Prof. Dr. Sinsi
|
Fatih'ten Karadziç'e Medeniyet Kıyaslamaları
“Siz Müslüman değil, laik olduğunuzu söylüyorsunuz ama adınız yeterince açığa vuruyor kimliğinizi Saraybosnada insanlar, isimleri Hasan, Mehmed, Mithat, Nermin olduğu için öldürülüyorlar Kimsenin Müslüman mı yoksa laik mi olduklarına aldırdıkları yok ”
Evet, Avrupa Topluluğu nezdindeki Bosna büyükelçisinin, aynı dinî kimliği taşımasına rağmen kendini Bosna Müslümanlarından farklı kategoriye koyan bir Türk yazarına söyledikleri buruk gerçekler bunlar Hayal ile gerçekliği birbirine karıştırıp vurdulu kırdılı bir savaş filmi seyreder gibi TV ekranlarından Bosna katliamlarını seyrettiğimiz bu kan kokulu günlerin birinde mazlum Bosna halkını Sırp canilere karşı korumakla görevli (!) Birleşmiş Milletlere, daha doğrusu Müslümanlara karşı birleşmiş olan Milletler Teşkilatına ait bir aracın önünden, annesinin elinden tutmuş geçmekte olan yedi yaşındaki bir kız çocuğu, ne olduğunu dahi anlayamadan yüzü paramparça olarak kanlar içinde aracın önüne düştü (Sağdaki resim) Adı Nermin Divoviçtı çocuğun Adının mânâsından da anlaşılacağı üzere yumuşaklardan yumuşak, narin mi narin, herşeye rağmen geleceğe ümitle bakan bir kız çocuğuydu Kazayla öldürülmemişti, tek bir mermiyle vurulmuştu Karşı tepelerdeki bir Sırp sniper (keskin nişancı) dürbünlü tüfeğiyle onu arayıp bulmuş, nefesini tutarak hedef almış, Nerminin masumlardan masum yüzüne bakmış ve taşlaşmış kalbinde hiç ürperti duymadan melal tetiğe kinle asılmıştı Sonra aynı sniper Nerminin annesini de hedeflemiş ve hemen ölmesin, ölmeden önce kızının ölümünün ızdırabını seyretsin diye karnından vurmuştu
Bu vaka birkaç yıldır yaşanan gerçekler okyanusundan sadece bir damla Oysa bizim gözlerimiz çok şeyi daha görmedi ve kulaklarımız çok feryadı işitmedi Ekmek kuyruğunda bekleşirken başlarına bomba yağan insanları görmedi örneğin Evine su taşırken vurulanları da Akan kanı ve kanı yalayan köpekleri de Ne açlığı, ne korkuyu, ne de çıldırıp aklını yitirenleri Ve hergün sokaklarda yiyecek ve yakacak birşeyler arayan sakatlar ordusunu da Artık Bosna coğrafyasına bakılacak gibi değil, çünkü kentler yanık et kokuyor
Evet, insanın “belhum adal”laştığını gösteren korkunç tablolar bunlar İnsan, başka milletten de olsa “insan” sıfatını taşıyan birilerinin bu kadar aşağılaşmaması gerektiğini düşünüyor Fakat öte yanda, vahşetin bazı milletlerde ırkî bir özellik olduğunu tasdik ettirircesine bir başka okumuş ve belli bir kültür seviyesine erişmiş birinden şu ifadeleri duyunca hiçbir değer terazisine oturtamayıp beynimiz iflas ediyor
Saraybosna Üniversitesinin eski öğretim üyelerinden 37 yaşındaki Vojislav Seselj: “Müslümanlar için kurşun harcamaya değmez Paslı bir çatalla gözlerini oyarsın olur biter” şeklindeki sözleriyle ruhundaki tâ Slav kökeninden gelme tarih mirasıyla iğrençliği ortaya döküyor
Ordudaki askerinden üniversitesindeki öğretim görevlisine, hatta milletinin başındaki liderine kadar aynı çukur zihniyetin temsilcileri bunlar Sırp lider Radovan Karadziç daha yirmi yaşında iken Saraybosnayı yakmakla ilgili şiirler yazarmış Şimdi ellisinde bunları gerçekleştirmeye çalışıyor Şu âna kadar gerçekleştirdikleri ise korkunçlar üstü korkunç:
Yıkılan 900 cami, kilise ve havra, göçe zorlanan 1 5 milyon insan ve katledilen 200 bin masum  
