Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
abdülkadir, azam, gavsül, geylani

Gavs'ül Azam Abdülkadir Geylani (K.S.)

Eski 08-06-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Gavs'ül Azam Abdülkadir Geylani (K.S.)




Gavs'ül Azam Abdülkadir Geylani (ks)



GAVS-ÜL A'ZÂM ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ

Kaddesallahu Sırrahulaziz



Güney Azerbaycan'ın Geylân şehrinde 1078 (H471)de doğdu Künyesi, Ebû Muhammed'dir Muhyiddîn, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdost'tur Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsennâ'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır Annesinin ismi Fâtıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir Bunun için Abdülkâdir Geylânî, hem seyyid, hem şerîfdir

Hazret-i Hüseyin'in evladına seyyid, hazret-i Hasan'ınkine şerîf denir Abdülkâdir Geylânî 1166 (H561)'da Bağdad'da vefât etti Türbesi Bağdad'dadırFıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid idi Kâdiriyye tarîkatının kurucusudur Orta boylu, zayıf bünyeli, geniş göğüslü, ilm için vefâkârlıkta
emsâli az bulunur bir velî idi Abdülkâdir Geylânî daha doğmadan, ilerde büyük bir zât olacağına dâir alâmetler, işâretler görülmüştü Babası rüyâsında Rasulullah efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmı radıyallahü anhüm ve evliyâyı gördü Rasulullah efendimiz kendisine; "Ey Ebû Sâlih!
Allah bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlâd ihsân etti O benim oğlum ve sevdiğimdir Evliyâ arasında derecesi yüksek olacak" buyurdu Doğduktan sonra da hâlleri ile dikkatleri çekti

Abdülkâdir Geylânî on sekiz yaşında Bağdad'a geldi Buradaki âlimlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde yetişti Fıkıh ilmini; Ebû Hattâb Mahfûz, Ebü'l-Vefâ Ali bin Ukayl, Ebû Hüseyin bin Kâdı Ebû Ya'lâ gibi fıkıh âlimlerinden öğrendi Hadîs ilmini; Hasan-i Bâkıllânî, Ebû Saîd Muhammed bin Abdülkerîm, Ebû Gânim Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû Câfer, Ebû Kasım bin Ali, Ebû Tâlib Abdülkâdir, Ebû Bekr Hibetullah ibni Mübârek, Ebü'l-İzz Muhammed bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû Gâlib Ahmed, Ebû Abdullah Yahyâ gibi hadîs âlimlerinden öğrendi

Tasavvuf ilmini ise; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî ile Hammâd-i Debbâs'tan almıştır İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaâz ve ders vermeye başladı Hocası Ebû Saîd Mahzûmî'nin medresesinde verdiği ders ve vaâzlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı Bu sebeple,Bağdad halkının yardımlarıyla çevresinde bulunan evler de ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi

Abdülkâdir-i Geylânî , bir müddet ders verip insanları irşâd ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vaâz vermeyi bıraktı İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti Sonra sahrâlara çıktı Bağdad'ın Kerh harâbelerinde yaşamaya başladı Bütün vaktini ibâdet, riyâzet ve mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı Buyurdu ki:

"Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu Bâzan uzun müddet yemezdim ve
"Açım! açım!" diye midemin feryâdını duyardım Bâzan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berâber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla berâber kolaylık vardır" meâlindeki İnşirâh sûresinin beşinci ve altıncı âyeti kerîmelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi"

"Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyâfetlere bürünüp toplu hâlde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı Kalbimde büyük bir azim ve direnç
hissederdim İçimden bir ses; "Ey Abdülkâdir! Onlarla mücâdele et, onlara galip geleceksin" derdi İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir;
"Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım" diye beni tehdit ederdi Cân u gönülden, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" okuyunca, onun
tamâmen yandığını görürdüm"

Bir kere Abdülkâdir Geylânî şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım""Başkasına yasak olan
şeyleri sana helâl kıldım" diyordu Bunun üzerine Abdülkâdir Geylânî "Eûzübesmele" çekti "Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım Sus ey mel'ûn!" diye bağırdı Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkâdir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun
Halbuki ben bu yolla yetmiş kişiyi yoldan çıkarmışdım" dedi Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım Çünkü Allah böyle şeyleri emretmez" buyurdu

Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü "Bunlar nedir?" dedim; "Dünyâ zevkleri ve zînetleridir" denildi
Dünyâ ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nîmetleri kendine çekmek istedi fakat Allah beni onlardan da korudu Onlara hiç kıymet ermedim Bunun için kaybolup gittiler Sonra Allahnın rızâsına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan mânileri, engelleri gördüm "Bunlar nedir?"
dedim "Senin içinde bulunan mânîlerdir" denildi Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım

Sonra içimi seyrettim Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Arzu ve isteklerindir" denildi Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim "Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm Bir sene mücâdele ettim Allah'ın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha mücâdele ettim " "Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim

Aradığımı fakirlik kapısında buldum Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım Bütün arzu ve isteklerim
buz gibi eridi Bütün beşerî sıfatlarım kayboldu Gönülden Allah’dan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım"
"Nihâyet bütün varlıklardan yüz çevirdim Her şeyim Allah için oldu Sahralarda cezbe hâlinde kendimden geçmiş olarak dolaşırdım Kendime
geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden çok uzaklarda bulurdum Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüştüm Sonra kendimi Bağdad'a on iki
günlük uzaklıkta bir yerde buldum Düşünceye daldığımda bir ses bana; "Sen ki Abdülkâdir'sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi" "Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsân olundum Allah'ın izni ile istediğim olurdu Bunun için çok şey buldum Sonra böyle yapmaktan hayâ ettim Allah’a karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim"

Abdülkâdir Geylânî bu uzun dolaşmalardan sonra Bağdad'a dönüyordu Hazret-i Hızır önüne çıkıp, şehre girmesine mâni oldu "Emir var Yedi sene
Bağdad'a girmeyeceksin" dedi Bu sebeple, Bağdad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mübah bakliyatı yiyerek bekledi Bildirilen müddet bitince; "Ey Abdülkâdir! Bağdad'a gir, serbestsin" diye bir ses duydu Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi Doğru Şeyh Hammâd bin Müslim Debbâs'ın zâviyesine geldi ve geceyi orada geçirdi Sabahleyin Şeyh Hammâd Debbâs onu görünce ağlayarak; "Oğlum Abdülkâdir! Bu devlet bugün bizim, yarın sizin olacaktır" dedi

Bir müddetten beri Bağdad'da bulunan Abdülkâdir Geylânî fitne ve karışıklıklar olunca tekrar sahrâlara çıkmak istedi Hibe kapısı denilen yere
gelince; "Nereye gidiyorsun? Dön, herkes senden faydalanacak" diyen bir ses işitti "Ben dînimi kurtarmak istiyorum" dediğinde; "Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek" denildi Düşünmeye başladı ve bu işin hakîkatını bildirmesi için Allah’a yalvardı Bu esnâda Muzafferiyye denilen yerden geçerken birisi kapıyı açıp; "Ey Abdülkâdir! Buyurun" dedi Yanına varınca; "Söyle, dün Allah’dan ne istemiştin?" dedi Abdülkâdir Geylânî şaşırıp cevap veremedi Bunun üzerine o Zât kapıyı şiddetle yüzüne çarptı Dün Allah’dan ne istediğini düşünerek yürümeye başladı Biraz sonra o zâtın Şeyh Hammâd Debbâs olduğunu hatırladı

Bundan sonra onun sohbetlerine gider, halledemediği, çözemediği esrarı, gizli şeyleri ondan sorardı O da ona bir bir açıklardı Bâzan ilim öğrenmek için başka taraflara gittiğinden onunla görüşemezdi Dönünce hocası ona; "Allah aşkına nerelere gidiyorsun? Bu civarda senden daha âlim birisi var mı?" derdi Şeyh Hammâd'ın müridleri ona bâzan; "Sen âlim birisin Burada ne işin var, buradan gitsene" derler; Şeyh Hammâd da onlara; "Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz İçinizde onun gibisi yok Benim ona eziyet ettiğime bakmayın Onu imtihan etmek, denemek, mânen kemâle ermesi, olgunlaşması için böyle yapıyorum, mânâ âleminde onu koca bir dağ gibi görüyorum" derdi

Yine bir sohbet toplantısında, Abdülkâdir Geylânî dışarı çıkmıştı Şeyh Hammâd; "Şu genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı bütün velîlerin boynunda olacak, her velî ona itâat edecek" dedi Başka bir gün o gelince ayağa kalkıp; "Hoş geldin Abdülkâdir! Sen âriflerin, Allah’ı tanıyanların
seyyidi, efendisisin Senin sancağın doğudan batıya kadar dalgalanacak Bütün boyunların sana eğileceğini ve akranlarının üstünde bir dereceye ulaşacağını müjdelerim" dedi

Zamânındaki diğer evliyâ da kerâmet olarak ileride onun derecesinin yüksek olacağını haber verdiler Abdülkâdir Geylânî zaman zaman Şeyh Tacül ârifîn Ebü'l-Vefâ hazretlerinin yanına giderdi Ebü'l-Vefâ hazretleri o gelince ayağa kalkar, yanındakilere; "Ayağa kalkın, evliyâdan biri geliyor" derdi Ona karşı bu şekilde iltifât etmesine hayret eden talebelerine; "Henüz zamânı var Vakti gelince, okumuş, câhil herkes bu gence muhtâc olacak, onun feyzinden, mânevî ilminden faydalanacaktır" derdiBir defasında da; "Ey Bağdadlılar! Allah’a yemîn ederim ki, onun başında bir ucu doğuda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır" dedi ve Abdülkâdir Geylânî 'ye dönüp; "Bugün söz bizim fakat ilerde senin olacak O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın" diye hitâb etti

Nihayet Abdülkâdir Geylânî Bağdad'da insanları irşâda, Allah'ın beğendiği yolda bulunmaya dâvete ve nasîhat etmeye başladı Bir gün kendini nûrların kapladığını gördü Bu hal nedir diye sorunca, Resûlullah efendimiz Allah'ın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi Nûrun gitgide çoğaldığı bir anda Resûlullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler Sonra; "Bu, kutubluk denilen velîlere âit evliyâlık elbisesidir" buyurdular

