böyledir SEMAHTA EZGİ Semahların ezgisi halk müziğinden kaynaklanır ve türkülüdür Türkü ile oyun iç içedir Yörelere göre ezgilerde, vuruşlarda ayrılıklar görülür Semah ezgileri genellikle 5-7-9 aksak vuruşlu ya da çift vu*ruşlu havalardır Ezgiler genellikle bağlama ve keman ile çalınır Vur*malı ve cafcaflı sazlar kullanılmaz Böylece oyunun kutsallık işlevi ko*runmuş olur; Çepniler de cemde kesinlikle on iki çalgı bulunur Bu on iki saz aynı türden olabileceği gibi değişik türlerden de olabilir Semahlar bu on iki çalgı ile çalınır Tahtacı cemlerinde ise en az iki, en çok on iki çalgı bulundurmak töredir Genelde Çepni cemleriyle Tahtacı cemleri büyük benzerlik gösterir Ezgi ve vuruşlarda yörelere göre ayrımlar görülür Sözgelimi Sıraçlar Köroğlu havası ile semahın yeldirme bölümünü oynarlar SEMAHTA GİYSİ Semah yapılırken semahçıların üzerindeki giysiler çok renkli ve değişiktir Daha doğrusu halkın günlük, bayramlık giysisidir Belli bir kalıp söz konusu değildir Erkekler de bacılar da temiz giysileri ile se*mah yapmaya özen gösterirler Bu giysi bacı için üçetek giyildiği dö*nemlerde üçetektir Fistan giyildiği dönemlerde fistandır Giysilerde de eskiye bağlılık söz konusu değildir Kurallarda biçime değil öze önem verilir Biçim özü bozmadığı sürece değişebilir Giysilerde yerel ayrılıklar görülür Doğu illerinde baş açık se*mah yapmak uygun bulunmaz Bacıların başları zaten örtülüdür Erler ise şapka ile semaha kalkmazlar Semah yapacak erler başlarına mendil, poşu gibi bir şey bağlarlar SEMAHA KALKIŞ Semaha kalkışta da kimi töreler söz konusudur Bu töreler böl*gelere göre küçük ayrılıklar gösterir Doğu illerinde semaha kalkmadan önce el, ayak ve yüz yıkanır Bu bir tür abdest işlevindedir Kapalı yerlerde yapılan semahlar yalınayak oynanır Cemde semahlar başlayacağı zaman semahçılar kendiliğinden semaha çıkarlar Herhangi bir üşengenlik, çekingenlik olursa belli ki*şiler toplumun üstelemesi ile kalkarlar Genelde semaha kalkmak bir onur sayıldığından böyle üstelemelere karşı direnilmez Anadolu'nun çeşitli yerlerinde cemde ilk semah yapılacağında önce semahçılar dedeye niyaz ederler Bu nişanın çeşitli bölgelerde değişik biçimlerde olduğu görülür Denizli'de er, ******n önünde niyaz eder Bacı ise sağ elinin parmaklan sol elinin parmakları üzerinde olarak niyaz edenin sırtına hafifçe dokunur biçimde ona niyaz eder Bu semah iki kişinin oynadı*ğı bir semahtır er ayağa kalktığında saz yavaş yavaş ve tatlı kıpırda*nışlarla semahı başlatırlar Kuşkusuz saz ve söz semaha eşlik eder Bacı bir elinin avucu ile öbür eline tempo tutar Er kollarını yana açmıştır, bileklerinden başlayarak uygun biçemde kollarını oynatır Böylece de tempoya uyar Bunu eşit adımlarla sazın ve sözün vuruşlarına uygun olarak semahçıların oyunu sürdürmeleri izler Er ile bacı arasındaki aralık sürekli korunur Erzincan-Maraş yöresinde semaha kalkan er semah başlama*dan ******n elinin içini öper Ama bu törenin yaygın biçimi ******n erin sağ omzuna niyaz etmesi biçimindedir İç Anadolu'da Sivas'tan Toroslara değin geniş alanda semahlara böyle başlanır Kimi bölgelerde semaha erbacı selamlaşması ile başlanır Antalya Alevilerinin bir bölümünde bacı, erin göğsüne bir şedde bağlar Elmalı'nın Tekke köyünde bu şedde bağlandıktan sonra bacı secdeye varır Kimi bölgelerde ilk semah yapılacağı zaman dede ve tüm cem erenleri topluca ayağa kalkarlar Semahçılar gelip dedenin önünde niyaza dururlar Niyazdan sonra dede ve cem erenleri yerlerine otururlar Dede bir gülbenk okur Semaha böylece başlanır Bundan sonraki semahlarda ayağa kalkılmaz SEMAHTA FİGÜR Semahlar kökende değişik ve güzel figürlere dayanır Figürlerin zenginliği ve güzelliği semahların en üstün yanlarından biridir Kö*kende dinsel görünümde halk oyunu olmalarına karşın kimi ilkelerle öbür halk oyunlarından ayrılırlar Semahlarda bireyin bağımsızlığı ana ilkedir Hiçbir semah türünde hiçbir biçimde oyuncular arasında el ele tutuşulmaz Her semahçı kendi içinde bağımsızdır semahlarda bağımsız birimlerin bütüne uyumları söz konusudur Semahlar iki ana figüre dayanır Bunların başında kuşun uçu*şunu andıran kolların aynı anda kalkıp inişi figürü gelir İkincisi yürüyüş ve ayak figürüdür Bunlar arasında da bir uyum vardır Semahlarda kol ve ayak figürleri dışında vücudun başka bölümlerinin figürleri bulunmaz Müziğin akışına göre bunlar ivedi ya da yavaş biçimde uyumlu olarak hareket ettirilir Bu, uzun bir vücut eğitimi isteyen bir uğraştır Öbür halk oyunlarında olduğu gibi semahlarda da çocuklukta başlayan bir öğrenme olayı vardır Kişi başlangıçta izleyi*cidir Belli bir yaşa değin semahları izler Sonra ''gençler'', "gönüller'' semahı denen semah türü ile oyunun içine girer Bu, alıştırma daha doğrusu çıraklık dönemidir Kişi daha sonra oynayış yeteneğine göre öbür semahlarda yerini alır SEMAH SÖZLERİ Semahlar Türkçe sözlü deyişlerle oynanır Bu deyişler gizemci halk yazının ürünleridir Hemen her dönemde Türkçe egemenliğini korumuştur Başta Hatayi olmak üzeri Pir Sultan Abdal, Kaygusuz, Nesimi gibi ozanların deyişleri semah sözü olarak türküleşmiştir Us*ta halk ozanlarının dizelerinde Türkçe bir kuyumcu ustalığı ile işlen*miştir Coşkun ve içli bir şiir geleneği ortaya konmuştur Sonra on1arıizleyen birçok yerel ozan ortaya çıkmıştır Semah deyişlerinin bir bölümü doğrudan semah sözü olarak yazılmış olmalıdır Halk ozanlarının yaklaşık olarak tümü bağlama çalar Bu nedenle aşık sözü halk arasında "ozan, bağlama çalan ve türkü söyleyen" gibi geniş anlam içerir Halk ozanlarının büyük çoğunluğu bu üç yeteneği birlikte taşımışlardır Böylece kimi ozanların doğrudan semah sözü yazmaları ve türküleştirmeleri doğaldır Dinsel özle beslenen türküler kimileyin belli kuralları, inançları anlatır Kimi kez ise sevgiyi dile getirir Kökende sevgi ana konudur Öbür konular sevgi ekseni çevresine sanılmıştır Böylece bu dizelerde türkü yolu ile öğütler verilir Birlik çağrıları yapılır Sözler dinsel de olsa, dindışı da olsa hep yaşama sevinci doludur, coşkuludur Se*mahlar yaşamı kucaklayan türkülerdir Gerek içerikleri, gerek müzik*leriyle öbür türkülerden ayrılırlar Başka bir bütünlük oluştururlar Dinsel çarpıcı sözler çevresinde birleşilmiştir Bu sözlerin ardında yüzyılların acıları, başkaldırıları yatar Nitekim dinsel tören olan cemlerde söylenen tevhitler de aynı işlevdedir "Tevhit" sözü birlik birleşme anlamındadır Bunlar coşku yüklü çağırışlardır Bütün içinde se*mah ve tevhitler oyun ve türkü aracılığı ile bir olmayı, birliği amaçlar Kimi sözcüklerin müzik ve yinelemelerinden yararlanılır Semah sözlerinde de yörelere göre değişiklik vardır Müzik ve türkülerde de sürekli değişik gelirler Çeşitli yörelerde yeni semah sözleri doğar Yeni semahlar gelişir Törenlerin yaşadığı sürece bu değişme ve gelişmeler sürer Bu durum yaşamın değişken olmasından kaynaklanır Çeşitli yörelerde semah sözlerinin değişik ezgilerle ve vuruşlarla çalındıkları olur Semah sözleri ile müzik birbirine uygunluk gösterir SEMAHIN ORTAMI İlke olarak semahlar dinsel tören olan "cem" ya da "görgü, görüm" de yapılır Kutsal inanç bütünün bir birimidir Salt oyun işlevinde algılanmaz Semaha kalkıştan oturuşa değin tüm kurallar yöre*lere göre kimi ayrılıklar gösterse bile, belirlenmiştir Bu kurullar yerine getirilmeden semah dönülmez Her işlem zincirin bir halkasını oluşturur Semahların yapıldığı yerlerde etkin bir sıkıdüzen egemendir tüm görgü töreni boyunca olduğu gibi semahlar süresince de gürültü yapılmaz Ayrıca semahlar çalınıp söylenirken sigara kullanılmaz bir şey yenip içilmez Diz üstü ya da bağdaş kurulup oturulur Gürültü edenler, uygun olmayan davranışta bulunanlara çeşitli cezalar verilir Bu cezanın biçimi dedenin ve toplumun kararına bağlıdır Ceza olarak, toplum için yiyecek, içecek gibi bir şey aldırılabilir Kişi bir süre *törenden dışarı atılabilir Ceza verme konusunda da yerel ayrılıklar vardır Doğuda suçlunun eline bir kova verilir, bir süre bir kıyıda bekletilir Sivas-Malatya yöresinde dara çekilir Kişinin suçu ağır ol*duğunda asa ile vurularak cezalandırıldığı olur Alevi