Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
eski, gelişimi, tarihi, türkçe, türkçenin

Türkçenin Tarihi Gelişimi Eski Türkçe

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkçenin Tarihi Gelişimi Eski Türkçe



Türk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun âbidelerinin metinleridir Fakat bu metinler şüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri değildir Çünkü Orhun âbidelerindeki dil yeni teşekkül etmiş bir yazı dili olarak değil, çok işlenmiş bir yazı dili olarak karşımıza çıkmaktadır Bu bakımdan, Türk yazı dilinin başlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha öncelere çıkarmak gerekir Türk yazı dilinin sekizinci asırdan sonraki gelişmesi ile mukayese edilerek bir tahmin yürütülürse, Orhun abidelerindeki yazı dilinde hiç değilse bir kaç asırlık bir gelişme mevcut olduğuna kolaylıkla hükmolunabilir Buna göre Türk yazı dilinin başlangıcını Milâdın ilk asırlarına, hiç olmazsa Orhun âbidelerinden bir kaç asır önceye çıkarmak doğru olur Fakat Orhun kitabelerinden daha eski bir metin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak sekizinci asırdan itibaren takip edebilmekteyiz

İşte nazarî olarak Milâdın ilk asırlarında başladığını kabul ettiğimiz ve ilk ele geçen metinleri sekizinci asra ait olan bu yazı dili 12 - 13 asra kadar devam etmiş olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk devresini teşkil etmektedir Bu ilk yazı dili devresi ayni zamanda müşterek bir yazı dili devresidir Yani bu yazı dili bütün Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmış, Orta Asyada geniş bir sahayı kaplayan Türklük âlemi asırlar boyunca hep ayni dille okuyup yazmıştır O devirden kalma eserlerde görülen ufak tefek farklar ise saha ve zaman farklarından ileri gelen normal ayrılıklar olup tek bir yazı dilinin hudutlarını aşacak mahiyette değildir

Kâşgarlının en çok beğendiği ve şivelerle karşılaştırırken “Türkçe” diye adlandırdığı, Hakaniye Türkçesi, yahut başka eserlerde Kâşgar dili, Kâşgar Türkçesi adı ile anılan dil hep bu ilk Türk yazı dilidir Bu yazı dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile yazılmış olduğu için bu devreye Uygur devresi, bu yazı diline de Uygurca denilebilir Fakat Türkoloji öğretiminde Türkçenin bu ilk devresi için bugün en uygun isim olarak “Eski Türkçe” tâbirini kullanmaktayız Türkçenin ondan sonraki çeşitli gelişmelerinin kaynağı hep bu devreye çıkmakla, bugün geniş sahalarda ayrı kollara ayrılmış bulunan Türkçenin bütün şekillerinin menşei bu devrede bulunmakta, kısacası, Türkçenin bütün yapısı bu devre ile izah edilebilmektedir Demek ki bu devre Türkçenin ana Türkçe devresi, ilk devresi, eski devresidir Onun için bu devreyi “Eski Türkçe” diye adlandırmak çok yerindedir Bu kitapta biz de bu ismi kullanacağız

O hâlde Türk yazı dilinin ilk devresi Eski Türkçedir Eski Türkçeden daha önceki devir ise Türkçenin karanlık devridir O devir artık Eski Türkçenin Çuvaşça ve Yakutça ile, bunların da daha ileride Moğolca ile birleştikleri devirdir

Türkçe tarih boyunca iki gramer yapısına sahip olmuştur Eski Türkçe devresi Türkçenin eski gramer yapısını temsil eder Ondan sonraki devreler Türkçenin yeni gramer yapısına sahip olan devrelerdir

Kuzey-doğu Türkçesi, Batı Türkçesi
Eski Türkçeden sonraki devre gelince, bu devirde Türkçe karşımıza birden fazla yazı dili ile çıkmaktadır Eski Türkçenin sonlarında Orta Asyadaki Türklük âleminin parçalanarak büyük kütleler hâlinde Hazar Denizinin güney ve kuzeyinden kuzeye ve batıya yayılması, yeni kültür merkezlerinin meydana gelmesi, İslâm kültürünün Türkler arasına gittikçe kuvvetli bir şekilde yerleşmesi, yeni mefhumlarla birlikte yeni bir yazının kabulü gibi çeşitli dış sebeplerle beraber Türkçenin içinde bir müddetten beri kendisini hissettiren tabiî gelişmeler neticesinde ortaya çıkan büyük değişiklikler yazı dili birliğini parçalayarak Eski Türkçenin ömrünü tamamlamış ve ayrılan Türklük kollarının yeni kültür merkezleri etrafında kendi şivelerine dayanan yazı dilleri meydana getirmeleri birden fazla yeni yazı dilinin doğmasına ve gelişmeğe başlamasına sebep olmuştur Böylece 12-13 asırdan sonra biri Kuzey-doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki Türk yazı dili meydana geldiğini görmekteyiz

Kuzey Türkçesi, Doğu Türkçesi
Bunlardan Kuzey-doğu Türkçesi önce 13 ve 14 asırlarda, bir müddet, Eski Türkçenin tabiî ve yeni bir devamı olarak eski ve yeni arasında köprü vazifesi gören bir geçiş devresi hâlinde devam etmiş, sonra 15 asırdan itibaren Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak iki yeni yazı diline ayrılmıştır Son zamanlara kadar devam eden bu yazı dillerinden Kuzey Türkçesi, Kıpçak Türkçesidir Doğu Türkçesi ise Çağatayca gibi yanlış bir isimle anılan ve Timur devrinde başlayarak 15 ve 16 asırlarda kuvvetli bir edebiyat meydana getirmek suretiyle en parlak çağını yaşadıktan sonra son zamanda yerini modern Özbekçeye bırakan yazı dilidir