Resûlullah efendimizden Hazret-i Ali vâsıtasıyla gelen feyzler, mânevî ilimler ondan sonra Hazret-i Hasan ile Hüseyin ve on iki imâmdan diğerleri ile devam etti Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler hep on iki imâm vasıtasıyla geldi Abdülkâdir Geylânî dünyâya gelip velî oluncaya kadar hep böyle idi Fakat o evliyâlıkta yüksek dereceye kavuşunca, on iki imâmdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun vâsıtasıyla geldi Başka hiç bir velî bu makâma ulaşamadı Bunun için; "Önceki velîlerin güneşi battı Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır" buyurdular Kıyâmete kadar, her velîye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir Bunun için kendisine

"Gavs-ül-A'zam(= En büyük Gavs) " denildi

İmâm-ı Rabbânî bu hususda onun vekîlidir

Abdülkâdir Geylânî 'nin evliyâlıktaki derecesinin yüksekliğini zamânındaki bütün evliyâ kabûl etmişti Şeyh Halîfet-ül-Ekber anlatır: Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm "Yâ Resûlallah! Şeyh Abdülkâdir, ayağım bütün velîlerin boynu üzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum "Doğru söylemiştir O benim himâyemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?" buyurdu"Adiyy bin Müsâfir; "Bu sözü yalnız o söyledi, başkasından duymadım O bununla kendi zamânındaki ferdiyet denilen makâmını açıklar Onun gibi hiç kimse böyle söylemeğe mezun, izinli değildir" der Abdülkâdir Geylânî bu sözü söylediğinde, yeryüzünde velîler boyunlarını ona doğru uzattı O anda boynunu uzatanlardan biri Ahmed Rufâî'dir Ona niçin böyle yaptığını sorduklarında şöyle dedi:

"Şu anda Abdülkâdir Bağdad'da "Ayağım, her velînin boynundadır" diyorAhmed Rufaî; "O bu sözü mânevî emirle söyledi" dedi Ebû Medyen Mağribî de; "Evet ben Mağrib'de ona boynunu uzatanlardan biriyim" buyurdu İbn-i Hacer-i Askalânî hazretleri de; "Bunun mânâsı, ilerde o kadar kerâmet gösterecektir ki, inâd eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu inkâr etmeyecektir" dedi

Büyük âlim İzzeddîn bin Abdüsselâm; "Şüphesiz o, evliyânın sultanı idi" demişti Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki: "Abdülkâdir Geylânî bu sözü söyleyince, bütün velîlerin kalblerindeki nûrlar arttı İlimlerinde bereket, hâllerinde yükseklik görüldü Çünkü onlar istisnâsız, başlarını onun ayağına doğru uzatmışlardı"

Abdülkâdir Geylânî 'nin tasavvuftaki yoluna Kâdiriyye tarîkatı denir Tarîkatının husûsiyeti, dînin emir ve yasaklarına uymak, devamlı zikir, Allah’ı anmak, gönlü Allah’dan başkasından kurtarmaktır

Abdülkâdir Geylânî tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu Rasulullah efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi
Kendileri şöyle anlatır:

Hicrî beş yüz yirmi bir senesi Şevval ayının on altısı olan Salı günü öğleden önce, Resûlullah efendimizi rüyâmda gördüm"Ey oğlum, niçin
konuşmuyorsun?" buyurdu "Babacığım ben yabancıyım Bağdad fasîhlerinin yanında nasıl konuşurum?" dedim "Ağzını aç!" buyurdu Ağzımı açtım Yedi defâ ağzıma sürdü ve; "İnsanlarla konuş, onları güzel hikmet ve vâzlar ile Rabbinin yoluna çağır" buyurdu Öğle namazını kıldım Yanımda kalabalık insanlar gördüm Nutkum tutuldu Ali bin Ebî Tâlib'i gördüm Mecliste benim karşımda ayakta duruyor ve bana; "Ey oğlum niçin konuşmuyorsun?" diyordu "Babacığım! Nutkum, konuşmam tutuldu, konuşamıyorum" dedim "Ağzını aç" buyurdu Açtım Altı defâ sürdü
"Niçin yediye tamamlamadınız?" dedim

"Resûlullah'a karşı olan edebimden" buyurdu ve gözden kayboldu Bundan sonra en fasîh bir dille konuşmağa başladım Birgün, minberde oturmuş vâz ediyordu Birden süratle en son basamağa indi Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevâzi bir şekilde durdu Bir müddet sonra minbere çıktı Eski yerine oturdu ve vâzına devâm etti Oradakilerden birisi, ne oldu diye suâl edince; "Ceddim Resûlullah'ı gördüm Geldi ve minber önünde durdu Hayâ edip, son basamağa indim Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vâz etmemi emr etti" dedi

Sohbetlerinde bâzan birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi Haftada üç gün, cumâ, salı ve pazartesi gecesi halka vâz ederdi Vâzında, âlim ve evliyâdan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzûr içerisinde dinlerlerdi Kırk sene böyle devâm etti Sorulan suâllere gâyet açık ve doyurucu cevaplar verirdiDers ve fetvâ vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hâl altmış yaşına kadar devâm etti Huzûrunda Kur'ân-ı Kerîm tegannîsiz gâyet
sâde, tecvide riâyetle okunurdu Derin ilim sâhibi idi On üç çeşit ilimde ders verirdi Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve fıkıh; öğleden sonraları Kur'ân-ı kerîm ve kırâat dersleri okuturdu Akşam ve sabah ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cümle bilgisi verirdi Onun bereketiyle talebeler çabuk ilerlerdi