dinsel törenleri "Görgü'', "Muhabbet cemi" ve ''Abdal Musa" olmak üzere üçe ayrılır Görgü cemi yıllık dinsel törendir İnanca göre bir yıl içinde yapılanların hesabı verilir Muhabbet cemleri her*hangi bir fırsat nedeniyle bir araya gelindiğinde yapılan cemlerdir Abdal Musa ise görgülerin sonunda ya da görüm yapılmadığı yıllarda tüm toplumu birlikte tutmak amacıyla bir akşam içine sığdırılan din*sel törenlerdir Semahlar muhabbet cemlerinde cemin sonuna doğru yapılır Muhabbet toplantısının sonunda tüm er ve bacılar semaha kalkar Birinci deste okuyucuları mürşidin iki yanında, ikinci deste okuyucu*ları onların karşısında, üçüncü deste okuyucuların tören odasının sağ ve sol yanında yer alırlar Birinci deste deyişin ezgisini okur İkinciler bu ezgiyi bir üçlü aşağı ve yarım ölçü sonradan başlama üzere çok sesli biçimde yineleyerek izlerler Parçanın sonundaki "la" sesin*de birleşirler Birinci bölümün yinelenmesi ve ikinci bölümün okunması da bu biçimde söylenerek sürdürülür Bu okunuş sırasında yanlarda duran üçüncü destedeki kişiler notadaki seslere ''Ya şah-ı Velayet'' diye tempo tutarlar Orada semah yapanlar da ezginin ve bağlamanın vuruşlarına uygun biçimde ''Ya Şah Ya Şah'' diye çağrışırlar Görgü cemlerinde belli aralıklarla semah yapılır Ancak bunlar*da da bir sıra izlenir Önce tören başlar Çerağ uyandırılır Aşıklar sazlarına sarılıp bir iki deyiş okurlar İlk semah bundan sonra cemi yöneten dede ya da babanın izni ile yapılır Önce ağır ve yavaş hare*ketli semah deyişleri ile başlanır Semahları cemden ayrı düşünmek ve incelemek yanlıştır Gerek Aleviliğin kutsal kitabı Buyruk'ta; gerekse halk arasında semah on iki hizmetten biri olarak sayılır Ancak zaman akışı içinde semahların oynandığı ortamda da bir yumuşama olmuştur Giderek dede katında yapılan toplantılarda da oynanmaya başlanmış, bunu daha geniş eğlentilerde oynanması izlemiştir Katı kurallara girmeyen Alevi toplumu ''dinsel ortam'' kuralında da direnmemiştir Mutlu günlerde, eğlencelerde bir banş şöleni gibi, barış sevinci içinde yapılır olmuştur Topluluğu daha canlı, daha neşeli tutabilme işlevini üstlenmiştir Gü*nümüzde düğünlerde bile oynanmaktadır SEMAHTA DÜZEN Semah oyununa önce yavaş hareketli semahla başlanır Bu ge*nelde oyunların yaygın kuralıdır Yavaş oyun, bir giriş bir ısındırma amacı güder Ardından ivedi hareketli bir bölüm gelir Semahlarda da bu kural geçerlidir Semahlar genellikle ''ağırlama'' ve ''yeldirme'' bö*lümleri olmak üzere iki bölümden oluşur Doğal olarak ilk semah ağırlamadır Kişinin oyuna hazırlanması amacı güder Söz ve ezgi bu ağırlamaya göre seçilmiştir Hareketler de bu düzene uygundur Ağırlama cemde ayak kesilmeksizin yapılan ilk semah olarak tanımlanır Ağırlamada erler kollarını sağa sola hareket ettirirler Bacılar kollarını omuz düzeyinden daha yukarıya kaldırmamak üzere aynı hareketi yan tarafa doğru yaparlar Söz ve ezgiye uygun olarak ayaklar ileri geri atılır Semahlar konusunda yaptığım araştırmalarda genellikle Semahtan bahsederken ''oyundur", ''oynanır'' gibi sözcüklerde karşılaştım Kendisinin kitabından faydalandığım Sayın Yazar Fuat Bozkurt'ta semahlar konusunu anlatırken oyun, oynanır, semahçı gibi sözcükler kullanmıştır Bana göre aslında bu sözcükler yerine icra edilir, dönülür ve semazen sözcüklerinin kullanılması daha uygundur Semahlar dinsel nitelikler taşıdıklarına göre diğer halk oyunlarından ayrılmalıdırlar Alevi toplumunda kesinlikle ''Semah oynama'' veya "Semah oyunu'' gibi terimler kullanılmaz "Semah dönme'' veya "dönülür" gibi sözler kullanılır Semahların oyun mudur? değil midir? konusunda Sayın İbrahim ÖZER (İbrahim Dede) şöyle düşünüyor: İnsanlar maneviyatta ve tasavvuf ilmine göre basamaklarla, inanarak ve inandıkları o güçle Allah'a varmayı düşünürler Bunu şu şekilde tarif edebiliriz 1 Şeriat Kapısı 2 Tarikat kapısı 3 Marifet Kapısı 4 Sırr-ı Hakikat Kapısı Semah'ın tarifi şöyle düşünülebilir Şeriat kapısında yani birin*ci basamakta adı geçen semah bir folklor oyunu olarak düşünülür ve her yörenin kendine has figürleriyle icra edilir Tarikat kapısında, yani ikinci kapıda semah, gerek Alevilerde, gerek Mevlevilerde, gerek Kadirilerde, gerek Nakşibendilerde yapılan ibadetin bir nevi, bir bölümü olarak düşünülebilir Aleviler bu semahı bağlama eşliğinde yaparlar Mevleviler bendir eşliğinde yaparlar, Kadi*riler ve Nakşibendiler davulbazlar eşliğinde yaparlar Üçüncü kapı ve üçüncü basamak olan marifet kapısında semah, ilahi bir aşkın vermiş olduğu bir iksirdir Bu aşk geldiğinde o insan sokakta bile dönebilir Ve hiç bir çalgıya ihtiyaç görmeksizin de*mircinin demire vurmuş olduğu tempoyu dahi kendine bir müzik kabul ederek o aşka ve meşke kendini kaptırır ve böylece 4 kapı olan Hakikat kapısına yol bulduğuna inanarak kendisini tatmin etmiş olur Henüz birinci basamakta olan kişiler için semah bir oyun sayılabilir Çünkü burada kişi henüz çıraklık dönemindedir ve ibadet olayının içine girmemiştir Bir nevi acemilik dönemidir Tarikat kapısına gelince semah oyun olmaktan çıkar Çünkü kişi Semahın ibadetin bir parçası olduğunu anlamıştır ve bunu ibadet amacıyla yapmaktadır |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerMasonluk Masonluğun köklerini, Çin'den Ortadoğu'ya, Eski Yunan'dan Şaman rahiplerine, eski Mısır'dan Avrupa'nın şövalye tarikat larına kadar dünyanın çeşitli yer ve topluluklarına dayandırmak mümkündür, zira Masonik ritüel lere bakıldığında ise bu kadim öğretilerin tamamının etkileri görülebilmektedir Fakat Masonluğun çok uzun yıllar boyunca çalışmalarını büyük bir gizlilik içinde sürdürmesi ve 1390'da Regius el yazmasına kadar hiçbir kayıt tutmamaları sebebiyle, asal kökeni hakkında net ve kesin bir yargıya henüz varılabilmiş değildir Tüm dünyadaki Masonlar köklerini MÖ 10yüzyılda yapılmış olan Hazreti Süleyman Mabedi işçilerine dayandırsalar da, bu işçilerin de önceden bu işi yaptıkları ve oraya hep birlikte gittiklerinin bilinmesi, kökenleri daha eskiye taşımaktadır Operatif Masonluk HzSüleyman Mabedi (MÖ 965-957)Ortaçağ'da nice ülkede Mason denilen duvarcı, taşçı gibi çeşitli yapı zanaatkarlarının kurdukları meslek loncaları vardı Bugün Operatif Mason adı verilenler işte bu loncalarda çalışan yapı işçileridir Bu loncalar da günümüzde Operatif Mason Locaları olarak anılır Bu localar, üyelerinin mesleki menfaaetlerini koruyan, aralarında büyük bir dayanışma ile mesleki sırları kendi içlerinden dışarıya asla sızdırmayan kuruluşlardı Operatif Masonluğun piri ve en büyük ismi olarak, Hazreti Süleyman Mabedi'nin Baş Mimarı Hiram Abif'in ismi üzerinde bir anlaşmaya varılmıştır Bu efsanevi kişilik, günümüz Masonluğunun en önemli ritüellerinde yer alır ve insanın kendisini yüceltmesi yolculuğundaki son noktanın, yani Kâmil İnsan olabilme serüveninin zirvesinin sembolü olarak, Hiram şahsiyeti ve isminde vücut bulur Masonlukta çok önemli bir yeri Büyük Üstat Baş Mimar Hiram Abif, Tanrı'ya atfedilen ilk yapı olan Süleyman Tapınağı'nın yapımında yanında çalışan ve Üstatlık sırrı ile gizli kelimesini öğrenmek için güç kullanmak isteyen üç Kalfa tarafından öldürülmüştür Hiram Abif'in gömüldüğü yer belli olmasın diye üzerine bir akasya ağacı dikilmiş ve böylece akasya, Masonlar için kutsal ve özel bir anlama bürünmüş, Üstat derecesinin önemli sembollerinden birisi olarak kabul görmüştür Spekülatif Masonluk Masonluğun öğretisini sembollerle yaptığı felsefi çalışmalara vermesiSpekülatif, veya Fikri Masonluk ise, duvar işçiliği ile uğraşan birer mesleki lonca olan Operatif Mason Localarında fikri ve felsefi çalışmaların da yapılmaya başlanması ile ortaya çıkan ve günümüz Hür Masonluğunun artık tamamına hakim olan anlayıştır Binlerce yıldan bu yana inisiyatik-ezoterik geleneğin temsilcisi olarak Masonların iyiyi, doğruyu, güzeli, hakikati aradıkları, tüm dünyada hakim olacak bir sevgi anlayışını yerleştirmeye çalıştıkları, bu yoldaki bilgi ve deneyimlerini kuşaktan kuşağa aktararak geçmişi ve geleceği ile insanlığı bir bütün haline getirmeye çalışan, dolayısıyla toplumsal bir yaşayış ülküsünü