Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
açısından, dünya, fethi, istanbulun, neydi, türk, önemi

İstanbul'un Fethi Ve Türk Dünya Açısından Önemi Neydi

Eski 09-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul'un Fethi Ve Türk Dünya Açısından Önemi Neydi



İstanbul'un Fethi ve Türk Dünya Açısından Önemi Neydi
İstanbul'un Fethi ve Türk Dünya Açısından Önemi Neydi
Osmanlı sultanlarından ikinci Mehmed Han’ın 29 Mayıs 1453’de Bizans İmparatorluğunun başşehrini almasıyla kavuşulan mübarek fetih Türk-İslam tarihinde çok önemli yer tutan İstanbul’un fethi, İslamiyetle birlikte ortaya çıkan mukaddes bir ideal, yüce bir gayedir Bu ulvi gaye uğruna önce Arablar, sonra da Türkler İstanbul surları önünde seve seve can verdiler

İstanbul, 1453 senesine kadar çeşitli millet, devlet ve topluluklar trafından bir çok defa muhasara edildiPeygamber efendimizin;
“Kostantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdirhadis-işerifi, bütün Müslüman sultan ve kumandanlarının bu şehri fethetmek arzu ve gayretlerini ele geçirdi Müslümanlar, feth-i mübini gerçekleştirmek için pek çok teşebbüste bulundular İslam aleminde dört halife, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar devrinde en büyük ideal haline gelen İstanbul2un fethine ilk teşebbüs, üçüncü halife hazret-i Osman devrinde 655 senesinde yapıldı Emeviler devrinde Hazret-i Muaviye, oğlu Yezid kumandasında bir orduyu İstanbul’u muhasara için gönderdi Bu muhasara da büyük sahabelerden hazret-i Ebu Eyyüb el-Ensari de bulunuyordu 669 baharında kuvvetli bir şekilde muhasara edilen İstanbul feth olunamadı

Bir tarih tezinin ışığı altında: İstanbul'un fethi
Fetih ve medeniyet

İstanbul'un fethi, tarih yolu üstüne kabus gibi çökmüş bir cesedin (Bizans engelinin) kaldırılması, Bizans çöküntüleriyle tıkanmış medeniyet yollarının, yalnız Müslümanlar'a ve Türkler'e değil, bütün insanlığa yeniden açılmasıdır İstanbul'un fethi büyük bir tarihî devrimdir

"Cümle ehli âlemin mamûresin arzetseler
Ehli fakrin hissesine mülki istigna düşer" - Avni
("Bütün el âlemin iler tutar nesi var ortaya konsa
Mülksüzlerin payına düşen mülk: Kâinata metelik vermemektir" - Fatih Mehmet)

İstanbul'un fethini sadece bir Müslümanlık ve Hıristiyanlık savaşına bağlamak, en az beş yüz yıl önceki kafa ile düşünmek olur
İstanbul'un fethi bir dinin öteki dine karşı zaferi değil, ilerlemenin gerilemeye karşı zaferidir Din, eski savaşlar için başta gelen bir bayraktır Ama, sade bir bayrak Bugün de bayrak, savaşın nedeni değil, döğüşen ülkelerin elle tutulur sembolüdür Fetih savaşlarındaki dini gerekçeler kimseyi aldatamaz Din gayretleri, çelişkili tarih kavgalarını güden derin maddi kanunların yüzeydeki sembolik ifadelerinden ibarettir
Onun için, ancak medeniyet tarihinin bütünlüğünü kavramayanlar, İstanbul'un fethini bir Müslümanlık ve Hıristiyanlık çarpışması derecesinde küçültebilirler
Fetih bir memleketin mi, insanlığın mı?
Gerçekte, İstanbul'un fethi, herşeyden önce bir insanlık ve medeniyet hamlesidir Arapça'da "Fetih" sözü güzel bir tesadüfle: "Açmak" manasına gelir İstanbul'un fethi de o zamanki insanlığı bir çıkmazdan kurtarmış, medeniyete yeni ufuklar açmıştır İstanbul'un fethi, tarih yolu üstüne kabus gibi çökmüş bir cesedin (Bizans engelinin) kaldırılması, Bizans çöküntüleriyle tıkanmış medeniyet yollarının, -yalnız Müslümanlar'a, yalnız Türkler'e değil, bütün insanlığa yeniden açılmasıdır Açılış biraz acıklı mı olmuştur? Mümkün Fakat o zaman ölüleri böyle kaldırmak adetti
Demek, İstanbul'un fethi, yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın kutlayabileceği, kutlamakta haklı, -hatta bir dereceye kadar, insan olarak- görevli sayılabileceği büyük tarihî devrimlerden biridir
Fetih zorla mı, gönülle mi?
