|
|
Konu Araçları |
biyografisi, dünya, edebiyatında, fuzuli, fuzulinin, leyla, mecnunu |
Dünya Edebiyatında Fuzulî'nin Leylâ Ve Mecnun'u Fuzuli,Fuzuli'nin Biyografisi,Fuzuli |
09-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dünya Edebiyatında Fuzulî'nin Leylâ Ve Mecnun'u Fuzuli,Fuzuli'nin Biyografisi,Fuzulidünya edebiyatında Fuzulî'nin Leylâ ve Mecnun'u FUZULİ,FUZULİ'nin Biyografisi,FUZULİ dünya edebiyatında Fuzulî'nin Leylâ ve Mecnun'u FUZULİ,FUZULİ'nin Biyografisi,FUZULİ FUZÛLÎ Fuzûlî, Irak'ın Hille kasabasında 1494 yılında doğdu Soyca Türk Bayat aşiretindendir Hille Müftüsü Süleyman'ın oğludur Asıl adı Mehmet'tir Ömrünü Bağdat ve Kerbelâ'da geçirip Irak'tan dışarı çıkmadı Hazret-i Hüseyin'in türbesinin kandilciliğiyle geçinirdi Hocası Rahmetullah Efendi'nin kızı Rahime ile evlendi ve Fazlullah adında bir oğlu oldu En tanınmış eseri, Doğunun efsane dolu aşk hikayesi olan Leyla ile Mecnun'dur Bu değerli eser pek çok dile çevrilmiştir Fuzuli 1555'te Kerbela'da vebadan öldü Türbesi halen oradadır Mehmet, o kadar alçak gönüllü bir insandı ki, şiirlerinde Fuzûlî (fazlalık) adını kullanırdı Neden böyle yaptığı sorulduğunda; "Herkes başkasının şiirini kendi malı gibi gösteriyor İsmim bu olunca kimse benimkilere tenezzül etmez, ya da başkasının şiiri benim sanılmaz" diye karşılık vermiştir Fuzûlî son derece bilgili ve çalışkan bir insandı Oğlu Fazıl'ın da öyle olması için çok çalışmıştı Ama, olmadı Çünkü Fazlullah, gayet tembel, kabiliyetsiz bir çocuktu Bunun üzerine zamanın şairlerinden biri Farsça: Fazlî peder ü püser Fuzûlî Yani, asıl erdemli olan babası, oğlan tamamıyla fazlalık, mısraını söylemişti Bütün şiirlerinde kendini Tanrı aşkına adamış olan Fuzûlî, geçim sıkıntısı içinde kahroluyordu Bağdat'ı Kanunî fethedince, onun komutanına, padişah için kasideler, övgü şiirleri sundu Bu sayede Bağdat vakıflarının ziyadesinden, yani vakfa harcadıktan sonra artakalan paradan günde dokuz akçe maaş bağladılar Zavallı Fuzulî, hiç bir zaman bu parayı alamadığı için sonunda, Bağdat'ta barınamadı Biraz daha dış mahalle kabul edilen Hille'ye çekildi Hazret-i Hüseyin Türbesi'nin bekçiliğiyle geçinmeye çalıştı Ancak, Kanunî'nin fermanlarına tuğra yapan Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye de Şikâyetnâme adıyla ün yapmış, dokunaklı bir eleştiri örneği olan mektubunu yollamadan edemedi Bu eser, o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili sanatlı, edebiyat değeri yüksek bir belgedir Bu şikayetnamedeki "Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözü, hala yaşayan bir gerçektir Fuzûlî daha önce, Safevî Hükümdarı Şah İsmail Bağdat'ı zaptedince, ona Beng ü Bâde (Afyon ve içki) adlı bir mesnevi sunmuştu Fuzûlî, bu eserde afyonla şarabı konuşturur ve bunlardan her biri, kendini över Fuzulî'nin bu mesneviyi yazmasındaki amaç, aslında Yavuz ile Şah İsmail arasındaki mektup düellosuna bir edebî şekil kazandırmaktır Bu bakımdan semboller yerini bulmuştur: Şah İsmail, eserde afyonla, Yavuz ise şarapla temsil edilmiştir Kerbelâ olayını anlatan Hadîkatü's-Süedâ adlı eserinden başka, şairin en önemli eseri "Leylâ vü Mecnun" mesnevîsidir İslâm dinini kabul etmiş toplumların edebiyatlarında ortak konular çok görülür Nitekim XV yüzyılda Ali Şir Nevâî gibi gerek Türk, gerek Arap veya İranlı birçok şair bu konuyu