gerçekleştirmeye çalışan bir düsturdur Spekülatif Masonluk Spekülatif çalışmaların Operatif Localar da başlamış olduğunu söylemiştik Fakat Spekülatif Masonluk asıl ağırlığını 16yüzyılın ortalarında, yapı işçisi olmayan haricilerin Mason Localarına kabul edilmeye başlanılması ile birlikte kazanmaya başlamıştır Bu sayı zamanla hızla artmış, özellikle İngiltere ve Fransa'da soyluların, saray erkanının ve hatta kralların birbiri ardına Kabul Edilmiş Mason olmaya başlaması ile Mason Locaları kısa zaman içinde meslek loncaları olmaktan çıkıp, tamamiyle felsefi ve fikri çalışmaların yapıldığı Spekülatif Mason Locaları haline dönüşmüştür Bugün tüm dünyada takip edilen gelenek de budur İlk Büyük Loca'nın Kuruluşu İngiltere Birleşik Büyük Locası'nın amblemi24 Haziran 1717'de İngiltere'de 4 Loca bir araya gelerek, ilk Büyük Loca'yı, İngiltere Büyük Locası'nı kurdular Kısa zaman içinde İngiltere'deki diğer Locaların da katılması ile genişlemiş ve 1723 yılında Büyük Loca, geleneksel ve kadim yasalarını derleme görevini Protestan bir Rahip olan James Anderson'a vererek ilk yazılı anayasasını oluşturdu ve Masonluğun, ara vermeden sürdürülecek olan, yazılı tarihi ve ilk yazılı yasaları böylece resmen başlamış oldu Anderson Anayasası (veya Anderson Yasaları veya Nizamnamesi) adı verilen bu kuralların ana hatlarına, bugün halen dünya düzenli Masonluğunca riayet edilmektedir Her ne kadar Anderson Anayasası kısa süreli bir anlaşmazlığa yol açmış ve York Locası'nın önderliğinde bir grup İngiltere Büyük Locası'ndan ayrılarak ayrı bir Büyük Loca kurmuş olsa da, ancak 1813 yılında bu iki Büyük Loca tekrar bir araya gelerek, bugün varlığını halen sürdüren ve düzenli Masonluğun ilk Büyük Locası olarak kabul edilen İngiltere Birleşik Büyük Locası'nı oluşturmuşlardır Geleneksel olarak, günümüzde de sürdürüldüğü şekliyle, İngiltere Birleşik Büyük Locası Büyük Üstatları kraliyet ailesi ile soylu dük veya lordlar arasından seçilir Türk Masonluğu Tüm dünyada masonluk, 1875 Lozan Konvanı ile, Gelenekçi Kesim ve Özgür Kesim olarak ikiye bölünmüş ve her ülkede bu yolda ayrışmalar yaşanmıştır Bugün, İngiltere, Amerika ve Türkiye de dahil olmak üzere Avrupanın genelinde Gelenekçi Masonluk, Fransa'da ise Özgür Masonluk ağırlıklı olarak varlığını sürdürmektedir Gelenekçi Masonluk denilen ve Masonluğu başlatan kurumlar olarak kabul edilen oluşumlar, bu ayrışma sonrasında Liberal Masonluk yolunu seçenleri Masonluğun Masonluk olarak adlandırılabilmesi için olmazsa olmaz umdelerine riayet etmedikleri için düzensiz ilan etmişler ve bu topluluklarla tüm ilişkilerini keserek onları Masonluktan dışlamışlardır Türk Masonluğu ise, çeşitli sebeplerle, 1965 yılında ayrılmış ve o güne kadar sadece Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası var iken, 1966 yılında Özgür Masonlar Büyük Locası da ortaya çıkmıştır Bugün, 14000 üyesi ile Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, Türkiye'nin en eski ve düzenli olarak kabul edilen Büyük Locası iken, 2000 üyeye sahip Özgür Masonlar Büyük Locası ve onların bünyesinde çalışmalarını sürdüren Kadın Mason Büyük Locası bu oluşumun içinden ayrılmış bir fraksiyon olarak kendi çalışmalarını sürdürmektedir Türkiyede Masonluk Tarihi Her ne kadar Türkiye'de Masonluğun ve ilk Masonların 1720'li yıllardan bu yana var olduğu bilinse de, daha ziyade dış obediyanslara bağlı ve Osmanlı topraklarındaki yabancıların etkinliğinde sürdürülen bu çalışmalar, 18 yüzyılın ortalarından itibaren Türkleri de içine almaya başlamıştır Bilinen ve kayıtları günümüze ulaşan ilk Türk Masonlar, bu yüzyılın ortalarında topluluğa kabul edilmiş olan İbrahim Müteferrika ve Yirmisekiz Çelebizade Sait Çelebi'dir 1861 yılına kadar, daha ziyade İngiltere, Fransa ve İtalya milli obediyanslarına bağlı localarda çalışmalarını sürdüren Türk Masonluğu, bu yıl içerisinde Mısır asıllı Osmanlı Prensi Abdülhalim Paşa'nın önderliğinde Osmanlı Yüksek Şurası'nı, o zamanki ismi ile Makbul İskoç Riti Şura-ı Ali-i Osmani'yi kurar Bu resmi cemiyeti ilk tanıyan dış obediyans ise 1869 yılında ABD Güney Jüridiksiyonu olur ve böylece Milli bir hüviyet kazanmış olan Türk Masonluğu, dış obediyanslarca da tanınmaya başlamış ve ABD'yi diğer bazı obediyanslar takip etmiştir Dönemin Osmanlı Yüksek Şurası'nın yanısıra yabancı obediyanslara bağlı olarak Osmanlı topraklarında varlıklarını sürdüren localar da çok sayıdaydı Örneğin, İttihat ve Terakki üyelerinin çok büyük kısmını içinde barındıran ve bu harekete bir yerde ev sahipliği yapan iki locadan Macedonia Risorta İtalyan, Veritas ise Fransa Grand Orient'i bünyesindeki localardı 1956 yılında dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur'un Büyük Üstatlığında, Yüksek Şura'dan bağımsız ve Masonluğun 3 âli derecesinde (Çırak, Kalfa, Üstat) çalışmak üzere ilk Türkiye Büyük Locası kurulur, fakat muntazam Masonluk tarafından, bir obediyansın düzenli sayılabilmesi için kabul edilen, Büyük Loca'nın Yüksek Şura'dan bağımsız olarak kurulabilmesi ilkesine riayet edilmemesi ve ilk Türk obediyansının bir Büyük Loca değil bir Yüksek Şura olması itibariyle Türk masonluğu uzun yıllar boyunca Düzensiz Masonluk (Grand Orient) tarafında kalır Dünya düzenli Masonluğunu temsil eden, ve bir yerde Hür Masonluğu (Fikri Masonluk, Spekülatif Masonluk) babası sayılan İngiltere Birleşik Büyük Locası'nın Türkiye Büyük Locası'nı kabul etmesi ise ancak 1970 yılında, 1909 yılında Mısır'da kurulmuş bulunan ve Resne Locası'nın düzenli köklerine bağlanarak gerçekleşir Ondan önce İskoçya Büyük Locası tarafından 1965 yılında, aynı gerekçe ile kabul edilerek konsekre edilen Türkiye Büyük Locası bu yıldan itibaren dünya düzenli Masonluğunca kabul edilerek ritüelleri, kıyafetleri, mabetleri geleneksel Masonluğa göre yeniden tanzim edilerek muntazam bir hal alır ve bu düzenli Büyük Locaya Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası adı verilerek kuruluş tarihi 1909 olarak tasdik edilir 1965 yılında İskoçya Büyük Locası tarafından tanınması ve tasdik töreninin icra edilmesinden kısa bir süre sonra, küçük bir grup Türk Masonluğu'ndan ayrılarak düzensiz bir oluşuma gider ve hemen akabinde, bu grubun Türk ve Dünya Düzenli Masonluk dünyası ile alakaları, 1966'nın Ağustos ve Eylül aylarında birbiri ardına gelen kararlar ile süresiz olarak kesilir Türkiye'de Masonlar Bugün, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Eskişehir, Denizli, Bodrum, Marmaris, Kuşadası, Antalya, Çeşme, Fethiye'de 200'ün üzerinde Locasında çalışan 14000 üyesi ile Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, Türk Masonluğunun dünyadaki temsilcisidir Yıllık %3 oranındaki üye artışı ile de dünyanın en hızlı büyüme oranına sahip obediyanslarından birisidir Çalışmalarında din ve siyaset tartışmaları haricinde tüm konuşmaların özgürce yapıldığı ve analitik felsefi çalışmalar üzerine yoğunlaşan Localarında, ülke meseleleri söz konusu iken laiklik, Atatürkçülük ve ilericilik düşüncelerinden asla taviz verilmez ve bu ilkelere riayet etmeyen bir kimse herhangi bir Locanın üyesi olamaz Bunun yanısıra, 21 yaşını doldurmamış, Tanrı inancına sahip olmayan ve hür bir erkek olmayan kimseler de aralarına kabul edilmezler Bu niteliklerden herhangi birisini kaybeden üye, üyelikten çıkartılır Türkiye Büyük Locası, Masonluğun üç derecesinde (Çırak, Kalfa, Üstat) çalışır 4 ile 33 arasındaki yüksek derecelere devam edip etmemek üyelerin kendi insiyatiflerindedir Bu dereceleri yöneten Türkiye Yüksek Şurası'nın ise Büyük Loca ile herhangi bir organik bağı yoktur, aralarında sadece iyi niyet antlaşması vardır Yüksek Şura'nın çalışmalarına katılabilmek için bir Masonun, kendi Locasında Üstat derecesine haiz olması ve Locasında düzenli ve iyi durumda olması gerekir Kendi Locasındaki düzenini kaybeden bir üye, otomatik olarak yüksek derecelerde çalışma ve devam hakkını da kaybeder Her yıl bir kere yapılan beyaz gecelerde Mason eşleri, kızları, anneleri ve kızkardeşleri Mabetlere alınır ve onlara Masonik hikayeler anlatılır Bu özel gecelerde Masonik çalışma yapılmaz