Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
isyanları, mart, mart’a, nedenler, olan

31 Mart İsyanları, 31 Mart’A Neden Olan İç Nedenler,

Eski 09-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

31 Mart İsyanları, 31 Mart’A Neden Olan İç Nedenler,



31 Mart İsyanları, 31 Mart’a Neden Olan İç Nedenler,
31 Mart İsyanları, 31 Mart’a Neden Olan İç Nedenler,
Mart Nedir? Ne Değildir?
31 Mart ayaklanması, çıkışı ve niteliği bakımından yakın tarihimizin en karışık olaylarından biridir Olay üzerine çeşitli tezler ileri sürülmüştür Bilinen görüşlerden ilki; ayaklanmanın tamamen gözü dönmüş bir gerici ayaklanması olduğudur Derviş Vahdeti ile Said-i Kürdi (Nursi)'nin bu ayaklanmayı organize ettiğidir1
Bu konuda bir doktora tezi hazırlamış olan Sina Akşin'e göre ise ayaklanma, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne muhalif kesimlerce örgütlenmiştir Ahrar Fırkası’ndan tutunda İttihad-ı Muhammedi ve Volkan Gazetesi de bu gruba dahildi Akşin'in dikkat çektiği bir başka nokta da ayaklanmanın örgütlenmesinde en aktif rolü medreseli softaların oynadığıdır2
İttihat Terakki’ye göre ise ayaklanma bizzat Abdülhamid tarafından örgütlenmiştir
Bir diğer tez Mizan Gazetesi sahibi Murat Bey'e aittir Buna göre ayaklanma bizzat İttihatçılar tarafından hazırlanmıştır Amaç, görünüşte gerici bir ayaklanma yaratılarak Abdülhamid'in ve istibdatın devreye sokulmasıydı Böylece hem Abdülhamid'in tahttan indirilmesinin meşru zemini hazırlanmış olacak hem de İstanbul'a getirilecek ordu sayesinde iktidar İttihatçıların eline geçmiş olacaktı3
Ahmet Altan'ın tezine gelince: Mizancı Murat Bey'in tezine neredeyse tamamen benzemekte Altan romanında, İttihatçıların, II Abdülhamid'i devirmek ve Selanik'teki Üçüncü Ordu'yu İstanbul'a getirmek için bir komplo düzenlediklerini yazıyor Hatta İttihatçıların bu işte yalnız olmadıkları ve Almanlarla işbirliği yaptıkları belirtilmekte4
Aslında o zamanlar İttihatçıların -özellikle Kamil Paşa'nın sadrazamlıktan alınmasından sonra- ilişkileri soğuyan İngilizlere karşı Berlin'de Ataşelik yapmakta olan Enver Bey liderliğindeki bir grup tarafından, İngilizlere rakip olan Almanlara sıcak bakması muhtemel Ancak İttihatçıların Almanlarla böyle bir işbirliğine gitmesi çok uzak bir ihtimal Üstelik II Meşrutiyet’in ilan edilmesinde en faal rolü oynayan İttihatçıların, II Meşrutiyet’in ilanından sonra bile iktidarı tam olarak ele geçiremediklerini düşünürsek onların böyle bir organizasyona girişebilmeleri pek de mümkün görünmüyor Tersine, 31 Mart’ta Almanya’nın değil, başka bir emperyalist ülkenin parmağı olduğuna dair pek çok göüş var
Ayaklanmada "Yabancı Devlet Parmağı” İhtimali