işlemiştir Ama hiç birisi, Fuzulî'nin ulaştığı "Neoplatonik aşk" anlayışına, tasavvuf görüşüne ve ifade lirizmine ulaşamamıştır Denilebilir ki, dünya edebiyatında Fuzulî'nin Leylâ ve Mecnun'u tektir: Git, derdime sen devâ değilsin Bigânesin, âşina değilsin Gördü ki bir avcı dâm kurmuş Dâmına gazâller yüz urmuş Bir âhu esir-i dâmı olmuş Kan yâşı karâ gözüne dolmuş Boynu burulu ayağı bağlu Şehlâ gözü nemlü cânı dağlu Sayyâd sakın cefa yamandır Bilmezsin mi ki kana kandır? gibi mısraları bu eseri baştan başa şiir hâline getirir Fuzûlî, Dîvân'ının önsözünde "Şiirsiz ilim, esası yok duvar gibidir" der Fuzûlî şiirleriyle aşkı yüksek ve ilahi bir düzeye ulaştırdı Ona göre şiirin kaynakları ilahidir Tanrı vergisi ve yardımı olmadan şiir söylenemez "Aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kil-ü-kal imiş ancak" mısraları da aşkı her şeyden üstün tuttuğunu gösterir Ona göre ruh, ıstırap, elem ve hicranla yoğruldukça olgunluğa doğru yönelir Bu hal içinde yaşadığı halkın daimi acılar, yoksulluklar ve değişimler çekmelerinden ileri gelir Aynı asırda İstanbul'da yaşayan Baki'nin şiirlerinde ihtişam, gurur, büyüklük ve renk vardır Daha sonra yine İstanbul'da yaşayan Divan edebiyatımızın üçüncü zirvesi Nedim'in şiirlerinde de hayat, neşe, renk ve cümbüş bulunur Fuzûlî'nin şiirlerinde ise çöllerin hasretle dolu enginliği, hayal dolu ıssızlığı, yakıcılığı ve yoksulluğu yaşar Büyük şairimiz Fuzûlî'yi, zaman zaman Araplar ve İranlılar kendilerine maletmek istemişlerdir Oysa o, özbeöz Türk'tür Oğuzlar'ın Bayat kabilesinden gelir Farisî divanının giriş bölümünde, kendisinin hâlis Türk olduğunu gayet açık bir dil ile belirtmiştir Fuzulî, bu girişte şöyle der: "Aslım Türk, ana dilim Türkçe'dir Arapça'yı ilmî mübahaseler esnasında, Farisi'yi de arzu ettiğim zaman kullanırım Çocukluğumdaki şiirlerim, daima ana dilimle, yani Türkçe sâdır olmuştur" Fuzûlî, devrinin fen ve tıp ile ilgili bilgilerini de iyi öğrenmişti Nitekim, onun Ruhnâme yahut Sıhhat ve Maraz isimli risalesi şairin hekimlik ilmiyle de uğraşmış bulunduğunu gösterir MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK Büyük asker, cumhuriyet ordumuzun Atatürk’ten sonraki tek mareşali 1876 yılında İstanbul'da, Cihangir'de doğdu Asker bir ailenin çocuğudur Soğuk, çeşme Askeri Rüştiyesi ve Kuleli İdadisinde okuduktan sonra l898'de kurmay yüzbaşı olarak tahsilini tamamladı Ordunun çeşitli kademelerinde görev aldı Birçok savaşlara girip çıktı Sakarya zaferi ile mareşal rütbesini aldı 1944 yılına kadar Genelkurmay Başkanlığı görevindeydi 1950'de öldü Fevzi Çakmak bir asker çocuğu idi Babası, Miralay Sırrı Bey'di Çakmakoğulları'ndan Sırrı Bey'in üç oğlu da onun yolunda yürümüşlerdi Biri Manastır'da, diğeri Çanakkale'de şehit düşmüştü Bu kardeşlerin üçüncüsünün adı Fevzi idi Kurmay yüzbaşı rütbesiyle ordu saflarına katıldığı zaman önce Erkân-ı Harbiye Dördüncü Şubesi'ne atandı Sonra da Rumeli'ye tayini çıktı Balkanlarda geçen sekiz yıllık başarılı hizmet sonunda albaylığa yükseldi Çakmakoğullarından Fevzi Bey 1908'de Hürriyet ilan edildiği zaman Taşlıca Mutasarrıfı ve 35'nci fırkanın kumandanı idi Ancak gülünç bir iddia ile, albaylığa terfiinin bir “saray iltiması” olduğu ileri sürülerek rütbesinden iki yıldız geri alındı Bu düpedüz bir haksızlıktı Fakat Fevzi Bey mert bir asker