ve herhangi bir ritüel gerçekleştirilmez Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasına Nasıl Üye Olunur Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, TC İçişleri Bakanlığı Dernekler Masası'na bağlı olarak çalışmalarını sürdüren resmi bir dernektir Derneğe katılma prosedürü, 2 senelik Üstat derecesine sahip bir üyenin önerisi ile başlar Bu üye, önereceği kişiyi uzun zamandan beri tanıyor olmalı ve kendisiyle her şeyiyle kefil olabilecek kadar iyi tanımalıdır Üstat Mason, aday yapmayı düşündüğü kişiye bu düşüncesini bir defa dile getirir ve haricinin olumlu karşılaması sonrasında işlemlere başlar Doğru olan, bir defa önerilen kişinin olumsuz yanıt vermesi veya süre istemesi sonrasında teklifin bir daha yinelenmemesidir Aday gösterilmesine karar verilen haricinin teklif bilgileri teklif kesesine atılır Kabulü ile ilgili herhangi bir engelin olmadığına dair Büyük Loca'nın verdiği onaydan sonra işlemler başlar ve adayın kimlik ve kişisel bilgileri önerildiği Locanın bir Üstat oturumunda okunur ve oylanır 3 veya daha fazla olumsuz oy çıkması halinde aday reddedilir Bu ve diğer tüm oylamalara yalnız o Locanın değil, herhangi bir Locaya bağlı tüm Masonlar katılma hakkına sahiptir Oylama olumlu sonuç verdiği takdirde, adayı daha önce tanımayanlar arasından seçilen 3 Üstat Mason görevlendirilir ve aday hakkında önce uzunca bir araştırma yaparlar, daha sonra da kendisiyle görüşerek, derneğe kendi isteğiyle girmek istediği ile alakalı bir talepname ile Masonluğa neden girmek istediği ile alakalı bir form doldurmasını isterler ve buna adli sicil kaydının temiz olduğu ile alaklı bir belgeyi de eklemesini isterler Bu esnada adayın fotoğrafı ve bilgilerini içeren belge, Türkiye Büyük Locası'nın tüm binalarında askıya çıkartılır ve herhangi bir Mason'un, askıya çıkan adayı tanıdığını ve Masonluğa girmesine sıcak bakmadığının gerekçelerini yazılı olarak Büyük Loca ve adayın önerildiği Loca'ya bildirmesi ile tüm işlemler durdurulur Askıda da herhangi bir problem çıkmaması sonrasında, o ana kadar yapılan araştırmaların tüm sonuçları, Locanın yine bir Üstat oturumunda okunup, tartışılıp, oylandıktan ve bu oylama da temiz çıktıktan sonra adayın tekris adı verilen ritüelik ve geleneksel bir kabul töreni ile topluluğa kabulü sağlanır Adaylıktan tekrise kadar giden bu safha, Locanın çalışma programı ve aday sayısına bağlı olarak, 6 ay ile 3 sene arasında bir zaman sürebilmektedir Tüm bu tahkikat safhasının herhangi bir yerinde reddedilen aday, üzerinden en az 1 sene geçmeden tekrar aday gösterilemez İkinci defa reddedilen aday ise, üyelik hakkını tamamiyle yitirmiş olur Türkiye Büyük Locası'nın yıllardan beri üyeliğe giriş yaş ortalaması 40 civarında seyretmektedir Her ne kadar Mason babanın çocuklarının 19 yaşında, olmayanların 21 yaşında derneğe üye olabilecekleri tüzükte yazılıysa da, bu pek görülen bir uygulama değildir Yaklaşık 25 yaşından önce bir haricinin, babası Mason olsun veya olmasın, önerildiği nadiren görülür Türkiyede Dereceler ve Çalışma Sistemi Türkiye Büyük Locası da, dünyanın diğer tüm düzenli Büyük Locaları gibi Masonluğun üç derecesinde, yani Çırak, Kalfa ve Üstat derecelerinde çalışırlar Üstat derecesinin üzerinde bir derece, Büyük Loca bünyesinde yoktur Masonluğa kabul edilen ve düzenli bir Locada usülüne uygun olarak yapılan düzenli bir tören ile üyeliğe kabul edilen üye Çırak ünvanını kazanır Kabul töreninin ardından en az 12 ay geçmeden Kalfalığa yükselinmez Bu 12 ay içerisinde Çırak Mason, kendisine verilen en az üç ayrı Masonik ödevi başarıyla tamamlamalı ve Kalfalığa layık olduğunu, farklı zamanlarda verdiği bu tezler ile ispatlamalıdır Kalfa olduktan sonra da en az 12 ay geçmeden Üstatlığa yükselinmez Üstat olabilmek için de Çıraklık dönemindekine benzer Masonik çalışmalar, bu sefer Kalfa gözüyle yapılır ve verilen tezler sonrasında Üstat olunabilir Türkiyedeki Büyük Üstadlar 2005- : Asım Akin 2003-2005 : Kaya Paşakay 2000-2003 : Demir Savaşçın 1998-2000 : Sahit Talat Akev 1996-1998 : Tunç Timurkan 1992-1996 : Can Arpaç 1991 : Suha Tuğrul Aksoy 1988-1991 : Orhan Alsaç 1986-1988 : Cavit Yenicioğlu 1981-1986 : Şekür Ökten 1980-1981 : Halit İ Arpaç 1973-1979 : Nafiz Z Ekemen 1965-1973 : Hayrullah Örs 1965 : Enver Necdet Egeran 1962-1965 : Ekrem Tok 1960-1962 : Kemalettin Apak 1955-1960 : Ahmet Salih Korur 1953-1955 : Fethi Erden 1933-1936 : Muhiddin Osman Omay 1932-1933 : Mustafa Hakkı Nalçacı 1930-1933 : Mim Kemal Öke 1927-1930 : Mustafa Edip Servet 1924-1927 : Fikret Takiyeddin Onuralp 1924-1927 : Servet Yesari 1921-1924 : Besim Ömer Paşa 1918-1921 : Fuat Hulusi Demirelli 1918 : Rıza Tevfik Bölükbaşı 1912-1915 : Mehmet Ali Erel 1910-1912 : Faik Süleyman Paşa 1909-1910 : Talat Paşa Dünyada Derece Sistemi En üstünde mason simgesi bulunan İnsan Hakları BeyannamesiGeleneksel dünya düzenli Masonluğu Büyük Locaları, Çırak, Kalfa ve Üstat olmak üzere Masonluğun üç remzi derecesinde çalışırlar Bunun üzerindeki dereceler için rit adı verilen Masonik yollar ve öğretiler izlenebilir Bu ritlere katılmak veya katılmamak Üstat derecesine sahip Masonların kendi isteklerine kalmış bir seçimdir, zorunlu veya yapılması gereken bir yükümlülük değildir Ülkemizde de takip edilen 33 dereceli İskoç Riti (veya Skoç Riti) dünya üzerinde en fazla üyeye sahip olan ve bu yönüyle en fazla tercih edilen felsefi dereceler ritidir Onu, özellikle ABD'de geniş bir kesimce benimsenen York Riti takip etmektedir Herhangi bir ritte, dördüncü derece ve yukarısına devam edebilmek için Büyük Loca'ya bağlı olarak çalışan düzenli bir Locada Üstat derecesine sahip olmuş olmanın yanısıra, bu ana Loca ile ilişkilerinin herhangi bir dönemde düzensiz olmaması ve yükümlülüklerinin aksatılmadan yerine getirilmesi gerekir Kendi Locasında düzensiz ilan edilen bir üyenin, yüksek derecelerdeki üyeliği de otomatik olarak düşer İskoç Riti İskoç Riti İskoç Riti geleneksel amblemiDünya Masonluğunun büyük bir bölümünde olduğu gibi, Türk Masonlarınca da takip edilen, popüler bir Masonik rit Çalışmaları 4 derece ile başlar ve 33 derecede sona erer İskoç Riti Tarihçesi Sembolik bir amblemOperatif dönemlerde Localarda sadece Çıraklar, Kalfalar ve bir Üstat yer alırdı Üstat, Locanın başkanıydı ve çalışmalar 2 derecede yapılırdı Spekülatif Masonluğa ilk geçiş de bu sistem ile gerçekleştiyse de zaman içinde Üstatlık da 3 derece olarak çalışmalara eklendi ve eskiden sadece Üstat olarak anılan Loca başkanı, Üstadı Muhterem (Worshipful Master) olarak anılmaya başlandı Üç dereceli sistemi yeterli bulmayan ve aynı zamanda başarılı bir Mason da olan Fransız şovalye Ramsay (1686-1743), kendi şövalye geleneklerinden derlediği üç derece daha ekledi ve bu derecelere yükselecek üyeleri Üstat derecesine sahip Masonlar arasından seçerek ilk Masonik Riti yarattı ve bu Rite de İskoç Riti (veya Skoç Riti) adını verdi Daha sonra, Paris'te çalışan StJean Locası 1758 yılında bu 6 dereceyi 25'e, kısa süre sonra ABD Locaları ise ortak bir çalışma ile derece sayısını bugün de kullanılan 33'e çıkartarak Ritin gelişimini tamamladılar (1786) Ritin isminin, zannedildiği gibi İskoçya ve İskoç Masonluğu ile alakası yoktur İskoç ekose deseninin sembolizması esas alınmış ve her bir karenin bir diğerini tamamlaması gibi, derecelerin birbirini ardına gelerek bir bütünlük oluşturdukları anlatılmak istenmiştir İskoç Riti Organizasyon Yapısı İskoç Riti atölyelerinden birisinin amblemiİskoç Riti'nde çalışan obediyanslar -Büyük Localara bağlı olarak çalışan ilk üç dereceyi saymazsak- 4 farklı atölyede çalışmalarını sürdürürler 4 ile 14 dereceler arasında yer alan derecelerin atölyelerine Olgunlaşma Atölyeleri, 15 ile 18 dereceler arasında çalışan atölyere Şapitr, 19 ile 30 dereceler arasında çalışan atölyelere ise Areopaj adı verilir Felsefi çalışmalar 30 derecede sona erer 31 ile 33 dereceler, idari derecelerdir ve bunlara da Konsistuar ismi verilir 31 derece üyeleri Haysiyet Kurulu'nu, 32 derece üyeleri ise Yüksek Danışma Kurulu'nu oluştururlar En büyük idari yetke ise, 