Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Kitap Özetleri

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
lozana, medineden

Medine'den Lozan'a

Eski 02-02-2007   #1
Ergenekon
Varsayılan

Medine'den Lozan'a



1



MEDİNE’ DEN LOZAN’A (Taha AKYOL)

(İnceleme: Ergenekon- Denizli 2006)
Günümüzde, çok eski hukuk anlayışları sanki yeni bir sistem gibi gündeme getirilmektedir Çok hukuklu sistem istemleri ise Peygamberimiz’in Medine Sözleşmesi’ne dayandırılmaktadır
Devlet’i “ hukuk kabileleri federasyonu “ na dönüştürmek hangi sonuçları beraberinde getirir?
Medine Sözleşmesi’nden Lozan Antlaşması’na kadar hukuk nasıl bir değişim izledi? Tanzimatçıların, İttihatçıların, Abdülhamid’in, MECELLE yazarı Cevdet Paşa’nın çizgisi nedir?
Türkiye’de ayrı dine ve mezhebe tabi olanlar ile laikler ayrı bir hukuk topluluğu haline getirilmeli mi ?
Sorularını cevaplayan, İslamda din-hukuk ilişkisinin hangi boyutta olduğunu açıklayan Taha AKYOL, karanlıkta kalmış birçok konuya da bu eserinde ışık tutuyor
“Tarih her ne kadar bir geçmiş araştırması olsa da aynı zamanda zihnimizin bugünü ve geleceği anlama çabasıdır “ Tanımının doğruluğunu bu incelemede görmekteyiz
İslamcı yazarlar ‘’ Medine Sözleşmesi ‘ne ‘’ dayanarak hukukta çoğulculuk ilkesini savunmaktadırlar Bilindiği üzere HzPeygamber ‘in Medine ‘deki Yahudi ve putperest kabilerle imzaladığı Medine Vesikası, imzacı bütün taraflara kendi hukuklarını seçme özgürlüğü tanımıştı Liberalizm ile yeni tanışan Türkiye ‘de ‘’ Çok - hukuk ‘’ , esen liberalizm rüzgarı ile de zahiren uyum çağrıştırınca , bu düşünce tüm İslamacılar arasında cazip bir teori haline gelmiştir Üstelik tarihi boyut içerisinde de , İslam ‘dan önce Putperest toplumlar , Yahudiler ve Hıristyanlar kendi inançları içinde ayrı hukuk uyguluyorlardıNetice olarak , Hz Peygamber ‘in Medine Sözleşmesi ‘ndeki uygulaması tarihi geçmişe de devrin geleneklerine de uygundu! Türkiye ‘deki sivil İslamcılar bu vesikayı sosyal bir anlaşma gibi görürken daha radikalleri bunu bir saldırmazlık ve dışa karşı bir savunma antlaşması olarak nitelemeye başladılar Halbuki Prof Hamidullah , Yahudiler’in bu anlaşmayı imzalarken İslam ‘ı bir tehlike olarak görmediklerini fakat İslam ‘ın güçlenmesi karşısında da anlaşmayı bozduklarını ve müşriklerle işbirliği yaptıklarını söylemektedir
İslam tarihinde bundan sonraki aşamada , müslümanlarla gayrimüslümler arasındaki hukuk sözleşme ile değil ‘’ Zimmi ‘’ ( Gayrimüslüm tebea ) statüsü ile belirlenmiştir Bu uygulamanın derin bir tarihi boyutu vardır İşin garibi islama mensup olmayan toplumlarda da çok yaygın uygulanmaktaydı Hıristiyan İspanya ‘da müslüman cemaatlar , İslam dünyasındaki Hıristyan zimmiler gibi kendi hukuklarına göre yaşamaktaydı Roma İmparatorluğu‘nda da dini toplulukların kendi hukuklarını uyguladıklarını görüyoruz İşin özü o zamanlarda bütün dünyada ‘’kanunların şahsiliği ‘’ ilkesi geçerli idi
Claud Cahen de aynı görüştedir
Tarihin büyük pratiğine baktığımızda İslamiyet sözleşmeden bir itaat statüsüne geçmeseydi büyük İslam İmparatorluğunu kuramaz , iktisadi , sosyal ve kültürel ilişkiler , bilimsel faaliyetler gelişmez , kısacası Büyük İslam Medeniyeti oluşmazdı Ancak kabul etmek lazım ki , tarihi seyir içerisinde ticari ve sosyal ilişkiler yoğunlaştıkça bu statüyü devam ettirmek mümkün olmamıştır
Dolayısı ile hukuk birliğine yöneliş aynı zamanda milletleşme sürecinin bir gereğidirMilletin hukuk sahasındaki ifadesi , temel yasalarla sağlanan hukuk birliğidir
Tüm mesele genel tarih bakımından millet öncesi toplum şekillerinin aşılarak hukuk birliğinin oluşması süreci ile ilgilidir
Osmanlı sisteminin merkezi bir imparatorluk olarak teşkilatlanması hukuk eşitliği (birliği) fikrinin Batı’dan önce uygulamaya geçmesini sağlamıştır Osmanlı sosyal katmanlar bakımından böyle bir hukuk eşitliği ve hukuk birliği sağlama yönünde çağına göre çok ileri adımlar atmışsa da dini inançlar bakımından hukuk farklılığının devam ettiği ve toplumun “ dini cemaatler” şeklinde örgütlendiği bilinmektedir
Merkezi İmparatorluğun idari, mali ekonomik ve sosyal bakımlardan her vilayet için ayrı kanunnameler çıkardığı ve hak ile sorumlulukların vilayetlere göre değiştiği bir gerçektir