31 Mart Olayı’nda İngilizlerin önemli ölçüde pay sahibi olduğuna dair önemli iddialar mevcut II Meşrutiyet’in ilanı, Alman yanlısı Abdülhamid rejiminin yıkılması bakımından İngiltere'de memnuniyetle karşılanmakla birlikte Meşrutiyet’in İngiliz sömürgeleri üzerindeki etkileri çekingenlik yaratmıştır Anayasa’nın ilanından bir hafta sonra 31 Temmuz 1908'de İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey'in sarfettiği sözler hayli ilginçtir: “Eğer Türkiye Meşrutiyet’i kurar, bunu ayakları üstünde tutmayı başarır ve güçlenirse, bunun sonuçları şu an hiçbirimizin göremeyeceği noktalara ulaşacaktır Mısır'daki etkisi müthiş olacağı gibi Hindistan'da da etkileri hissedilecektir Eğer Türkiye şimdi bir parlamento kurar ve bu parlamento ülkeyi etkilerse, Mısır'da Anayasa ve Meşrutiyet istemleri çok güçlenecek, bizim de bunlara karşı direnme gücümüz azalacaktır”5
Görüldüğü gibi İngiltere, Mısır ve Hindistan'daki çıkarları açısından Meşrutiyet’in güçlenmesine çok sıcak bakmamaktadır Ayrıca Derviş Vahdeti ve Volkan Gazetesi'nin İngiliz yanlısı olmaları da 31 Mart Olayı’nda İngiliz parmağı olabileceğini kuvvetlendiren delillerdir Birinci Dünya Savaşı’nda emperyalist ülkelerin Türkiye üzerinde oynadıkları oyunlar gözönünde bulundurulursa, İngiltere'nin böyle bir şeye kalkışması uzak bir ihtimal değil
31 Mart’a Neden Olan İç Nedenler
31 Mart Olayı, Meşrutiyet rejimini korumak için Selanik'ten gönderilen avcı taburlarının ayaklanması ile başlamış ve bunlara en büyük desteği medreseli softalar vermiştir Ayaklanmada en önemli rolleri oynayan bu iki kesimin durumunu incelersek olayı daha iyi kavramış oluruz
Meşrutiyet’in ilan edildiği sıralarda asker içinde, çoğunluğunu İttihatçıların oluşturduğu “mektepliler” ile eski sisteme göre yetişmiş “alaylılar” arasında bir çatışma mevcuttu Modern bir ordu yaratmak isteyen İttihatçılar, alaylı sisteme karşı, Harp Okullarında yetişmiş ve askerlikte uzman kadrolardan oluşmuş bir ordu yaratmak istiyorlardı İttihatçı subaylar artık alaylılığın sona erdiğini bildiriyorlardı Bu durum özellikle onbaşı, çavuş gibi eski sisteme göre yükselmeye başlamış kesimde İttihatçı subaylara karşı bir düşmanlığa sebep olmuştur Alaylı kesim o zamanki ordunun yaklaşık 2/3'ünü teşkil ediyordu Bunun yanı sıra dönemin en güçlü kara ordusu olan Alman ordusuna karşı büyük bir hayranlık duyan İttihatçı subaylar, ordudaki disiplin sorununa çare aramaya başladılar Onlara göre ordudaki disiplinsizliğin en önemli sebebi, ibadet bahanesiyle talimden kaçmaktı İttihatçıların, ibadet bahanesiyle talimden kaçan askerlere karşı gösterdiği sert tavır, askeri din propagandasına açık hale getirmişti Asker için şeriat adına ayaklanmanın meşru zemini oluşmuştu