33 dereceli Masonların oluşturduğu Yüksek Şura'dır Yüksek Şura'nın başkanı Hakim Büyük Amir sanıyla anılır ve felsefi derecelerin en büyük yöneticisidir Hakim Büyük Amir, sadece Yüksek Şura ve felsefi derecelerin idaresinden sorumludur, düzenli Masonluk'ta Mavi Localar adı verilen ilk 3 derece üzerinde herhangi bir otoritesi yoktur Düzenli Masonlukta, bir ülkedeki en büyük ve tek yetkili otorite, Büyük Loca'nın Büyük Üstadıdır İskoç Riti Dereceleri Yüksek derece amblemlerinden 4 Sır Üstadı 5 Mükemmel Üstat 6 Gizli Sekreter 7 Nazır ve Hakim 8 Bina Emini 9 Dokuzların Seçilmiş Üstadı 10 Onbeşlerin Seçilmiş Hakimi 11 Yüce Şövalye 12 Büyük Mimar Üstat 13 Royal Arch Şövalyesi 14 Yüce Üstat 15 Doğu Şövalyesi 16 Kudüs Prensi 17 Doğu ve Batı Şövalyesi 18 Rose-Croix Şövalyesi 19 Yüce İskoç 20 Sayın Büyük Üstat 21 Prusya Şövalyesi 22 Lübnan Prensi 23 Tabernakl Şefi 24 Tabernakl Prensi 25 Tunç Yılan Şövalyesi 26 Triniter İskoç 27 Kudüs Mabedi'nin Hakim Amiri 28 Güneş Şövalyesi 29 St Andre'nin Büyük İskoçu 30 Büyük Seçilmiş Kadoş Şövalyesi 31 Büyük Müfettiş 32 Gizli Sırrın Yüce Prensi 33 Hakim Büyük Genel Müfettiş Türkiye'de İskoç Riti 18 derecenin alametiOsmanlı'da, özellikle İstanbul'da, 18yüzyılın sonlarında İskoç Riti'nde çalışan pek çok yabancı Locanın olduğu biliniyor Fakat ilk Türk İskoç Riti obediyansı resmi olarak Osmanlı döneminde, 1861 yılında Prens Abdülhalim Paşa'nın (veya Prens Sait Halim Paşa) önderliği ve başkanlığında kurulmuş ve Makbul İskoç Riti Şura-ı Ali-i Osmani adını almıştır Uzun yıllar boyunca Türk Masonluğunu yöneten ve düzenli Masonlukça kabul edilmeyen bir biçimde ilk 3 derece üzerinde de hakimiyet kuran Yüksek Şura, bu yıllar içinde bir Büyük Loca hüviyetinde de varlık göstermiş, daha sonra Türkiye Büyük Locası, veya Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın kurulması ve kurulduktan bir süre sonra intizamını kazanması ile idari bağlarını ayırmışlar, bu sürede Türk Masonluğu bir bölünme dönemi de yaşamış, sonucunda düzenli Masonluk içerisinde kalan düzenli Masonlar, Büyük Loca ve Yüksek Şura ilişkilerini karşılıklı iyi niyet anlayışı, ahenk ve güzellik ile yeşerterek, düzenli Büyük Loca ile beraber düzenli Yüksek Şura'yı da kurmuşlardır Günümüzde etkinliğini halen Türkiye Fikir ve Kültür Derneği adı ile yürüten Türk İskoç Riti Masonları, çalışmalarını İstanbul, Ankara ve İzmir'de 4000'ün üzerinde üye ile devam ettirmektedirler Türkiye'de İskoç Riti'ne devam edebilmek için Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın devamlı ve düzenli bir üyesi olmak ve Üstat derecesine sahip olmak gerekmektedir |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerKeysanîlik Keysanîlik (Arapça: الكيسانية al-Kaysānīya), Şiilik'te İmam ünvanını ilk defa kullanan ve Mehdi kavramını ilk defa ortaya atan mezheb İkinci Fitne döneminde 685'de Muhtar, İmam Ali'nin en küçük oğlu Muhammed bin Hanefiye'nin İmam ve aynı zamanda Mehdi olduğunu iddia ederek kendisini Vezir ilan etmiştir Hüseyin'in intikamını alarak Ekim ayında Kufe'deki Emevilerin valisini kovarak Güney Irak'ı elde etmiştir 687'de Muhtar, Abdullah ibn Zübeyr'in kardeşi Muasuv tarafından yenilerek öldürüldü 700 yılında Muhammed bin Hanefiye'nin ölümünden sonra kendisinin Gayba haline girerek ahirette Rucu' edeceğine inanmışlardır Bir kısmı ise Muhammed'in imametinin oğlu Ebu Haşim'e geçtiğine ve 716'de Ebu Haşim'in ölümünün hemen öncesinde Abbasi ailesinin reisi Muhammed'e geçtiğine inanmışlardır O yüzden Abbasi ailesinin reisleri İmam ünvanını kullanmaya başlamıştır |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerZeydilik Zeydiyye (Arapça: الزيدية az-Zaydiyya, Zaidi veya bazen Zeydi; Batı'da Beşciler olarak da bilinir) Zeydilik Zeyd bin Ali'nin takipçisi olan Şia mezhebidir Zeydi fıkhının takip eden kişiler Zeydi olarak adlandırılırlar ancak Zeydi Vasıti denilen Caferi bir grup da bulunmaktadır Zeydi İmamlar Zeydi fıkhının izdeşleri diğer Şii mezheplerinde olduğu gibi ilk dört İmamı kabul ederler ancak beşinci imam olarak Muhammed el Bakır yerine kardeşi Zeyd bin Ali'yi kabul ederler İmamı ve kurucusu Zeyd Bin Ali Zeynelabidin bin Hüseyin önce babasından sonra kardeşi Muhammed el-Bakır'dan okuyarak yetişti Muhammed Peygamber Ali bin Ebu Talib 1 İmam Hasan bin Ali 2İmam Hüseyin bin Ali 3İmam Ali bin Hüseyin Zeyn al Abidin 4İmam Zeyd bin Ali eş-Şehid 5İmam Dini Hukuk (Fıkıh) Zeydiler fıkıh bakımından Sünni mezhebi Hanefiliğe, Şafiliğe ve Caferi okullara çok yakındırlar Teoloji Teoloji veya kelam açısından Zeydiler diğer Şii mezheplerinde olduğu gibi Muteziliğe bağlıdırlar Topluluklar İlk Zeydi devleti Taberistan'da (Kuzey İran) MS864'de kurulmuş ve liderlerinin 928'de Samaniler tarafından öldürülmesine kadar da varlığını sürdürmüştür Kırk yıl sonra devlet Gilan'da (Kuzeybatı İran) yeniden kurulmuş ve 12yüzyıla kadar da ayakta kalmıştır Zeydiler Yemen'de hakim dini gruptur ve Zeydi liderler yönettikleri topluluklar tarafından "Halife" ünvanıyla anılırlar Yemen'in yöneticisi al-Hadi Yahya bin al-Hussain bin al-Qasim ar-Rassi, Muhammed'in torunu olan bir Halife olarak bilinirdi Sistem 20yüzyılın ortalarına 1962'deki devrime kadar böyle sürmüştür |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerBatinilik Kurucusu Hasan Sabbah 1O49'da İran'ın Rey'de doğdu, 1134'te Kazvin dolaylarında Alamut kalesinde öldü Yemen' den göçerek Rey'de yerleştiği söylenen Ali bin Mehmed'in oğludur Babasının Şafii mezhebinden, Horasanlı bir Türk ailesinden olduğu söylentisi de vardır Hasan Sabbah, ondört yaşına değin babasının gözetimi altında din bilgileri edindi, sonra o dönemin ünlü İslam bilginlerinden İmam Muvaffak Nişaburi'nin öğrencisi oldu; onun bulunduğu medresede gökbilim, matematik öğrenimi gördü Arkadaşları arasında, sonradan İran'ın en ünlü ozanlarından biri olan Ömer Hayyam ile Selçuklular'ın veziri Nizamülmülk vardı Hasan Sabbah, sonraları, bütün çalışmalarını tasavvuf üzerinde yoğunlaştırdı, özellikle Batinilik denen, Yeni- Platonculuk, Alevilik gibi kuruluşlardan, çoktanrıcı inançlardan oluşan akımı yeniden düzenlemeye, ona siyasal bir nitelik vermeye başladı Çalışmalarını kolaylıkla sürdürebilmek için; 1090'da İran'ın Kazvin bölgesinde, yüksek bir tepenin üzerinde, sarp kayalıklarda kurulu Alamut Kalesi'ne çekildi, orasını yeniden onarttı, sağlamışlardı Çevresin de toplananlara kendisinden insanları mutluluğa kavuşturmak, ölümsüzlüğe ulaştırmak, cenneti yeryüzünde kurmak için görevlendirildiğini, bu görevle ilgili bütün yetkileri özel olarak tanrı' dan aldığını etkileyici bir dille anlatmaya koyuldu Onlara, daha önceden döğülmüş haşhaş katılmış bal şurubu içirip, kendinden geçirttikten sonra, türlü çiçeklerin bulunduğu havuzlu bir bahçeye taşıtırdı Bu bahçede yarı çıplak genç, güzel kadınlar dolaşır, ayılmaya başlayan erkeklerin çevresinde gezer, onları etkiler, sonra bir bardak şurup daha vererek yeniden bayıltırlardı Yeniden bayılan kişi, gene ilk bayıldığı yere götürülür, ayılıncağa değin bırakılırdı Ayıldıktan sonra, kendisine gördüklerinin gerçek olduğu, düş olmadığı, ölünce oraya gideceği söylenirdi Hasan Sabbah, bu yolla kendine bağladığı insanların sayısı Kazvin, Rey yörelerini etki altına alacak bir güç oluşturunca, saldırılar düzenlendi, ülkenin dört yanına yayılan fedaileri aracılığıyla içlerinde Nizamülmülk'ün de (1092) bulunduğu kendisine karşı olan birçok devlet adamını gizlice öldürttü Selçuklu Sultanı Melikşah bir mektup göndererek Hasan Sabbah'tan bu ortalığı karıştırıcı işlerden vazgeçmesini istedi Hasan Sabbah, ondan korkmadığını, tanrı'nın kendisiyle olduğunu bildiren bir karşılık gönderdi Sultan Melikşah'ın onu ortadan kaldırma girişimi lO92'de ölmesiyle yarıda kaldı Daha sonra Sultan Sencer'de Hasan Sabbah'ı yok etmek için çalışmalara başladı Ancak Hasan Sabbah'ın fedaisi olan gözdelerinden biri gizlice Sultan'ın yastığı üstüne hançer saplanmış bir mektup bırakınca korktu, saldırıdan kaçındı Hasan Sabbah, öldüğü 1134 yılına değin saldırılarını sürdürdü, 1256'da Hulagu Han Alamut kalesi'ni