Kapitalizmin Evrimi |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kapitalizmin EvrimiKAPİTALİZMİN EVRİMİ MERKANTİLİZM: Merkantilizm bir politik iktisat sistemi olarak yaklaşık 300 yıl (1450-1750) ulusal devletlerin iktisat politikası ilkelerini belirlemiştir Ortaçağın sonlarına doğru denizaşırı ülkelerdeki keşiflerle ticaret genişlemişti Bunu izleyerek Avrupa ya akan altınlar ticari kapitali büyütüyor ve tüccarlara kârlı yeni iş alanları açıyordu İkinci olarak tarımda üretim tekniği değişmesi, tarımsal üretimi piyasaya yöneltmiş, piyasa kanunlarıyla beraber ticari kapitale bağlı hale gelmişti Ticari sermaye toptan ticarette ve dış ticarette de tekele sahipti Dış ticarette tüccarlara devlet eliyle tekel verilmesinin bazı nedenleri vardı: Yeni ulusal devletler için ticaret bir gelir kaynağıydı Denizaşırı ülkelerde ticaretin yüksek rizikosu ise tekeli gerekli kılıyordu Diğer yandan rizikoyu azaltmak için sömürgeleştirme de önemli bir araç haline geldi ve ilksel kapital birikiminin kaynağı oldu Ticaretin gelişmesi değişik ülkelerdeki tüccarların çıkarlarını çatışır hale getiriyor, kendilerini rakiplerine karşı koruyacak bir merkezi güce ihtiyaç yaratıyordu Merkantalistler tüccarın kârının ulusal çıkarla özdeş olduğunu, ülkenin gücünü oluşturduğunu öne sürüyorlardı Merkantilizm paraya ve dış ticarete ön planda yer verdi Bir dış ticaret fazlası elde edilmesi nihai amaç sayılıyordu Bir ülkenin kazandığını diğer ülke kaybediyordu Merkantalistler bundan ötürü ülkelerin çıkarlarının çatıştığını kabul ettiler Dış ticarette koruma, savundukları ve uyguladıkları dış ticaret politikası oldu Söz konusu çağda para birimi altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerdi Bu şartlar altında ülke içinde değerli maden arzını arttırmanın tek yolu -değerli madenler ülke içinde üretilmediği sürece- ticaret bilançosu fazlası sayesinde ülkeye değerli maden girişini sağlamaktı Çağın şartlarında ticari çıkarlar para arzının genişletilmesini gerektirmekteydi Ayni ekonomiden para ekonomisine geçiş, ulusal devletlerin gücünü devam ettirmeleri için ordu besleme, artan üretimi fiyatlar düşmeden satabilme bunu gerektiriyordu Diğer yandan para arzının genişlemesi enflasyonist bir ortam yaratıyor ve genel olarak borçluların kazandığı bir gelir kategorisi olarak kârın daha hızlı yükselmesini sağlıyordu Çünkü tüccar ve girişimciler toprak mülkiyetine dayanan soylulardan borçlanarak faaliyetlerine girişmekteydiler Ancak, enflasyon borçluya borcunu değeri azalmış bir para ile ödeme olanağı vermekte, yani borç verenlerin aleyhine işlemektedir Dolayısıyla bu enflasyonist ortamda tüccarlar zenginleşmiş, soyular ise yoksullaşmaya başlamışlardı Tekellerin desteklenmesi ve para arzının arttırılması, merkantalist düşüncenin müdahaleci anlayışa sahip olduğunu gösterir Diğer yandan merkantalistler daha büyük kamu harcamalarının daha fazla gelir ve istihdam yarattığı görüşünü savunmuştur Daha büyük harcama yapılabilmesi için para arzının artması gerekir Paranın değerli madene dayandığı dönemde, ticaret bilançosu fazlası bunu sağlamanın tek yoludur Merkantalistler nüfus artışını özendirmiş, bir ülkenin en büyük hazinesinin iyi beslenmiş insan sayısı olduğu fikrini savunmuşlardır Bunun