Bizzat İstanbul'un fethine yakından bakalım

Bilim ve Ütopya dergisinin Haziran 2002 sayısında tamamını bulabileceğiniz makaleyi, Dr Hikmet Kıvılcımlı 1 Mayıs 1953 tarihinde (İstanbul'un fethinin 500 yıldönümünde) kaleme almıştır İstanbul'da Tecelli Matbaası tarafından basılan makale, Hikmet Kıvılcımlı'nın hiçbir eserinde yer almamaktadır Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye Bilimsel Sosyalizminin geçmişteki en önemli adlarından biridir ve sadece politik bir lider olma vasfıyla değil, özgün bilimsel çalışmalarıyla da ünlüdür Bilim ve Ütopya, Hikmet Kıvılcımlı'nın bu çalışmalarını ve katkılarını önümüzdeki sayılarda geniş bir dosya halinde incelemeye hazırlanıyor Makaledeki bugün artık kullanılmayan sözcüklerin yerine, günümüz Türkçesindeki karşılıklarını kullandık Çok miktarda eski Türkçe sözcük içeren bazı alıntıların ise tamamını günümüz Türkçesine çevirdik (köşeli parantez [] içinde)

29 MAYIS İSTANBUL'UN FETHİ
Yüce Rasülümüzün müjdesi olarak gerçekleşmiş, İstanbul'un Fethi'nin yıldönümünü her yıl aşk ve heyecanla yaşıyoruz Bu büyük olayı sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için, Hicreti, Peygamber Efendimiziin konu ile ilgili müjdesini ve İslam Tarihi'ni çok iyi bilmek gereklidir
Güzel İstanbul'umuz Fetihten önce 22 kere kuşatılmış, bu kuşatmanın 11'i Müslümanlar, 11'i ise, diğer kavimler tarafından gerçekleştirilmiştir Bu büyük müjdeden 1453'e nasıl gelinmiştir? Önce bunu değerlendirmeye çalışalım:
Mekke'den Medine'ye Hicret'i sırasında, tüm Medineli Müslümanlar Yüce Rasülümüze kucak açmışlar, bir yandan "Ay doğdu üzerimize Veda Tepesi'nden" diye ilahiler okurken, bir yandan da, herbiri kendi evlerinde misafir etmek istemişlerdi Peygamber Efendimiz de hiç kimseyi kırmamak için "devesinin çöktüğü yerde" misafir olmak
istediğini belirtmişti Devesi "Ebu Eyyub el-Ensarî" (Halid bin Zeyd) isimli fakir bir sahabenin evinin önünde çökmüş ve bu büyük sahabe, Efendimizi 7 ay evinde misafir etme şerefini elde etmişti
Başta Ebu Eyyub el-Ensarî olmak üzere, Müslüman toplumlar Peygamber Efendimiz'in şu müjdesi ile heyecanlanmışlar ve bu müjdenin muhatabı olmak için harekete geç-mişlerdi: "İstanbul mutlak fethedilecektir O'nu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" Sahabe ve Müslümanların içine, şehirler dilberi "İstanbul sevdası" düşmesinin asıl sebebi işte bu müjdedir
İlk sefer, Hazreti Osman zamanında yapıldı Hz Osman, bir komutanı başkanlığında bir donanmayı Bizans'a gönderdi Bu sefer ile, hem Bizans donanmasına büyük kayıplar verdirdi, hem de bu sefer İstanbul deniz yollarının Müslümanlara açılmasını sağladı
İkinci sefer, 668'de Emevi Halifesi Muaviye zamanında gerçekleşti Bu seferde, Peygamber Efendimiz'i misafir etme şerefini elde etmiş Ebu Eyyub el-Ensarî hazretleri de bulunuyordu 96 yaşına rağmen Medine'den İstanbul üzerine sefere çıkmakta kararlıydı Evlatları, torunları, hatta evlatlarının torunları bile vardı Her biri: "Babacığım, dedeciğim! Sen gitme! Senin yerine biz sefere çıkalım" demelerine rağmen, O şunları söylüyordu:
- "Hayır! Ben Kur'an-ı Kerim'i okudum Oradaki cihat ayetlerini ve Fetih Süresi'ni müteala ettim Peygamber Efendimizin İstanbul hakkındaki müjdesine şahit oldum Bu sefere mutlaka çıkacağım"
Bu sefere, Ebü Eyyüb el-Ensari yanında pek çok sahabe de katılmıştı Bu ikinci kuşatmadan da sonuç alınamadı Fakat bazı sahabeler ve Ebü Eyyüb el-Ensarî hazretleri İstanbul önlerinde şehit düşmüştü O günün şartlarında şehitleri Medine'ye götürmek mümkün olmadığından, şehitleri gizli bir yere gömdüler Ayrıca "Ebü Eyyub"un tanınması için bir mermer üzerine "Kabri Eyyüb" yazısını işlemişlerdi
Emevîler, Abbasîler, Yıldırım Beyazıt, Musa Çelebi ve II Murad'ın yaptığı seferler sonuçsuz kalmış ve sıra 22 ve son kuşatmaya gelmişti Murat oğlu II Mehmed'e
II Mehmet daha çocuk yaştan itibaren devrinin en seçkin hocalarının elinde yetişmişti Kalbine "İstanbul Sevdası" daha küçük yaşta düşmüştü Hatta çocukluk oyunları bile, İstanbul üzerine kurulmuştu
Devrinin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Vezir Sinan, Ahmet Paşa, Akşemsettin gibi pekçok alimi, II Mehmet'e dünyevî ve uhrevî ilimleri talim ettiriyordu Sekiz yabancı dil öğreniyor, gün geçtikçe ufku açılıyordu
1451'de babasının ölümü üzerine Padişah oluyor, ilk iş olarak İstanbul'un Fethi'ni
programına alıyordu Çünkü baştan beri Fetih ruhu ile yoğrulmuştu Bu anlayışla devrinin teknolojisinden faydalanıyor, askerini bu disiplin içinde eğitiyordu
Bizans'ın geçit vermez surlarını yıkabilecek, 1,5 kilometre uzağa fırlatılabilen 2 ton ağırlığında toplar döktürdü Ayrıca "Havan topu"nu icad etti
Bu sırada Bizans'ın durumu hiç de iç açıcı değildi Halk ahlakî ve ekonomik çöküntüden bıkmış, Konstatin'in zulmünden yılmıştı O kadar ki halk "Hristiyan külahı görmektense, Müslüman sarığı görmek daha iyidir" diyecek duruma gelmişti Çünkü o dönemde Osmanlı "Adil bir dünya düzeni" kurmayı başarmış, dünyanın hayranlığını kazanmışta
İstanbul'u fethetmekte kararlı olan II Mehmet tarihin ilk ağır toplarını döktürdü
Karadan ve denizden kuşatılması gereken bu şehir için her türlü tedbiri aldı "Ya ben İstanbul'u alırım, ya da İstanbul beni" diyordu Ölümü göze alacak kadar kararlı alan bir insanın elinden hiçbir şey kurtulamazdı Öyle de oldu
Fatih, düşmanların hayallerinin bile ulaşamayacağı şeyleri "gerçek" haline getirmişti Donanmayı bir gecede Dolmabahçe'den Haliç'e indirmeyi başardı Gemileri gemiden yürüttü
Hocası Akşemsettin Hazretlerinin izni ve duası ile kuşatmayı başlattı 53 gün durmadan surlar doğuldu Geçit vermez surlar delik-deşik oluyordu Bütün tedbirlere rağmen İstanbul düşmüyordu Son gece Fatih hocasının yanına geliyor:
- "Hocam, ne olur, artık himmet buyurun da İstanbul'u fethedelim" diye ağlıyordu
Akşemsettin Hazretleri kısa bir uykuya dalıyor, rüyasında "Ebu Eyyüb el-Ensarî'nin kabri gösteriliyordu Bu fethin müjdecisiydi Gece yarısı "Talebesini yeniden çağırıyor, 29 Mayıs sabahı için son hücum emrini veriyordu Gerçekten bu son hücuma surlar dayanmıyor, İstanbul Osmanlıya teslim oluyordu Surlara Tevhid Bayrağı'nı dikme şerefi ise ulubatlı Hasan'ın Genç ulubatlı, bir ok yağmuruna maruz kalmasına rağmen, azim ve kararlılığından hiç bir şey kaybetmiyor, bayrağı burçlara diktikten sonra şehitlik rütbesine yükseliyordu
Ulubatlı bir sembol şahsiyetti Fatih'in ordusunda, Ulubatlı Hasan misali Peygamber müjdesine ulaşmanın aşk ve iştiyakiyle yanıp tutuşan, Anadolu'nun binlerce bağrı yanık delikanlısı bulunuyordu Her biri genç neslin ideal örneği olması gereken yiğitler
Fatih, önde hocası Akşemsettin Hazretleri olduğu halde, çoşkulu bir törenle İstanbul'a giriyordu Bizans halkı ve kadınlar yollara dökülmüş, genç Fatih'i selamlıyor, üzerine çiçekler atarak tebrik ediyorlardı Başka bir ülkenin tarihinde böyle göz yaşartıcı bir sahneye şahit olabilmek mümkün mü? Çünkü Bizanslılar, Osmanlı'nın zulmetmeyeceğini çok iyi biliyorlardı Öyle de oldu Fatih, Bizanslıları dinlerinde serbest bıraktı ve mabedlerine dokunmadı
Fatih İstanbul'a girerken, yeryer halkı öndeki "Akşemsettin"i padişah zannediyor, Akşemsettin "hükümdar arkada" işaretini yapınca, Fatih'teki edep, terbiye ve inceliğe bakın ki, şöyle karşılık veriyordu:
"- Evet, hükümdar benim, lakin o da benim Hocam'dır!"