2


Prf Hıfzı Veldet, Kanuni Sultan Süleyman Kanunnamesi’indeki cezaları her sınıftan insanlara uygulandığını belirterek diyor ki :
“ Kanunnamedeki cezai kaidelerin çoğu dini hükümlerdir ve çok şiddetlidir Bununla beraber bu cezaların tatbiki bakımından konulan umumi prensip güzeldir İnsanlar arasında ayırım yapılmadan, islamiyetin eşitlik prensibi teyid edilmiştir Devrine göre ileri bir kanundur
Sultan II Mahmut “ ben müslümanı camide, hırıstiyanı kilisede, museviyi havrada tanımak isterim” derken amacı, dini inanç farklarının hukiki, siyasi ve diplomatik sorunlar yaratmasını önlemek, Osmanlı kimliğinde hukiki ve siyasi birlik yaratmaktı
ÇOK HUKUK VE OSMANLI
Fatih’in sistemleştirip devlet için bir esas teşkilat hukuku kaidesi haline getirdiği “dini cemaat sistemi” bugünkü anlamda çok hukuklu bir sistemdir Her dini cemaat kendi dini yönetim teşkilatına sahipti, kendi din liderleri tarafından dini kurallara göre idare ediliyordu Yargı kuralları ve merciler dinlere göre farklılaşıyordu Osmanlı’nın geliştirip kurumlaştırdığı dini cemaat özgürlüğü imparatorluğun Balkanlar’daki beşyüz yıllık ömrünün sebeplerinden biridir Fakat bu sistem zamanla ciddi sorunların da kaynağı olmuştur Bu örgütlenme Osmanlı toplumunun din farklarına göre bölünmesine sebep olmuştur Bu bölünme dinler arası ilişkileri sınırlamıştır Herşeyden önemlisi müslüman Türk Kültürünün daha fazla nüfuz etmesine engel olmuştur
Batı medeniyetinin gelişmesiyle Osmanlı’nın zaafa uğraması ve eşitlik fikrinin güçlenmesi , Osmanlı’nın tebası olan hırıstiyanların artık ULUS olmalarını hızlandırmıştır
Çok hukuklu sistem hırisiyan tebanın ulus olmasına hazır bir temel durumuna dönüşmüş ve Osmanlı’nın parçalanmasındaki en önemli sebep olmuştur
OSMANLI VATANDAŞI
Artık dinlere göre farklılaşmayan, aksine “ vatandaşlık “ esasına dayanan bir hukuk birliği sağlanmak istenecektir Bu politikada güdülen amaç kısaca “ ülkede yaşayan çeşitli halkları kaynaştırmaktır
Bu amaçla 1869 tarihinde “ Tabiiyet-i Osmaniye Kanunu” çıkarılmıştır Dokuz maddeden oluşan bu kanunun temel özelliği “ din ayrımı yapmaksızın bütün tebayı kapsamasıdır” Bir hakka sahip olmanın şartı bir dine mensup olmak değil vatandaş olmaktır
Osmanlı Devleti “vatandaş” yani din ve ırk farkı gözetmeden “ tebaa-i devlet-i Osmaniye” (Osmanlı Vatandaşı) kavramını kabul ettikten sonra buna göre hukiki teşkilatmaya gitmiştir Bu yolda ilk kanun 1840 tarihli “ Ceza Kanunname-i Hümayunu” dur Aynı isimli 1858 tarihli kanun daha kapsamlı ve genel bir ceza kanunudur
Buradaki ilginç durum Meclis-i Tanzimat tarafından, içinde Mecelle yazarı Cevdet Paşa’nın da bulunduğu bir heyetçe yazılan bu kanunun Fransız Ceza Kanunu ile yerli hükümlerin bir araya getirilmesinden oluşmuş bulunmasıdır Bu kanun bazı değişikler ile Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar yürürlükte kalmıştır
Osmanlı’nın hukuk birliğine yönelişinde din farkı gözetmeyen Nizamiye Mahkemelerinin kuruluşu ve din esasına dayanan Şer’iye mahkemelerinin yetki alanının daraltılması yargı alanında son derece önemlidir
MECELLE
Yargıda bu yönde düzenlemeler ve kurumlaşmalar olurken, yasamada yine din ayrımına dayanmayan genel ve objektif kanunlar çıkarılmasında en önemli faaliyet, hukuk tarihimizde bir şahaser olan Mecelle’nin yayınlanmasıdır Mecelle sanılanın aksine din farkı gözetmeksizin bütün Osmanlılara uygulanmak üzere çıkarılmış bilgi temellerini fıkıhtan fakat kamu hukuku temellerini vatandaşlık kavramından alan bir kanundur
Yerli ve yabancı hıristiyanlar Şer’iye mahkemelerine gitmek istemiyordu İslam hukuku da kanunların şahsiliği ilkesine dayalı olduğundan onları bu yönde zorlayamıyordu Ticari ve sosyal münasebetler artıyor müslümanlarla gayrimüslüm arasında çıkan ihtilafların hangi mercide çözüleceği konusu giderek büyüyen zararlı bir sorun oluyordu Önce “muhtelit mahkemeler” denilen karma mahkemeler denendi Üyelerin yarısı müslüman yarısı yabancı hıristiyandı Ancak bu çok hukuklu yargı, yabancı müdahalelerini ve kapitülasyonları güçlendirdi ve Osmanlı’ya zarar vermeye başladı Cevdet Paşa Nizamiye Mahkemelerini