bir nedeni askeri gücün insan sayısına dayanmasıdır Diğer bir nedeni de, üretimin emek yoğun olduğu bu çağda ihracat fazlası sağlanması için üretim artışının düşük ücretlerle gerçekleşme gereğidir Nüfus artışı emek arzını arttırarak ücretler üzerinde aşağı doğru bir baskı yaratır Merkantalist anlayışta devletin gücünün kaynağı servette bulunur Servet değerli madenlerden oluşur Değerli madenler ise ticaret bilançosu fazlası sayesinde elde edilir Devletin kudretinin kaynağı olan servet özel ayrıcalıklarla donatılmış tüccarların ve üreticilerin serveti demektir Merkantilizm, Avrupa nın her ülkesinde farklılıklar gösteren bir iktisat politikası sistemi olmuştur Ülkeye göre değişen bu düşünce, İngiliz-Hollanda okulu, Fransız okulu, Alman okulu ve İtalyan-İspanyol okulu olmak üzere dört sınıfta toplanabilir Merkantalist politika ve düşüncenin çökmesini hazırlayan etkenler aynı zamanda sınai kapitalizmin doğuşunu da hazırlıyordu Üretimde makinaların kullanılmaya başlanması, 18yüzyılda İngiltere de yapılan teknolojik buluşlar, ticari kapitalizmin sınai kapitalizme geçmesini hazırlamıştı Ayrıca gelişen dış ticaret ve altın ve gümüş stokunun artmasına bağlı uzun dönemli fiyat artışları burjuvaları çok zenginleştirmişti Sanayi kapitalizminin başlangıç aşamasında da devam eden ve ihracatı özendiren müdahalecilik, sanayinin güçlenmesini sağladı FİZYOKRASİ: Merkantilizme tepki olarak 18yüzyılın sonunda Fransa ve İngiltere de ortaya çıkan liberal iktisadi öğreti 3 iktisat okulunda toplanmaktadır: fizyokratlar, klasik okul, neo-klasik okul 18yüzyılın ikinci yarısında Fransa da gelişen fizyokrasiyle iktisadi düşüncede okul çağının başladığı söylenebilir Merkantalist düşüncenin iktisadi sorunlar üzerindeki görüşleri politikalar saptamaktan ibaret kalmıştır Buna karşılık İngiliz ve Fransız düşünürlerin sistematik görüşleri ile ekonomi biliminin doğmaya başladığı kabul edilir Fizyokrasi insan toplumlarının tabii kanunla yönetilmesi demekti, ve fizyokratlar bunu iktisat teorisiyle birleştirdiler 17 ve 18yüzyılda Fransa ve İngiltere de fiziksel ve toplumsal bilimlerle ilgili bilgilerin artması, insan aklına güveni arttırmakta, insanın rasyonel bir yaratık olduğu kanısı uyanmaktaydı Kişilerin çeşitli seçenekler arasında tatminlerini maksimumlaştıracak seçimi yaptıkları, davranışlarda itici gücün kişisel çıkar olduğu kabul edildi Toplumda yığınların refahının bu yolla maksimumlaşacağı düşü, bundan çıkan inanç sistemini oluşturdu O dönemde fizik bilimindeki gelişmeler toplumsal bilimleri de etkiledi Toplumlar da anlaşılabilir içsel kanunlara göre işleyen, tabii kanunları olan düzenli sistemler olarak düşünüldü Bu görüş “iyi ve akılcı bir tanrının” tabii uyum içinde bulunmak üzere toplumlarını yönettiğini savunuyordu Bu sav toplumun tabii kanunlarının saptanıp, bunlara uyulmasını gerektiriyordu Bu kanunlar piyasa ekonomisinin kanunlarıydı Kanunların tabiiliği bunlara hiç müdahale edilmemesini, müdahalenin faydasız olacağı sonucuna götürüyordu Çünkü toplumun tabii kanunlarıyla kendiliğinden optimal şartları yaratması mümkündü Diğer bir deyişle tabii kanunlar dolayısıyla toplum, varolan yapısıyla en iyi iktisadi düzeni göstermekteydi Kamunun, tabii kanunların en iyi işleyişini