Batı Türkçesi
Batı Türkçesine gelince, bu yazı dili 12 asrın ikinci yarısı ile 13 asrın ilk yarısında teşekküle başladığı anlaşılan, 13 asrın ikinci yarısından itibaren de metinlerini günümüze kadar aralıksız bir şekilde takip ettiğimiz yazı dilidir Selçuklulardan başlayarak bugüne kadar gelen ve devam etmekte olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dili durumundadır Batı Türkçesinin esasını Oğuz şivesi teşkil eder Onun için bu yazı diline Oğuz Türkçesi de denilebilir Oğuz şivesi Hazar Denizinden Balkanlara kadar uzanan sahaya yayılmış bulunan Türkçedir Bu saha ise batı Türklerinin yaşadığı sahadır Onun için Oğuz yazı diline, Oğuz Türkçesine umumî olarak Batı Türkçesi adını vermekteyiz Türkolojide Batı Türkçesi için bazen Cenup Türkçesi veya Cenup Şivesi adı da kullanılmaktadır Fakat bu Şimal Türkçesine göre verilen bir addır ve şüphesiz Batı Türkçesi kadar uygun değildir
Azeri Türkçesi, Osmanlı Türkçesi
Batı Türkçesinin içinde saha bakımından zamanla iki daire meydana gelmiştir Bunlardan biri Azeri ve Doğu Anadolu sahasını içine alan doğu Oğuzcası, diğeri Osmanlı sahasını içine alan batı Oğuzcasıdır Doğu ve batı Oğuzcaları arasında ilk asırlarda çok küçük saha farkları dışında bir ayrılık mevcut olmamış, bu saha farkları yavaş yavaş genişleyerek ancak 17 asırdan sonra doğu ve batı Oğuzca dairelerini meydana getirmiştir

Bununla beraber arada yine iki yazı dili olacak kadar fark mevcut değildir ve her ikisi de ayni şiveye, yani Oğuz şivesine dayandıkları için Azeri ve Osmanlı Türkçeleri ancak tek bir yazı dilinin kardeş iki dairesi sayılabilirler Esasen doğu ve batı Oğuzcası arasındaki farklar daha çok şivede yani konuşma dilinde kalmış, devamlı olarak Osmanlı kültür ve edebiyatının tesiri altında kalan Azeri sahasında yazı dili, Osmanlı Türkçesinden konuşma dilindeki ile mukayese edilemeyecek kadar az bir ayrılık göstermiştir

Azeri ve Osmanlı Türkçeleri arasında, daha çok şivede kalan bu ayrılığın sebeplerini doğu Oğuzcasına Oğuz dışı Türk şivelerinin, bilhassa zaman zaman kuzeyden gelen Kıpçak unsurlarının yaptığı tesir ile İlhanlılardan kalan bazı Moğol izlerinde aramak lâzımdır Bunlardan birincisi doğu Oğuzcasını batı Oğuzcasından bazı şekiller bakımından biraz farklı yapmış, ikincisi ise Azeri Türkçesinde bazı Moğol asıllı kelimeler bırakmıştır

Bilhassa konuşma dili bakımından birbirinden farklı olan Azeri ve Osmanlı Türkçesi arasındaki başlıca ayrılıklar, kelime başındaki b-m, kelime içindeki q-ġ, h, ilk hecedeki e-i, kelime başındaki t-d ile akkuzatif ve bazı fiil çekim şekilleri etrafında toplanır Bu ayrılıklar daha çok konuşma dilinde kaldığı, yazı diline aksedenlerin ise ancak son devir Azeri Türkçesinde görülebildiği, Azeri sahasında yetişen başlıca edebî şahsiyetlerin bulunduğu 17 asırdan önce de doğu ve batı Oğuzcaları arasında kayda değer bir ayrılık bulunmadığı için bu iki Oğuz Türkçesi yazı dili olarak Batı Türkçesi adı altında bir bütün teşkil ederler

Batı Türkçesinin gelişmesi
Batı Türkçesinin yedi asırlık uzun hayatında bazı merhaleler vardır Bu merhaleler onun iç ve dış gelişme seyri içinde görülen çeşitli safhalardır Gerçekten Batı Türkçesi uzun gelişme seyri içinde bugüne kadar iç ve dış yapısı bakımından muhtelif gelişmeler ve değişiklikler göstermiştir İç yapı bakımından gösterdiği değişiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses ve şekil değişiklikleri olup, doğrudan doğruya Türkçenin tabiî gelişmesi ile ilgilidir Dış yapı bakımından Batı Türkçesinde görülen çeşitli safhalar ise, Türkçenin bünyesi ile ilgili olmayıp, onun, içine karışan yabancı unsurlara göre aldığı değişik görünüşlerden ibarettir

Demek ki Batı Türkçesinde Türkçeden başka bir de yabancı unsurlar vardır Bu unsurlar çeşitli Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerdir Türklerin İslam kültürü çerçevesine girmeleri dolayısıyla Türkçeye sokulan Arapça ve Farsça unsurlar, Türkçeyi Eski Türkçeden sonra, yeni yazı dilleri devresinde istilâya başlamış, bu istilâ bilhassa Batı Türkçesinde korkunç bir gelişme göstererek bir kaç asır içinde Türkçeyi âdeta tanınmaz bir hâle getirmiştir