yıklı, bütün Batinileri kılıçtan geçirdi Hasan Sabbah'ın siyasal bir kuruluş olarak geliştirdiği Batınilik birtakım sayılara, sayıların yorumlarına dayanır Genellikle tin, insan, us, evren, tanrı, uzay, boşluk, bilgi, imamlık, oluş gibi konular üzerinde durur Batinilik'e göre tin iki türlüdür Birincisi iyi, ikincisi kötüdür İyi tinler, gövdeden ayrılır, salt ışık olan yüce, tanrısal evrende mutluluğa ulaşır Ancak bu evren, içinde yaşanan evrenin dışında değildir Kötü tinler ise gövdeden gövdeye geçer, değişik biçimlere girer, yeryüzünde boyuna acı çekerler Ölüm linin gövdeden ayrılmasıdır Tin gövdede bulunduğu sürece yaptıklarından sorumludur Bu nedenle, iyi ise ışık evrenine, kötü ise başka bir gövdeye gider Batınilik'te evren önsüz-sonsuzdur, yaratılmamıştır Evren,kendi bütünlüğü içinde, dokuz evreni kuşatır En yüksek aşamada bulunana "sabık" denir, bundan basamak basamak inilerek, usun bulunduğu alana gelinir Us, bu dokuz evren dizisi dışındadır, sürekli olarak değişir Dinin ileri sürdüğü gibi evrenin dışında, bir öte evren (ahiret) yoktur, yargı günü yeniden dirilme, gerçek değildir Evrende mutlu yaşayan cennette mutsuz olan ise cehennemde demektir Tanrı yaratıcı nitelik taşıyan bir doğal güçtür, tektanrıcı dinlerin ileri sürdüğü gibi gerçeküstü yoktan var edici, bir varlık değildir Onun yargılayıcı bir özelliği de yoktur Batınilik'in üzerinde durduğu en önemli konu "imamlık"'tir Ona göre imam, geçmiş, şimdi, gelecek üç boyutlu bir süre içindedir Bütün olup bitenleri bilir, bilgisinin sonu, bilme yeteneğinin sınırı yoktur İmam insanla ilgili bütün eksikliklerden, suçlardan, uyumsuzluklardan sıyrılmış yüce bir varlıktır O, Kur-an'ın görünüşe göre olan (zahiri) anlamını içe (batın) dönüştürecek bir güçtedir Gerçeklik usla değil, imamın öğütleriyle, önerdiği yöntemle kavranabilir İmama, gönülden bağlanan bir kimsenin, Kur'an, hadis buyruklarına uyma gereği yoktur İmam zamanın ışığı, evre_in kavrayış gücüdür İmam boyuna gelir gider, ölür dirilir Ancak bu ölüm, sözcüğün görünüş anlamıyla değil, iç anlamıyla bağlantılıdır Kişinin mutluluğu imama olan bağlantısı ile ilgilidir Bütün gönlüyle imama bağlanan kimse mutlu, ondan ayrılan ise mutsuzdur Hasan Sabbah'ın çevresinde toplananlara aşılamaya çalıştığı ahlak öğretisi dört aşamalıdır Bunlara el- İsme, el- Mehdiye, el- Takıyye, el-Ric'a denir EI-İsme arınmışlık, olgunluk, her türlü eksiklikten sıyrılmış anlamındadır, imamla ilgilidir Ona uymayı, onu suçlamamayı gerektirir EI-Mehdiye kurtuluş demektir Batinilik'e göre, günün birinde Mehdi adlı kurtarıcı gelecek, insanları mutluluğa kavuşturacak, yeryüzünden bütün kötülükleri, eksiklikleri, geçimsizlikleri giderecektir Mehdi'nin bilgisi sonsuz, gücü sınırsızdır EI-Takıyye İslam dinine bağlı görünerek gerçek inancını, düşüncesini gizlemek anlamını içerir Şeriat baskısından, yasaklarından kurtulmak için kişi gerçek düşüncesini içinde saklamalı, kendini açığa vurmamalıdır EI-Ric'a ise Mehdi'nin ortaya çıkışı ile ondan önce sonra gelen bütün imamların geri döneceklerini bildirir İmamlar ölmezler, tinsel evrende ölümsüz1tiğe kavuşmuş yüce kişiler olduklarından, Mehdi'nin yeniden evrene dönüşünü beklemektedirler Kendileri de bu mezhepten olan Batınilik konusunda çalışan kimi düşünürlere göre; kardeşler arasında evlenme doğaldır, bu konuyla ilgili yasaklar doğaya aykırıdır Batinilik'te on sayısı ile yirmi iki harf kutsaldır İnançla, varlıkla ilgili bütün sorunlar bu sayı ile harflere göre açıklanır Bu sayı ile harfler varlık türlerini, onların özelliklerini oluş biçimlerini, niteliklerini, birbiriyle olan ilişkilerini yansıtır Bu konuda Batınilik'le Hurufilik birleşir Bu iki kuruluş da Pythagoras'la Orpheus inançlarından kaynaklanan Kabalacılık'tan etkilenmiştir Batınilik, kimi araştırıcıların ileri sürdükleri gibi, yalnız siyasal bir kuruluş değildir, çok eskilere giden inançlardan oluşan bir birikimin İslam düşüncesine karşı direnişidir Bu birikim, kendisini yok sayan, geçersiz kılmaya çalışan İslam inançlarının, özdeş eleştiri ölçüsüne dayanarak özgün olmadığını, onların da daha eski birikimin sonucu olduğunu ortaya atarak, kendini savunur Batıniliğe göre İslamda ; Bütün mutluluklar, kıvançlar, sevgiler, sevgiler, dahası esenlik verici içkiler cennette vardır Orada birbirinden güzel kızlar (hııriler), delikanlılar (gılmanlar) dolaşmakta, usun, düş gücünün sınırlarını aşan bir mutluluk ortamı inananları beklemektedir Özellikle yeşil' e duyulan susamışlığın özünde, çölde yanan, bir gölgede dinlenerek serinliğin mutluluğuna ermenin özlemi vardır Bu özlem, çoktanrıcı dönemlerden süzüle gelen inançların biçim değiştirerek tektanrıcı dinlerin özüne girmiştir Nitekim Batinilik'te yapıldığı söylenen birtakım işlemlerin de bu inançlardan kaynaklandığı bellidir Hasan Sabbah'ın "fedai'lerini uyuşturucu içkiyle bayıltması, bayılan insanı çiçekli, yeşil, güzel bahçeye taşıtıp ayılıncaya değin orada bıraktırması ayılan adamın çıplak güzel kadınlara karşılaşması, onların elinden içtiği bir uyuşturucu içkiye yeniden bayılınca ilk bayıldığı yere taşınması, orada ayılması; bu durumun kendisine Kuranın bildirdiği cennet diye anlatılması gibi olaylar, islam dininden esinlenmektedir Batinilik, toplumsal bir örgüt olarak ortadan kaldırıldıktan sonra, etkisini daha geniş bir alanda sürdürmüştür Bu olay da kimi alevi kuruluşların yardımıyla olmuştur Yazın alanında Batınilik'ten esinlenenlerin sayısı az değildir Şiilikte, belli konarda, Batinilik'in görüşlerinden esinlenilmiş, birçok ozan bu konuyu değiştirerek işlemiştir Mevlevilikte bu etki açıktır Şems Tebrizi gibi Mevlana da etki açıkça görülmektedir Onun "Cennet'le ilgili tasarımları, insan mutluluğunu, içkiyi, sevgiyi konu edinen kimi şiirleri Batinilik etkisinden uzak değildir Bu konuda, zaman sürecine bağlanmak yanıltıcıdır Hasan Sabbah, Batınilik'in yaratıcısı değil, bir örgüt olarak kurucusudur Batinilik, bir inanç niteliğinde, çok eskilere gider Sözgelişi Zünnun Mısri, Maruf Kerhi, Bayezıd Bistami, Cüneyd Bağdadi, Hallac Mansur gibi tasavvuf insanları Batınilik'i oluşturan öğelerden çok etkilenmiş, esinlenmiştir Anadolu'da, Batinilik etkileri Yunus Emre, Caferi, Sami,Kazım, Hayderi (son dördü 16'ncıyyda yaşamıştır) gibi ozanIarda görülür; Ali emriyle gelmişdir vücuda âlem ü adem Ali hükmiyle olmuşdur ne kim pinhân u peydâdır Ali'dir sırr-i Sübhâni Ali'dir âlemin câni Ali'dir gevhıerin kânı Ali /ıem kâ'r-ı deryâdır Ali şol lâmekandır kim münezzehıdir kamu şeyden Ali şol binişândır kim /ıer eşyada hüveydâdır Ali'dir cami-i Kıır'ân Ali'dir rahmet-i Ralımân Ali'dir menbâ- ihsân ki bimânend ü yektâdır Caferi'nin bu dizelerinde Ali, sayılan nitelikleriyle, tanrı'dır Ozan, tanrı'da bulunduğuna Kur'an kanıt gösterilerek inanılan ne varsa, Ali'ye yüklemektedir Ona göre Ali, Kur'andır, Ali tüm yerdedir, Ali gizlidir, açıktır, Ali insanlara "rahmet" eyler, bağışlar, her türlü nitelikten üstündür Batınilik, tanrısal nitelikleri insana indirger, Ali'yi de tanrısal insanın en yetkin örneği olarak görür (belli bir anlamda) Bundan başka, eski İran inançlarından, özellikle Zerdüştçülük'ten de geniş ölçüde yararlanır Gerçekte Batınilik, yeni bir inanç kurumu olarak ortaya çıkma savında olmasına karşın, eskinin yeni görünme çabasıdır |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerSion Tarikatı Sion Tarikatı, (İngilizce: Priory of Sion, Fransızca: Prieuré de Sion) çeşitli komplo teorilerinde adı geçen, bin yıllık olduğu iddia edilen, gizli politik ve dini örgüt Yakın dönemde Dan Brown'un Da Vinci Şifresi kitabıyla tekrar gündeme gelmiştir 1956 Sion Tarikatı 1956'da Fransız tacında hak iddia eden Pierre Plantard tarafından Sion Tarikatı isimli bir örgüt kuruldu Sion Tarikatı Fransız yasaları gereği 20 Temmuz 1956'da resmi olarak kayıt edildi Plantard bu örgütü kraliyet destekçisi bir mason locası olarak kurmuştu Örgütün monarşinin desteklenmesinde ve kendisinin kral olmasında etkili olacağını umuyordu Örgüt ismini Kudüs'teki Sion Dağı'ndan alır Ayrıca Fransa'nın Annemasse bölgesinde de aynı isimli bir tepe bulunmaktadır Kudüs'teki Sion Dağı daha önce de bazı dini kuruluş ve tarikatlar tarafından kullanılmıştır Bazı ezoterik tarihçiler, tartışmalı filozoflardan Sicilya'lı Julius Evola'nın fikirlerinin, Pierre Plantard'ın iddialarına temel teşkil ettiğini düşünmektedirler Bu örgütün tarihi kökenleriyle ilgili iddialar ve kanıtlar bir çok önemli tarihçi ve akademisyeni tatmin etmemiş, sonradan örgütün kökenleri ile ilgili bazı kanıtların Plantard ve arkadaşları tarafından Fransa'nın çeşitli yerlerine yerleştirildiği ortaya çıkmıştır Bununla birlikte komplo teorisyenleri örgütün varlığı ve gücü konusunda ısrarcıdırlar |