sağlayacak hukuk sistemini kurmak dışında piyasaya müdahale etmemesi, sadece piyasa kanunlarının serbest işlemesini sağlamakla yetinmesi gerekiyordu Tıpkı fizik kanunları gibi toplumların evrensel kanunlarının da zaman ve mekandan bağımsız ve doğru oldukları sonucuna varılıyordu Eğer insan tabiatı “tabii” olduğu için her yerde aynı ise, toplum kanunları da “tabii” olmaları dolayısıyla evrensel olmalıydı İnsanın doğuştan tabii olduğu ve dolayısıyla özel mülkiyeti bireysel girişim gibi aynı hak ve özgürlüklere sahip olması gerektiği inancına ve serbest rekabete dayanan, kendi içsel kanunlarına göre tabii uyum içinde işleyen toplum kendiliğinden maksimum refaha erişebilirdi Yani herkes kişisel çıkarını maksimumlaştırmaya çalıştığında, tabii uyum dolayısıyla optimal şartlar yaratılabilirdi Fizyokrasi, girişimci çiftçiyi, büyük ölçekte üretim yapacak tarımsal üreticiyi ön plana çıkarmak isteyen Fransız reformcularının öğretisi olmuştur Merkantilizm tarım kesimini büyük ölçüde göz ardı etmişti Bunun en büyük nedeni, düşük ücret politikasının uzantısı olarak çalışanların zorunlu gereksinimlerini karşılayan tarımsal ürün fiyatlarının bilinçli olarak düşük tutulmasıdır Fransız merkantilizmi de tarımı ihmal etmekle kalmamış ticaret ve sanayi lehine ezmişti Böyle bir ortamda ortaya çıkan fizyokrat düşünce, üretim yapısında meydana gelen değişikliklerle birlikte tepkisel bir boyuta da sahiptir Tüm zenginliklerin kaynağı olarak değerli madenleri gören ve ticarete büyük önem veren merkantalistlerin tersine, fizyokratlar, toplumda bir net hasıla yaratan tek kesimin tarım olduğunu öne sürmüşlerdir Toplumda yalnızca tarım kesiminde çalışanlar üretimde kullanılan ve kendi yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli olanın üzerinde bir değer (artık) yaratırlar Dolayısıyla tarım dışı kesimlerde çalışanlar kısır sınıflardır Fizyokrat okulun kurucusu olarak kabul edilen F Quesnay a göre toplum 3 sınıftan oluşmaktadır: a) toprak sahipleri toprak mülkiyetini elinde tutar, b) tarımda kiracılar toprağı işler, üretim yapar, c) kısır sınıflar, yani tüccarlar, zanaatkârlar ve mali sermaye sahipleri Bu üç sınıftan yalnız (b) grubundakiler üretken sınıftır Çünkü tarımsal üretimde yarattıkları safi hasıla, hem kendi geçimlerini hem toprak mülkiyetini elde tutanların ve kısır sınıfların ihtiyacını karşılar Yaratılan net safi hasıla bu 3 sınıf arasında dolaşır Burada hem malların hem de paranın bir yıllık çevresel akımı söz konusudur Fizyokratlar ayrıca paranın toplam iktisadi faaliyet üzerindeki etkisini göz önünde tutmuşlardır Diğer yandan safi hasılayı azaltması nedeniyle de tasarrufa olumsuz bakmışlardır Fizyokratlara göre yalnız tarım üretken olduğuna göre vergiler yalnız tarımdan alınmalıdır Vergi tek olmalı ve toprak mülkiyetini elde tutanlardan alınmalıdır Ayrıca tabii düzene uyulması için iç ve dış ticaretin serbestleştirilmesini istemişlerdir Fizyokratların doğal düzeni 3 unsura dayalı olarak ele alınabilir: a) ussal bireyler kendi tatminini ençoklaştırmak amacıyla davranırlar, b) doğal yasalar ideal bir hukuk sistemiyle uygulandığında toplumda maksimum refah artar, c) eğer herkes bu kurallara uyarsa toplumsal ekonomik süreç sorunsuz biçimde işler KLASİK İKTİSADİ DÜŞÜNCE