|
|
Konu Araçları |
çanakkale, hikayeler, kahramanlarindan, kisa |
Canakkale Kahramanlarindan Kisa Hikayeler |
08-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Canakkale Kahramanlarindan Kisa HikayelerBU OLAY CANAKKALE SAVASINDA YASANMISTIR Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor Kimi Urfalı, Kimi Bosnalı, Kimi Azerbaycanli, Kimi Adıyamanlı, Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor… Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır Zor nefes alıp vermektedir Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından ‘Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…’ Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: ‘Ben…Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecidiye borç aldıydım… Kendisini göremedim Belki ölürüm Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin’ ‘Sen merak etme evladım’ der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar Az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de ’söyleyin hakkını helal etsin’ olur… Aradan fazla zaman geçmez Oraya sürekli yaralılar getiriliyor Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor İşte yine bir künye ve yine bir pusula Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz… PUSULADAKİ NOT: ‘Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim Kendisi beni göremedi Biraz sonra taarruza kalkacağız Belki ben dönemem Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim’ |
Canakkale Kahramanlarindan Kisa Hikayeler |
08-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Canakkale Kahramanlarindan Kisa HikayelerSAKA HÜSEYİN “İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası’na ve tepelere yerleşmişti 35 Piyade Alayı 2Bölük erlerinden Hayrabolu’lu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi sabahın alaca karanlığında katırı ile yola çıktıBigalı Köyüne gidip, kuyulardan tahta, damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada ama, yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı: “Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35 Piyade alayının bulunduğu siperlere” katır gide-gele bu yollara alışmıştır Fakat yolda, Hüseyi’nin çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu: “Pınar baştan bulanır İner dağı dolanır Al başımdan sevdayı Buna can mı dayanır Rinna, rinna yarim Rinna, rinna” Saka Hüseyin damacanlarına suyu doldurarak “deh” deyip akşam karanlığında yola koyulurSiperlerde 2 Bölük su bekliyorYaralılar daha da çok su bekliyorlarBirden bire, yanı başında iki karaltı beliriyorGavurca haykırıyorlar! “Dur! kımıldama!” Hayrabolulu Hüseyin’in yapacak hiç birşeyi yok akıl almaz, gene de eşi görülmemiş büyük bir zeka kıvraklığı ile; düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlar ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, “Kumandan, kumandan?…” diye geveleniyor ve büyük bir saygı ile anzak kumandanını selamlayarak “Emret gavur kumandan!” derDerhal bir tercüman bulunur Saka Hüseyin anlatmaya devam eder “Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi Sizin yaralılarınıza hediyemizdirDüşmanımız susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi!” ve arkasından ilave ettiBu sudan verinde bir bardak ben içeyim der!” Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir… Gözleri dolarİlk iş Hüseyin’i kucaklayıp iki yanağından öpmekİkinci iş, Hüseyin’i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin’i siperin dibine oturtup soluklandırmak, o ” comed bell” kutularından, Oxo et suyu özündeni sarma tütünden, cigara kağıtlarından, Topler çikolata paketlerinden bol bol yağdırmak…Bu aldıkları hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçik’ tedir” Baki Vandemir Paşa Çanakkale Savaşları Komutanlarından |
Canakkale Kahramanlarindan Kisa Hikayeler |
08-24-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Canakkale Kahramanlarindan Kisa HikayelerAzman Dede son gömdügümüz Canakkale Gazisi İvrindi'nin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman Dede idi Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu,dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış,soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı Esas ismi adeta unutulmuştuYıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm Kulakları ağır işitiyordu Köylülerden biri yardımcı oldu Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi Onun sesine alışkın olduğundan anladı Sordukları mı cevapladı Söz Çanakkale`ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı : -"Bir hücum sırasında bölük erimişti Yüzbaşı telefonla takviye istedi Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti Bölüğü düzene soktumYüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söylerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular Yüzbaşı sordu; "Yavrum siz kimsiniz?",içlerinden biri; "Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!" diye cevap verdi Gönlüm akıverdi o çocuklara Bu savaş için çok küçüktüler Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı Onlarla ilgilendim "Mermi böyle basılır Tüfek şöyle tutulur Süngü böyle takılır Düşmana şöyle saldırılır!" diye Onları karşıma alıp bir bir gösterdim Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptıkGün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladı lar Yer gök top sesleriyle inliyorduHer mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu Siperler toz duman içinde kalmıştı Bir ara yüzbaşı "Azman yandık!" diye siperin köşesini işaret etti O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı Ürkmüşlerdi Yüzbaşı yandık demekte haklıydı Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladıAl sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı Biraz sonra biri daha Marş bitiyor yeniden başlıyorlar Bitiyor bir daha söylüyorlar Avaz avaz! Gözleri çakmak çakmak Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı O an geldi Birden yüzbaşı "Hücum!"diye bağırdı Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler İşte o an Tam o an bir makineli yavruları biçiverdi Hepsi sipere geri düştüler Kucağıma dökülüverdilerOnların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor Hiç gitmiyor! İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum! "Azman dede ağlıyordu Ben ağlıyordum Kahvede kim varsa ağlıyorduKahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi Eğildi;"Azman dede hep ağlar Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı " Dedi |
Canakkale Kahramanlarindan Kisa Hikayeler |
08-24-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Canakkale Kahramanlarindan Kisa HikayelerKızılca kıyametin koptuğu günlerdi Adına “Çanakkale” denen destanı yazacak koç yiğitler, dilde ALLAHü Ekber, niyetlerde zafer ile düşmüşlerdi cephe yollarına Vatan ki, emanetti anadan babadan; vatan ki korunmalıydı hain düşmandan Düşmana ‘illALLAH’ dedirtecek er oğlu erlerden biriydi Ali Anasının en büyük arzusu oğlunun hâfızlığını görebilmekti Ali, gayretlerinin semeresini almış, hâfız olmuştu; anasının yüreciği sevinçle dolmuştu Ağzı dualı Ali’nin anası; ‘Bir de oğlumun mürüvvetini görsem!’ diye geçirdi içinden Âh bir görebilsem! Köyün, güzel olduğu kadar terbiyeli, hanım hanımcık kızı Adeviye’yi Ali’ye istediler Adı gibi iyilikseverdi Adeviye Çok geçmeden düşman ateşinin gölgesinde sâde bir düğünle evlendiler Adeviye, Ali’yi kendi elleriyle hazırladı cepheye ‘Git Ali’m!’ dedi Adeviye Vatan için, doğacak evlâdımız için git, dedi Gitmek lâzımdı Neylersin ki evde oturma zamanı değildi Vazife kurşun kadar ağırdı Vatan söz konusu olunca geçilirdi serden Ali, acısını içinin en girift yerine gömüp “Yine geleceğim”dedi Silâhıyla, silâh yoksa süngüsüyle, o da yoksa bedeniyle siper olacaktı ya düşman ateşine Düşmanı savacak ve dönecekti evine Ali gitmişti bir kış soğuğunda Cepheden şehitlerin haberi tez ulaşıyordu köye ‘Ali’mden bir haber var mı?’ diyordu Adeviye kalbi yerinden fırlarcasına Bir haber yoktu Ali’den Sağ mıydı, yaralı mıydı, adı sanı bilinmez bir yerde şehitlerin arasına mı karışmıştı, bilen yoktu Adeviye günlerce, mevsimlerce bekledi, bekledi Giden gelmiyordu, acep nedendi? Günler yokluk, kıtlık ve sıkıntıyla geçiyordu Asker Ali’den iyi veya kötü, bir haber gelmiyordu Adeviye’nin tesellisi minik yavrusu Cevdet’i olmuştu Çalan her kapı, duyulan her ayak sesi, Adeviye’nin yüreğini hoplatıyordu Ya gelen Ali ise! Rüyalarında her dâim Ali’yi görüyor, asker kıyafetiyle karşısında mütebessim çehreyle duran Ali’nin yaralarını pansuman ediyordu Rüyalara sık sık gelen Ali, kendi evine gelmiyordu bir türlü Babasının bir fotoğrafını görmeden büyüyen Cevdet, yürümeye başlamıştı Cevdet, Çanakkale’yi anlatan ninnilerle büyümüş; masal yerine, destanlar dinlemişti anasından Ülke düşmandan temizleneli yıllar olmuştu Ali’nin âkıbetinden haber yoktu Kolunu, bacağını, bedeninden bir parçasını Çanakkale’de bırakan erler de dönmüştü köylerine Köylü; ‘Kocan şehit olmuştur, bekleme artık Ali’yi’ diyemedi Yaslı anacığına acısını unutturmaya çalışan Cevdet büyümüş, iş güç sahibi olmuştu Adeviye ne vakit bir yere gidecek olsa, ‘Baban gelirse, çağır beni oğul!’ derdi Komşulara gitse, mevlide, akrabalara gitse, hep aynı sözü söylüyordu oğluna: ‘Baban gelirse, çağır beni oğul!’ Günler yerinde durmadı Zaman çark misali döndü Alınlarda çizgiler derinleşti, saçlara beyazlıklar aktı Adeviye, Ali’nin geleceği ümidiyle yaşadı durdu Her sözünün sonunda Cevdet’e, ‘Baban gelirse…’ diyordu Adeviye, güçten takatten kesilmişti Geri dönülmez hastalığın pençesine düşmüştü İyice ağırlaşmıştı artık Son demlerinde oğlu Cevdet’i yanına çağırdı, yavaşça: ‘Oğlum!’ dedi “Bana iyi baktınız Hakkınızı helâl edin Baban bir gün gelirse ona; ‘Annem seni hep bekledi’ de” Cevdet’in ve oradakilerin gözlerinden sicim sicim yaşlar boşalırken Adeviye beklenmedik bir şekilde irkilerek doğruldu, kapıya doğru gülümseyerek “Hoş geldin Ali, hoş geldin!”diyerek ruhunu teslim etti Değil miydi ki şehitler ölmezlerdi, Rab katında diriydiler * Bu hikâyedeki hâdise ve şahıslar tamamen gerçektir |
|