Arapça ve Farsça unsurların Batı Türkçesi içindeki durumu yedi asır boyunca hep ayni olmamış ve çeşitli safhalar göstermiştir Bu sebeple Batı Türkçesi içinde hem Türkçe bakımından, hem de yabancı unsurlar bakımından birbirinden farklı bir kaç devre var demektir
İşte 13 asırdan günümüze kadar Batı Türklerinin yazı dili ola gelmiş bulunan Batı Türkçesi iç ve dış gelişme ve değişiklikler bakımından şu üç devreye ayrılır:
1 Eski Anadolu Türkçesi
2 Osmanlıca
3 Türkiye Türkçesi

Eski Anadolu Türkçesi
Eski Anadolu Türkçesi 13, 14 ve 15 asırlardaki Türkçedir Batı Türkçesinin ilk devrini teşkil eden bu Eski Anadolu Türkçesi bilhassa Türkçe bakımından kendisinden sonraki iki devreden çok farklıdır Bu devreye Batı Türkçesinin bir oluş, bir kuruluş devresi olarak bakmak yerinde olur Batı Türkçesini Eski Türkçeye bağlayan birçok bağlar bu devrede henüz kendisini iyice hissettirmektedir Bu devreden sonraki Türkçede gördüğümüz birçok yeni şekiller bu devrede henüz Eski Türkçedeki eski şekillerinin izlerini taşımaktadırlar

Eski Anadolu Türkçesi bir taraftan böylece Eski Türkçenin izlerini taşırken diğer taraftan köklerde ve eklerde bazı ses ve şekil ayrılıkları göstermek suretiyle Osmanlıca ve Türkiye Türkçesinden biraz farklı bir durum arzeder Öyle ki Batı Türkçesi içinde Türkçe bakımından mevcut başlıca değişiklikler bu devre ile bundan sonraki iki devre arasındaki değişikliklerdir Yani Batı Türkçesini yalnız Türkçe bakımından devrelere ayırırsak Eski Anadolu Türkçesi ve Osmanlıca - Türkiye Türkçesi diye ikiye ayırmamız icap eder Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında Türkçe bakımından, Eski Anadolu Türkçesinden Osmanlıcanın ilk devirlerine taşan bir kaç şekil dışında, bariz bir ayrılık yoktur

Eski Anadolu Türkçesi yabancı unsurlar bakımından denilebilir ki Batı Türkçesinin en temiz devridir Bu devirde Türkçeye Arapça ve Farsça unsurlar girmeğe başlamıştır Fakat bu unsurlar kesifliğini yavaş yavaş arttırmış ve ancak devrenin sonlarında geniş bir istilâ başlangıcı hâlini alarak Osmanlıcanın doğuşunu hazırlamıştır Eski Anadolu metinlerinde görülen Arapça ve Farsça kelimeler henüz çok fazla olmadığı gibi devrenin sonlarına doğru artan terkipler de henüz açık ve basit bir durumdadır Yabancı unsurlar bakımından bu devirde manzum ve mensur metinler arasında da oldukça fark vardır

Gittikçe artan yabancı kelime ve terkipler daha çok nazım dilinde görülür Nesir dili ise çok temiz ve duru bir Türkçe olarak devrenin sonunda bile Arapça ve Farsça kelimeler ve bilhassa terkiplerden mümkün olduğu kadar uzak kalmıştır 15 asrın ortalarına doğru ikinci Murat devrinde geniş bir kültür hamlesinin ifadesi olarak meydana getirilen telif ve tercüme pek çok Türkçe eserin dili bunu açıkça göstermektedir Nazım dilinde ise, şiirin Fars taklitçiliği üzerine kurulması ve vezin, şekil zaruretleri yüzünden duruluk çok muhafaza edilememiş ve Türkçedeki gelişmeler bakımından devre daha bitmeden, 15 asırda, basit de olsa terkipler ve yabancı kelimeler adam akıllı çoğalmış ve Türkçeyi sarmıştır Bu yüzden asrın ikinci yarısı Osmanlıcanın temelini atan, onun başlangıcını teşkil eden bir devir olmuş, Eski Anadolu Türkçesi Türkçe hususiyetleri bakımından devrini ancak Osmanlıcanın başlarında tamamlamıştır

Eski Anadolu Türkçesinin cümle yapısı ise Türkçenin başlangıçtan bugüne kadar hep ayni kalan normal cümle yapısı dışına çıkmamıştır Gerek nesirde, gerek şiirde Türk cümlesi bu devirde normal, sade, anlaşılan, unsurları yerli yerinde ve doğru cümle olarak kalmış, tercüme sadakati yüzünden nadir olarak kırıldığı yerler dışında, umumiyetle sağlam yapısını muhafaza ederek Osmanlıca devrine girmiştir

Osmanlıca
Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15 asrın sonlarından 20 asrın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir Dört asırdan fazla bir ömrü olan Osmanlıca, şüphesiz hep ayni kalmamış, baştan ve sondan geçiş devirlerinde ve ortada, hudutları kesin olarak çizilemeyen birbirine geçmiş çeşitli iç merhâleleri olmuştur Fakat iç ve dış bakımından esas vasıfları itibariyle Osmanlıca ismi altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir

Türkçe bakımından, Osmanlıcada aşağı yukarı mühim hiçbir değişiklik olmamış, Eski Anadolu Türkçesinden sonra günümüze kadar Türkçenin başlıca şekilleri hemen hemen hep ayni kalmıştır Yani gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında belirli bir ayrılık yoktur Yukarıda da söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski Anadolu Türkçesi arasında belirli ayrılıklar vardır

Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında çok küçük şekil farklarına rastlansa bile bunlar zaman ayrılıklarına dayanan basit değişikliklerden başka bir şey sayılmamalıdırlar Eski Anadolu Türkçesi, Batı Türkçesinin eski gramer şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi ise Batı Türkçesinin yeni gramer şekillerini ihtiva eden devrelerdir Yani, gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında bir devre farkı yoktur
Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçesi ile Osmanlıca arasında da uzun bir geçiş safhası olmuştur Osmanlıcanın başlangıcını teşkil eden ve 15 asrın ikinci yarısı ile 16 asrın ilk yarısını içine alan devirde eski gramer şekilleri, yerlerini henüz tamamıyla yeni şekillere bırakmış değillerdi

Bu eski şekillerden bazıları Osmanlıcanın içinde daha sonraları da kendisini muhafaza etmiş, bunlardan klişeleşmiş olarak Türkiye Türkçesine geçenler bile olmuştur Bazı yeni şekiller ise oluşunu ancak Osmanlıca içinde tamamlamış veya kullanış sahasına bu devirde çıkmıştır İşte geçiş devrindeki normal gelişmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni şekillerin ortaya çıkışı dışında, Osmanlıcaya Türkçe bakımından başından sonuna kadar bir durgunluk hâkim olmuş, 16 asırdan günümüze kadar Türkçe gramer şekilleri bakımından belirli hiçbir gelişme kaydetmemiştir

Osmanlıcayı batı Türkçesi içinde bilhassa Türkiye Türkçesinden ayrı bir devre hâlinde tutan şey onun dış yapısıdır İç yapı, yani Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçesinden farklı bulunan Osmanlıca, dış yapı, yani yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçesinden de, Türkiye Türkçesinden de çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir Bu devre Türkçenin yabancı unsurlar tarafından tam mânâsiyle istilâ edildiği, Türkçeyi Arapça ve Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir

Osmanlıca devrinde Türkçeyi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıştır Fakat bu sahada o kadar ileri gidilmiştir ki bütün isim cinsinden kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören bütün kelime gurupları Arapça ve Farsça kelimelere ve terkiplere boğulmuştur Bu müthiş istilâdan fiil kökleri bile yakasını kurtaramamış, Türkçenin basit fiil kökleri yerine Arapça ve Farsça kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak Türkçe, bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiil ile dolmuştur

Fiil dışında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi gören kelime gurupları sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, sıfat ve izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim ve fiil çekimi ile cümle yapısı kalmıştır Fakat cümle yapısı da, Türkçe kalmakla beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamış, birçok defa esas bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuştur Hülâsa, Türk yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsçadan meydana gelen üçüzlü, karışık ve son derece sunî bir dil manzarası göstermiştir

Osmanlıcanın devreleri
Yabancı unsurların durumu bakımından Osmanlıca içinde üç devre vardır Osmanlıcanın 15 asrın sonu ile 16 asrın büyük bir kısmını içine alan ilk devresi Eski Anadolu Türkçesinde yazı diline sokulmağa başlayan Arapça ve Farsça unsurların Türkçeyi istilâ işinin çok süratlendiği devredir Bu devre, Osmanlıların İstanbula yerleşmesinden sonra kurulan saray hayatı ile başlamış, bu saray etrafında gelişen edebiyat ve kültür hayatının Arap ve Fars kültür ve edebiyatının nüfuzu altına girmesi Türk yazı diline bambaşka bir istikamet vermiştir

Bu devrede Türkçe Eski Anadolu devresindeki duruluğunu kaybetmiş, yabancı unsurların kesafeti iyiden iyiye artmıştır Fakat daha sonraki asırlara göre henüz nisbî bir sadelik göze çarpar gibidir Yabancı kelime ve terkiplerin sayısı ve çeşitleri çok artmakla beraber terkip zincirleri henüz son haddine varmış değildir Fakat iyice karışık dil yolunda çok süratli bir gidiş, çok kesif bir hazırlık vardır Öyle ki devrenin sonu, yani 16 asrın sonları artık koyu Osmanlıcanın tam bir başlangıcı hâline gelmiştir Böylelikle ilk devir sona ermiş ve Osmanlıcanın yeni bir devri gelip çatmıştır

Bu devre Osmanlıcanın ikinci devresi olup 16 asrın sonundan 19 asrın ortalarına kadar süren devredir ki başlıca 16 asrın sonu ile 17 ve 18 asırları içine alır Bu devrede karışık dil, koyuluğunun son haddine varmış, yapısı güç halle Türkçeye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça unsurlar arasında Türkçe unsurlar âdeta görünmez olmuştur Osmanlıca böylece Türkçelikten çıkmış bir hâle geldikten sonra nihayet üçüzlü sunî dilin en yüksek noktasından aşağıya doğru dönmeğe başlamış ve üçüncü devresine girmiştir

Osmanlıcanın ayni zamanda son devresi olan bu üçüncü devre, 19 asrın ortalarından başlayıp 20 asrın başlarına kadar gelen, yani Tanzimattan 1908 meşrutiyetine kadar olan devri içine alır Bu devrenin son örnekleri 1908den sonra da Cumhuriyete kadar, süratle ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında, gittikçe zayıflayarak bir nıüddet daha devam etmiştir Bu üçüncü devre karışık dilin koyuluğunu yavaş yavaş kaybettiği devredir Osmanlıca bu devirde zaman zaman çok sunî bir koyuluk göstermekle beraber umumî olarak bir çözülme yoluna girmiş durumdadır Bu çözülme nihayet 20 asrın başlarında tamamlanarak Osmanlıcanın hayatı sona ermiş ve Türkiye Türkçesine geçilmiştir