Ebû Muhammed Haşşâb der ki:"Gençken nahiv okuyordum Bana bir gün Abdülkâdir Geylânî'nin vâzlarında çok tesirli konuştuğunu söylediler Vakit
bulamadığım için gidemezdim Nihâyet bir gün vâz verdiği yere gittim Beni görünce; "Bizim sohbetimizde bulun, seni Sîbeveyh yapalım" dedi O günden sonra yanından ayrılmadım Din bilgilerinde ve aklî ilimler denilen diğer yardımcı ilimlerde çok istifâde ettim "

Bir gün birisi huzûrunda Kur'ân-ı kerîm okudu Âbdülkâdir-i Geylânî okunan âyet-i kerîmeleri tefsîr etmeye başladı Kırk şekilde tefsîr yaptı ve hepsinin delilini gösterdi Orada bulunanlar yalnız on bir tefsîri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı Sonra; "Sözü burada bırakıyorum Şimdi kelime-i tevhide geldik"Lâ ilâhe illallah" dedi Bunları söyler söylemez cemâatı bir hâl kapladı, hepsi kendilerinden geçti

Önce lâzım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi Cubbâî ismindeki bir zât anlatır: "Evliyânın hayâtından ve sözlerinden bahseden arabî Hilyetül-
Evliyâ kitabını birisinden dinlemiştim Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibâdetle meşgûl olmak istedim Gidip Abdülkâdir Geylânî'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzûrunda oturdum Bana bakıp; "Eğer inzivâya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da mürşid-i kâmillerin huzûrunda edeb öğren Daha sonra inzivâya, yalnız ibâdete başla Yoksa, ibâdet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek îcâbeder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın" buyurdu

Abdülkâdir Geylânî 'nin şöhreti her tarafı kaplayınca, Bağdad'ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihân etmek için huzuruna gelip oturdular Bu esnâda Abdülkâdir Geylânî'nin göğsünden ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nûr çıktı ve âlimlerin göğsünden geçip gitti Âlimleri bir hâl kapladı Bunun üzerine onları tek tek bağrına bastı ve şimdi suâllerinizi sorun buyurdu Her biri suâllerini sorup, hemen cevâbını aldı Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildiğinde; "Huzûrunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık Suâllerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık" dediler

Ebû Sa'îd Kilevî şöyle anlatmıştır: "Ben, Abdülkâdir-i Geylânî'nin meclisinde iken, Resûlullah efendimizi ve gördümBir defâsında da Hızır aleyhisselâmı görmüştüm "Her kim dünyâda kurtuluşa ermek ve saâdete kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkâdir'in meclisine devâm etsin!" buyurmuştu"

İbn-i Kudâme şöyle söylemiştir: "1166 (H561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, Abdülkâdir-i Geylâni'yi ilmin zirvesine yükselmiş gördük O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sâhipti Onun gibi bir zâta daha hiç rastlamadık"

Dîne uygun olmayan bir şeye müsâade etmezdi Bir gün yanında; "Falanca çok ibâdeti ve kerâmetleri ile meşhûrdur" diye konuşuldu ve bu arada;"Ben
derece bakımından Yûnus aleyhisselâmı geçtim" dediği nakledildi Bunu duyunca yüzünde öfke eserleri görüldü Çok sabırlı idi Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı Bir gün ders sırasında İbn-üs- Semhal isminde bir zât gelmişti Abdülkâdir Geylâni'nin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkâdir Geylânî ; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefât edeceğim" buyurdu Dediği gibi bir hafta sonunda vefât etti

VEFATI :

Abdülkâdir-i Geylânî vefât edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: "Yanımdan ayrılın! Çünkü zâhirde, görünüşte sizinle, bâtında Allah ile berâberim" Yine o esnâda buyurdular: "Yanımda sizden başkaları da vardır Onlara yer açın Onlara edebi gözetin Burada büyük rahmet vardır Onları sıkıştırmayın!" Yine; "Aleyküm-üs-selam ve rahmetullahi ve berekâtühü Allah beni ve sizi mağfiret etsin! Allah benim ve sizin tövbelerimizi kabûl etsin!" Bir gün bir gece hep böyle buyurdular

Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:

Gavs-ül âzam, o esnâda, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe ediniz!" buyurdu Vefât ederken iki defâ; "Allahümme refîk al a'lâ" deyip; "Size geliyorum, size geliyorum" buyurdu Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından, ona ölüm ve sekerât hâli geldi Bu hâlde iken; "Bana kimse bir şey sormasın Ben, Allah'ın ilminde bir hâlden başka bir hâle geçmekteyim" buyurdu Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr; "Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Bütün uzuvlarım acı içindedir Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok O, Allah iledir" buyurdu