3


kurdu Ünlü tarihçi Standford Shaw bu mahkemelerin Osmanlı’da yargının laikleşmesinin zirvesini oluşturduğunu söylemektedir Çünki bu mahkemelerin uyguladığı kanunlar din esasına dayanmıyordu Vatandaşlık ve mülkilik esası vardı Medreseler, Nizamiye Mahkemelerine karşı çıkmış ancak Cevdet Paşa “artık Osmanlı’nın Şer’iye mahkemeleri ve fetva kitapları ile yetinmesi imkansızdır” diyerek bu mahkemeleri Celalüddin Devvani’nin fetva niteliğindeki bir risalesine dayandırmış ve medreseye kabul ettirmiştir
Bu mesele din-laiklik çekişmeleri açısından çok önemlidir
Sultan Abdülhamid Nizamiye Mahkemelerini geliştirip teşkilatlandırarak yargı birliği konusunda önemli atılımı gerçekleştirmiştir 1879 tarihli mehakim-i nizamiyenin teşkilatı kanun-ı muvakkati adlı yasa ile hukuk ve ceza mahkemelerimizin temelini atmıştır Eski hukukumuzda olmayan savcılık (kamu davası) kurumu ile avukatlık ve noterlik kurumu hukukumuza dahil edilmiştir Bu dönemin önemli bir başarısı da gerekli hukukçuları yetiştirmek üzere kurulan “ Mekteb-i Hukuk” un kalıcı ve yeniden kurulmasıdır
Cevdet Paşa’nın açtığı kapıdan 1917 ye gelindiğinde artık bütün Osmanlılar için geçerli ve kanunların mülkiliği ilkesine dayalı Nizamiye Mahkemeleriyle, yeni kanunlarla Mecelle ile ve Adliye Bakanlığına bağlı yargı birliği sağlanmıştır
Osmanlı’nın medeni hukuk alanına giren konuların büyük bir bölümünü Mecelle adıyla bir kanun halinde düzenlemesi iki sebepten doğmuştur Birincisi; fetva(doktrin) ve kaza(yargılama) sisteminin yetersiz kalması, ikicisi; şahısların inancı ilkesine dayanan çok hukuklu sistem yerine, mülkilik(ülke) prensibine dayalı , din farkı gözetmeyen ve ülkede yaşayan herkes içingeçerli kanun derlemelerine ihtiyaç duyulmasıdır Bu sebeplere Fransa’nın kendi medeni kanununu kabul ettirmek için uyguladığı ağır baskılara karşı milli bir medeni kanun hazırlama refleksini de ekleyebiliriz
Bugünkü din ve laiklik kavgaları bakımından önemlidir ki, Mecelle Komisyonu tutanaklarında nelerin şer’i nelerin örfi olduğu belirtilmiştir Örfi-siyasi konular ile ticari konular dini bir muhalefet ile karşılaşmadan düzenlenmiştir Tanzimatın batıdan aldığı ilk kanun Ticaret Kanunudur Şeriat Meşrutiyet Anayasası’na da itiraz etmemiştir Aile Hukuku alanında ilk hakiki reform 25 Ekim 1917 tarihli “ Hukuk-ı Aile Kararnamesi’dir