Medeniyetin “mim”sizleşerek denileşip nice Nerminlerin soldurulduğu kan ve kin kokulu bu asırdan, hayalen dahi olsa mazinin sevgi, müsamaha ve huzur dolu atmosferine sığınma ihtiyacı hissediyor insan Ve tarihin tozlu sayfalarını aralayıp aynı coğrafyada zaman makinesinden bizi gerilere, çok gerilere götürmesini istediğimizde karşımıza efsunlu bir manzara çıkıyor Yıl 1463 Hanlar Hanı Fatih Sultan Muhammed Han, Balkanlardan Bosnaya uzanmış ve şehri fetheylemiş Büyük Sultan, şehre girer girmez etrafını halkalayan her sınıftan insanın bulunduğu bir topluluğun huzurunda ferman buyuruyor Kulak kabartıp dinliyoruz bu kartal bakışlı adalet güneşini:
“Ben ki Sultan Mehmed Hanım, cümle âvâm ve havassa malum ola ki, iş bu darendegan-ı ferman-ü hümayun Bosna rahiplerine mezid-i inayetim zuhura gelüp büyürdüm ki: mezbûrlara (adı geçen Hristiyanlara) ve kiliselerine kimse mâni ve mezahim olmayup (sıkıntı vermeyip) ihtiyatsız memleketlerinde duralar Ve kaçup gidenler dahi emn ü emanda olalar
Gelüp bizim hassa memleketimizde havfsız (korkusuz) sakin olup kiliselerine mütemekkin olalar (yerleşeler) Ve yüce hazretimden ve vezirlerimden ve kullarımdan ve reayamdan ve cemi memleketim halkından kimse Hıristiyanlara dahi ve taarruz edüp incitmeyeler, kendülere ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dahi yabandan (dışarıdan) lıassa memleketimize âdem gelirler ise yemin-i mugallaza ederim ki, yeri göğü yaratan perverdigar (bütün yaratılmışları besleyen yüce Allah) hakkı içün ve Mushaf hakkı içün, ulu Peygamberimiz hakkı içün şu yazılanlara hiçbir fert muhalefet etmeye Madem ki benim emrime mutivü münkad olalar (emirlerime itaat edip riayet edeler) Şöyle bilesünüz (gereğini yapınız) ”
İşte Osmanlı Kerim Devletinin bu bölgede tam 415 yıl hâkim olmasının ardındaki sır, bu sözlerde ve bu anlayışta yatıyor Yirminci asrın başlarında İhtiyar Arslanın pençelerini yitirmesiyle o toprakları sahiplenen Avusturyanın bölgede 40 yıl, daha sonra kurulan Yugoslavya Devletinin ise ancak 84 yıl ayakta kalabilmeleri, hoşgörü, müsamaha ve adaletle hükmeden Osmanlı medeniyeti ile vahşi batı medeniyeti arasındaki farkı gösteren çok ibretli bir tablo
Evet, bugün kin ekilip kanla sulanan dünya coğrafyası mazlumların bağrına saplanan diken bitiriyor Sebebi ise, soluğunun yetiştiği yerlere sevgi, müsamaha, hoşgörü ve adaletle meltemler estiren tarihin şanlı başrol oyuncularının figüranlığa düşmesi Evet, bugün biz, bizi tarihin efendisi yapan özden uzaklaştırıldık Uzaklaşınca da, zaman kokmaya, tarih kirlenip zehirlenmeye başladı ve bugün insanlık tarihi, Çeçenistandan Bosna-Herseke kadar, zulümler ve haksızlıklarla en kirli dönemini yaşamaktadır Bu tarihin temizlenmesi lazımdır Dünya; insanlığa, adalet ve huzur getirip, mazlumların iniltisini dindirecek olan “Arzın hakiki sahipleri”ni binbir ümitle beklemektedir Ümidimiz odur ki, son birkaç asırdır şiddetli bir kış geçiren bu necip millet, en sert kışların bile nice gürbüz baharlara hamile olduğu, yıldızların kaybolup gecenin zifiri karanlığa boğulmasının, apaydınlık bir şafağın habercisi olduğu gibi içtimaî değişimin, içtimâi dirilişin baharı belirir belirmez, gür ve gümrah biçimde yeniden canlanacak ve insanlığa susamış olduğu diriliş solukları estirecektir
|