Suç Sineması |
10-15-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Suç SinemasıSuç Sineması Kaynak: dunyabulteni / İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra Batı ülkelerinde yaşanan zenginleşme ve refah düzeyinin yükselmesi, emperyalist devletler için yeni bir "altın dönem" olmuştu Ancak aradan geçen süre zarfında iki kutuplu dünyanın meydana gelmesi ve soğuk savaşın başlaması, doğu ve batı merkezlerinin büyük çekişmeleri, bu müreffeh dönemin kısa ömürlü olmasına sebep oldu Çünkü Washington ve Moskova'ya uzak kalan bölgelerde meydana gelen çatışmalar, bölgesel savaşlar, ayrılıkçı hareketler zamanla büyüyerek dünyanın tamamını etkisi altına aldı Bölünen, parçalanan ve yönetilen ülkelerdeki karışıklıklar, belli sınırlar içerisinde kalmadı, kalamadı Bir anlamda, sömürücülerin hesapları tutmadı Sadece politik değil, kültürel ve toplumsal alanlardaki sömürü uzun müddet devam ettirilemedi Emperyalistlerle politik ve askerî olarak baş edemeyeceğini anlayan geri kalmış ülkelerin insanları, sanatı da kullanarak bir başkaldırı hareketi başlattılar 2000 yılına kadar bu sahada pek fazla başarı gösteremeyen 3 Dünya Ülkeleri, ekonomik olarak da güçlenmeye başladıkça, seslerini duyurmak için edebiyatı ve sinemayı kullanmayı akıl ettiler Özelde sinema alanında başarılı yönetmen, senarist ve oyuncular çıkaran az gelişmiş ülkelerin yıllar geçtikçe kaliteli eserler vermeye başlamaları, propaganda aracı olarak kullanılan filmlerin de seyrini değiştirdi Arada bir çıkan insaf ehli yönetmen ve senaristler, sadece Avrupalı ve Amerikalıların haklı olmadığını, onların da suç işlediğini beyazperdeye yansıttılar Bunlardan en önemlisi 2007 yılında ünlü yönetmen Brian De Palma'nın çektiği "Örtülü Gerçek" (Redacted) filmi oldu Irak'ta konuşlanmış olan Amerikan Ordusu'nun küçük bir birliğinin askerlerinin, Iraklılara yaptığı zulmü ve askerlerin halkı böcek gibi gördüğünü anlatan bu film, seyircileri koltuklarına kelimenin tam anlamıyla çiviliyor Irak'ta yaşanan dehşetin, televizyonların ana haber bültenlerinde verilenlerden ne kadar farklı olduğunu anlatan film, merhamet sahibi bazı sinemacıların da olduğunu göstermesi açısından ümit vaad ediyor Amerikan, İsrail ve Batı Avrupa ordularının mazlum halklara karşı işledikleri suçların ötesinde; sömürücü ülkelerin yöneticilerinin tabiata karşı da yaptıkları yanlışların yeryüzünü ve gökyüzünü kirletmesi, ırkçılığın had safhaya ulaşması, nükleer bombaların yeniden gündeme gelmesi dünyayı bir kâbus gibi sararken; Batılı refah toplumları da artık birer "riziko toplumu"na dönüşüyorlar Herkesi bir dünya vatandaşı olarak tarif edecekmiş izlenimi veren globalleşme iddiasının aksine, birey, en başta ABD ve Batı ülkelerinde kimlik bunalımına sürüklenmekten kurtulamadı Bu olgu, doğal olarak, genelde sanata, özelde de sinemaya olumsuz olarak yansıdı Filmlerde sürekli olarak cinayet, endişe, şiddet, tehdit, şantaj ve korku konuları işlenince, günlük hayatın olağan unsurları haline geldiler Üstelik Batı insanı bu çeşit korkuları, felaket filmlerinin vazgeçilmezleri olan sel, yangın, deprem, uçak kazaları gibi tehdit öğeleri olarak algılamıyor Ya da fantastik sinemanın radyasyonlu sinekleri, köpekbalığı saldırıları gibi "zorlama" endişeler değil bunlar Şiddet, günlük hayatın yüzeyinin hemen altında, yaşamanın bütün formlarını ve alışkanlıklarını deforme eden veya yok eden bir olağan durum haline geliyor Şiddet ve şiddetten kaynaklanan suç, kendini güvende hisseden modern Batı insanını rahatsız edecek duruma gelmişse, bunda sinemanın bir günahı yok Bilakis, kendi ülkelerinin yöneticilerinin dünyanın çeşitli yörelerinde işledikleri günahların payı var Bu, "riziko toplumları" fonunda, şiddetin modern toplumun meydana getirdiği hayalkırıklıklarından ve duyarsızlıklardan kaynaklanmasından dolayı, sinemada başarıyla ele alınırken, "anlaşmazlıkların" çözümü için de suçun biricik çıkar yol olduğunu Batı insanının bilinçaltına enjekte ediyor Tabii, zengin Batılı insanın suçla ilgili bu kabule sıcak yaklaşmasının bir diğer sebebi de, Hıristiyan kültür geleneğine bağlı sembollerin filmlerde sıkça kullanılmasından kaynaklanıyor "Günah" kavramıyla doğan ve büyüyen modern toplumun Hıristiyan üyesi, "suç işlesem bile kilisedeki itiraf odasında arınır ve yeniden suç işleyebilirim" olgusuyla büyük bir özgüven duyuyor Angel Heart, Seven gibi birçok popüler filmde suç işleyen karakterler, Hıristiyan sembollerinin arkasına saklanarak, kendilerini her çeşit eylemi yapmaya hakkı olan kişiler olarak görüyorlar Şiddeti efsaneleştiren Sam Peckinpah ve Sergio Leone, mekanizmasını çizen Stanley Kubrick, karanlık uçurumlarında dolaştıran David Lynch, traji-komik yansımalarını ele alan Quentin Tarantino gibi yönetmenler, görsel çekiciliği artırma ve fanatik bir seyirci kitlesi oluşturma adına, suçu yüceltirlerken, modern insanın karanlık yönlerini kaşımayı da ihmal etmiyorlar Bunun en bariz örneğini David Fincher'in "Ölümcül Günah" (Seven) filminde görürüz Katil (Kevin Spacey) Hıristiyan öğretideki 7 ölümcül günahı temsil ettiğini düşündüğü 7 kişiyi öldürmeye başladığında, modern insana da (yani seyirciye) çeşitli alt-mesajlar yollamaktadır Katil, içinde yaşadığı toplumu Hıristiyan teolojisinin rehberliğinde yeniden "düzenleyebilmenin" yollarını ararken, modern toplumdaki "çürüme"nin akılcı hiç bir gerekçeye dayanmadığını düşünmektedir Halbuki modernitenin ve sürekli gelişmenin insanlar üzerinde yarattığı korkunç baskının sonuçlarına göz atmak, belki de tek çıkış yolu Dünyayı sadece "siyah ve beyaz"dan ibaret gören, kendilerinden olmayan herkesi aşağılayan Batılı modern insan, biraz "insan" olabilmeyi başardığı gün, suç girdabından kurtuluşun güzergâhını da bulmuş olacaktır Türk sinemasında suçla ilgili bu tip problemler hiç olmadığı gibi, bundan sonra da olmayacak Bizim filmlerimiz ya zengin kız-fakir oğlan ikilisinin çevresinde ya da modern olmaya çalıştığı halde bir türlü bunu başaramayan karakterlerin bunalımlarında dönmeye devam edecek |
|