Oğlu Şeyh Abdülazîz; "Hastalığınız nasıldır?" diye sorunca; "Benim hastalığımı, insan, cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz Allah'ın ilmi, hükmü ile nâkıs olmaz Hüküm değişir, ilim ise değişmez Allah, dilediğini siler, dilediğini yazar Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na yaptığından suâl olunmaz Kullara ise, yaptıkları sorulur" buyurdu

Daha sonra; "Kudret ile hâkim, kullarına ölüm ile gâlib olan Allah, her ayıp ve kusurdan münezzehdir Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah!" Sonra da; "Allah Allah Allah" deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mübarek rûhunu teslim eyledi Cenâze namazını oğlu Abdülvehhâb
kıldırdıCenaze merasimine gelen büyük kalabalık sebebiyle ancak gece defn edilebildi

VASİYETİ :

Oğlu Abdurrezzâk'a şöyle vasiyet eyledi:

Ey oğlum! Allahü tealâ bize ve sana ve bütün müslümanlara tevfîk, başarı ve muvaffakiyet ihsân eylesin! Sana Allah'tan korkmanı ve O'na tâat üzere
olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına riâyet etmeni ve hudûdunu gözetmeni vasiyet ederim Ey oğlum! Allah bize, sana ve müslümanlara tevfîk versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sünnet üzere bina edilmiştir Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefâ ve ezâya katlanmak ve din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur Ey oğlum! Sana vasiyet ederim! Derviş yâni Allah adamlarıyla berâber ol Meşâyıha, tasavvuf büyüklerine hürmeti gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasîhat üzere ol Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme! Ey oğlum! Allah bize ve sana tevfîk versin! Fakirliğin hakîkati, senin gibi olana muhtaç olmaman, zenginliğin hakîkati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir Tasavvuf hâldir, söz
değildir, söz ile de ele geçmez Dervişlerden, Allah'tan başkasına ihtiyaç duymayan birisini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, güler yüz ve tatlı söz ile muâmele eyle! Zîrâ ilim onu ürkütür, rıfk, yumuşaklık ise çeker ve yaklaştırır Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle görüşmen ise, kendine değer vermiyerek olsun

İhlâs üzere ol! İhlâs, insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır Sebeplerde Allah’a dil uzatma Her hâlde Allah’dan gelene râzı ve sükûn üzere ol Allah adamlarının huzûrunda şu üç sıfat üzere bulun: Alcak gönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalb Hakîkî yaşamak, nefsini öldürmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle olur"

Abdülkâdir Geylânî'nin kız ve erkek pek çok çocuğu vardı Nesli onlar vâsıtasıyla tarikatı dünyânın çeşitli yerlerinde [ Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya), Irak, Suriye ve Anadolu'da ] yayılmıştır Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerafeddîn Îsâ Mısır'a hicret etmiş olup şimdi Mısır'daki Kâdirî şeriflerin dedesi odur Torunları, Kuzey Afrika'da daha çok "Şerif "diye , Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylânî diye anılmaktadır

BİR MÜRŞİD OLARAK PORTRESİ :

Abdülkâdir Geylânî heybetli bir zat idi Az konuşur, çok sükût eder, konuştuğunda gâyet câzib, açık ve net konuşurdu Şahsı için kızmaz ancak "din" husûsunda aslâ tâviz vermezdi Misafirsiz gece geçirmezdi Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi Yanında oturanlarda; "Ondan daha kerîm ve lütufkâr kimse olamaz" kanâati hâkim olurdu Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alâkasını muhâfaza ederdi Kendisine kötü davrananları affederdi Kötülüklere dalmış çok kimse, hırsız ve eşkıyâ onun vâsıtasıyla tövbe etti Köleleri satın alıp, âzâd ederdi Verdiği sözü tutar,kimseye karşı kötülük düşünmezdi Anbarında helâlden kazandığı buğday bulunurdu Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi Dervişlerin nafakasını satın almak için, vazîfelinin, bir başka işi olsa, yâhut hastalansa, kendisi çarşıya çıkar, ceddi Resûlullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uyarak, ev için lüzûmlu şeyleri satın alırdı Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi Kendini ziyârete gelenlere saygı gösterir, tevâzu ederdi

Çok günler, et ve yağ yemezdi Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesîle ederek, araya koyarak Allah’a duâ ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı Buyururdu ki: "Sıkıntıda olan bir kimse beni vesîle edip Allah’a yalvarsa derhâl sıkıntısı gider Şiddet ânında her kim benim ismimi ansa derhâl rahata kavuşur Abdülkâdir Geylâni'nin yüzü suyu hürmetine diyerek, her kim Allah’dan dilekte bulunursa, derhâl işi görülür"

Bir kere de; "Her kim her rekatında Fâtiha'dan sonra on bir İhlâs okuyarak, iki rekat namaz kılarsa, selâmdan sonra da on bir defâ Allah'ın Resûlüne salât ve selâm getirip benim ismimi anarak yalvarırsa, Allah'ın izni ve yardımıyla derhâl işi görülür" buyurdu

Müridlerinin, tövbesiz vefât etmemeleri için duâ etti:"Allah'ım! Ceddim, Habîbin Muhammed aleyhisselâm ve kullarından takvâya erenlerin hâtırı
için, hiç bir mürîdimin rûhunu tövbesiz alma" diye yalvardı Bir defâsında; "İyi müridlerin hâli mâlum, ya kötülerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak için adadık" buyurdular