Tarımı öne çıkaran fizyokrat düşüncenin de liberal iktisadi öğreti içinde kabul edilmesine rağmen, temelde, liberalizm sanayi kapitalizminin doktrinidir Buhar makinasının icadı, tekstil, ulaşım ve diğer bir çok alandaki yenilikleri kapsayan, İngiltere de ortaya çıkıp buradan bitin Avrupa ya yayılan sanayi devrimi, yığın halinde üretim ile birlikte sermaye ve emeğin ayrı ellerde toplanmasına ve emek güçlerini satmaktan başka gelirleri olmayan işçi sınıfının ortaya çıkmasına yol açtı Klasik iktisadın kurucularından biri sayılan Adam Smith, 1776 yılında “Ulusların Zenginliği” adlı yapıtını yayınladı, ve onu takiben de David Ricardo ve Robert Malthus ile birlikte liberal düşünce bir okul haline geldi Bu klasik iktisatçıların oluşturdukları kuramın liberal kapitalizmin temel ilkelerini oluşturması nedeni ile Adam Smith ve David Ricardo nun görüşlerine kısaca değinmekte fayda var Adam Smith: Ekonomik artık yalnızca ticaret ya da tarımda değil tüm kesimlerde yaratılır Ayrıca değer yaratılması sürecinde emek faktörünün ağırlıklı önemi vardır Adam Smith bir malın kullanımından elde edilen kullanım değeri ve bir malın diğer mallara göre değeri olan değişim değeri ayrımını yapmış ve ağırlıklı olarak değişim değeri üzerinde durmuştur Değişim değerini ise ücret, rant ve kâr biçimindeki 3 öğeden oluşan üretim maliyeti ile açıklamıştır Adam Smith, fizyokratların doğal düzen konusundaki düşüncelerinden de önemli ölçüde yararlanarak, devletin herhangi bir karışımı ya da müdahalesi olmaksızın işleyen rekabetçi piyasalara dayanan bir sistem öne sürmüştür Bireyler kişisel çıkarları peşinde koşarlarken, bir “görünmeyen el” onların aynı zamanda toplum çıkarları doğrultusunda davranmasını sağlayacaktır Bu görünmeyen el, piyasa mekanizmasıdır Devlet müdahalesi bu mekanizmanın işleyişini bozar Bu nedenle devletin işlevi, mülkiyeti koruyucu yasalar oluşturulması, ulusal savunma ve bazı kamu hizmetleri ile sınırlı olmalıdır David Ricardo: Ricardo ya göre ekonomi bilimi, ulusların servetlerinin kaynağı ve nedenlerinin araştırılması ile değil, üretimin üretime katılanlar arasında bölüşümünü belirleyen yasaların ortaya çıkarılması ile ilgilenir Ricardo ya göre malların değişim değerini belirleyen, üretimleri için harcanan emek miktarıdır Üretimde kullanılan sermaye malları da daha önce kullanılan emek ile üretilmiştir O halde herhangi bir malın değeri, fiilen harcanan emek ile birlikte bu sermaye mallarında içerilen emek tarafından belirlenecektir Ricardo geliştirdiği “karşılaştırmalı üstünlükler” kuramı ile serbest ticaret, iş bölümü ve uzmanlaşmanın yararlarını uluslar arası ticarette uygulamıştır Buna göre her ülke uluslar arası ticarete karşılaştırmalı olarak daha avantajlı olduğu ürünlerle katılmalıdır Ricardo ya göre toplum, ücret, kâr ve rant elde eden 3 sınıftan oluşmaktadır Bu 3 gelir grubunun çıkarları birbirleri ile uyuşmazlık içindedir Bu arada liberal kapitalizm teorik düzeyde ciddi eleştirilere maruz kaldı Rekabetçi piyasanın yararları, girişim özgürlüğünün yararları ve toplumsal düzeydeki yararlarının yanı sıra, rekabetin rekabeti yok edeceği ve liberal kapitalizmin ekonomik ve toplumsal bunalımlara yol açacağı yönünde eleştiriler yapılmıştır Uygulamada Liberal Kapitalizm: 