Fetih'ten sonra, başkent, Edirne'den İstanbul'a taşınıyordu Daha önce Trakya bölgesi fethedildiği için, İstanbul ortada kalmış, fetihle birlikte Trakya ile Anadolu arasındaki köprü de kurulmuş oluyordu
İstanbul'un Fethi, yıkılmaz sanılan Bizans surlarının yıkılabileceğini, "sağlam İmanın tekeden bile süt çıkarabileceği" gerçeğini ortaya çıkarmıştı
Fetih, bir işgal olayı değildir Tüm insanlığı sevgi ve özgürlük ülkesine taşıma arzusudur Mutluluğa kanat açmaktır Kilitli gönüllerin açılması, fetih ile gerçekleşir Zaten fetih de "açma", "başlatma" anlamlarına geliyor Fedai olmadan fetih olmaz Can feda etmeden İslam yayılmaz Uğrunda ölünebilen davalar ebedî olarak yaşar
Kaos, huzursuzluk ve madde saltanatının hüküm sürdüğü bir dünyada fetih ruhuna o kadar muhtacız ki Fetih anlayışı, insanımıza hız ve hamle gücü kazandıracak, azim ve fedakarlık duygularını canlı tutacaktır
Millet olarak, genç nesle zafer ve başarılarımızı yeteri kadar anlatabildiğimiz söylenemez Eğer, Çanakkale, İstanbul, Preveze, Mohaç, Varna gibi zaferlerin birini
Batılılar gerçekleştirmiş olsaydı, sırf onun için yüzlerce film yapar, bu başarısını yeni nesle anlata anlata bitiremezdi Nitekim tarihlerindeki basit direniş örnekleri için bunu uyguluyorlar Bize düşen ise "Fatih ruhu"nu genç nesle taşımak ve yaşanmaya değer hayatın ne olduğunu göstermek
Zaferlerimizi tanıtalım ki, "gençlerimiz inançları uğrunda fedakarlık yapabilme" zevkini tatsınlar Kahramanlarımızı tanıtalım ki, her gencimiz "Fatih, Ulubatlı Hasan, Yıldırım, Yavuz, Seyyid Çavuş" olmaya özensin Fetih bereketiyle, bütün insanlığın yüzü gülsün

Osmanlı pâdişâhlarının yedincisi İstanbul’un fâtihi olup,İkinci Murad Hanın oğludur 30 Mart 1431 (H 833) Pazar günü Edirne’de dünyâya geldi Annesi Candaroğulları âilesinden Hadîce Alîme Hümâ Hâtundur Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen Şehzade Mehmed devrin en mümtaz alimlerinden ilim öğrendi İlk hocası Molla Yegan’dı Meşhur din ve fen âlimi olup zâhirî ve bâtınî ilimlerde mütehassıs Akşemseddîn hazretleri şehzâdenin her şeyi ile bizzat ilgilendi 12 yaşına gelince devlet idâresini öğrenmesi için Edirne’den Manisa’ya vâli olarak gönderildi Kısa bir süre sonra babası tarafından tahta çıkarıldı Ancak bundan faydalanmak istiyen yeni bir Haçlı ordusu 1444 Eylülünde Türk topraklarına girdiVaziyetin ciddiyetini anlayan Sultan Mehmed yazdığı mektupla babasını yeniden saltanata dâvet etti Bâzı rivâyetlerde bu taleb üzerine, bir kısım rivâyetlere göre de, durumun vehâmetini takdir eden İkinci Murad, kendi reyi ile İstanbul Boğazından Avrupa’ya geçerek Edirne’ye geldi Derhal idâreyi ele alarak Varna’ya hareket etti
Gerek Avrupa devletlerinin hasımca davranışları, gerek Anadolu’daki Türk beyliklerinin nizâmı bozucu hareketleri, devleti çok sarsmıştı 1444 Varna Zaferi ile Osmanlı Devletinin temelleri tam olarak sağlamlaştırılmış oldu
1451 târihinde babası İkinci Murad’ın vefâtı üzerine İkinci Mehmed, ikinci defâ Osmanlı tahtına oturduğunda 19 yaşındaydı Daha önceden saltanat tecrübeleri olduğu gibi, babasının yanında seferlere de katılmış ve çok iyi bir kumandan olarak yetiştirilmişti Saltanat değişikliği dolayısıyla fırsat kollayan Karamanoğulları üzerine bir sefer yaptıktan sonra, artık kangren hâline gelen Bizans meselesini halletmek üzere bütün ağırlığını bu konuya verdiRumeli Hisarını yaptırıp, Yıldırım Bâyezîd’in karşı kıyıda yaptırdığı Anadolu Hisarı ile berâber boğazı kestikten sonra, 1452-1453 kışını Edirne’de harp hazırlıkları ile geçirdi
Rumeli Hisarının inşâ plânının bizzât Pâdişâh tarafından çizildiği rivâyeti kuvvetlidir Hisarın kerestesi İzmit’ten, kireci Şile bölgesinden getirildi ve yapımında 1000 taşçı ustası, 5000 işçi, 10000 civârında yamak çalıştırıldı Vezirler sırtlarında taş taşıyarak hisarın yapılmasına hizmet ettilerAyrıca bâzı burçların yapım masrafını işçi ücretleri dâhil vezirler üzerine aldılarRumeli Hisarı’nın inşâsı esnâsında Bizans İmparatoru elçi göndererek, “kendi toprakları üzerine kale yapılmasının dostluğa ve ahde vefâya uymadığını” bildirdi Bunun üzerine Fâtih SultanMehmed elçiye; “Var git kralına söyle! O, rahmetli babam zamânında ahdi çok defâ bozmuştuArada ahid mi kaldı ki vefâdan bahseder Bu topraklara biz hisar yaparız, toprak elçi göndermekle kurtarılmaz Eğer bu topraklar onunsa, gelip kurtarsın” diyerek niyetini az çok ortaya koydu Dört aydan az bir zamanda bitirilen Rumeli Hisarı ile İstanbul’un Karadeniz’den ikmâl yolu tam kontrola alınmış oldu Ayrıca Karadeniz kıyılarına yayılan Venedik kolonilerinin de Venedik ile irtibatı kesilmiş oluyorduİstanbul’un muhâsarasına kadar da her geçen gemi, yükü, kalkış ve varış iskeleleri gibi bilgileri ve geçiş rüsûmunu (geçiş vergisi) altın olarak vermeye mecbur bırakılmış, vermeyen batırılmıştır