Osmanlıcanın bu son devrini eskisinden ayıran mühim bir fark da batıdan gelen yeni mefhumlar dolayısıyla yeni yeni Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin yazı diline sokulması ve uydurulmasıdır Bu hususta bazen çok sunî hareketler olmuş, lügat kitaplarına bakarak yazı yazanlar bile çıkmıştır Fakat umumiyetle terkipsiz Türkçeye gidiş temayülleri artmıştır Eski devirde de koyu Osmanlıcanın yanında görülen oldukça sade dil örnekleri bu son devrede umumî yazı dilinin yanı sıra sayılarını çok arttırmışlardır

Bu devrenin sonları ise Türkçenin aydınlığa çıkışının açık müjdeleri ile doludur Öyle ki bu devir eserlerinin bir eli Osmanlıcada, bir eli Türkiye Türkçesindedir Değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı, daha doğrusu meyvelerini verdiği için, artık dili bazen Osmanlıca, bazen Türkiye Türkçesi, veya önce Osmanlıca, sonra Türkiye Türkçesi olan şahıslar görülür Hülâsa Osmanlıcanın sonlarında yazı dili yabancı unsurlar ve terkiplerden süratle temizlenmiş, böylece 20 asrın başlarında terkipli karışık dil tarihe karışarak yerini Türkiye Türkçesine bırakmıştır

Nazım dili, Nesir dili
Osmanlıcanın, kendi içinde yukarıda gördüğümüz şekilde üç devreye ayrılan uzun tarihi boyunca, nazım ve nesir sahasındaki görünüşü birbirinden farklı olmuştur Bu fark, bir yabancı unsurlar, bir de cümle yapısı bakımından nazım ve nesir dili arasında görülen ayrılıktır Şiirin, bilhassa divan şiirinin muhteva ve şekil bakımından muayyen Ölçülere bağlı bulunması nazım diline de tesir etmiş ve Osmanlıcada umumiyetle tek bir çeşit nazım dili oluşmuştur

Buna karşılık Osmanlıca içinde ilmi ve didaktik eserlerde ayrı edebi eserlerde ayrı bir nesir dili kullanılmıştır ilmî nesir dili bir dereceye kadar sade ve basit bir dil, edebî nesir dili ise çok aşırı ve sunî bir şekilde yabancı unsurlarla dolu, secili ve kelime gurubu silsilelerinden örülmüş bir dildi Bu iki çeşit nesir dili Osmanlıcada daima yan yana yürümüştür Burada şu noktayı belirtelim ki adî nesirde edebî nesre göre bir sadelik ve basitlik vardı, yoksa umumî olarak o da yabancı unsurlarla dolu karışık bir dil, bir Osmanlıca idi İşte umumiyetle bir çeşit olan nazım dili ile iki çeşit olan nesir dili yabancı unsurlar ve cümle yapısı bakımından Osmanlıca içinde farklı bir durumda bulunmuşlardır

Yabancı unsurlar bakımından Osmanlıcanın ilk devresinde nazım ve nesir dili aşağı yukarı birbirine yakındır yabancı unsurlar her ikisinde de çoğalmıştır Daha çok nazım dilinde görülen terkipler, eski basitliğini muhafaza etmekle beraber bu devirde henüz fazla zincirleme hâlinde değildir Umumiyetle nesir dili, nazım diline göre daha sade bir durumdadır Fakat nazım dili pek değişmediği hâlde nesir dili gittikçe ağırlaşmaktadır devrenin sonlarında bu gidiş hızlanmış ve nesir dili nazım diline göre çok ağır bir dil hâline gelmiştir

Osmanlıcanın en koyu devri olan ikinci devrede ise bu koyuluk hem nazımda, hem nesirde görülür Fakat nesirde çok aşırı bir durumdadır Nazım dili ise eskiye göre o kadar ağırlaşmamış ve nesir dilinin yanında oldukça sade kalmıştır Nazım dilinde eski basit terkipler yerini üçüzlü dördüzlü ve daha geniş zincirleme terkiplere bırakmış nesirde ise ağırlık ve koyuluk içinden çıkılmaz bir hâle gelmiş, bilhassa edebî nesir Türkçe olmaktan büsbütün çıkmıştır Üçüncü devrede ise nazım ve nesir dili birbirine yine yakındır ve her ikisinde de nisbî bir sadeliğe gidiş vardır

Bu gidiş devre boyunca nesirde daha süratli olmuş, nazımda ise, koyu Osmanlıca devrinde divan şiirinde de tek tük olarak görülebilen sade örnekler gittikçe artmakla beraber, bol yabancı unsurlu ve terkipli dilden kurtulmak daha güç olmuştur Devre bittikten sonra sonra da Osmanlıcanın Türkiye Türkçesi içine taşmaları daha çok nazım dilinde olmuş ve daha sonra tarihî hatıra olarak verilen tek tük Osmanlıca örnekler de hep nazım sahasında kalmıştır Bu arada Türkçenin yakasını en geç bırakan eski dilin resmî muhaberede ve mevzuatta kullanılan köhne nesir dili olduğunu da unutmamak lâzımdır Türkçe bugün bile yakasını bu kırtasiye dilinden tamamıyla kurtaramamıştır Fakat bu, adî nesrin her devirde ağır olan çok hususî bir koludur ve umumî nesir diline ayak uyduramamasının fazla bir kıymeti yoktur