1850-1914 dönemi liberal kapitalizmin yerleştiği dönem olarak kabul edilir Bu dönemde dünya sanayi üretimi 7 kat artış göstermiştir Bu artışın değişik ülkelerde değişik oranlarda gerçekleşmesi sonucu uluslar arası güç dengesi değişmiştir Dönemin başlarında ilk iki sırada yer alan İngiltere ve Fransa bu konumlarını ABD ve Almanya ya bırakmışlardır 1860 lar dan sonra ağır sanayinin gelişim hızı batının sanayileşmiş ülkelerinde gerek nüfus artışı gerekse aktif nüfus oranının çok üzerinde gerçekleşmiştir Bu gelişmelere paralel olarak yaşam düzeyi önemli ölçüde yükselmiş ve ortalama reel gelir %70-100 arasında artmıştır Teknik buluşların ulaşım ve haberleşme alanında etkili olması mal ve hizmetlerin yanında insanların da dolaşımını kolaylaştırmıştı 1850-1914 yılları arasında dünya ticareti 10 kat artış göstermiştir Diğer yandan ABD de kapitalizme geçişle birlikte 1830-1920 yılları arasında 36 milyon kişi Avrupa dan ABD ye göç etmiştir Bu durum Avrupa da nüfus patlaması sonucu ortaya çıkan işsizliği emmiş ve Avrupa kapitalizmine yardım etmiştir Diğer yandan ABD nin gelişimini hızlandırmak için üretim mallarına gereksinimi vardı Bu sayede hızla artan üretim büyük ölçüde Pazar sorunu ile karşılaşmamıştır Ayrıca 1870 yılından sonra başlayan ikinci sömürgecilik akımı sonucunda sömürgeleştirilen ülkeler o dönem için hem hammadde hem de pazar olarak kapitalist ülkelerin gelişimine büyük katkıda bulunmuştur Tüm bu olumlu etkilerin dönem sonuna doğru zayıflamaya başladığı ve kapitalizmin müdahaleci aşamaya geçişini hazırlayan bir ortamın oluştuğu görülmektedir Liberal kapitalizmin ortaya çıkardığı en önemli sorun, aşırı üretimin yeterli pazar bulamamasından ve düşük ücretlere bağlı olarak geniş halk yığınlarının satın alma gücünün sınırlılığından dolayı ortaya çıkan ekonomik ve toplumsal bunalımlardır Diğer yandan 19yüzyılın ikinci yarısından itibaren kapitalizm yavaş yavaş başlangıçtaki rekabetçi yapıdan uzaklaşmaya başladı Temel amacı kâr olan girişimciler, birbirleri ile anlaşmanın rekabetten daha kârlı olduğunu fark ettiler Bu durum dünya pazarlarına egemen olma çabası içinde kartel ve tröstlerin oluşumuna yol açıyordu NEO-KLASİK (MARJİNALİST) ANLAYIŞ Bu arada 19yüzyılın sonunda, 20yüzyılın başında yazan neo-klasiklerden de bahsetmek gerekir Marjinal analiz yönetimini kullandıkları için marjinalistler olarak da adlandırılırlar Marjinalist okul içinde 3 eğilim kendini göstermiştir Bunlar: Lozan okulu, Avusturya okulu ve J M Keynes in çıktığı okul olan Cambridge okulu Bu çeşitli marjinalist akımların ortak niteliği hepsinin de marjinal denilen bir çözümleme yöntemi kullanmalarıdır Bu çözümleme yöntemine göre malların değeri, bu mallarda cisimleşmiş emek miktarına bağlı değildir Bu malların kullanılabilir son biriminin faydasına, azalan fayda yasasından dolayı zorunlu olarak en düşük olan faydaya bağlıdır Azalan fayda yasasına göre herhangi bir maldan elde bulunan miktar arttıkça, o malın marjinal faydası azalıyordu Yani marjinalist çözümleme, klasiklerin çözümlemesi gibi fiyat olaylarını ele almakla yetinmez, kişilerce mallar hakkında verilen önem kuramını ortaya koyar Ayrıca marjinalistler, tabii ücret (Ricardo ya göre tabii ücret: “işçilerin yaşamasını ve sayıca