AİLE HUKUKU
Aile Hukukunun gelişmesi, hukuk birliğinin sağlanması ve kapitülasyonlara karşı hukuk egemeliği yönündeki mücadeleler konusunda çok önemli olan bu kararnameye azılıklar sert tepki göstermiş ve Mondros Mütarekesi döneminde İngiliz baskısıyla Damat Ferit hükümeti tarafından yürürlükten kaldırılmıştır
Bu kararname hukuk tarihimizde Mecelle’den daha çok tartışmalara sebep olmuş bir düzenlemedir Bu tartışmalarda mezhep konusunun hiç gündeme gelmemesi ilginçtir Cevdet Paşa Mecelle’yi hazırlarken Hanefi Fıkhı dışındaki içtihatlardan yararlanmamıştır Oysa Aile Hukuku Kararnamesi hazırlanırken bütün fıkıh mezheplerinden yararlanılmıştır Bu kararnamenin sebep olduğu en büyük tartışma , “Şeriatın yasamaya ne ölçüde müsaade ettiği” konusudur
Türkçüler ve modernist islamcılar yasama alanını genişletmekte, medrese çevresi yasama alanını dar tutmaktadır İlginçtir tartışmanın taraflarından biri de patrikhanedir Patrikhane aile hukuku alanındaki yargı yetkisiyle yetinmemiş , Meşrutiyetin ilanından hemen sonra devlet içinde devlet gibi geniş yargı hakkına sahip olmak istemiştir Damat Ferit hükümetinin siyaseti ile ; uzun çabalarla ve güçlükle temin edilmiş hukuk ve yargı birliği patrikhanenin istediği gibi parçalanırken,patrikhane Sevr Andlaşmasına hazırlık için toplanan Paris Konferansına heyet gönderiyor ve İstanbul ile Ege Bölgesi’nin Yunanistan’a verilmesini istiyordu
KAPİTÜLASYONLAR
Tanzimat devrinde hukuk alanında yapılan reformlar, Abdülhamid zamanında atılan adımlarlardan sonra, İttihat ve Terakki hükümetinin önünde ikisorun vardı Kapitülasyonlar ve azınlıkların özellikle patrikhanenin halen devam eden yargı yetkisi Avrupa Osmanlı’dan kopan hıristiyan ülkelerde kapitülasyonları kaldırmıştı Ama Osmanlı için karşı çıkıyorlardı Ancak itilaf devletleri Osmanlı’nın Almanya safında savaşa girmesini önlemek amacıyla ılımlı davranıyor ancak kaldıralım da demiyorlardı Önce tarafsız kalan Osmanlı savaşa Said Halim Paşa’yı