Osmanlıcanın nazım ve nesir dili asıl, yabancı unsurlar bakımından değil, cümle yapısı bakımından birbirinden çok farklı bir durumdadır Divan şiirinde mânânın bir beyitte tamamlanması, bir beyit dışına taşmaması kaidesi Türk cümlesinin yapısı için çok hayırlı olmuştur Zira mânânın bir beyitle tamamlanması demek, bir beytin hiç değilse bir cümle olması, bir cümlenin en çok bir beyit uzunluğunda bulunması demektir Gerçekten divan şiirinde her beyit en çok bir cümleden, birçok defa da birden fazla cümleden müteşekkil olmuştur Bu suretle Osmanlı şiirinde cümleler daima kısa, unsurları sade ve yerli yerinde Türk cümleleri olarak kalmış, nazım dilinde Türkçe cümle yapısı Türkçenin bütün tarihi boyunca hiç değişmemiş bulunan normal karakterlerini muhafaza etmiştir

Osmanlıcanın bütün tarihi boyunca şiirde Türk cümlesi karşımıza daima sağlam olarak çıkar Buna karşılık Osmanlı nesrinde Türk cümlesi tam bir perişanlık içindedir Bu bakımdan nazım dilinin daima Türkçe kalabilmiş olmasına karşılık nesir dili çok az Türkçe olabilmiştir Çünkü nesirde şiirdeki gibi belirli bir ölçüye sığmak mecburiyeti yoktur Nesir, cümle unsurlarının tam bir serbestliğe kavuştuğu sahadır Cümlenin bir bütün teşkil eden yapısını bozmadan o unsurları istenildiği kadar genişletmek mümkündür İşte cümle unsurlarının nesir dilindeki bu serbestliği Osmanlıcada tam bir başıboşluk hâline gelmiştir

Yani, nesir dilindeki serbestlik istismar edilerek, bilhassa gerundium ve edat guruplarında olmak üzere, cümle unsurlarının çerçevesi de, sayısı da gelişigüzel bir şekilde genişletilmiş, bu yüzden uzun uzun cümleler içinde cümle unsurları, aralarında çok defa yanlış bağlar kurulmuş olarak bir araya getirilmiştir Bu suretle Türk cümlesinin sağlam yapısı Osmanlı nesrinde umumiyetle bozulmuş ve cümleler çok defa büyük bir kelime yığınından ibaret kalmıştır Cümle unsurları genişledikçe, cümle uzadıkça hâkim olmak güçleşir, Cümle büyüyünce hâkimiyeti elden kaçırmamak için dili iyi bilmek, onun kaidelerini iyice hazmetmiş olmak, onun yapısını teşkil eden örgü karşısında tam bir hassasiyete sahip bulunmak lâzımdır Üç dilli bir dil olan Osmanlıcada ise yazıcılar maalesef Türkçeyi incitmeyecek bir nesir diline sahip olamamışlardır

Bunda Osmanlıcanın karışık dil olmasının çok büyük bir rolü vardır Bu karışık dilin öğretimi sırasında esas emek ve dikkat daima Arapça ve Farsça üzerinde toplanarak Türkçe ihmal edildiği gibi, yazı yazarken de Arapça ve Farsça terkipler yapmak hevesi Türkçeye itina etmeğe vakit bırakmamıştır Bu hususla, Türkçeye çevrilirken cümle unsurları Türk cümlesine uygun bir sıraya konmadan yerli yerinde bırakılan Arapça ve Farsçadan yapılmış tercümelerin de çok tesiri olduğunu unutmamak lâzımdır Hülâsa, Osmanlıcanın nesir sahasında Türkçe, bünyesine aykırı bir yapıya sahip cümlelerle bozuk düzen bir yazı dili manzarası göstermiştir Bu bozuk düzenliği en çok Osmanlıcanın ikinci devresinde görüyoruz ilk devrede tercüme tesiri çok hissedilmekle beraber Eski Anadolu Türkçesinden devralınan nesir dilinde cümle yapısı oldukça sağlamdır Fakat ikinci devrede bu yapının Türkçe olan tarafı kalmamıştır denilebilir

Cümle yapısındaki bozukluğun nisbeti ise yabancı unsurların derecesi ile cümle uzunluğuna göre değişik olmuştur Yabancı unsurları fazla ve cümleleri uzun olan yazılarda bozukluk çok olmuş, oldukça sade ve kısa cümleli olan yazılarda ise daha az olmuştur, Osmanlıcanın son devrine gelince, bu devrede nesir dilinin kısa zamanda Türkçe cümle yapısına kavuştuğunu görmekteyiz Tanzimatla beraber nesirde artık Türk cümlesi sağlam bir yapıya sahip olmuştur

Bu devir cümleleri, eskisi kadar olmamakla beraber, yine bir hayli uzun olmuşlar, fakat yapılan Türkçeye aykırı düşmemiştir, Arada sırada bozuk cümlelere rastlanmakla beraber umumî olarak nesir dilinde cümle yapısının büyük bir selâmetle çıktığı açıkça görülmektedir Bu devrede nazım dilinde ise cümleler eskisinden daha fazla uzun olmak yoluna girmişlerdir