ve olgun bir insandı, uğradığı bu haksızlık karşısında dahi bir infial göstermedi Ancak haksızlıkla elinden alınan yıldızlarını pek kısa bir zamanda yine alnının teri ile geri almasını bildi 1910 yılında Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı'na, kısa bir süre sonra da Garp Kolordusu Kurmay Başkanlığına tayin edildi Balkan Savaşında Vardar Ordusu Erkânı Harbiye Harekat Şubesi Müdürlüğü görevinde idi Savaştan sonra merkezi Ankara'da bulunan Beşinci Kolordu Kumandanlığına getirilirken rütbesi büyümüş ve adı da Fevzi Paşa olmuştu Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Fevzi Paşa, emrindeki kolordu ile Çanakkale'nin savunmasına katıldı Oradan İkinci Kafkas Kolordusu Kumandanlığına tayini çıktı Koca bir ömür harp alanlarında geçiyordu Balkanlar'dan Kafkaslar'a kadar uzayan bu savaş hayatı daha sonra Suriye'de devam etti Burada ferikliğe (Korgeneralliğe) terfi etti Mütarekeyi müteakip İstanbul'a tayini çıktı Bir süre İstanbul Büyük Erkân-ı Harbiye Reisliğinde bulunduktan sonra 1920 yılı başlarında Harbiye Nazırlığı'na getirildi Böylelikle Salih Paşa'nın kurduğu hükümette kısa bir süre Nazırlık da yapmış oldu Bu makamı işgal ederken, Anadolu'ya askeri eşya ve cephane göndermek suretiyle Milli Mücadele'ye büyük katkılarda bulundu Bu millî harekât aleyhinde şiddetli tedbirler almak üzere iktidara getirilen Damat Ferit Paşa kabinesinin kurulmasından önce Harbiye Nazırlığı görevinden ayrıldı Doğruca Ankara'ya giderek millî harekete katıldı 1920 yılı Nisan ayında Ankara'ya gelen Fevzi Paşa, bir ay sonra Ankara Hükümeti'nin Millî Müdafaa Vekilliği'ne getirilirken Vekiller heyetine de reis oldu İkinci İnönü zaferini mütekaip orgeneral rütbesi verilen Fevzi Paşa 1921 yılında Erkân-ı Harbiye Reis Vekili oldu 1922 yılı Temmuz ayına kadar on bir ay süre ile bu vazifede ve Vekiller Heyeti Reisliği'nde kaldı Sakarya'da kazanılan büyük zaferdeki üstün hizmetlerinden ötürü Birinci Ferik (Orgeneral) Fezvi Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararı ile Müşir (Mareşal) rütbesini aldı Mareşal Fevzi Çakmak büyük zafer ve cumhuriyetin ilanından sonra Genelkurmay Başkanı olduYalnız ordunun değil, bütün bir milletin en sevip saydığı bir insandı da Benliğini saran engin tevazu, sürdürdüğü alabildiğine sade ve tertemiz özel hayatı ona ayrı bir özellik vermekteydi Bir sembol, bir bayrak olmuştu milletin kalbinde 12 Ocak 1944 günü yalnız binbir şan ve şerefle dolu askerlik yaşantısının değil, hayatının da en hazin gününü yaşadı Mareşal Fevzi Çakmak O gün, emekliye sevkedilmişti 55 yıl sırtında şerefle taşıdığı üniformasına veda günüydü o gün Genelkurmay Başkanlığı görevine ve vücudunun bir parçası olmuş bulunan ünifarmasına veda etti Bir süre evinde sakin bir hayat yaşadı Memleket çok partili bir devreye girince o sıralarda kurulmuş bulunan Millet Partisi'ne girdi Demokrasi mücadelesine katıldı Sembolleşmiş insan, büyük asker Mareşal Fevzi Çakmak, 10 Nisan 1950 günü İstanbul'da hayata gözlerini yumdu Vefatı memlekette öylesine içten kopup gelen büyük bir üzüntü yaratmıştı ki, İstanbul Radyosu'nun müzik neşriyatını kesmemesi yüzünden radyo evi önünde iki gün süre ile büyük nümayişler yapıldı Ve cenazesi 12 Nisan 1950 günü mahşerî bir kalabalığın da katılmasıyla kaldırıldı Eyüp Sultan kabristanında toprağa verildi |
|