Ayaklanmanın hazırlanmasında en faal rolü oynayan softaların durumuna göz atacak olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkar: Medrese öğrencisi olan softalar, mezun olduktan sonra İlmiye sınıfına dahil oldukları için askerlikten muaftılar Medrese öğrenciliğinin getirdiği bu avantajı kullanmak isteyen, özellikle Anadolulu gençler, askerlikten kaçmak için medrese öğrencisi oluyorlardı Anadolu'daki nüfusun yaklaşık 1/3'üne tekabül eden bu kesim, ordunun asker potansiyeli açısından büyük bir kayıptı İttihatçılar bu kesimi de askerliğe katabilmek için farklı bir yol denediler Buna göre softalar basit bir okuma-yazma sınavına tabi tutulacak ve belli bir seviyenin altında kalanlar silah altına alınacaktı Bu durum softaların aşırı tepkisine sebep oldu İttihat Terakki ve Meşrutiyet karşıtı mitingler ve gösterilerde bulunan softalar, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin açılışına başlarında Said-i Nursi olduğu halde gelmişler ve 31 Mart Olayı’nda tayin edici bir rol oynamışlardır
Ayaklanmada Ulema’nın oynadığı rolü açıklamak için Sina Akşin'in birkaç cümlesi yeterli olacaktır: “Ulema zümresi 31 Mart Olay’ına adamakıllı bulaştı Bir kere ayaklanma şeriat adına oldu: tek başına bu durum Ulema’yı ayaklanmada söz sahibi kılmaya yetiyordu Hükümet, ayaklanmayı bastıracağı yerde Şeyhülislamdan, Fetva Emini’nden yani ulemadan ayaklanmanın yatıştırılmasını istedi 31 Martçıların isteklerini Mebusan Meclisi’ne sunanlar da yine Ulema oldu” 6
Bütün bunların yanısıra Derviş Vahdeti ve Volkan Gazetesi’nin ve yine Vahdeti'nin önderliğinde kurulan İttihad-ı Muhammedi örgütünün tüm gerici güçleri etrafında toplayarak ayaklanmanın hazırlanmasında çok önemli bir rol oymadığını da belirtmek gerekir Vahdeti, 16 Mart günü, İttihad-ı Muhammedi Fırkası’nın tüzüğünü yayınladı Fırka’nın sözcülüğünü Volkan gazetesi yapıyordu Vahdeti, Volkan gazetesi aracılığıyla yabancı ülke kanunlarının uygulanmaması ve yeniden şeriat düzenine dönülmesi yönünde etkili bir propagandaya başlamıştı Volkan’ın dinci yönü softaları onun yanına kolayca çekmişti 3 Nisan günü Ayasofya Camii’nde bir araya gelen binlerce kişi İttihad-ı Muhammedi'nin kuruluşunu coşku içinde kutluyordu Softalar da başlarında Said-i Nursi olarak orda hazır bulundular
Softalarla başlayan kıpırdanmalar, durumdan rahatsız olan alaylı askerleri de gericilerin yanına itmişti Serbesti Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi'nin Galata köprüsünde öldürülmesi ayaklanmanın ateşleyicisi oldu Hasan Fehmi, İttihat ve Terakki’ye muhalif olmakla beraber gerici değildi Hasan Fehmi'nin öldürülmesine karşı kayıtsız kalan ve iddiaları inkar etmeyen İttihat ve Terakki, cinayetin suçlusu olarak görüldü Bu olayı etkili bir şekilde kullanan Volkan gazetesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti aleyhine etkili bir propagandaya başladı
Ve İsyan Başlıyor