Şehzâdeliğinden beri bir an önce İstanbul’u fethetmek, hazret-i Peygamberin müjdesine mazhar olabilmek ideali ile tutuşan SultanMehmed, bu büyük meselenin halline çalışıyordu Bu sebeple askerî târihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplarla bu orduyu dayanılmaz bir kudret hâline getirmiş, İstanbul muhâsarısında donanmayı Beşiktaş’tan kara yolu ile Haliç’e indirilen teknik bir dehâya ve çeşitli muhâsara makinalarına, seyyar kulelere sâhib olmuştu
Haliç üzerinde; Kasımpaşa tarafından başlamak üzere boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatarak beş buçuk metre eninde bu köprüyü Kasımpaşa-Ayvansaray arasına inşâ ettirdi Bu çalışmaları görenBizanslılar su üstünde yüründüğünü zannederek, sihir yapıldığına hükmetmişlerdi Devrin en ağır toplarını döktürdü O zamana kadar ateşli silahların atıştan sonra soğuması beklenirdi Fâtih Sultan Mehmed, zeytinyağı döktürerek insanlık târihinde “yağla makina soğutmasını” havan topunun balistik hesaplarını yaparak, plânını çizerek dik mermi yollu ilk silahı keşfetti
Fâtih, bu yüksek vasıfları ve üstün kuvvetiyle İstanbul fethine hazırlanırken,ona karşı dış düşmanları ve içerde şehzâdeleri kışkırtanBizans, târihî fesat siyâsetinin son gayreti olarak bu sefer de şehzâde Orhan’ı Fâtih aleyhine kullanma teşebbüsüyle genç Pâdişâh’a İstanbul seferinin meşruluğunu ve zarûretini bir kere daha göstermiş oluyordu Üstelik daha Manisa’da şehzâdeyken, hocası büyük velî Akşemseddînİstanbul’u fethedeceğini müjdelemişti Hazret-i Peygamberin; “İstanbul muhakak fethedilecektir Bu fethi yapacak hükümdâr ve ordu ne mükemmel insanlardır” meâlindeki hadîs-i şerîfi onu ayrı bir şevke getirmişti
Kaynakların belirttiğine göre, Pâdişah, hep İstanbul’un fethini düşünüyordu Evliyânın işâretleri, keşif ve kerâmet sâhiplerinin sözleri ile o bu fikri tamâmiyle benimsemişti Pâdişâhın gece-gündüz huzûru kaçmıştı Yatağına girer kalkarken, sarayında ve dışarıda gezinirken kafası hep İstanbul’un fethi ile meşguldü Yalnız veya maiyetiyle gezintiye çıktığında da yine fethi düşünür, istirâhat ve uyku bilmezdi Elinde kalem ve kâğıt dâimâ İstanbul’un haritası ile uğraşırdıYine bir gece aynı düşünceyle uykusu kaçmış, veziri Çandarlı Halil Paşayı gece yarısından sonra konağından sarayına çağırtmıştı Böyle gece yarısı vakitsiz çağrılmaktan korkan yaşlı vezir, pâdişâhın ayaklarına kapanarak, özürler dilemiş, pâdişâh da korku ve telaşının yersiz olduğunu belirterek,İstanbul’un alınması için oturup konuşmaya çağırdığını bildirmişti
Nihayet İkinci Mehmed, 23 Martta ordusuyla Edirne’den hareket etti Kuşatma 6 Nisanda başladı 18 Nisanda İstanbul adaları alındı 22 Nisan gecesi Türk donanması karadan Haliç’e indirildi 23 Nisanda sulh teklifine gelen Bizans elçisine genç Pâdişah; “Ya ben şehri alırım, ya şehir beni!” cevâbını verdi 29 Mayıs sabahı yapılan son taarruzda İstanbul düştü Bu şekilde ortaçağ sona erdi yeniçağ başladı İstanbul’un fethi, Türk târihinin en müstesnâ olayı sayılarak “Feth-i Mübîn” denildi Dünyânın en büyük kilisesi (Sainte-Sophie) ve bütün Avrupa’nın ayakta kalan en eski yapısı olan Ayasofya câmiye çevrildi Fâtih bu mabedin kıyâmete kadar câmi kalmasını yazılı olarak vasiyet ve vakfeyledi Bütün Ortodoks Hıristiyanların başı olan patrikliği ortadan kaldırmadı Bunu o zamanki, siyâsî olaylara göre değerlendirmek îcâb ederİsteseydi İstanbul fâtihi, patrikliği ortadan kaldırabilirdi Fakat o zamânın siyâsî durumu bunu gerektirmemekteydi İstanbul’un düşmesinden sonra, surlarda Ceneviz kumandan ve askerlerinin ölülerine rastlandı Hâlbuki CenevizlilerTürklerle dostluk anlaşması imzâlamışlardı Bu ihânetleri ortaya çıkınca çok korktular Kendilerine çok ağır cezâlar verileceğini beklerken, Fâtih Sultan Mehmed, Ceneviz vâlisi ve papazını çağırtarak üzüntülerini bildirdi ve Galata’da oturan bu Cenevizliler için bir ferman çıkarttı; “Evvelden olduğu gibi herkes sanat ve ticâretinde, ibâdetinde serbesttir Kiliseler açık bulunacak, ancak çan çalınmayacaktır” şeklindeki emriyle ölüm bekleyen insanları sevindirdi
