Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ateşe, çigligi, düşen, gülün

Ateşe Düşen Gülün Çigligi))

Eski 08-13-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ateşe Düşen Gülün Çigligi))




Ateşe Düşen Gülün Çığlığı

Kızını dünyaya getirdikten sonra çok sevmişti, hemde uğrunda ölecek kadar çok Ama hep eziklikle, utançla, korkuyla, cinnetle sevmişti… Hep "Ya" diye kaygılar taşıyarak içinden ve o “Ya” ları düşündükçe kanı çekilirdi damarlarından Kezban’ın

Ölmeyi çokça geçirmişti içinden, oysa bir uçurum kenarından kendini boşluğa bırakacak kadar çok seviyordu hayatı, kocasını ve kızını Ama kahrolası yerde üçüne de yaşam haram kılınmıştı

Kulaklarında bir ses “Ölmelisin, ölmelisin!” diyordu “Hadi be kızım sende,” “çocuğun, eşin dururken hayata küsmek, ölmek mi olur?”
Nasıl ölsün? Yaşamak güzel, yaşamak kutsal Kafasında sorular dolaşıyor: “Kadının yazgısı mı bu? Yoksa geri kalmış ülkelerin sorunu mu?” diye

İlk önce çözümlerin içinde olduğunu, hayatın iğrençliklerine dayanması, bütün gücüyle karşı koyması, bunu kabul etmesi, bu yola inanması, dayanması ve kendini geliştirmesi, aşması gerektiğine inanıyordu

Sadece bunun için dua ediyordu Ölümü son çare olarak görmek değil, bu gücü yaşamak istiyordu Korkularının ördüğü setleri devirmek, yıkmak, bu köhne töreleri devirmek, belki de kendisi ve başkaları için bir devrim olacaktı Yapayalnız olsa bile, bunun tek çıkış yolu , bunun tek umut ışığı yine içindeki kendinde olduğuna inandırıyordu kendini Bu yüzdendir ki dayanılması güç bir hayata dayanıyordu Kezban

Hayâller kuruyor Kezban Bir küçük ev, sevdiği bir eş, etrafında dolaşan çocuklar, herkesin herkese insanca baktığı, kadınların aşağılanmadığı bir çevre’’ Uyuya kalıyor Kezban Dudaklarında sayıklamalar

Kocasının o insan yüzüne bakarken her gün utançtan biraz daha kahroluyordu Oysa kocası anlayışlı, insancıl bir adamdı, sokakta karşılaştığı herkes yüzünü çeviriyordu, yüzüne söylemeseler bile, arkasından ona ********, piç babası demelerine bile aldırmıyordu Namusunu temizlemesi için yapılan tüm baskılara karşı çıkıp direniyordu “eşimin ve o günahsız yavrunun suçu nedirki öldüreyim, asıl suçluları neden görmüyor sunuz?” deyip tüm çevresini ret ediyordu Hem bu gerici mantık inandığı değerlerle ve dünya görüşüyle de çatışıyordu

Bütün çevre “namusunu temizlemezsen senin buralarda yaşama şansın ve hakkın yok, kimsenin yüzüne bakamazsın “ diye açık açık tehtit ediyorlardı Ama o köhnemiş törelere karşı çıkıyordu ve geri zihniyetli tehtitlere aldırmıyordu

Kocası çoğu zaman çektiği acıları bildiği için Kezban’a, “Hiç kimse seninde, kızının da kılına bile dokunamaz, dokunana dünyayı dar ederim’ biraz daha sabır’’ diyordu ”Karkolda gözaltı sürem bitince, inşaatlarda çalışıp biraz para biriktirdikten sonra çekip gideceğiz İstanbul’a Orada kimsenin bizi tanımadığı, rahatsız etmiyeceği bir yere yerleşiriz” deyip teselli ediyordu Kezban’ı

Kocası öğretmendi 1980 li yıllarda katıldığı bir yürüyüşün tertipleyicisi olarak ihbar üzerine yakalanp içeri atılmıştı Bunu fırsat bilen karşı görüşteki düşmanları gece evine girip Kezban’ın ırzına geçip kaçmışlardı Kezban eşinin ve ailesinin onurunu ve namusunu düşünerek bu olayı sır gibi saklamıştı Nihayet altı aylık hamile olduğu anlaşılınca saklaması olanaksızlaşmıştı Sonunda çareyi ailesine açılmakta bulmuştu
Ailesi doğan çocuğunu boğması için yaptığı bütün baskıları canı pahasına ret etmiş, karşı koymuştu

Kocası hapisten çıktığında ise Kezban’ın ırzına geçenler köyü terkedip, izini kaybettirmişlerdi Köhnemiş törelere göre sanki suçlu oymuş gibi bütün akrabaları, Kezbanı ve kızını öldürmesini istiyorlardı kocasından Zaten törelere göre doğal olanı da buydu Yoksa kimsenin yüzüne bakamazlardı