Tarikatlar Kültler Mezhepler |
11-04-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarikatlar Kültler MezheplerMu'tezile Mezhebi İslâmda ilk ortaya çıkan ve akideleri aklın ışığında izah edip temellendirmeye çalışan büyük kelam ekolünün adi Lügat ta, "uzaklaşmak, ayrılmak, bırakıp bir tarafa çekilmek" gibi anlamlara gelen "i'tizal" kelimesinin ism-i fail sığasından meydana gelen çoğul bir isimdir Müfredi, "mu'tezilî"dir Kelime, hemen hemen ayni anlamlarda Kur'ân-i Kerim'de de geçmektedir: "Eğer bana iman etmezseniz benden ayrılın, çekilin" (ed-Duhân, 44/21); "Ben sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan ayrıldım" (Meryem, 19/48; ayrıca bk el-Kehf 18/16, en-Nisâ, 4/90) Mu'tezile'ye bu ismin hangi sebeple verildiği hususunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür Bu konuda en yaygın kanaat, devrin en büyük alimi sayılan Hasan el-Basrî (öl 110/728) ile Mu'tezile'nin kurucusu Vâsil b Ata (öl 131/748) arasında geçen su olaya dayanmaktadır Hasan el-Basrî'nin, Basra camiinde ders verdiği bir sırada bir adam gelir ve büyük günah isleyenin bazıları tarafından kâfir olarak vasıflandırıldığı, günahın imana zarar vermeyeceğini iddia eden bazıları tarafından ise tekfir edilmeyip mü'min sayıldığını söyler ve bu mesele hakkında kendisinin hangi görüşte olduğunu sorar Hasan el-Basrî vereceği cevabi zihninde tasarlarken, öğrencilerinden Vâsil b Ata ortaya atılır ve büyük günah isleyen kimsenin ne mü'min ne de kâfir olacağını, bilakis bu ikici arasında bir yerde, yani fasihlik noktasında bulunacağını söyler Halbuki, Hasan el-Basrî büyük günah isleyenin münafık olduğu kanaatindeydi İste bu hadiseden sonra Vâsil b Ata, Hasan el-Basrî'nin ilim meclisinden ayrılır (bir rivayete göre de hocası tarafından dersten uzaklaştırılır) ve arkadaşı Amr b Ubeyd (öl 144/761) ile birlikte caminin başka bir kösesine çekilerek kendisi yeni bir ilim meclisi oluşturup görüşlerini anlatmaya baslar Bunun üzerine Hasan el-Basrî, "Vâsil bizden ayrıldı (Kadi'tezele anna Vâsil)" der Böylece Vâsil'in önderliğini yaptığı bu gruba mu'tezile adi verilir (Abdülkerim es-Sehristanî, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, I/48; Abdulkâhir el-Bagdadî, el-Fark Beyne'l-Firak, Çev E Ruhi Figlali, İstanbul 1979, s 101, 104) Mu'tezile ismini bu görüş etrafında temellendirmeye çalışanlara göre, bu isim onlara muarızları tarafından verilmiştir Çünkü onlar, "Ehl-i sünnetten ayrılmışlar, Ehl-i sünnetin ilk büyüklerini terletmişler, dinin büyük günah isleyen kişi (mürtekibe-i kebîre) hakkındaki görüşünden ayrılmışlardır Takılan bu isim onların bu tutumunu gösteriyordu" (İrfan Abdülhamit, İslam'da Itikadî Mezhepler ve Akaid Esasları, Çev M Saim Yeprem, İstanbul 1981, s 94) Mu'tezile mezhebini siyâsî ve ıtikadî olmak üzere ikiye ayıran ve ikincisini birincisinin devamı sayan bazı ilim adamlarına göre bu isim, çok daha önceleri mevcuttu Bunlara göre, Hz Osmanın şehit edilmesinden sonra meydana gelen Cemel ve Siffin savaşlarında tarafsız kalıp, savaşlara katılmayanlar, Mu'tezile'nin ilk mümessilleridir Sa'd b Ebî Vakkas, Abdullah b Ömer, Muhammed b Mesleme ve Usame b Zeyd gibi bazı kimseler meydana gelen savaşlarda her hangi bir tarafı desteklemeyip, olaylardan uzak durmayı (itizali) tercih etmişlerdi Bu nedenle bunlara, "ayrılanlar bir kenara çekilenler" anlamında Mu'tezile denmiştir Diğer bir görüşe göre ise, Vasil b Ata mürtekibe-i kebîre konusunda icma-i ümmete muhalefet ettiği için, ona ve taraftarlarına bu ad verilmiştir Mu'tezile'ye bu ismin verilmesinin sebebi, onların bu dünyadan el etek çekip, bir tarafa çekilerek zahidane bir hayat sürmelerinde arayanlar da vardır (I Abdülhamit, age, s 94 vd; Kemal Işık, Mu'tezile'nin Doğusu ve Kelamı Görüşleri, Ankara 1967, s 52 vd) Mu'tezile mezhebi, kaynaklarda daha değişik isimlerle de anılmaktadır Fiillerde irade ve ihtiyari insana verip, insani fiillerinin yaratıcısı kabul ettikleri iç:n el-Kaderiyye; Ru'yetullah, Allahın sıfatları ve halk-i Kur'an gibi meselelerde Cehm b Safvan'in görüşlerine katıldıkları için el-Cehmiyye Allahın bazı sıfatlarını kabul etmedikleri için de Muattila olarak zikredilmişlerdir Fakat onlar bu isimleri kabul etmeyip, kendilerini Ehlul-Adl ve't-Tevhîd olarak vasıflandırmışlardır (Bekir Topaloglu, Kelâm Ilmi, İstanbul 1981, s 170; Kemal Işık, age, s 56 vd) Mezhebin Doğusunu Hazırlayan Faktörler ve Tarihçesi: İslâmda ıtikadî meselelerin gündeme gelip tartışılmasına sebep olan ve neticede ıtikadî mezheplerin doğusunu hazırlayan çeşitli faktörler vardır Bunlar ayni zamanda, bir ıtikadî mezhep ve yeni bir düşünme biçimi olan Mu'tezile mezhebinin dogmasına da zemin hazırlamıştır Bu faktörlerin basında, Müslümanlar arasında zuhur eden ihtilaf ve çekişmeler yer almaktadır Çok ciddi boyutlara ulasan bu ihtilaflar neticesinde bir takım yeni meseleler ortaya çıkmış ve tartışılmaya başlanmıştı Bu meseleler için teklif edilen çözümler, ıtikadî fırkaların dogmasına neden olmuştur Müslümanlar arasında hararetle tartışılan meselelerden birisi de mürtekibe-i kebîre'nin durumu idi Haricîler, mürtekibe-i kebîre'nin kâfir olduğunu iddia ederken, Mürciîler, mü'min olduğunu iddia ediyorlardi Vâsil b Ata ve taraftarları ise, meseleye "el-menzile beyne'l-menzileteyn* (iki yer arasında bir yer)" prensibiyle yeni bir çözüm sekli teklif ediyordu yaygın olan rivayete göre, bu çözüm önerisi ile Mu'tezile mezhebi ortaya çıkmış oldu Bu durumda Mu'tezile, Müslümanlar arasında zuhur eden yeni meselelere yeni bir bakış açısını ifade etmektedir Mu'tezile'nin doğusuna zemin hazırlayan amillerden birisi de, Islâm dininin fetih politikasıyla ilgilidir Müslümanlar çok kısa bir zaman zarfında Arap Yarımadasını asarak bir çok ülkeyi kendi topraklarına kattılar Değişik kültür ve dinlere mensup olan bu ülkelerin ilhakı ile, bir takım yeni problemler ortaya çıktı Bu ülke halklarından İslamı kabul edenler yanında etmeyenler de vardı Kabul etmeyenler mensup oldukları dinlerin savunmasını yaparken, kabul edenler de, eski kültürlerinin etkisinden tamamen kurtulamıyorlardı Köklü bir geçmişe sahip olan Yahudilik, Hristiyanlik, Seneviye, Zerdüştlük gibi din ve görüşler, zaman içerisinde müesseseleşmiş ve belli bir savunma mekanizması da geliştirmişlerdi Islâm dini için henüz böyle bir mekanizma mevcut değildi Çok geçmeden Müslümanlarla tartışmaya dalan yabancı unsurlarla başedebilmek için güçlü bir diyalektik (cedel) yönteme ihtiyaç vardı İste bunu hisseden ve bu doğrultuda yöntem geliştirmeye çalışan ilk alimler Mu'tezilîler olmuştur Mu'tezile, yabancı kültürlerden de istifade ederek Islâm düşüncesine Kelâm metodunu getirmiştir Gayri Müslimlere karşı İslamı savunma ve akideleri aklî bir platformda değerlendirme yolundaki takdire sayan Mutezile gayret İslam düşüncesine yeni bir renk katmıştır Mutezili düşüncenin temel esprisi; Islâm akaidini aklî tefekkür zeminine oturtmak ve akılla çatıştığı anda nassi aklin istekleri doğrultusunda tevil etmektir Naklî düşüncenin yanında, zaman içerisinde aklî düşüncenin de teşekkül etmesi; akli rehber kılan bir zümrenin ortaya çıkması tabii bir durumdur Bu durum, dinlerin normal seyri içerisinde tabii ve zorunlu bir merhalenin ifadesidir İslam düşüncesinin bu merhalesinde aktif rol oynayan ve dolayısıyla felsefi düşünceye ve yeni ilimlere rağbet gösteren ilk kişiler Mu'tezilîler olmuştur (İrfan Abdülhamit, age, s121 vd; Bekir