Gerek Ortodokslara, gerek Cenevizlilere tanıdığı bu serbestlik, Avrupalıların husûmetini azalttı Bâzı Avrupalı târihçiler, Türklerin Avrupa’da süratli bir şekilde ilerlemesini, Avrupa’nın kolay fethini bu davranışa bağlarlar ve Osmanlı İmparatorluğu, bu hâdise ile cihânşümûl hâle geldi şeklinde yazarlar 21 yaşında İstanbul’u fetheden Fâtih, Katolik Avrupa’ya cephe aldı ve Ortodoks Hıristiyanlığın Katoliklerle birleşmesini önledi Esâsen imparator ve devlet adamları, İstanbul’u kurtarmak için papalığın asırlardan beri istediği fedâkârlığı yapıyor, papalık da Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesi karşılığında askerî yardımda bulunuyordu Fakat bütün çalışma ve gayretlere rağmen İstanbul’u korumak için Avrupa’dan az bir gönüllüden başka bir şey gelmedi İstanbul’daki papazlar ve halk da dinlerini korumak için İstanbul’da Lâtin şapkası yerine Türk sarığını görmeyi tercih ettiklerini belirttiler
İstanbul’un fethi ile Osmanlı Cihan Devletinin temelleri atılmış oluyordu Doğu Roma Fâtihi olarak Edirne’ye dönen Fâtih Sultan MehmedHan, dünyâ politikasını yeniden gözden geçirdi Devletin geleceği için önemli kararların alınması gerekiyordu Bizans’ın düşmesini Avrupa’nın hoş karşılamayacağı tabiî idi
Karaman ve İstanbul seferinden sonra, 1453’te Cenevizlilerden Enez’i aldı 1454’te, Kırım’a bir donanma gönderdiAynı yıl Sırbistan Seferine çıktıKuzeyEge adalarına donanma göndererek buraları ele geçirdi Rodos Seferini yaptı ise de adayı alamadı 1455-1456 yıllarında ikinci ve üçüncü Sırbistan seferlerine çıktı Bu ikincisinde babasından sonra Belgrad’ı tekrar muhâsara etti Kaleyi savunan Hunyadi Yanoş öldü, Fâtih yaralandı Fakat Belgrad düşmedi 1455’te Boğdan Beyliği de Osmanlı idâresine girdi
1458’de Mora’ya ilk seferini yaptı 1459’daki Sırbistan Seferi sonunda,Semendire fethedildi ve Sırbistan Devleti son buldu 1460’da çıktığı İkinci Mora Seferi; Mora prensliklerinin ilgası, Osmanlı devletine katılması, Palegosların sonu ve Bizans kalıntılarının silinmesi ile sonuçlandı
Sonra Güney Karadeniz meselesini ele aldı 1461’de Ceneviz’den Amasra’yı fethetti Baharda Sinop’a geldiHimâyesinde bulunan Candarlı Beyliğine dostça son verdiOradan Trabzon’a yürüdü Denizden de kuşatılan Trabzon Rum İmparatoru teslim olduKomnenos imparatorluk hânedanına son verildi Bu şekilde Batum ve Gürcistan kıyılarına kadar bütün GüneyKaradeniz kıyıları Osmanlı Devletine katıldığı gibi Trabzon ve Rize gibi Anadolu’nun son parçaları da Hıristiyanlardan alınmış oldu Trabzon seferinden dönüşünde Eflâk üzerine yürüdü ve ayaklanan Kazıklı Voyvoda meselesini hâlletti
Fâtih, 1462’de Yayçe’nin fethiyle netîcelenen birinci Bosna Seferine çıktı Aynı yıl Midilli Adasını fethetti 1463’te Bosna’ya bir sefer daha yaptı Ertesi yıl tekrar Bosna üzerine gitti 1466’da Karaman Seferine çıktı Aynı yıl Arnavutluk üzerine yürüdü 1466-67’de Arnavutluk üzerine bir sefer daha yaptı
Bu ardı kesilmeyen seferlerde Fâtih, bir taraftan büyük devlet fikrini gerçekleştirecek tedbirler almış, diğer taraftan da cihanşumûl hâkimiyet fikrini benimsemişti Bunun için Tuna’nın güneyinde ve Fırat-Toroslar sınırının batısında, Osmanlı Devletine katılmıyan hiçbir yer bırakmamak,Karadeniz’i ve Ege denizini birer Türk gölü yapmak, Venedik donanmasını geçerek, deniz kuvvetlerini de kara ordusu gibi dünyânın birinci kuvveti hâline getirmek ve bu işleri tamâmen gerçekleştirdikten sonra, İtalya’yı fethetmek istiyordu Bu plân artık dünyâca bilinmeye başlanmıştı Bu projeye karşı yalnız bütün Avrupa değil, Türkiye’nin doğusundaki komşuları da karşı çıktılar Bu şekilde Osmanlı Devletine karşı, bir ittifak meydana getirildi ve uzun süren savaşlar başladı
Bu büyük savaşlarda, Osmanlıların karşısında yer alan büyük devletler; Akkoyunlular, Venedik, Macaristan, Almanya, Polonya, Kastilya, Aragon ve Napoli idi Fâtih, dehâsı ile bu ittifaka karşı koymasını bildi Düşmanlarını bâzen teker teker, bâzen ikişer üçer, bâzen beşer onar yenerek bu büyük savaşlardan da gâlip çıktı Böylece Türk Cihan İmparatorluğunun temelleri sağlamlaştırılmış oldu Dünyânın Osmanlı Devleti karşısında âciz kaldığı ortaya çıktıVenedik’in deniz üstünlüğü târihe karıştı Böylece dünyâ Hıristiyanlığının iki mühim dayanağından Bizans’ı yıkıp Venedik’i sindirmiş oldu
Uzun süren bu büyük savaşlar 1463’te Fâtih tarafından başlatıldı VenedikCumhuriyeti Osmanlılara savaş îlân etti Macaristan da Venedik’in yanında savaşa girdiKısa zamanda Osmanlılarakarşı savaşa girenlerin sayısı arttı Her cephede düşmanı yıpratan, diplomatik yollarla bezdiren Fâtih, 1470 yazında ordu ve donanması ile Eğriboz Adasına yöneldiVenedik’in Batı Ege’deki bu alınmaz dedikleri üssünü fethettiAkkoyunlu Beyi Uzun Hasan,Avrupalıların,Osmanlılarla başa çıkamayacağını anlayınca, Tokat’a hücum ederek burada bir cephe açtı, kuvveti bölmeye çalıştı 18 Ağustos 1472’de Şehzâde Mustafa, Akkoyunlu ordusunu yenerek işgâl edilenOsmanlı topraklarını kurtardı Fâtih, 11 Nisan 1473’te Üsküdar’dan hareket etti 11 Ağustosta Erzincan yakınlarında Otlukbeli’nde Akkoyunlu ordusunu yendi