4


dışlayıp Almanya ile gizli anlaşma imzalayan Enver ve Talat Paşa marifetiyle katıldı Osmanlı Bakanlar Kurulu 5 eylülde kapitülasyonların kaldırılması ve bunu bir nota ile ilgili devletlere bildirme kararı aldı Artık kanunların şahsiliği yerine devletler umumi hukukunun kuralları geçerli olacaktır Yabancıların kendi hukuku ve kendi mahkemeleri geçerli değildir
Ancak yeni düzenlemeler gerekiyordu 1856 Paris Andlaşmasında devletin Avrupa kamu hukukuna ve Avrupa camiasına kabulü andlaşmaya konulduğu halde o zamanki devlet adamları bu yönü ihmal ettikleri için kapitülasyonların kaldırılması hükmü ölü kalmış, kapitülasyonlar yine yaşamıştır ( Osmanlı Meclis Başkanı Halil Bey’in anılarından)
Meydana gelen hukuk ve yargı boşluğu için bir takım düzenlemeler yapıldı Gümrük tarifeleri değiştirildi En önemlisi Şer’i mahkemeler ile Nizamiye Mahkemeleri nin görevlerinin ayrılması ile ilgili kanun çıkarıldı ve mevcut kanunlardaki kapitülasyonlarla ilgili tüm hükümler lağv edildi
Bu düzenlemeler ile ticaret,ceza,gayrımenkul ve borçlar hukuku ile ilgili tüm davalar Nizamiye Mahkelerinde görülecekti
Şer’iye mahkemelerine evlenme,boşanma ve nafaka davaları bırakılıyordu
Türkiye’nin yeni lideri ve Milli Mücadelenin Başkomutanı Mustafa Kemal, Lozan görüşmelerinin başlamasından bir ay sonra bir beyanatında “ Türkler kapitülasyonların devamının kendilerini pek az zamanda ölüme sevk edeceğini pek iyi anlamışlardır Türkiye esir olarak mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadele etmeye azmetmiştir
Lozan’daki Türk heyeti kapitülasyonlara karşı bu kararlılıkla mücadele etmiştir
LOZAN’ DA AZINLIK HUKUKU
14 Aralık 1922 tarihli oturumda, azınlıklar hususu tartışılmaktadır Kapitülasyonlar tartışılırken Hıristiyanların İslam kanunlarına tabi olamayacağını savunan batılılar,azınlıklar konusunda İslam Kanunlarının uygulanmasını istiyorlardı Türk tezi ise iki temele dayanmaktaydı Avrupa ülkeleri kendi aralarında azınlıklara andlaşmalarla hangi hakkı tanımışsa onlar esas alınacaktır ancak bizim gayrımüslümlere bu hakkı verebilmemiz için komşu ülkelerin de kendi müslüman azınlıklarına aynı hakları tanımış olmaları şarttır
Azınlıkların klasik hakları konusunda ihtilaf yoktu İhtilaf azınlıkların askerlik muafiyeti ve Patrikhane’nin yargı yetkisi hususlarındaydı Sonunda Türk tezi kabul edildi
Lozan’da uzun ve sert tartışmaların yapıldığı çok hukuklu sistem bakımından da önemli olan azınlıkların kendi hukuk ve kendi yargısı konularını içerip içermeyeceğidir
Önce özerklik ile ilgili tasarı İsmet Paşa tarafından şiddetle rededilmiş ve metinden çıkarılmıştır
LOZAN’DA DENETİM DÜZENİ
Lozan’da bu konular ile ilgili olarak yapılan tartışmaların temelinde yatan asıl neden: “ Türkiye hukuk düzenini kendisi mi tayin edecektir, yoksa Türkiye’nin bu egemenlik yetkisi uluslararası denetimler ve içerdeki azınlıklar tarafından paylaşılacak mıdır?”
Neticede itilaf devletleri, Türk tarafınca da benimsenen yabancıların Türklerle aynı şartlarda Türk hukukuna tabi olmasını kabul etmişler ama Türk hukukunda reform yapılmasını istemişlerdir Şöyle ki Türkiye bir “Adli Beyanname” ile reform yapmayı kabul edecektir Uzun tartışmalar sonucu Lozan Andlaşmasına ek olarak kabul edilen beyannamenin esasları şunlardır: Avrupalı hukuk danışmanları I Dünya Savaşı’na katılmamış devletlerin yargıçları arasından Milletlerarası Adalet Divanının oluşturacağı bir listeden Türk hükümeti tarafından seçilecek, bunlar Türk memuru statüsünde olacak ve Adalet Bakanlığına bağlı çalışacaklar Lozan’ da ortaya çıkan Adli Beyannamede yer alan Avrupalı Danışmanlar ve 42 maddedeki “ azınlık temsilcileri ile görüşerek onların aile ve şahıs hukukunu düzenleme anında ihtilaf çıkarsa başvurulacak üst hakem kurumu “ sorunları İsviçre Medeni Kanununun kabulü sürecinde fiilen ortadan kalkmıştır İsviçre’den medeni kanunun alınması karşılığında azınlıklar bu haklarından vazgeçmiştir
Bu durumda hemen akla şu soru gelmektedir İsviçre’den Medeni Kanun’un alınması söz konusu denetim kurumlarından kurtulmak için mi, batılılaşmak için mi ? Her iki cevabı veren de olmuştur Aslında hem “ şekli bağımsızlık uğruna” hem de “ hukuk devrimi yapmak” için alındığını kabul etmek gerekir Daha sonraki olayların akışı da medeni Kanunun İsviçre’den