Yeni edebiyatla beraber mânânın bir beyitte tamamlanması mecburiyeti ortadan kalkınca bir cümle icabında bir kaç mısra içine yayılmış, böylece bilhassa devrenin sonlarına doğru uzun nazım cümleleri ortaya çıkmıştır böylece cümlelerde nadir olarak bazen yapı sakatlıkları görülmekle beraber, Osmanlıcanın bu son devresinde de, cümleler biraz uzadığı hâlde umumî olarak nazım dilinin cümle yapısı her zamanki gibi sağlam kalmış böylece Osmanlıcanın ömrü tamamlandığı zaman Türk cümlesi hem nazım dilinde, hem nesir dilinde Türkiye Türkçesine sağlam bir yapı ile girmiştir

Türkiye Türkçesi
Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin üçüncü devresidir Bugün de devam etmekte olan bu devre, 1908 meşrutiyetinden sonra başlar Bu yeni devrenin 1908 meşrutiyetinden sonra başlayan ve Cumhuriyete kadar devam eden ilk safhası Türkiye Türkçesinin başlangıç devri mahiyetindedir bu kısa devirde çok süratli bir şekilde ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında Osmanlıca henüz tamamıyla sahneden çekilmiş değildir Fakat lam manasıyla son günlerini yaşamakta ve umumi dil olmaktan çıkarak muayyen kalemler tarafından tutulmağa çalışılan hususî bir dil durumuna düşmüş bulunmaktadır

Hâsılı bu devir Osmanlıcanın son örnekleri ile Türkiye Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana bulunduğu devirdir, Osmanlıcanın bu son örneklerine yeni dil gittikçe fazla sokulduğu gibi, yeni dilin ilk örneklerinde de bazı Osmanlıca unsurlar, eskimiş bazı kelimeler, bazı terkipler görülmektedir Yukarıda da söylediğimiz gibi değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı için Osmanlıcadan yeni dilin ilk örneklerine bu şekilde ufak tefek taşmalar olmuştur Fakat yeni dil bu küçük taşmalardan bu ilk devre içinde kendisini süratle kurtarmış, temiz Türkçenin sayısız örneklerini vererek Osmanlıcayı kısa zamanda gerilerde bırakmıştır Öyle ki Cumhuriyet deri başlarken Osmanlıca artık çoktan ölü bir dil hâline gelmiş ve yazı dilinin bütün ufukları Türkiye Türkçesine açılmış bulunuyordu

Türkiye Türkçesini Osmanlıcadan ayıran başlıca hususiyet onun yabancı unsurlar karşısındaki durumudur, Dilin iç yapısı, yani Türkçe bakımından Batı Türkçesinin bu iki devresi arasında bir devre farkı olmadığını, bu iki devrenin yabancı unsurlar bakımından ayrı devreler teşkil ettiğini yukarıda da açıklamıştık Yabancı unsurlar bakımından bu iki devre arasında gerçekten çok büyük bir fark vardır Bu farkın en ehemmiyetli tarafı terkipler bakımından olan ayrılıktır Türkiye Türkçesi terkipsiz Türkçedir

Türkiye Türkçesinin en belirli vasfı budur Bu bakımdan Türkiye Türkçesi Bütün Türkçenin en temiz devridir, Az ve basit olmakla beraber Eski Anadolu Türkçesinde yabancı terkipler vardı Osmanlıca tam mânâsıyla terkipli dil demektir Türkiye Türkçesi ise Türk yazı dilinin bu Arapça, Farsça terkiplerden kurtulmuş olduğu mesut devridir Bir dil, yabancı bir dilin tesirinde kalabilir, Bu tesir, lügat hazinesinde yani kelime sahasında kaldığı müddetçe ne kadar aşırı olursa olsun dil için bir tehlike teşkil etmez Fakat kelime sahasını aşar ve kelime guruplarına, cümle sahasına el atarsa dilin yapısı tehlikeye girer dilin gidişi çığırından çıkar

Dilin, yapısını ayakta tutabilmek üzere bunlara mukavemet edebilmesi için çok sağlam bir bünyeye sahip bulunması lâzımdır Osmanlıcada Türkçeye korkunç bir nisbette karışan Arapça ve Farsça terkipler de bu şekilde kelime sahasında kalmayan, cümle sahasına giren yabancı unsurlardı Türkçenin bünyesi çok sağlam olduğu için bunlara asırlarca mukavemet edebilmiş ve zamanı gelince onlardan kolaylıkla silkinerek kendi yapısı ile baş başa kalmıştır

Fakat bu yabancı unsurlar onun ifade kabiliyeti için çok zararlı olmuşlar, onun gelişmesine asırlarca çelme takmışlardır İşte Türkiye Türkçesini Osmanlıcadan ayıran en büyük vasıf, onun bu şekilde terkipsiz Türkçe olmasıdır Bu sebeple Osmanlıcanın sonları ile Türkiye Türkçesinin başlarında karşımıza çıkacak örnekleri de bu kıstasa göre ayırmak icap eder Elimizdeki örneğin dili, terkipsiz ise Osmanlıca, terkipsiz ise Türkiye Türkçesidir

Türkiye Türkçesi terkipler dışındaki yabancı unsurlar bakımından da Osmanlıcadan çok farklıdır Bir kere Türkiye Türkçesi Osmanlıcadaki yabancı çekim edatlarından, Arapça, Farsça çokluk yapmak gibi yabancı kaidelerden de kurtulmuştur Sonra yabancı kelime sayısı büyük ölçüde azalmış ve azalmaktadır Fakat, bir kısmı konuşma diline de yerleşmiş olduğu için, Türkiye Türkçesinde bugün hâlâ pek çok Arapça ve Farsça kelime vardır