13 Nisan gecesi (Rumi 31 Mart) ayaklanma başladı Ayaklanmanın öncülüğünü Selanik'ten getirilip Taşkışla'ya yerleştirilen Dördüncü Avcı Taburu yapmaktaydı Hamdi Yaşar Çavuş, bölük yazıcısı Mehmet, tüfekçi ustası Arif gibi kişiler ayaklanmanın önderiydiler Olaylar sırasında Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa’ya benzetilen Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey’e benzetilen Emir Arslan Bey ile birlikte birçok mektepli subay öldürüldü Olayı haber alan Selanik'teki İttihatçılar, Üçüncü Ordu birlikleri ile İstanbul'a yürümek için hazırlanmaya başladılar Bu birliklere Edirne'den İkinci Ordu birlikleri de katılacaktı Ayrıca Selanik'ten gönüllü siviller de bu orduya katıldı Ordunun başına Selanik Redif Tümeni Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa, kurmay başkanlığına da Önyüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) getirilmişti Ordunun adı Mustafa Kemal'in önerisiyle “Hareket Ordusu” olarak belirlendi 15 Nisan günü yola çıkan ordu, 19 Nisan’da Ayestefanos (Yeşilköy) istasyonuna vardı Bir gün sonra Hüseyin Hüsnü Paşa komutasındaki ordu Hadımköy'e geldi İttihat Terakki Genel Merkezi’nin Hareket Ordusu kumandanlığına yeni atadığı Mahmut Şevket Paşa, 22 Nisan gecesi yedi tren dolusu askerle Ayestefanos'a geldi
Hareket Ordusu 24 Nisan 1909 günü İstanbul'a girdi Öncü birliklerin başında Binbaşı Enver Bey, Ali Fethi (Okyar) Bey, Kazım (Karabekir) Bey, İsmail Hakkı Bey, Muhtar Bey, İsmet (İnönü) Bey gibi genç subaylar bulunuyordu Hareket Ordusu 26 Nisan'da duruma egemen oldu, 27 Nisan'da Abdülhamid tahttan indirildi Yerine, Veliaht Reşat Efendi, Padişah ilan edildi İsyanın bastırılmasından sonra askeri mahkemelerde yargılamalar bir ay kadar sürdü Derviş Vahdeti idam edilenler arasındaydı
Hal böyle olunca olay, Ahmet Altan'ın öne sürdüğü gibi İttihatçıların iktidarı ele geçirmek için düzenledikleri bir komplo olmaktan çıkıyor Olayın özü şu ki II Meşrutiyet, başını Osmanlı ordusundaki subayların çektiği, Rumeli ve Anadolu'da geniş halk kesimlerinin de desteklediği bir burjuva devrimidir Bazı eksiklikleri bulunmakla beraber II Meşrutiyet, Abdülhamid istibdadını yıkarak yerine Kanun-i Esasi'yi getirmiş ve Osmanlı tarihinde ilk kez anayasal rejime geçilmiştir 31 Mart Olayı ise yeni rejimden rahatsız olan ve Meşrutiyetle birlikte çıkarları zedelenen kesimlerin şeriat sloganları atarak çıkardıkları düzen karşıtı bir isyandır Ayaklanmanın dinsel yönü, hem isyanın kolaylıkla başlaması hem de olaya müdahale etmede güçlük çekilmesinde kendini gösterir Çünkü din adına yapılacak bir propaganda sonucu çok kısa bir sürede çok sayıda taraftar bulmak mümkündür Aynı zamanda din adına yapılan hareketlere müdahale etmek ve engellemek de bir o kadar güçtür Ayrıca ayaklanma esnasında Abdülhamid'in kararsız tavrı da belirleyici olmuştur Şayet Abdülhamid tahtı kaybetme korkusuyla çekimser davranmayıp tavrını açıkça belli etseydi vaziyet çok farklı bir hal alabilirdi İttihatçıların böyle bir riske girmeleri de oldukça uzak bir ihtimal
Türkiye’de Şeriat Tehdidi Yok Mu?