Bir kere de; "Bana gözün alabileceği kadar bir kitap verildi Onda kıyâmete kadar müridlerimin isimlerini gördüm" buyurmuştur Cinler de kendisinden çekinir, itâat edip sözünü dinlerlerdiEbû Saîd Abdullah bin Ahmed isminde birinin kızına cinler musallat olmuştu Hâlini, Seyyid Abdülkâdir Geylânî 'ye arz etti O da; "Falanca yere git Oraya cinlerin reisi uğrayacak Ona benim gönderdiğimi söylersin, hâlini anlatırsın O sana yardımcı olur" buyurdu

Halk sıkıntıları olunca ona gelirdi Duâsı makbûl idi Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyâda azâb içerisinde gördüm Bana Şeyh Abdülkâdir'e git, bana duâ etsin Belki Allah beni azapdan kurtarır" dedi Bunun için sana geldim Babama duâ ediverin de azaptan kurtulsun" dedi Abdülkâdir Geylânî sükût buyurdu Bir şey söylemedi O şahıs ikinci gece babasını rüyâsında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret edip; "Baba, dün azâb içindeydin, bugün ise neşelisin Sebebi nedir?" diye sordu Babası; "Şeyh Abdülkâdir bana duâ etti Allah onun duâsı hürmetine beni azaptan kurtardı" dedi

Muhammed Ezher şöyle anlatır: Bir sene Allah’dan devamlı bana evliyâsından birini göstermesini istedim Bir gece rüyâmda İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyâret ettim, orada birisi vardı İçimden onun evliyâdan biri olduğunu geçirdim Uyanınca Ahmed bin Hanbel'in kabrine koştum Rüyâda gördüğüm zât orada duruyordu Önümden geçip Dicle'ye doğru gitti Ziyâretimi acele yapıp onu tâkib ettim Dicle Nehrinin iki tarafı, bir adımlık mesâfe oluncaya kadar yaklaştı ve adımını atarak geçiverdi Sonra o zât medresesine gittiğinde rüyâda ve uyanık iken gördüğü zatın Abdülkâdir Geylânî olduğunu anladı

Onu gören tesiri altında kalır, mübârek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı Cumâ günleri câmiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi Meclisi müslüman olmak için gelenlerden boşalmazdı

Müslüman olan bir râhip şöyle anlatır:

"Ben Yemenliyim İçimden müslüman olmak geldi Bunun için Yemen'deki İslâm âlimlerinden birine mürâcaat etmek istedim Böyle düşünürken, uyuya kaldım Rüyâmda Îsâ aleyhisselâmı gördüm Bana; "Irak'a git, orada Abdülkâdir isminde biri var, onun huzûrunda müslüman ol Çünkü o zamânındaki âlimlerin en büyüğüdür" buyurduYine on üç kişilik bir hıristiyan cemâati müslüman olmayı kararlaştırdılar Kimin yanında müslüman
olacaklarını düşünürlerken sâhibini görmedikleri bir ses; "Bağdad'a gidin Abdülkâdir Geylânî ismindeki zâtın huzûrunda müslüman olun Onun
bereketiyle kalbinizde öyle bir îmân nûru parlar ki, başkasının yanında böyle olmaz" diyordu Allah'ın izni ile bir anda birçok yerde bulunurdu

Ramazân-ı şerîfte bir gün, ayrı ayrı yetmiş kişi, birbirinden habersiz, Gavs-ül-a'zamı iftâra dâvet etti Herbiri kendi evini şereflendirmek, bereketlendirmek istiyordu Her birinin dâvetini kabûl etti, aynı anda dâvet edenlerin evlerinde iftarda bulundu, onlarla birlikte yemek yedi Bu
haber, bu büyük ve havsalaya sığmaz kerâmet, bir anda Bağdad'a yayıldı Huzûrunda hizmet eden hizmetçilerden biri, Gavs-ül-âzam o akşam
tekkesinden çıkmadığı, iftarı burada yaptığı hâlde, o kimselerin evlerine girip, onlarla yemek yemesi ve bu yemeğin aynı anda olması nasıl olur? diye
düşündüğü zaman, Gavs-ül-âzam, o hizmetçisine dönerek; "Onlar doğru söylüyorlar, herbirinin dâvetinde bulundum, ayrı ayrı, fakat aynı zamanda
herbirinin evlerinde yemek yedim" buyurdu

Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamıyacağını söylerdi Bâzan sevdiklerine mânâ âleminde çeşitli şeyleri gösterirdi Ali bin Yâkub anlatır: Bir kere daha yanına gitmiştik Başını eğip, murakabeye dalınca, ondan bir nûrun yükseldiğini gördüm Gözümden perde kalktı, melekleri, onların tesbihlerini ve kabirdekileri, onların hâllerini, derecelerini, tesbih ettiklerini gördüm

Ebü'l-Hacer Hâmid Hirânî anlatıyor:

Bir gün Abdülkâdir Geylânî 'nin medresesine gittim ve huzûrunda oturdum Bana; "Ey Hâmid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların minderinde
oturacaksın" buyurdu Aradan epeyce zaman geçip, Hiran'a dönünce, Sultan Nûreddîn beni çağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı yaptı Bir gün bir cemâatle terasta durup, Buhârâ tarafına dönerek, güzel bir koku aldı ve; "Benim vefâtımdan yüz elli yedi sene sonra, dünyâya Muhammedî meşreb birisi gelir, ismi Bahâeddîn Muhammed Nakşbendî'dir Bana mahsus nîmetlere kavuşur" buyurdu ve dediği gibi oldu

Allah ona eşyânın aslını, neden meydana geldiğini gösterirdi Bir gün devlet ileri gelenlerinden birisi huzûruna gelmişti Tesirli nasîhatlarını dinledikten sonra memnuniyetinden on kese altını ortaya koyup, bunlar senindir" dedi Abdülkâdir Geylânî almak istemedi Çok ısrar edince, içinden ikisini aldı ve
sıktı Elinin altından kan akmaya başladı O şahsa; "Bunları bana getirmekten hiç mi hayâ etmedin?" dedi Onları helalden kazanmadığını göstermiş
oldu

Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü

Abdülkâdir Geylânî buyurur ki:

"Kerâmetler ancak bir hayır, hikmet için gösterilir Kerâmetini gizlemeyen dünyâya düşkündür Bana talebe olan yâhut evlâdımdan ve halîfelerime bağlı
olup, kerâmet derecesine ulaşıp, maksatsız kerâmet izhar edenin yüzü iki dünyâda kara olur"

Abdülkâdir Geylânî'nin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesîle olan pekçok sözü vardır Bunlardan bâzıları şunlardır:

"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması,
doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misâfirperver ve geceleri insanlar uyurken ibâdet edici olması, âlim
ve cesûr olması"

"Şükrün esası, nîmetin sâhibini bilmek, bunu kalb ile îtirâf etmek ve dille söylemektir"

"Âlimlere tâbi olunuz; bid'at yoluna sapmayınız Sabrediniz, sızlanmayınız Sâbit kalınız, ayrılıp dağılmayınız Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız"

"Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz"

"Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir Fakat kendi mahzûndur Rasulullah efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir Halbuki kalbi mahzûndur" buyurmaktadır Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşgûldür Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir"

"İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahnın kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak Sevincini ve neşeni biraz azalt Biraz hüzünlü ol Rasulullah efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı"

İlk önce yapılması lâzım olan şeyler husûsunda:

"Mü'minin, en önce farzları yapması lâzımdır Farzları bitirdikten sonra, vâcib ve sünnetleri yapar Ondan sonra, nâfilelerle meşgûl olur "

Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:

"Kötü arkadaşları terket Onlara sevgi duyma, sâlihleri sev Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla berâber ol Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hâsıl olur Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür Allah'ın kitabının ve Resûlünün sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felâh, bulur kurtuluşa erersin"

Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünyâ lezzetleri olmasın Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir Kalbin
düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allah'dır Senin düşüncen, Rabbin ve O'nun katında bulunan nîmetler olmalıdır Dünyâdan ne terkedersen, mutlaka bunun karşılığında âhirette ondan daha hayırlısı vardır Ömründe sâdece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de âhiret için hazırlık yap"

Faydasız şeyleri bırakmak husûsunda:

"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak Dünyâ ve âhirette sana fayda verecek işlerle uğraş Boş işlerle uğraşmayı bırak
Kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkar Çünkü yakında dünyâdan alınacak, âhirete götürüleceksin Dünyâda rahat ve hoş bir hayat arama "

İyi zan sâhibi olmak hakkında:

"Müslümanlar hakkında iyi zan sâhibi ol Onlar hakkında niyetini düzelt Her türlü hayır işi yapmaya koş Bilmediğin hususlarda âhireti düşünen âlimlere sor"

Duâ hakkında:

"Allah’dan dünyâ ve âhiretin hayırlarını iste Sakın; "Ben istiyorum Fakat Allah vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim" deme Duâya devâm et Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allah’dan istedikten sonra, Allah onu sana gönderir Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allah seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rızâ gösterme nîmetini ihsân eder Eğer Allah senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allah’a fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın O zaman Allah sana râzı ve memnûn olacağın bir hâl verir Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için duâ edersen, Allah alacaklıyı sana kötü muâmele etme hâlinden vaz geçirir Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama hâline çevirir Eğer dünyâda borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir

Âhiret işlerini önce yapmak husûsunda:

"Âhireti sermâyen, dünyâyı bu sermâyenin kazancı yap Zamânını, önce âhireti elde etmek için sarf et Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca Sakın dünyânı sermâye, âhiretini onun kârı şeklinde yapma Böyle yaparsan, dünyâdan artan zamânını, âhiretin için sarf edersin Bu zaman zarfında
namazlarını kılmaya çalışırsın Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riâyet etmezsin Sonra dünyâ işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin
Geceleri namaz kılmaya fırsat bulamazsın Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun Nefsine, hevâ ve isteğine hattâ şeytâna
tâbi olursun Âhiretini dünyâya karşılık satarsın Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun Hâlbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek
ve selâmet yoluna sokmakla emrolunmuşsun Bunlar âhiret yolu, Rabbine tâat yoludur Sen, nefsinden gelen istekleri kabûl etmekle, kendine
zulmettinİsteklerinde, lezzetlerinde, hevâsında ona uydun Sonunda dünyâ ve âhiretin hayırlısını kaçırdın Dünyâ ve âhiretini zarara soktun Böyle
olursa, Kıyamet günü din ve dünyâ bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun Nefsine uymakla, dünyâdan fazla bir şeye
ulaşamadın Eğer nefsini âhiret yoluna çekseydin, âhiretini esas ve sermâye kabûl etseydin, dünyâ ve âhiretini kazanırdın Nefsin kötülüklerinden
korunur, iyilerden olurdun Eğer dünyâya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allah’a itâat edersen, Allah'ın has kullarından olursun"