5


alınmasının hem Lozan ile kesin ilgisi olduğunu hem de “devrim “ düşüncesinin kesin rolünü ortaya koyuyor
YENİ DÜZEN
Medine Vesikası’ndan yola çıkarak incelediğimiz bu zaman şeridinde yer alan süreçler şöyledir
Hukukun “kanunların şahsiliği” ilkesinden “ kanunların mülkiliği” ilkesine geçişi
Kişilerin etnik ve dini özelliklerine göre değil, yaşadıkları ülkenin kanunlarına tabi olacağı
Ülke Kanunu ,hukuk ve yargı birliğinin ve ülke bütünlüğünün bir ifadesidir
“Çok hukuklu sistem” kanunların şahsiliği ilkesine yapıştırılmış sözde liberal bir etikettir
Çağımızda önemli olan husus “ kanunların mülkiliği” ilkesi içinde, bireylerin özgürlük alanıdır Din ve vicdan hürriyetinin göstergesi burada aranmalıdır Yoksa çok hukuk diye ülkeyi bir hukuk kabileleri fedarasyonuna döndürmek değil
ÜNİTER HUKUK VE BİREY
Hukukun iki temel kavramı , hukukun iki temel fonksiyonunu ifade eder “ Kamu Düzeni” ve
“birey” Bunlardan biri yoksa hukuktan bahsedilemez Hukuk toplu halde yaşamanın düzenini sağlayacaktır ve düzen ihlallerinde yaptırım uygulayacaktır Hukuk aynı zamanda bireyin haklarını düzenleyecektir
Birey dediğimizde , bireyin inançlarını, ahlak anlayışını, kendi özel ve ailevi hayatı için tercih ettiği değerleri görmezlikten gelemeyiz
O halde hem hukuk ve yargı birliğini, üniter devlet düzenini korumak hem de bireyin farkllıklarını korumak nasıl sağlanabilir Bunun için hukuku “ çoklu “yapmak gerekmez Üniter hukuk içinde bireyin faaliyet alanını , hukuk nizamında bireyin sözleşme hürriyetini genişletmek gerekir
Lozan’da, Ortadoks azınlığın aile ve şahsın hukuku alanında Patrşkhanenin yasama ve yargı yetkisi olması için çabalayan Venizelos’un gerekçesi “ Evlenme, kilise tarafından yapılan kutsal bir törendir ve evliliğe son verme yalnız kilise makamlarının yetkisindedir” Şeklindeydi Burada başka bir boyut da önemlidir
Böyle bir durumda kendi isteği ile evlenip boşanmak isteyen Ortadoks vatandaş bireysel özgürlüğe sahip midir?
İsviçre Medeni Kanunu ile hukuk birliğinin Müslümanlar aleyhine , Hıristiyanlar lehine sağlandığı şeklindedir
Venizelos’un söylediğinin tam aksine , kilisenin yetkisi kaldırılmış birey özgürleşmiştir Tabi resmi nikahı yaptıktan sonra isterse kilisede de tören yapabilir
Asil unsur olan müslümana gelince; belediye nikahı ile evlenip , hakim kararı ile boşanan müslüman için mesele yok Ama imam nikahı ile evlenip talak usulü boşanan müslümanın aile hayatı, velayeti,vesayeti, mirası ne olacak
Aile hukukunda rıza müessesesini genişletmek kişilerin kendi iradeleri ile inandıkları gibi yaşamalarına imkan verir
Millet olmanın zorunlu şartlarından birisi hukuk ve yargı birliğidir Ulus-Devlet bir soyut teorinin eseri veya bir politik iktidarın kurgusu değildir Bir sosyolojik gelişme sürecinin siyasi kurumsallaşmasıdır
Bu gelişme sürecinin hukiki ifadesi hukuk ve yargı birliğidir Medine Vesikasından bu yana yaşadığımız deneyler hukukun mülkileşmesi, objektifleşmesi,rasyonelleşmesi ve genelleşmesidir
Zihnimizdeki hukuk kavramını bir kaynakla sınırlamadan bütün tarihi ve çağdaş deneylerden yararlanarak zenginleştirmeliyiz Gelişme bu yönde olur
Hukukun çatışkan din,mezhep,felsefe farklarına değil, birleştirici vatandaşlık ve ülke esasına dayanması ve uygulanması bir zarurettir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.