Fâtih’in akıncı kuvvetleri,Venedik varoşlarına Almanya içlerine kadar seferler düzenleyerek Avrupa’yı alt üst ettiler 23 seferini Boğdan, 24sünü 1476’da Macaristan üzerine yaptı Pâdişah, 1478’de Üçüncü Arnavutluk Seferine çıktı KırımHanlığı Osmanlı birliğine katıldı 1480’de üçüncü Rodos Kuşatması netîce vermediİyonya Adalarını aldıktan sonra, donanmayı İtalya’ya gönderdi Temmuz 1480’de Otranto’yu fethettirdi
1481 senesi ilkbaharında Fâtih SultanMehmed 300000 kişilik bir ordunun başında olduğu hâlde sefere çıktı 27 Nisan 1481 Cumâ günü kapıkulu askerleriyle Üsküdar’a geçti Pâdişah Üsküdar’a geçtiğinde hasta olduğu için birkaç gün dinlendi Daha sonra araba ile hareket etti Gebze yakınlarındaki Tekir Çayırı veya Hünkâr Çayırına geldiği zaman hastalığı arttı Bunun üzerine hekimler tarafından konsültasyon yapılarak, verilen ilâcın dozu arttırıldı Fâtih’in özel doktoru, Yâkub Paşa isminde bir Yahûdî dönmesiydi Venedikliler, Fâtih’in zehirlenmesi karşılığında bu dönme Paşa’ya büyük bir servet vâdetmişler Yâkub Paşa da bu işi gerçekleştirmişti Fâtih zehirlendiğini anladığı zaman iş işten geçmişti Birden bire müthiş sancılar başladı ve 3 Mayıs 1481 Perşembe günü öğleden sonra saat dörtte, 49 yaşında iken vefât etti Fâtih’in ölümü bir müddet halktan ve askerden saklandı Ölüm hâdisesi duyulunca, Sultan’ın bir zehirlenme olayına mâruz kaldığı anlaşıldı ve Yâkub Paşa, asker tarafından parçalanarak öldürüldü
Fâtih’in ölümü, Türk milletini büyük mâteme gark ettiÖlüm haberi Roma’ya ulaşınca, İtalya’da toplar atılıp günlerce şenlikler yapıldıPapa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldırıp, şükür âyini yapılmasını emretti
Fâtih’in nâşı İstanbul’a nakledilerek Muhyiddîn Şeyh Vefâ hazretleri tarafından kıldırılan cenâze namazından sonra İstanbul’da yaptırdığı Fâtih Câmiinin bahçesine defnedildi Daha sonra üzerine türbe inşâ edildi
Fatih Sultan Mehmed Han orta boylu, kırmızı beyaz yüzlü, dolgun vücutlu, sakalları altın telleri gibi kalın, yanakları dolgun, kolları kuvvetli, burnunun ucu hafif kıvrık, saçı siyah ve sık olup, kuvvetli fizîkî bir yapıya sâhipti Londra’da, NationalGallery’de, Fâtih SultanMehmed’in bir portresi bulunmaktadır Bu portrenin Centile Bellini tarafından yapıldığı, delil olmadığı hâlde iddiâ edilmektedirHâlbuki, National Gallery’de bu portreyle ilgili dosyadaki bilgilerden anlaşıldığına göre, her şeyden önce portre üzerindeki Centile Bellini adı kesin olarak okunamamıştır Ayrıca Bellini’nin İstanbul’a gelip, Topkapı Sarayı için manzara resimleri yaptığı bilinmekle berâber, Pâdişah’ı gördüğü de belli değildir
Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihângirlerle doludur Fâtih SultanMehmed de bunların başında gelenlerdendirÇünkü o kılıçla keşfi yanyana yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır İstanbul’u bütün ganîmetleri içinde firûze bir yüzük taşı gibi parmağında taşımış, bu güzel şehri torunlarının torunlarına bırakmıştırOnun için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş, hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştirTedkîk edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryâlaşan bu cihângirin sayısız vasıflarından bâzıları şunlardır:
Fâtih Sultan Mehmed, soğuk kanlı ve cesurdu Bu özelliğinin en güzel misâlini,Belgrad Muhâsarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdiİstanbul Muhâsarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesâretinin büyük örneğidir
Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükûnetle hazırlayan bir insandı
Çok merhametli ve müsâmahalıydı Kendisine elli gün mukâvemet eden, birçok Müslümanın şehid edilmesine sebeb olan İstanbul şehri ve onun sâkinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamıyacağı genişliktedirHâlbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan, zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü Fâtih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdiİstanbul’a girdiği vakit ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmakla âlicenaplığını gösteren cihângîr, şu sözlerle patriği tesellî etti: “Ayağa kalkınız Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Şu andan îtibâren artık ne hayâtınız ne de hürriyetiniz husûsunda gazâb-ı şâhânemden korkmayınız!”