Yapılan nasîhatı kabul etmek hakkında:

"Kardeşinin sana yaptığı nasîhatı kabul et Ona muhâlefet etme Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür Bunun için Resûl-i ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır" buyurmuştur Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasîhatlerde samîmîdir Onun göremediği şeyleri bildirir Ona,
iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır"

Acele etmemek husûsunda:

"Acele etme Acele eden, ya hatâ yapar veya hatâlı duruma yakın olur Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isâbet kaydeder veya isâbet etmeye
yaklaşır Acele şeytandandır Ağır ve temkinli hareket etmek Allah’dandır Umûmiyetle aceleye sebep, dünyâlık toplama hırsıdır Kanâat sâhibi ol
Kanâat bitmeyen bir hazînedir"

Gaflet hakkında:

"Allah’dan hakkıyla hayâ ediniz Gaflette olmayınız Zamânınız, zâyi olup gidiyor Hâlbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binâları kurmakla meşgûl oluyorsunuz Bütün bunlar size, Rabbinizin huzûrunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor Hâlbuki Allah’ı anmak, âriflerin kalblerinde yerleşir Onların kalblerini kuşatır Onlara, Allah’ı hatırlamaya mâni olan her şeyi
unutturur"

Allah için yapılmayan işler hakkında:

"Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hâli nasıl? Cemâat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken,
yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allah'ın rızâsını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allah’dan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin,
âdî ve bayağı niyetlerin için tövbe et İnsanlara gösteriş için, onların rızâlarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allah'ın kabûl etmesini
istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak Sevincini ve neşeni biraz azalt Biraz hüzünlü ol Çünkü sen, hüzün
evinde ve dünyâ hapishânesindesin Rasûlullah dâimâ tefekkür ederdi Sevinçleri az, hüzünleri çoktu Az gülerdi Sâdece başkasının kalbini
ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı"

Allah'ın sevgisinde samîmiyetin nasıl belli olduğu hususunda:

"Kulun Allah’ı sevmesinde samîmi olup olmadığı, başına belâ ve musîbet geldiği zaman ortaya çıkar Bela ve musîbet geldiğinde sabır ve sükûn hâlini
muhâfaza edebiliyorsa, o gerçekten Allah’ı seviyor demektir Musîbet ve fakirlik zamânında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alâmet yapıldı
Birisi Rasulullah efendimize;"Ben seni seviyorum" deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla" buyurdu Bir başkası gelip Rasulullah efendimize; "Ben Allah’ı seviyorum" deyince; "Belâ için elbise hazırla" buyurdu"

Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dâir:

"Halinizden şikâyette bulunmayın Sabredin, feryad etmeyin Doğruluk üzere devâm edin İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin İçinde bulunduğunuz istenmeyen hâllerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin Dâimâ ümitli olun Birbirinize düşman değil, kardeş olun Birbirinize buğz etmeyin Allah’a, rızâsı için yapılan sabırlar ve tahammüller, aslâ karşılıksız kalmaz Onun için bir ân olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükâfâtını görürsünüz Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhûr olan, bu lakabı, bir ânlık cesâreti netîcesinde kazanmıştır Allah Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle berâberdir" buyuruyor (Bakara sûresi: 2:153)

Hayâtı fırsat bilmeye dâir:

"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyâdan ayrılacaksınız Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganîmet biliniz Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkân varken bunu fırsat biliniz Tövbe ediniz Duâ etmeye imkânınız varken, duâ ediniz Sâlih kimselerle berâber olmayı fırsat biliniz"

Kabir ziyâretine dâir:

"Kabirleri ziyâret ediniz Sâlih kimseleri de ziyâret ediniz Hayırlı işler yapınız Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir" Günahlardan sakınmak husûsunda:
"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür Rasulullah efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar
Münafık ise, günâhını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür" buyurdu"

Eserlerinden bâzıları şunlardır :

1) El-Gunye li-Tâlibî Tarîk-ıl Hak: Îmân, ibâdet ve ahlâkî konuları ihtivâ eder
2) El-Fethurrabbânî vel-Feyz-ur-Rahmânî: Vâzlarından meydana gelir
3) Fütûh-ul-Gayb: Bu eser vâzlarından ve oğlu Abdurrezzak'a vasiyetinden meydana gelir
4) El- Fuyûzâtu'r-Rabbâniyye fî Evrâd-il-Kâdiriyye: Duâ ve virdlerden meydana gelir
5) Mektûbat: On beş mektuptan meydana gelir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.