Ahmet Altan'ın ilginç iddialarından biri de 31 Mart Olayı’nın bir mürteci isyanı olmadığı, iki karşıt askeri grup arasında cereyan eden bir hadise olduğudur Altan'a göre 31 Mart Olayı’nı yanlış öğreten zihniyet, Türkiye'de insanların yaklaşık yüz yıldır “şeriat korkusuyla” yaşamalarına neden olduğudur “Bir yüzyıl boyunca, karanlık hatırasıyla bütün bir ulusu, hep bir “din ayaklanması” korkusuyla titretecek olan bu tuhaf isyan, havada uçan askerlerle sona ermişti” 7 Ona göre Türkiye'de hiçbir zaman şeriat tehlikesi olmadı Kendini “İkinci cumhuriyetçi” olarak tanımlayan Altan, Türkiye'deki şeriatçı tehlikeyi bir türlü göremiyor veyahut görmek işine gelmiyor
Bu bölümde Türkiye'de şeriat tehlikesinin olup olmadığına değinmek oldukça faydalı olacaktır Osmanlı Devleti'nin yenileşmeye başladığı dönemlerden itibaren, özellikle ulemanın başını çektiği şer güçler, askerleri de kullanarak “şeriat isteriz” naralarıyla mevcut düzene karşı muhalefet etmiş, çoğu zaman bu güçlerin çıkardıkları isyanlar kimi Padişahların ve üst düzey devlet görevlilerinin ölümüne neden olmuştur Örneğin II Meşrutiyet 'e karşı çıkarılan 31 Mart ayaklanması, Kurtuluş Savaşında Kuvva-i Milliye'ye karşı oluşturulan Hilafet Ordusu, Cumhuriyet Devrimi sırasında meydana gelen Menemen Olayı gibi hadiseler, Türkiye'de gericiliğin her zaman bir siyasi sorun olduğunu göstermektedir
Altan'ın romanında göze çarpan önemli bir nokta daha var Ahmet Altan, 31 Mart Olayı’nın tartışıldığı Siyaset Meydanı programında da bu iddialarını dile getirmişti Ona göre ordunun siyasete müdahale etmesinin referansı 31 Mart Olayı idi Ve ordu bunu yaparken “şeriat tehlikesine karşı mevcut düzeni korumak” düşüncesini kılıf olarak kullanıyor İşte tam da burada Ahmet Altan 31 Mart Olayı’ndan günümüze bir göndermede bulunuyor ve 28 Şubat sürecini ve bu sürecin baş aktörleri olan askerleri hedef alıyor Altan'a göre Türkiye'de şeriat tehdidi olmadığı için ordu, siyasete müdahale etmek için yine bu kılıfı kullanıyordu Altan'ın iddialarını komik bulmakla beraber, 28 Şubat’ı ve öncesini kısaca hatırlayalım
28 Şubat’a Giden Yol
Cumhuriyet Devrimi ile birlikte feodal bir yapıda bulunan Osmanlı devleti yıkılmış, yapılan yeniliklerle feodal kurum ve onun ideolojisi bertaraf edilmişti Mutlak Monarşik bir rejime karşı laik Cumhuriyet rejimini Türk toplumuna kazandıran Atatürk, gericiliğe karşı etkili bir mücadeleye girişmişti Ancak Cumhuriyet Devrimi’nin bu mücadelede tam olarak başarı gösterdiği söylenemez İrticanın geleneksel tabanı olan kırsal bölgelerde devrimci politikalar tam olarak uygulanamamış, feodal kalıntılar ekonomik anlamda tamamen tasfiye edilememişti Köy Enstitüleri’yle başlatılan mücadele, özellikle Demokrat Parti ile temsil olanağı bulan egemen güçler tarafından yenilgiye uğratılmıştı Ancak gericiliğin bir siyasi güç olarak 1950'lerde yeniden ortaya çıkması sadece iç dinamiklerle alakalı değildir Türkiye'yi sömürgeleştirme süreci dahilinde, Amerikan emperyalizminin gericiliği büyütme politikalarının bir sonucu olarak, gericilik hızla yükselen güç haline getirilmiştir Yeşil Kuşak Projesi ve Ilımlı İslam politikaları sonucu irtica, emperyalist güçler tarafından öne çıkarılmıştır 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ile irtica