Fâtih, gayri müslim tebeasının din ve mezheplerine aslâ dokunmadı, herkesi vicdânî inanışında serbest bıraktı Fâtih,İstanbul’un îmârında ücret karşılığında daha çok Rum esirlerini kullandı Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkânını sağladı Bu müsâmaha o devir dünyâsının hâyâlinden bile geçirmediği bir olgunluk eseriydi
Batılıların iddiâlarına göre şehre giren Türkler, mâbedleri yıkmışlar veya yakmışlar, hiçbir şey bırakmamışlardırHâlbuki bunları yıkan ve yakan yine kendileridir Bizanslılar surlarda açılan gediklerin tâmirinde kullanılmak üzere yüzden ziyâde kilise yıkmışlardırÖyle ki, Fâtih SultanMehmed,Ayasofya’yı yakından seyrederken, bir yeniçeri neferinin kilisenin taşlarından birini sökmek üzere olduğunu görünce, mâni oldu ve; “Size malca alınacak şeylere izin vermiştim, mülk ise benimdir demiştim” diyerek yeniçeriyi şiddetli bir şekilde cezâlandırmıştır
Askerî ve siyâsi sâhada eşsiz bir dehâ idi Askerî alanda başarısının ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidirOrdunun disiplinine çok dikkat ederdi En küçük itâatsizliği ve buna sebeb olan subayları şiddetli bir şekilde cezâlandırırdı Ordusunu, plânsız, düzensiz hareket ettirmez, mâcerâ hevesiyle kan dökmezdiKendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada yapmış oldukları akınlarını, plânlı bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, sistemli bir idârecilik şuûruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler, memleketin coğrafî işbirliğini sağlamaya dayanır Bu gâyeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı Bütün bu seferleri bir plâna göre yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lâzım geldiğini bilerek hareket ettiYapacağı seferlerin muvaffakiyetle netîcelenmesini sağlamak için aylarca bu seferin bütün teferruâtını hazırlardı Kumandanlığı ile diplomatlığı dâimâ berâber hareket ederdiHangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münâsebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamânında çıkardı Yapacağı seferlerden en yakınlarına bile haberdâr etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi“Sırrıma sakalımın bir tek telinin vâkıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım” sözü meşhurdur Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca sebeblerinden sayardı Nitekim böyle hareket etmesinin netîcesinde İsfendiyâr Beyliği ve Trabzon Rum İmparatorluğunu kolayca ele geçirdi
Çok başarılı bir diplomattı Otuz sene, Asya ve Avrupa’da bâzan birkaç cephede beş, on hattâ daha fazla devletle birden harb hâlinde bulunduğu günler oldu Böyle zamanlarda düşmanlarının, kuvvetlerini bölmenin, siyâsî müzâkereler, vaatler ve geçici tâvizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın kolayını buldu Rodos Adasının fethi için donanmayı hazırlarken, zaman kazanmak için oyalama taktiğine girişerek şehzâde Cem’e bir mektup vererek Demetrios Soplionos isimli Rum ile birlikte Rodos’a gönderdi Fâtih bu mektubunda hafif bir vergi karşılığında kendileriyle sulh ve sükûn içinde yaşıyacaklarını bildiren diplomatça bir harekette bulundu
Câsuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzâkere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilâtına da sâhiptiAlmanya’da yerlilerden elde edilmiş câsusları da vardı İtalya ise, son derece gizli ve dâimî bir Türk haber alma servisiyle örülüydü Fâtih’in, bu teşkilâtı sâyesinde düşmanlarından günü gününe haberi olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı
Fâtih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmiştiOrdunun silâhları birkaç senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin yerine konurdu Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fâtih’tirTopçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişâhtır Fâtih’ten önce, top, bütün dünyâda, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan muhârebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti Fâtih, bütün bunları akıl ederek, o târihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi Topların balistik ve mukâvemet hesaplarını kendisi yaptı Piyâdeye de, öncesine nisbetle, büyük önem verdiOsmanlı ordusu esas bakımından bir süvârî ordusu olmaya devâm etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyâde sınıfları, Fâtih devrinde önem kazandı
Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi Zihniyeti ve tabiatı îtibâriyle ileri hamleden hoşlanan, terakkî ve medeniyetten zevk alan bir pâdişahtı Tıpkı askerî fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdâr oldu Yeni devletin kurulması plânının icrâsında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu Maârif sistemini kânunla tanzim ederek ulemâ sınıfı diye tanınan ve idârenin temelini meydana getiren diyânet ve hukuk kurumlarını teşkilâtlandırdı Devlet idâresini ve bunun ilmîleştirilmesini esas aldı
Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürânî, Molla Yegan, Hızır Çelebi,matematikte Ali Kuşçu, kelâmda Hocazâde, zamânının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânın dört bir tarafından âlimler akın ederdiHattâ Molla Câmî bile İstanbul’a gelmekteyken, Pâdişâh’ın ölüm haberi üzerine geri döndü
İyi bir komutan ve devlet reisi olan Fâtih, aynı zamanda iyi bir ilim adamı ve şâirdi Latince ve Rumca ile Arapça, Farsça ve Türkçeye bütün incelikleriyle vâkıftı Şiirde, devrin üstatları arasında yer aldı Hattâ sarayda dîvân sâhibi olan ilk pâdişâhtı Çünkü o, medeniyetin, sanatsız olarak fertlerin gönüllerinde yer alacağına ihtimâl vermiyordu Dedelerinin devlet kuruculuk kudretini, irâdeli bir idârecilik şuuruyle geliştirmesini bilen Fâtih, çevresinde devrin üstad şâirlerini topladı Avnî mahlâsıyla edebî değeri yüksek beyit ve gazeller söylediAruzu, usta şâirlerden farksız bir hâkimiyetle kullandı, şiirlerinde ince hissiyât ve düşüncelerini dile getirdi
Bizümle saltanat lafın idermiş ol Karamanî
Hudâ fursat virürise, kara yire karam-anı
beyti, Karamanoğlu’nun çıkardığı fitne ve fesatlar karşısında şahlanan celâlini gösterdiği gibi, aşağıdaki şiiri de ince duygular sâhibi hassas bir gönlün Türk edebiyâtına nâdide bir armağanıdır:
Sevdün ol dilberi söz eslemedün vay gönül
Eyledün kendözüni âleme rüsvây gönül
Sana cevr eylemede kılmaz o pervây gönül
Cevre sabr eyleyimezsin n’ideyin hay gönül
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül
Bilmedüm derd-i dilün ölmek imiş dermânı
Öleyin derd ile tek görmeyeyin hicrânı
Mihnet ü derd ü game olmağiçün erzânî
Avnîyâ sencileyin mihnet ü gam-keş kanı
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül
İstanbul’un fethinden sonra Fâtih, hocası Akşemseddîn’in elini öpüp, tahtı tâcı bırakıp derviş olmak istedi Akşemseddîn bu teklifi reddederek, devlet işlerine memur edilen pâdişâhın asıl vazîfesini yapmamış olacağını, dîn-i İslâm ve adâletle memleketi ve dünyâyı idâre etmenin daha makbul olduğunu; aksi hâlde din ve devletin zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi Bunun üzerine Allah aşkı ile yanan kalbinin ateşini de şiirleriyle ortaya döktü
Fâtih SultanMehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi Bizanslı târihçi Kritobulos’un hayranlıkla anlattığı, balistik sâhasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır Bu sûretle Avrupa’nın timsâli olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş; netîcede büyük güç kaynakları biraraya toplanarak ortaçağa son verilmiştir Bu sûretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa’dan daha evvel geçmişlerdir
Fâtih SultanMehmed, teşkilatçı ve îmârcı idi Devlet idâresini tam bir intizâm içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyâç görüldükçe İslâmın esaslarına uygun kânunlar ve fermanlar yayınladı Tanzimât dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kânunu olarak mer’iyyette kalan Fâtih Kânunnâmesi çok mühim bir eserdir Pâdişâhın görüşleri alınarak sadrâzam Karamânî MehmedPaşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kânunnâmeyi, Nişancı Leyszâde MehmedÇelebi kaleme almıştır Kânûnî Sultan Süleymân devrinde hazırlanan kânunnâmede de bu eser esas alınmıştır Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilâtı, Fâtih devrinde en mükemmel hâle gelmiştir Enderûn Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır
Fâtih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temâsa büyük önem verdi Oğlu Sultan İkinci Bâyezîd de Türk medeniyetini ilerletmek husûsunda babasını tâkip etti Doğu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen medeniyet hareketlerinin benzeri, Fâtih devrinde Osmanlılarda tahakkuk etti Fâtih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi tâkib etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa’dan bir şey alma ihtiyâcını duymamıştır
İstanbul’un îmârına çok önem veren Pâdişâh, saray, câmiler, medreseler ile hamamlardan başka şehrin çeşitli yerlerinde 4000 dükkan yaptırarak vakfetti Büyük câmilerin yanındaki medreselerin hâricinde 24 medrese, 12 han, 40 çeşme ve Halkalı Su Tesisâtı ile iki gemi tersânesi ve kışla yapılan binâlar arasındadırİstanbul îmâr olunurken, diğer taraftan Bursa,Edirne gibi şehirlerde îmâr faâliyetleri büyük bir hızla devâm etti Bu devirde Bursa’da 37, Edirne’de 28 ve sâir şehirlerde 60 câmi yapıldı
Edirne’de Tunca Nehri kenarında 1451 senesinde büyük bir saray inşâ edildi Bu sarayın bir modeli Topkapı Sarayıdır Bu saray, 1876 Osmanlı-Rus Harbinde cephâne infilâkıyla harâb oldu
Batılı gözüyle Fâtih: Büyük devlet ve ilim adamı olan Fâtih, en büyük düşmanlarının gözlerini kamaştıran pâdişahtır Eserlerinde ondan takdirle bahsetmişlerdir Fetih sırasında İstanbul’da bulunan İtalyan Zorzo Dolfin bir keresinde şöyle demiştir:
“Sultan Mehmed, çok az gülerdi Zekâsı, dâimî bir çalışma hâlindeydiÇok cömerttiHer işte fevkalâde atılgan, hattâ cüretkârdıSeçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdiSoğuğa, sıcağa, açlığa, susuzluğa tahammüllüydü Kesin konuşur, kimseden çekinmezdi Zevk ve sefâdan uzaktı Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurduHer gün bir müddet okurdu Roma târihi, başka devletler târihi, Laerce, Tite-Live, Herodot, Quinte-Curce, Papaların, Alman İmparatorları ile Fransa ve Lombardiya krallarının vak’aları okuduğu târihler arasındaydı Avrupa’daki bütün devletleri tanırdıÖzellikle İtalya’nın coğrafyasını en ince noktasına kadar bilirdi ve bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı Askerî ve coğrafî ilimlerle isteyerek meşgul olur, araştırmalar, incelemeler yapardı Tabiiyyeti altında bulunan ülkelerin âdet ve şartlarını devletin ve bölgenin menfaatlerine kullanmakta mahâretliydi
Diğer bir İtalyan târihçi Langusto, İstanbul’un fethinden sonra şöyle yazmıştır:
“Sultan Mehmed, ince yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silâhlar kuşanmış, asil tavırlı, çok az gülen, devamlı öğrenmek ihtirâsı ile yanan, cömert ve iyi kalpli, gâyelerine ulaşmakta inatçı bir hükümdârdı En çok harp sanatına meraklıydıHer şeyi öğrenmek isteyen zekî bir araştırmacıydıSefâhat düşkünlüğü olmayıp, kötü âdetleri yoktuHarem dâiresinde çok az vakit geçirirdi Nefsine hâkim ve uyanıktı Her şarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihân devleti peşindeydi
Alman müsteşrik Franz Babinger, Mehmed-IIder Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende adlı eserinde şöyle yazmaktadır:
“Türk dünyâsı için Fâtih günümüze kadar, bütün imparatorların en büyüğü olup, beşer târihinde başka her hangi bir şahsın kendisiyle mukâyese edilmesi zordur O Türk milletine, bütün târihinin en harîkulâde ve en yaklaşılması gayr-i kâbil şâhsiyet olarak takdim edilmiştir Batı âleminin mukadderâtı, Fâtih Sultan Mehmed’in görünmesiyle sarîh bir şekilde işâretlenmiştirKudretli şahsiyeti, büyük Avrupa sâhalarının dış görünüşünü derinden değiştirmiştirOrtaçağdan çıkarken insanları ve dünyâyı görüş tarzında, Fâtih’in şahsiyeti, zekâları tesir altında bırakmıştır
Ad âletten kıl kadar ayrılmayan, kendisine takdir edilen iki mısrâlık basit şiir için sâhibine bol ihsânda bulunan ve bir çiçek yetiştirene 500 altın bahşiş veren Fâtih, her bakımdan devrinin üstüne çıkmış bir hükümdâr ve insan-ı kâmildir Bu büyük cihângir hakında günümüze kadar binlerce kitap yazılmıştır


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.