Acılarla geçen her gün biraz daha acı veriyordu Çöken karanlıklar umudunu, geçen her gün hayallerini, hayatını çekip götürüyordu Kezban’ın Karanlıklardan hep korkardı Kezban, kocası ne kadar karşı çıkarsa çıksın, kızıyla birlikte öldüreceklerinin korkusunu hep yaşıyordu En çok da kızının öldürüleceğine yanıyordu yüreği

“Ah zavallı yavrum” diyordu “Bilir mi sorsam, sormadığım soruların cevabını? Konuşsam anlar mı dilimden? Konuşmadan, yüzüme bakıp susar mı öylece Bilir mi neden bu kadar korktuğumu? İçimdeki korkunç acıyı, gözlerimdeki uçurumu, katran karası geceleri Anlar mı gözlerimdeki hüznü, kendime bile kapattığım duygularımı…”

Kezban için umut ve sevgi uzaklarda bir nokta bile değildi artık Dünyalar değildi istediği, can bulacak kadar bir destekti Özlem, sevgi, şevkat, anlayış gösterecek ve içinde barınabileceği, herkesin yüzüne utançla bakmadığı bir yerdi

Durmadan bir nehir akıyordu düşlerinde Kezban’ın, düşlerinin içinde yüreğine akıyordu sanki acı olup Alıp götürüyordu ömrünü seller gibi her defasında
Issızdı, şaşkındı, çaresizdi, yapayalnız ve tek başınaydı Kezban düşlerinde… Kim koymuştu bu töreleri, kadınların lanet yazgısı mıydı bütün bunlar? Bütün bunlara bir cevap arıyordu ama bulamıyordu

Ne zaman dalıp gitse boğazı düğümlenir, tuzlanırdı kirpikleri Bir yıldızın izdüşümü sarılırdı geceye, çağlayanların sesleri duyulurdu uzaktan ve bir çobanın kavalı vururdu kulaklarına İçi acırdı her defasında ne zaman o kahrolası lanet geceyi anımsasa Ne zaman anımsasa çaresizliğin nefesi üşütürdü içini, hüzne yazılmış bir şiirin dizeleri gibi acı solurdu hep

Yorgun düştüğü zamanlar olmuştu elbet, hep direnmişti ayakta kalması için ama şimdi öyle miydi? Bir yanda kızı, diğer yanda kocası Bütün bu olanlara karşı gücü tükeniyordu artık Kaybolan zamanlar yitik umutlar hiç gelir miydi geri?
“İlk baharın kısa ömürlü çiçeği olsa, bir sonraki bahara yine gelirim der avuturdu yüreğini İnsan gitti mi bir daha gelmez “ diyordu kendi kendine

Güneşli bir bahar günüydü, onlarda başka aileler gibi kırlara, nehir kıyısına çıkmışlardı, kuzular meliyor, çocuklar ordan oraya koşup oyun oynuyordu
Her yere yağmurun ve toprağın taze kokusu sinmişti Ne zamandı sıcaklığını, şefkatini özlemişti güneşin Gökyüzü öylesine mavi, öylesine duru, öylesine sınırsızdıki, Yine de yüreğindeki acıyı haifletmiyordu bütün bu güzellikler

Çevre hep rengarenk çiçeklerle, çimlerle, yabani bitkilerle süslüydü Kuşlar cıvıl cıvıldı Çiçekler açıyor, baharın serin ve temiz havası mis gibi kokuyordu… Rüzgarda tiril tirildi yaprakları güllerin, çiçek açtıkları küçük tepede el ediyorlardı sanki onlara … Kezban bir gül koparıp kızının saçlarına taktı Bir kızına baktı, bir güle, bir de çağlayarak akıp giden suya…
Saçlarına taktığı beyaz gül o kadar yakışmıştı ki yüzünün masumluğuna kızının
Kızı, dünyanın bütün kötülüklerinden uzak, her şeyden habersiz saf saf gülümsüyordu “Ah bir bilse, bir bilse hangi acıların annesinin bağrını deştiğini Acılarla geçen her günün neler koparıp götürdüğünü ömründen” diye söyleniyordu kendi kendine Kezban

Kızına, “ah gözleri harelim sen bu acıları bilmezsin, henüz çok küçüksün, diyordu “Bilmezsin nasıl olur, bir davanın hem mağduru, hem suçlusu, hem sorumlusu olduğumuzu Ah gözleri harelim bizim için yaşamak, bu kötülüklerle, yanlışlarla dolu dünyada zaten ölüm demektir, ölümse rüzgâr olmak demektir bizim için Sen henüz bilmezsin ölümü, bilmezsin ölümü bir rüzgâr gibi işlemenin ne demek olduğunu…
Ah gözleri harelim, boynu büküğüm, onca ağır yük verilmiş ki sırtımıza Sen taşıyamamışsın da, ben taşırım, sanmıştım
Bu dünyada her şeyin ölümlü olduğunu biliyorum da ölümün ne olduğunu bilmiyorum