artık devlete rağmen değil, devlete hakim olan sağcı hükümetler eliyle büyütülmüştür Özellikle 12 Eylül darbesiyle açılan yüzlerce imam hatip lisesi, irticai güçlere militan yetiştirirken bir yandan da bu güçlerin bürokrasiyi işgaline olanak tanımıştır Dışa bağımlılığın ekonomik ve toplumsal alanda yarattığı olumsuz durum,solun ezilmesiyle toplumun içine düştüğü çıkmaz, “adil düzen” söylemiyle öne sürülen irticanın alternatif bir düzen haline gelmesine neden olmuştur 1991 ve 1994 seçimlerinde yıldızı parlamaya başlayan Refah Partisi, aldığı dış destek, yeşil sermaye sonucu oluşan aşırı parasal güç, imam hatiplerde örgütlenen genç bir kuşak ve sağlam bir şeriatçı parti ile pek de sürpriz olmayan bir şekilde 1995 seçimlerinde birinci parti çıktı Asıl şeriat tehlikesi de bundan sonra başladı Şer güçler ilk defa iktidar olanağına sahip olmuştu 8
İşte böyle bir ortamda, Türkiye önemli bir dönüm noktasındayken ilerici güçlerin mevcut duruma bir şekilde müdahale etmesi gerekiyordu Halk adına, sivil toplum örgütleri çeşitli eylemlerle seslerini yükseltmeye başlamışlardı ADD ve ÇYDD tarafından başlatılan mücadele giderek yaygınlaşıyordu Ancak bu güçler mücadeleyi başarıya taşıyacak örgütlülükten yoksundu İrticanın karşısındaki en örgütlü güç olan TSK da tamamen anayasal bir kurum olan MGK da gerekli müdahaleyi yapmıştır Esas görevi, devletin temel özelliklerini korumak olan TSK, MGK aracılığıyla üzerine düşen görevi yerine getirmiştir TSK bunu yaparken de siyasete müdahale etmek zorundaydı Ancak bu şekilde gericiliğin önüne set çekilmiş ve yeniden cumhuriyetten, laiklikten, demokrasiden yana kesim güçlenmeye başlamıştır Şunu da belirtmeliyiz ki 28 Şubat müdahalesi de kararları uygulayacak ilerici bir hükümet bulamadığı için tam olarak başarıya ulaşamamıştır 28 Şubat’ın başarıya ulaşması da ancak halk güçlerinin ülke genelinde yeniden hakim olmasıyla mümkün olabilir
Demek ki 31 Mart Olayı, Ahmet Altan'ın öne sürdüğü gibi İttihatçıların düzenledikleri bir komplo değilmiş; tamamen Meşrutiyet aleyhine karşı düzenlenmiş gerici bir ayaklanmaymış Ve 28 Şubat müdahalesi, “şeriat tehdidi var” bahanesiyle değil, gerçekten böyle bir tehdit olduğu için TSK'nın haklı ve tamamen anayasal yollarla yaptığı, toplumun biraz nefes almasını sağlayan, laik ve demokratik cumhuriyetten yana bir müdahaleymiş
Holdinglerin Resmi Yazarından “Gayri” Resmi Tarih
Tabii Altan'ın bunu görmemesi gayet doğal Holding medyasının “parlak” çocuğu Ahmet Altan’ın “Gayri resmi tarih” yazdığını iddia etse de ne kadar “gayri” resmi olabileceği de ortada İsmi Sibel Can, Hülya Avşar gibi reklam panolarından inmeyen ve yazdığı her kitabı holding medyası tarafından allanıp pullanarak pohpohlanan bir yazar ne kadar “gayri” resmi olabilir ki? Olsa olsa holdinglerin “resmi” yazarı olabilir Peki, Altan’ın “gayri” resmi dediği tarih anlayışı nedir? Tek bir kıstas vardır Altan için: Mustafa Kemal’e karşı çıkmak ve tarihi gerçekleri çarpıtarak Mustafa Kemal’i karalamaya çalışmak Ekonomik geleceği emperyalist sermayenin sözcüsü ve temsilcisi olmaktan geçen büyük-komprador sermayenin tarihin ilk anti-emperyalist Ulusal Kurtuluş mücadelesinin önderi Atatürk’ün bağımsızlıkçı ve devletçi yönünü saklama gayretni anlayabiliyoruz Ahmet Altan işte bu gayretin “resmi” yazarıdır Milyarlar harcanarak gerçekleştirilen tanıtım kampanyalarından anladığımız kadarıyla da bu “resmi”liğinin karşılığını da yeteri kadar almaktadır