Bu hususta Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin en temiz devri değildir Osmanlıca ile mukayese edilemeyecek kadar temiz bir durumda olmakla beraber, Eski Anadolu Türkçesinden daha çok yabancı kelime ihtiva etmektedir Demek ki Türkiye Türkçesinde yabancı unsur olarak yalnız çok sayıda Arapça, Farsça kelimeler kalmıştır Bu arada bazı terkipler de görülür, fakat bunlar tek kelime muamelesi gören klişeleşmiş şeyler olup, sayıları da çok azdır Türkiye Türkçesinin diğer devrelerden bir farkı da batı dillerinden bazı yabancı kelimeler almış olmasıdır

Türkiye Türkçesinde cümle yapısı da büyük bir aydınlığa kavuşmuştur Bu devrede Türk cümlesi eski devrelerdeki karışık ve mânâsız uzunluğun dan kurtulmuş, kısa, derli toplu yanlışsız cümle hâline gelmiştir

Osmanlıcadan Türkiye Türkçesine geçiş, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak suretiyle olmuştur Osmanlıca, konuşma dilinden çok uzaklaşmış derece sunî bir yazı dili idi Türk yazı dilini daima temiz kalan konuşma diline yaklaştırınca yazı dili kolaylıkla Türkçeyi bulmuş ve suni Osmanlıca tarihe karışmıştır Esasen Türkçeye sokulmuş olan yabancı unsurlar Arapça, Farsça gibi gerek menşe, gerek yapı bakımından Türkçe ile hiç ilgisi bulunmayan bir Sâmi, bir Hind-Avrupa dilinden gelme idi

Bu sebeple bu unsurlar Türkçenin bünyesi içinde daima yabancı kalmış ve büyük suniliğe dayanan iğreti durumlar, yazı dili konuşma dili kaynağına dönünce çabucak sarsılarak üçüzlü sunî dil en kısa zamanda yıkılıp gitmiştir Yazı dili konuşma diline yaklaştırılırken tabiî öteden beri kültür merkezi olarak Türkçe bakımından esasen yazı dilinin dayandığı konuşma diline sahip bulunan muhitin dili, yani İstanbul Türkçesi esas alınmıştır Bu sebeple bu gün Türk yazı dili yani Türkiye Türkçesi hemen hemen İstanbul konuşma dilinin, İstanbul Türkçesinin aynidir Yazı ve konuşma dili olarak ikisi arasındaki fark en aşağı bir derecededir

Hülâsa, ana çizgileri ile başlıca vasıflarını belirttiğimiz Türkiye Türkçesi bugün tam bir özleşme, güzelleşme gelişme hâlindedir Batı Türkçesi bu son devre ile çok hayırlı bir yola girmiş ve Türk yazı dilinin bütün gelişme ufukları açılmıştır Kuvvetli bir yazı dili olmak üzere gelişme yoluna giren Türkiye Türkçesinin yürüyüş hızı devre boyunca memnunluk verici bir seyir göstermiş 1928de eski harflerin terk edilmesinden sonra ise büsbütün artmıştır Bu devirde son zamanlarda bile arada sırada Osmanlıca bazı şiirler yazıldığı da görülmektedir Fakat ölü dille yazılmış olan bu bir kaç şiir şüphesiz ancak tarihi birer hatıradan ibarettir

Netice
Bütün bu yukarıdan beri söylediklerimizi toparlayacak olursak, demek ki Batı Türkçesi kendi içinde birbirini takip eden ve birbirini geçmiş bulunan üç devreye ayrılmaktadır Bu devrelerin birincisi olan ve iki asır devam eden Eski Anadolu Türkçesi Selçuklular, Anadolu beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir İkinci devre İstanbulun fethinden Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadar imparatorluğun yazı dili olarak beş asra yakın bir Ömür sürmüş bulunan Osmanlıcadır Üçüncü devreyi teşkil eden Türkiye Türkçesinin hayatı ise henüz yarım asrı geçmemiştir Yani, Osmanlıca Batı Türkçesinin en uzun devresidir

Bu uzun devre Batı Türkçesinin ayni zamanda en güç devresidir de Bu devir metinlerin üzerine eğilirken üçüzlü yazı dilinde Türkçeden başka iki yabancı ortağın gerekli kaidelerini de bilmek lâzımdır Türkçeye kendi kaideleri ile girmiş bulunan bu yabancı unsurlar, bir taraftan Eski Anadolu Türkçesinde görünmeğe başlamış olduğu, diğer taraftan, kelime hâlinde de olsa, Türkiye Türkçesine de taşmış bulunduğu için bir dereceye kadar Osmanlıcadan önceki ve sonraki devreleri de ilgilendirirler

Osmanlıcadaki Arapça, Farsça unsurların mahiyetini öğrenmek ilk ve son devrenin yabancı unsurlarını da yakından görüp bilmek demektir Yani, Osmanlıcanın yabancı unsurlarını kavramakla bütün Batı Türkçesinin yabancı unsur durumu aydınlığa çıkmış olur Türkçe bakımından ise Osmanlıca Türkiye Türkçesinden farklı olmadığı gibi, Eski Anadolu Türkçesine de bağlıdır Bu yüzden onun Türkçe cephesini ele alırken Türkiye Türkçesi ile Eski Anadolu Türkçesini de ele almış oluruz Hülâsa, Batı Türkçesinin en karışık ve güç devri olan Osmanlıcanın iç ve dış yapısını incelerken yalnız onun hudutları içinde kalmayarak bütün Batı Türkçesini göz önünde bulundurmak lâzımıdır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.