Tüm acıların ve üzüntülerin üstesinden gelebileceğini sanmıştı bir zamanlar fakat bu gücünü kaybettini anlıyordu yavaş yavaş

Kezban hayatı boyunca haykırmak istediği fakat haykıramadığı herşeyi haykırmak, dışarı atmak istiyordu Yıllarca içine atıp sakladıkları dayanılmaz korkunç bir yara oluşturmuştu onda Yüksek bir yere çıkıp avazı çıktığı kadar haykırmak, içindeki yaraları deşip çıkarmak , boşaltmak istiyordu Hayata, tanrıya, törelere, kötülüklere, suskulara her şeye isyan etmek istiyordu

“Herkes bu kadın aklını yitirmiş desin, ardımdan küfür etsin” diyordu, kimin ne düşündüğü pek umurunda değildi artık

Kızına baktı gözleri dolu dolu “Bu kahrolası iğrenç zamanda, kimbilir başına neler neler gelecekti, ne acılar çekecekti bu saf haliyle

Sonra güneş ışıklarını serpmeye başlarken yeryüzüne, uzaklara akıp giden nehire baktı Orada canlılığı, başkaldırmışlığı, isyanı, hasreti gördü Kavuşmak istedi bir an önce, sarılmak istedi nehire Koynuna girmek istedi bir sevgili gibi Sevişmek istedi nehirle İnsanın ulaşamayacağı bir yer düşlüyordu, kavuşmak istiyordu bir an önce düşlediği o yere
Sonra, çocukluğunda dinlediği bir hikaye takılıp kaldı usuna Kızına anlattı dudakları titreyerek


“Ateş bir gün suyu görmüşyüce dağların ardındasevdalanmış onun deli dalgalarına, hırçın,hırçın kayalara vuruşunaYüreğindeki duruluğu demiş ki suya;
gel "Sevdalım ol" hayatıma anlam veren, mucizem ol Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa,"Al " demiş"Yüreğim" sana armağan Sarılmışlar ateşle su birbirlerine sıkıca Kopmamacasına zamanla Su; buhar olmaya, ateş kül olmaya başlamış Ya kendisi yok olacakmış, ya Aşkı!

Baştan alınlarına yazılmış olan kaderide, yüreğindeki kederide alıp gitmiş, uzak diyarlara su Ateş kızmış, yakmış ormanları Aramış suyu diyarlar boyu Geceler boyu

Gün gelmiş suya varmış yolu Bakmış, o duru gözlerine suyun Biraz kırgın biraz hırçın Ve o an anlamış aşkın bazen gitmek olduğunu Ama gitmenin, yitirmek olmadığını Ateş durmuş, susmuş öylece Sönmüş aşkıyla

İşte o zamandan beridirki; ateş sudan, su ateşden kaçar olmuş Ateşin yüreğini sadece SuSuyun yüreğini sadece ateş alır olmuş


Hikaye bittiğinde kızını alıp yanına yavaşça yürüdü nehire doğru
Kocası kitap okumaya dalmıştı Hiç kimse farketmedi, hiç kimse görmedi onları… Usul usul yürüyüp dağlardan süzülüp gelen o akıntının kıyısında durdular İçini kemiren acıdan ve içine düştüğü bu boşluktan kurtulması için tek çıkar yol bu nehre atlamaktı belki de Ama hangi cesaretle Bir an için düşündü, yüzme bilmiyordu Kaç genç kız, kaç yeni gelin atlayıp boğulmuştu bu nehirde yıllar yılı… Kaç gözyaşı efsanesi dinlemişti nehirde boğulanlarla ilgili… Buralarda, başlamadan biten bir masaldı sanki hayat
Yüzme bilmiyordu Kezban, kimse öğretmemişti, akarsulardan hep korkardı… Ne zaman nehrin kıyısına gelse hep boğulacağını sanır ürperir, geri çekilirdi

Durup yüreğini dinledi Kezban Sanki akan nehirdi yüreği Bazen gürül gürül, bazen sessiz ve derinden aktığını hissetti yüreğinin Akan nehiri yüreğinde, yüreğini o gümbür gümbür akan nehirde buldu

Yüzüne baktı son kez kızının, öylesine saf, öylesine masumdu ki yüzü, dünyanın tüm kötülüklerinden habersizdi Sicim gibi yaşlar süzüldü gözlerinden biribiri ardına Ne çok acıyı, sevinci, hüznü, korkuyu biraraya biriktirmişti, birarada tutmuştu yıllar yılı Ama artık hiç birini çekecek gücü bulamıyordu kendisinde