artmaksızın veya azalmaksızın, neslini sürdürmesini sağlayan bir fiyattır”) anlayışından marjinal verime bağlı ücret anlayışına geçmişleridir Değer ve ücret teorisi dışında, marjinalizm, klasik görüşleri ve liberal ideolojiyi sürdüren iktisatçıların okulu olmuştur MÜDAHALECİ KAPİTALİZM Liberal kapitalizmin rekabetçi yapıyı sürdürememesi serbest ticaret ilkesinin aksamasına yol açtı Diğer yandan emperyalizm kaçınılmaz olarak dünyayı bir savaşa sürüklemişti Nihayetinde kapitalist sistemin liberalizm ilkelerinden kopuşu 1Dünya Savaşı ile başlamış ve daha sonra çıkan bir dizi gelişmenin etkisiyle kapitalizm müdahaleci aşamaya geçmiştir 1Dünya Savaşı kapitalizmin liberal döneminin sonu oldu Bu büyük savaşın ekonomik sonuçları da çok ağır olmuştu 1919 yılında savaşa katılmış olan ülkelerin hepsinde üretim üçte bir oranında düşmüştü Diğer yandan 24 ekim 1929 da bir borsa paniği ile başlayan büyük bunalım ABD ile sınırlı kalmayıp diğer ülkelere de yayılmış ve sonuçları bakımından kapitalist sistemin dönüm noktası olmuştur 1930 dan sonra bunalım giderek şiddetlenmiş ve tüm dünyaya yayılması ile sanayileşmiş ülkelerin tamamında 30 milyona yakın kişi işsiz kalmıştır Bu bunalımı aşmak için klasik kuramın tek reçetesi beklemekti Fakat ne kadar süreceği belli olmayan bu bekleyiş her geçen gün maliyetini biraz daha arttırıyordu Piyasanın bunalımı kendiliğinden atlatması beklenirken kapitalizm tam bir çöküş içindeydi Öte yandan 1917 yılında SSCB nin kuruluşu ile uygulamada da kendini gösteren sosyalizm, batının liberal kapitalist ülkelerine oranla daha istikrarlı ve yüksek bir büyüme hızı ile güçlenmekteydi Kapitalist sistem, Rusya da sosyalist bir sistemin kuruluşu ile aynı zamanda geniş bir pazarı da kaybediyordu J M Keynes 1936 yılında yayınlanan çalışması ile tam istihdam dengesini sağlayan bir görünmez elin olmadığını ve dolayısıyla da bir müdahalenin gerekli olduğunu söylüyordu Keynesyen iktisat 1929 bunalımı sonrası birçok ülkenin zorunluluklar karşısında uyguladıkları politikalara teorik bir temel kazandırıyordu Bütün bu etkenlerin birikimi liberal kapitalizmi müdahaleci kapitalizme yöneltiyordu Müdahaleci kapitalizmin, kapitalizm uygulanmasında bir dönem olarak ele alınması ise 2Dünya Savaşı sonrasına rastlar Keynesyen Devrim: Keynes “Genel Teori”sinde bırakınız yapsınlar felsefesini reddetmiştir Ona göre her hükümet bir ekonomik politikaya sahip olmalıdır Keynes e göre kapitalizm tam istihdam ve sosyal adalet bakımından başarısız olmuştur Klasik iktisatçılar işsizliği kaynakların yanlış tahsisinin bir belirtisi olarak görürler Oysa Keynes e göre işsizlik talep yetersizliğinin bir sonucudur Keynes e göre ekonomi eksik istihdam durumunda da dengeye gelebilir Tam istihdama yaklaşılması için efektif talebin kamu harcamaları yoluyla yeterli genişlikte tutulması gerekir Gelir dağılımındaki çarpıklık ise vergi politikası ile bir ölçüde giderilebilir Tam istihdamın sağlanması yanında devlet sosyal alanda da sorumluluklar üstlenmelidir Keynes klasiklerden farklı olarak paraya önemli bir rol tanımış ve toplam arz, toplam talep ve tam istihdama para politikası ile etki edilebileceğini savunmuştur Keynes in genel teorisi talep yönlü iktisadın teorik temelini oluşturur