Topaloglu, age, s 171; Kemal Işık, age, s 28; Muhammed Ebu Zehra, İslam'da Siyasi ve Itikadi Mezhepler Tarihi, Çev ERuhi Figlali, Osman Eskicioglu, İstanbul 1970, s180 vd) İste bu ve benzeri şartlar altında Mu'tezile akımı Hicri birinci asrin sonlarıyla ikinci asrin baslarında Vâsil b Ata ve Amr b Ubeyd'in önderliğinde Basra'da ortaya çıktı Genelde kabul gören görüşe göre, Mu'tezile akımı Vâsil b Ata ile Hasan el-Basrî arasında geçen tartışma neticesinde ortaya çıkmıştır Mu'tezilî düşüncenin Basra'da ortaya çıkışından yaklaşık bir asır sonra Bisr b el-Mu'temir (öl 210/825) başkanlığında Bağdat Mu'tezile ekolü de teşekkül etti Temel prensipler itibariyle ayni görüşleri paylasan bu iki ekol mensupları arasında teferruatla ilgili bir çok görüş farklılığı da vardır Vâsil b Ata, Ebu'l-Huzeyl el-Allâf (öl 235/850), İbrahim en-Nazsâm (öl 231/845), Ebu Ali el-Cübbâî (öl 303/916), el-Câhiz (öl 225/869) gibi Mu'tezilîler Basra ekolüne; Bisr b el-Mu'temir, Sümame b el-Esras (öl 213/828), el-Hayyat (öl 298/910) gibi Mu'tezilîler de Bağdat ekolüne mensuptur Tercüme faaliyetleri çerçevesinde Islâm kültür dünyasına kazandırılan yeni eserlerle birlikte, siyâsî etkenlerin de tesiriyle giderek güç kazanan İtizal akımı kısa zamanda devlet ricalini de cezbeder duruma geldi ve daha Emevîler döneminde bile halifeler düzeyinde kabul gördü Bu mezhep bir fikir hareketi olarak Abbâsîler döneminde gelişip yaygınlık kazandı Abbasî halifelerinin Mu'tezile'ye karşı tutumları genelde müspet olmuştur Harun er-Resîd döneminde (170-193/786-808) saraya kadar nüfuz etmiş olan Mu'tezilî düşünce, altın çağını el-Me'mun (öl 218/833), el-Mu'tasim ve özellikle el-Vâsik'in hilafetleri esnasında yaşamıştır Bu halifeler döneminde Mu'tezilî görüş devletin resmi mezhebi durumuna gelmiş, Mu'tezile âlimleri de devlet ricâli nezdinde en muteber kişiler olarak saygı ve itibar görmüşlerdir Mu'tezile âlimleri, bu dönemlerde, halifeleri kendi düşünce ve kanaatleri doğrultusunda yönlendirdikleri gibi, kendileri de devletin yüksek kademelerinde mevki sahibi olmuşlardır Mu'tezile'nin devlet otoritesi ve resmi mezhebi haline geldiği, yaklaşık 198-232/813-846 yilllarını kapsayan bu dönem, Ehli sünnet âlimleri ve Müslüman halk açısından ve izdırabın hüküm sürdüğü bir dönem olmuştur Mu'tezile doktrinini devletin resmi görüşü olarak benimseyen, devrin hükümdarları el-Me'mun, el-Mu'tasim ve el-Vâsik, bununla yetinmeyip resmi organlar vasıtasıyla halkı da bu görüşleri kabullenmeye zorladılar Özellikle, Kuran-i Kerim'in yaratıldığını varsayan (Halku'l-Kur'ân'i* Mu'tezîli görüşün devlet eliyle zorla kabul ettirilmeye çalışıldığı bu dönem, Islâm mezhepleri tarihinde "mihne" olarak bilinmektedir Basta Ahmet b Hanbel (öl 241/855) olmak üzere, resmi düşünceye karşı çıkan pek çok Islâm âlimi, bu tutumlarından dolayı mahkûm edilip işkenceye maruz kaldılar Bir tür Engizisyon anlamına gelen "mihne" el-Me'mun'dan sonra, el-Mu'tasim ve el-Vâsik dönemlerinde de şiddetini artırarak devam etti (Macid Fahrî, Islâm Felsefesi Tarihi, Çev Kasım Turhan, İstanbul I987, s 54) Başlangıçta hür düşüncenin savunucusu olarak ortaya çıkan Mu'tezile, bu halifeler döneminde tam aksi bir pozisyonda bulunmuştur Mu'tezile'nin parlak dönemi ve dolayısıyla "mihne" hadisesi, el-Vâsik'in ölüp yerine el-Mütevekkil (247/861)'in geçmesiyle son buldu Mu'tezilî düşünce daha önce el-Mehdî ve el-Emîn'in halifelik dönemlerinde de hüküm giyip cezalandırılmıştı Fakat asil darbe el-Mütevekkil'den geldi Mu'tezile Mütevekkil'in hilafetiyle devlet kademelerinden kovuldu ve giderek gerilemeye başladı Bu mezhep, sonraki asırlarda Büveyh oğulları ve Selçuklu sultani Tuğrul Bey dönemlerinde rağbet görmüşse de bir daha eski itibarına kavuşamamıştır (Kemal Işık, age, s 59 vd; Bekir Topaloglu, age, s 183; M Ebu Zehra, age, s 182) Mezhepler tarihi kaynakları, Mu'tezile'nin çöküşünü hazırlayan sebepler arasında, "mihne" hadisesini, Mu'tezile'nin akla ifrat derecede önem vermesini ve bu arada el-Es'arî ile el-Matüridî'nin öncülüğünde Ehli-i Sünnet ilm-i kelâmının zuhur etmesini göstermektedirler (İrfan Abdülhamit, age, s125; B Topaloglu, age, s 183) Mu'tezile'nin Metodu ve Görüşleri: İslâmda akait esaslarını aklin ışığı altında ele alıp değerlendiren, meselelere aklin ölçüleri doğrultusunda çözüm getirmeye çalışan ilk düşünürler, Mu'tezile ve onların selefleri olan Kaderiyye ve Cehmiyye'dir Mu'tezile âlimleri, akaid meselelerinin çözümünde, daha önceki Islâm âlimlerinin yaptığı gibi, sadece nakille yetinmeyip akla da önem vermiş, hattâ naklin yeterince açık olmadığı ve önceki Islâm âlimlerinin susmayı tercih ettiği konularda tek otorite olarak akli kabul edip tevil yoluna gitmiştir Selefiyle tarafından şiddetle eleştirilen bu yeni yaklaşım tarzının adi Kelamı metottur Mu'tezilîler, benimsemiş olduklar Kelam metodu ile, akideleri kendilerine has bir üslupla değerlendirip, Ehl-i sünnet öğretisinin dışında farklı kanaatlere ulaştılar Bu nedenle, Mu'tezile,ehl-i bidat fırkaları arasında zikredilmektedir (el-Bagdâdî, age, s 100) Mu'tezile doktrininin esasini teşkil eden ve bütün Mu'tezile alimlerince benimsenen beş temel prensip (elusûlü'l-hamse) vardır: 1-'Tevhid: Mu'tezile'nin en temel ilkesi olan tevhid anlayışı, bütün Islâm düşüncesinin de temelini oluşturmaktadır Sadece Mu'tezile'ye göre değil, bütün Islâm mezheplerine göre önemli bir prensip olup bu, Allah birdir, esi ve benzeri yoktur, ezeli ve ebedîdir anlamına gelir Bu konuda Mu'tezile'yi diğerlerinden ayıran husus, Allahın sıfatlarına dair tartışmalarda ortaya çıkmaktadır Mu'tezile'ye göre Allahın en önemli iki sıfatı "birlik" ve "kıdem"dir Mu'tezile Allahın sıfatlarını kabul eder, fakat bu sıfatlara Allahın zatinin dışında bir varlık hakki tanımaz Onlara göre "Allah âlimdir" demek doğru; "Allah ilim sahibidir" demek ise yanlıştır Çünkü ilim, sem', basar gibi, sıfat-i maânînin kabulü, kadim varlıkların çokluğuna (taaddüdü kudemâ) delâlet eder Halbuki tek kadim varlık vardır O da Allahtır Mu'tezile, sıfatlar konusunda kendisini ehlu't-Tevhîd olarak isimlendirirken, Ehli sünnet âlimleri tarafında da Muattila (Allahın sıfatlarını inkâr edenler) olarak vasıflandırılmıştır 2- Adalet (el-Adl): Mu'tezile'ye göre, insan tamamen hür bir iradeye sahiptir ve fiillerinin yegâne sorumlusu odur Yapmış olduğu iyilik de kötülük de kendisine aittir Bu nedenle yapmış olduğu iyi amellere karşı mükâfat, kötü amellere karşı da ceza görecektir Eğer kulun fiillerinde Allahın bir müdahalesi olsaydı, o zaman kul yapmış olduğu fiillerden mesul olmazdı Çünkü bu durumda bir zorlama (cebr) söz konusu olurdu İnsani, zorlama altında yapmış olduğu fiillerden sorumlu tutmak ise zulümdür Bu, Allahın adaleti ile bağdaşmaz Çünkü Allah en âdil varlıktır 3- İyi amellerde bulunanların mükâfatlandırılması, kötü amellerde bulunanların cezalandırılması (el-Va'd ve'l-Va'îd): Güzel amellerin mükâfatla kötü amellerin de ceza ile karışık görmesi kaçınılmazdır Bu nedenle Allah, adâletinin bir gereği olarak, iyi amellerde bulunan kullarını cennetle mükafatlandıracağını (el-va'd); kötü amellerde bulunan kullarını ise Cehennemle cezalandıracağını (el-va'îd) bildirmiştir Allahın, bunun aksini yapması, bu sözünden vazgeçmesi mümkün değildir Mü'min, mutlaka Cennete; büyük günah işleyipte tövbe etmeden ölen kimse ise mutlaka Cehenneme gidecektir Allahın adaletinin gereği budur Mutezile, bu görüşü ile sefahati reddetmiştir 4- el-Menziletü beyne'l-Menzileteyn (İki Yer Arasında Bir Yer): Bu prensip, büyük günah isleyen kimsenin imanla küfür arasında bir yerde, yani fasihlik noktasında bulunacağını ifade eder Bu görüş, büyük günah isleyeni kâfir sayan Hâricîlerle, mü'min sayan Mercie mezhepleri arasında mütevassit bir görüşü temsil etmektedir 5- İyiliği emretmek kötülükten Nehyetmek (el-emru bi'l-ma'ruf ve'nnehyu ani'l-münker): Mutezile, toplumda hak ve adaletin sağlanması ve ahlâkî yapının sağlıklı olabilmesi için, her Müslümancın iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamasını gerekli görmektedir |
|