Sarıldı kızına sıkıca ve hoşçakalın dedi yıldızlara, aya, güneşe Bütün düşleri sahipsizdi artık Darmadağın yüreğini topladı Arkasına bile bakmadan acılarını sırtlayıp kapadı gözlerini Ve kızının da elini tutarak kendini bıraktı akıntıya…

Gün gelir herkes ölür, hayat biter, yaşam sona erer Yaşadıklarını da alır yanına kimi insan giderken Elveda derken dünyaya
Tüm çabalarına rağmen yenilmişti işte hayata ve insanlara

Nehrin azgın dalgaları biribirine sarılı ana kızı birlikte sürükleyerek alıp götürüyordu Akıntı zorluydu Sadece akıntıya kapılan beyaz gülün çığlığı duyuluyordu kıyıda Kezban’ın, kızının saçlarına taktığı beyaz gül’ün çığlığı Dalga dalga yayılıyordu gülün çığlığı, ateşle su arasında “Susturun şu çığlığı” diye inliyordu bozkırda rüzgar

Belki de o güzelim anneyle can yoldaşı kızını, akıntının kıyılarına atması çok sürmeyecekti O düşledikleri eşsiz adaya götürüp bırakacaktı onları

Kocası bir şey yapamamanın çaresizliğiyle kahroldu, kıyıda arkalarından sadece bakakalmıştı Kezban kocasının umutsuz çağrılarını duymadı bile
” Kezban! Kezban! “ Ama iş işten geçmişti artık
Karısı ile kızının yardımına koşmayı istiyordu ama elleri, kolları bağlıydı kocasının Nehire atlaması onunda ölümü, yok olması demekti Hem atlasa bile onlara yetişebilmesi olanaksızdı, suyun kıyısına geldiğinde epey uzaklaşmışlardı onlar

Ana kız kıyıdaki umutsuz çağrıları duymadılar belki de Dalgaların sallantısına kaptırmışlardı kendilerini Kollarını kızının boynuna dolamış, saçları gözlerine yapışmıştı Kezban’ın Akıntıya kapılmış gidiyorlardı

‘’Kezban! Kezban! Geri dön!’’ ‘’Geri dön Kezban n’olur !’’
Kulak verseydi, belki de kocasının ve kıyıdakilerin sesini son kez duyabilirdi Ama uzaklardaydı artık Dalgaların şırıltısı arasında suların boğuk ezgisini dinliyordu
Kırgın yüreklerin derinlerinden gelen türküler gibiydi bu ezgi

Bahardı çiçekler açıyordu kırlarda, topraktan otlar fışkırıyordu delicesine Dalgalar azgınlaşıyordu git gide Daha hızlı akmak, insanın olmadığı bir adaya ulaştırmak istiyordu onları Aktı, ıssız ormanlar, boy boy ağaçlar arasından, yıllardır biriktirdiği acıları, hasreti peşinde sürükleyerek, aktı başkaldırırcasına

Kezban’nın gözyaşları ufacık damlalardı, aktıkça sel oldu, nehir oldu, deniz oldu, okyanus oldu Kapladı yeryüzünü, yaşamı sorguladı dalgalarla oynarken Yaşam gizlenmiş acılar mıdır diye sordu yüreğindeki çığlığa? Sordu kahrolası töre koyucularına? Cevap alamadı

Kıyıdakiler artık yalnızca bir leke seçebiliyorlardı
O da yanak yanağa vermiş suda sürüklenen anne ile kızının başıydı bu Sonra dalgaların çalkantısı arasında bu leke de seçilmez oldu Biribirine sarılı vaziyetde giden ana kız, tatlı bir uyuşukluk içerisindeydiler Tıpkı uykulu gibi Su, yanaklarında şırıldıyordu
Gözlerini yummuştu ana kız Tüy gibi hafiftiler Bir daha hiç ayrılmayacaklardı Anne kız birlikte düşlerdeki gibi almış başlarını gidiyorlardı

El ele birbirine sarılarak atlamışlardı nehrin çılgın sularına, birbirini hiçbir zaman bırakmayacaklardı artık Beraber gideceklerdi gidecekleri yere Her şey, cennet ve cehennem arasında birbirine tutunmak gibiydi

Birlikte yüzdüler, yüzdüler Nehrin ezgili suları kulaklarına tatlı bir ninni fısıldıyordu
O güzel su, büyük nehrin akıntısı boyunca genç kızların, gelinlerin, annelerle çocukların hep iç içe, can cana olduğu büyülü bir adaya sürüklüyordu onları

Çiçeğe duran dallarında umut tazeliyordu yine elma ağaçları, her bahar olduğu gibi…


Nuri CAN
Gerçek bir yaşam Öyküsünden


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.