Talep yönlü iktisadı, ekonomide etkin kaynak kullanımının sağlanması, ekonomik büyüme ve kalkınmanın gerçekleştirilmesi, adil bir gelir ve servet dağılımı ve ekonomik istikrar için devletin toplam talep üzerinde yönlendirici kararlar almasını öneren bir iktisadi düşünce olarak tanımlamak mümkündür Keynes in kuramsal çerçevesi ve getirdiği pratik öneriler 2Dünya Savaşı sonrasında genel bir kabul görmüş ve uygulama alanı bulmuştur Kapitalist sistem içinde genel olarak iki tür devlet müdahalesinden söz edilebilir: Ekonomik (etkinlik) amaçlı müdahale, Sosyal amaçlı müdahale Ekonomik amaçlı müdahale anlayışında söz konusu olan piyasanın etkin sonuçlar yaratamadığı alanlarda etkinliği sağlamak amacıyla devletin müdahale etmesi gereğidir Keynesyen teori de esas olarak ekonomik boyutlu olmakla birlikte, talep yönetimine dayanması nedeniyle sosyal amaçlar ile çok kolay bir uyum sağlar görünümündedir 2Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmde uygulanan Keynesyen ekonomi politikaları sosyal devlet ya da refah devleti olarak adlandırılan uygulamaları getirmiştir Sosyal devlet kavramı, gelişmekte olan ülkelerde devletin sosyal adalet, sosyal güvenlik gibi amaçlarla sorumluluk üstlenmesini ifade etmek üzere kullanılırken, refah devleti gelişmiş ülkeler için kullanılmaktadır Refah devleti genel olarak toplumun tümüne belirli bir minimum yaşam düzeyinin sağlanması, sosyal adalet ve sosyal güvenlik gibi alanlarda sorumlu olması biçiminde algılanır 2Dünya Savaşı sonrası dönemde yaşam standartları yükselmiş ve kapitalist ülkelerde önemli gelişmeler sağlanmıştır Yüksek büyüme hızları, sosyal politikaların uygulanmasında finansman sorunu yaratmıyordu Ancak 1960 lı yılların sonlarından itibaren başlayan duraklama, 1973 petrol krizi ile doruk noktasına ulaşmış, kapitalist sistem ikinci önemli krizini yaşamıştır Büyüme ve verimlilik oranlarında ciddi yavaşlamalar başlamış ve Keynesyen iktisat, genişlemeci maliye politikaları ve sosyal refah önlemlerine yönelik eleştiriler daha yüksek sesle dile getirilmeye başlamıştır 1970 li yıllarda enflasyon ve işsizlik oranları birlikte yükseliyordu, stagflasyon olarak adlandırılan bu durum karşısında, daralma dönemleri için önerilen Keynesyen reçeteler yetersiz kalıyordu 1970 lerin ortamı yeniden serbest piyasa koşullarına dönüş yönündeki düşünceleri ön plana çıkarmıştır Talep iktisat teorisinin yerini arz yönlü iktisat almıştır ARZ YÖNLÜ İKTİSAT Arz yönlü iktisat üretime, arza ve ekonominin büyümesine önem ve ağırlık verir Gelir dağılımın iyileştirilmesi bir hedef olarak yer almaz Arz yönlü iktisatta öncelik serbest piyasa ekonomisinin işleyişinin engellenmemesi ve bunun sağlayacağı ekonomik etkinliğe verilmiştir Kendi işleyişine bırakılan piyasalarda özel çıkar duygusu ile çalışan bireyler daha etkin bir ekonomik yapı oluştururlar Arz yönlü iktisat anlayışı özünde, devletin tam istihdamı sağlama ve toplumsal refahı arttırma amacına yönelik ekonomik programlarının, piyasa ekonomisinin yaratıcı, dinamik özelliğinin zayıflattığı düşüncesine dayanır Dolayısıyla müdahale ve kontrollerin azaltılması, vergilerin ve kamu harcamalarının azaltılması ile kamu maliyesinin piyasa üzerindeki (olumsuz) etkilerinin azaltılmasını öngörür |
|