Paranoya Ürünü Komplo Teorileri
Türk siyasetinde son dönemde komplo teorilerinin çok revaçta olduğunu görüyoruz Türkiye’nin en sağından en soluna çeşitli “paranoyak” siyasetçileri hiçbir belgeye dayanmadan ve bilimselliği önemsemeden komplo teorileri kuruyorlar Türk insanına hiçbir gelecek vaat emedeyen bu siyasetçiler “paranoyaklık”larını kustukları komplo teorileriyle en azından gündemde kalmaya çalışıyorlar
Ahmet Altan’ın “gayri” resmi olduğunu iddia ettiği tarih tezi de komplo teorilerinden ibaret Burada şu soru da akla geliyor: Tarih, sadece komplolardan mı ibarettir? Ya da tarihi komplo teorileriyle açıklayabilir miyiz? “Resmi” tarih tezine karşı çıkan Ahmet Altan’ın oluşturduğu tez tamamen komplolardan ibaret, hiçbir tarihi gerçekliğe dayanmayan,hayal ürünü bir tez Tarihi olayları, içinde geçtiği zamanın şartlarına göre ve belgelere, kaynaklara göre incelenir Ahmet Altan, tezini sunarken zamanın şartlarını gözardı ettiği gibi hiçbir belgeyi de kaynak olarak göstermiyor Çünkü kaynaklar, Altan'ın söylediğinin tam tersini söylüyor
Sadece bununla da kalmayan Altan, kendi “ikinci cumhuriyetçi” fikirlerini kabul ettirmek için tarihi çarpıtmaktan kaçınmamaktadır “Bana iki televizyon verin, halkı herşeye inandırayım” diyen Altan, sanki yaptığı bu değilmiş gibi bir de kendini ezilmiş olarak göstermektedir Atatürkçü, ilerici, laik fikirler medyada çok az yer bulurken, bir kısım medya kuruluşunu arkasına alan Ahmet Altan, kendi fikirlerini halka empoze etmeye çalışıyor Bu bir kısım medya kuruluşu da artık küreselleşen dünyada ulus devletlere yer olmadığı fikrinde oldukları için “Türkiye Batı’yla birleşsin, Mustafa Kemal unutulsun, ılımlı İslam olarak adlandırılan şeriatın önü açılsın” diyen Ahmet Altan gibi şahıslara geniş yer vererek, bu fikirlerin gündeme oturmasına yardımcı oluyorlar Ahmet Altan da arkasına aldığı medya kuruluşu ve patronlarla emperyalizmin ve gericiliğin çıkarlarına hizmet etmektedir
Romanının bir kısmında, bir tarikat şeyhi olan Yusuf Efendi ile İttihatçı bir subay olan Ragıp Bey arasında geçen bir konuşmada, Yusuf Efendi'nin Ragıp Bey’e söylediği birkaç söz oldukça düşündürücüdür: “Askeri dine düşman etmeyin Din bir cemiyetin, hiç unutmayın, ahlakı ve vicdanıdır, dinini kaybeden bir cemiyet, ahlakını ve vicdanını da kaybeder Hele ki dine düşman bir ordu yaratırsanız, bu cemiyetin istikbalini karartırsınız, halkın dinine, imanına, hocasına dokunmayın” 9 İşte bu cümlelerle Ahmet Altan pervasızca “Askeri dine karşı olmakla” suçlamaktadır Ve bu cümleler Ahmet Altan’ın gerçek niyetini gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır
Ahmet Altan’ın bundan sonraki romanını merakla bekliyoruz Çünkü konusunu az çok tahmin ediyoruz Sanırız Altan, yeni romanında bir başka “resmi” tarihi, Kurtuluş savaşı’nı çarpıtacak Hikayesini yine cinsellikle örerek satışını “garanti”ye almaya çalışacak Ve hak ettiği reklamı “efendileri” yine yapılacak Tabii reklam panolarındaki yeri Sibel Can’ın ve Hülya Avşar’ın yanından başkası olamayacak

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.