Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bahtiyar, kâkî, kutbüddîni

Kutbüddîn-İ Bahtiyâr Kâkî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kutbüddîn-İ Bahtiyâr Kâkî




KUTBÜDDÎN-İ BAHTİYÂR KÂKÎ

Hindistan'da yetişen büyük velîlerden Asıl ismi, Bahtiyâr el-Ûşî Dehlevî, babasınınki Mûsâ'dır Lakabı Kutbüddîn'dir Ayrıca Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-İslâm, Melik-ül-meşâyih, Sultân-üt-tarîkat, Bürhân-ül-hakîkat, Reîs-üs-sâlikîn, İmâm-ül-âmilîn, Sirâc-ül-evliyâ ve Tâc-ül-asfiyâ diye de tanınır Nesebi hazret-i Ali'ye dayanmakta olup seyyiddir

1173 (H569) senesinde, Mâverâünnehir'de Ûş veya Avaş denilen kasabada doğdu 1235 (H633) senesinde Hindistan'da Dehlî'de vefât etti Kabri orada olup, en tanınmış ziyâret yerlerindendir Kâbrini ziyâret edenler, mübârek rûhundan feyz almakta, nûr saçılan kabrinden istifâde etmektedirler

Hâce Kutbüddîn hazretleri daha bir buçuk yaşındayken, babası SeyyidKemâleddîn Mûsâ vefât etti Bu sebeble Hâce hazretlerinin ihtimâm ile yetişmesini, sâliha ve takvâ sâhibi bir hanım olan annesi sağladı İlim tahsîline beş yaşında başlayan Hâce hazretleri, ilk olarak Mevlânâ Ebû Hâfız'dan okudu On yedi yaşındayken bir vesîle ile bulundukları şehri ziyâret eden Hâce Muînüddîn Hasan Çeştî hazretlerini gördü Bu büyük velînin talebesi olmak arzusu birden bire kendisinde şiddetlenince, talebeliğe kabûlü için yalvardı Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri kalb gözüyle bu genç tâlibin, ilim öğrenmek arzusunun ve velîlik yolunda yükselmek istidâdının pek fazla olduğunu görerek, onu talebeliğe kabûl etti O büyük velînin sohbeti bereketiyle, velîlik yolunda üstün derecelere, yüksek makamlara kavuştu

Bir ara Bağdât'a geldi Burada Ebü'l-Leys-i Semerkandî Câmiinde, zamânının büyük velîlerinden Şihâbüddîn-i Sühreverdî, Abdullah-i Kirmânî, Burhâneddîn-i Çeştî, Muhammed İsfehânî ve başka zâtların sohbetlerinde bulundu İlimde ve velâyet yolunda çok yüksek mertebeye geldi İlmini arttırmak için nice sıkıntılara katlanarak çok yerlere gitti Irak, İran, Afganistan ve başka yerlerdeki birçok âlim ile görüşüp, onların sohbetlerinde bulundu Kendisi de bu yolda birçok velî yetiştirdi Bunlar içinde en meşhûrları; büyük velî Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker (Şeker Genç), Bedreddîn-i Gaznevî, Bürhâneddîn-i Belhî, Ziyâüddîn-i Rûmî, SultanŞemsüddîn Altamış ve KâdıHamîdüddîn-i Nâgûrî'dir

Kutbüddîn-i Bahtiyâr, seyâhatlerinden birinde, Şeyh Behâüddîn Zekeriyyâ Sühreverdî tarafından dâvet edildiği Mültan şehrini ziyâret etti Şeyh Behâüddîn, o zamanda Hindistan'da büyük bir şöhrete sâhipti Hâce Kutbüddîn'in Mültan'daki ikâmeti sırasında, Moğollar Hindistan'a saldırıp Mültan'ı muhâsara etmişlerdi Kabaça Bey adındaki Mültan vâlisi, Moğolların hücûmlarının savuşturulması için mânevî yardımda bulunmasını Kutbüddîn-i Bahtiyâr'dan istirhâm etmişti O da, düşmanın püskürtülmesi için Allahü teâlâya yalvardı Duâlarının kabûlü neticesinde düşman kuşatmayı kaldırıp çekildi

Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr, Ecmir beldesinde talebelere ilim öğreten doğru yolu gösteren hocası Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin ayrılığına tahammül edemeyip, bir zaman Ecmir'e gitmek üzere yola çıktı Giderken yolu Dehlî'ye uğradı Buranın emîrî, Sultan Şemseddîn Altamış kendisine çok alâka gösterdi Orada kaldığı birkaç gün içinde, kendisine olan hürmeti, muhabbet ve bağlılığı her gün bir kat daha artıyordu Ayrılmasını hiç istemiyordu Fakat Hâce hazretlerinin de, hocasının ayrılığına tahammülü kalmamıştı O bakımdanEcmîr'e gitti Ecmir'den dönüşte, tekrar Dehlî'ye uğradı Dehlî'nin hemen yakınında bulunan ve Kelû Kherî denilen yerde yerleşti Sultan, her ne kadar onun Dehlî'de kalmasını arzu ettiyse de, o Dehlî'nin dışındaki bu yere yerleşmeyi tercih etti Sultânın, ona olan muhabbet ve bağlılığı pek fazlaydı Feyz ve bereketlerinden istifâde etmek maksadıyla, haftada iki defâ hizmetine gelirdi Sonradan Sultan, Hâce Kutbüddîn'in devamlı ve en sâdık talebelerinden oldu Bu makamdayken de, tekrar hocasının Dehlî'ye yerleşmesini, orada kendisiyle birlikte kalmasını istedi Çünkü kendisine daha çok hizmet edebilmek ve sohbetlerinde daha çok bulunabilmek arzusu çok fazlaydı Hem hocasıDehlî'de bulunursa, yanına gidip gelmek için harcayacağı zamanı devlet işlerine ayırabilirdi Hâce Kutbüddîn, bu arzuyu şimdilik yerine getiremeyeceğini bildirdi

Hâce hazretleri burada kaldığı zaman içinde, bir taraftan sohbetine koşanları yetiştiriyor, bir taraftan da sultâna yol gösteriyor, doğru yolda yürümesini ve ahâlisine nasıl muâmele etmesi icâb ettiğini öğretiyordu Sultan da bu nasîhatlere uyarak, bildirilenleri seve seve yerine getiriyordu Bu sırada Dehlî'de Şeyhülislâm olan Nûreddîn-i Gaznevî'nin vefâtı üzerine, Sultan, Hâce Kutbüddîn'in bu vazifeyi almasını teklif etti ise de kabûl etmedi Bunun üzerine, Şeyhülislâmlık makâmına Necmeddîn-i Sugrâ isimli bir zât getirildi Bu kimse, bu yolun büyüklerinden Hâce Osman Hârûnî'nin talebesi olmakla berâber, bu makâma gelince, Sultânın ve diğer insanların, Hâce Kutbüddîn hazretlerine çok alâka gösterdiklerini çekemedi, kıskandı Ne pahasına olursa olsun, onu Dehlî'den uzaklaştırmaya karar verdi Necmeddîn-i Sugrâ isimli bu kimse, insanların teveccühüne, makam sevgisine ve benlik duygusuna kapılmakla, Allahü teâlânın bir velî kuluna karşı olmak gibi çok büyük bir felâkete düşmüştü Bir fırsat bulup Hâce'ye iftirâ etmenin yollarını arıyordu

Hâce Kutbüddîn hazretleri, yanında Sultan Şemseddîn Altamid ile berâber bir gün öğle üzeri geziyorlardı Sultânın mâiyeti de kendilerini tâkib ediyordu Âniden ağlayan, feryâd eden bir kadın ortaya çıktı Bu kadın Sultâna yaklaşarak, çok zor durumda bulunduğunu, kendisine yardımcı olmasını, nikâhlarını kıymasını, istiyordu Sultan, perişan vaziyetteki bu kadına kiminle nikâhlanmak istediğini sorunca, kadın; (Hâce hazretlerini göstererek) "Yanınızda yürüyen bu kimse ile bizi nikâhlamanızı istiyorum Zîrâ gayr-i meşrû bir şekilde ondan hâmile kaldım" dedi Orada bulunanların hepsi, Hâce Kutbüddîn'in böyle bir fiili işlemiş olabileceğine ihtimâl vermiyorlardı Bunun için, HâceKutbüddîn hazretleri dâhil, orada bulunan herkes hayretler içerisinde kaldılar Hâce Kutbüddîn, hayâtında ilk defâ karşılaştığı böyle bir hâl karşısında ne yapacağını şaşırdı Yönünü, hocasının bulunduğu Ecmîr beldesine çevirerek, karşılaştığı bu çirkin iftirâ ve çok zor durum karşısında kendisine yardımcı olması için bütün kalbi ile hocası Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinden yardım istedi Bulundukları belde ile hocasının bulunduğu Ecmîr beldesinin arasındaki mesafe 258 km idi O anda, orada bulunan herkes HâceMuînüddîn'in kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördüler Zâten şaşırmış vaziyette bulunan Sultan ve berâberindekilerin şaşkınlıkları, Muînüddîn hazretlerini görünce daha çok arttı Hemen koşup karşıladılar Muînüddîn-i Çeştî, orada bulunanlarla müsâfeha ettikten sonra, Hâce Kutbüddîn'e dönerek; "Bizden niçin yardım istemiştin?" buyurdu O ise, bu hâdisenin tesiri ile bir şey konuşamıyor, sâdece gözlerinden yaşlar akıyordu Kalb gözü ile bu hâdiseyi zâten bilmekte olan Muînüddîn hazretleri, orada bulunan iftirâcı, ahlâksız kadına döndü "Ey bu kadının rahminde saklı bulunan çocuk! Annen olacak bu kadın, senin babanın bu Kutbüddîn olduğunu iddiâ ediyor Şimdi sen konuş ve doğruyu söyle!" buyurdu Allahü teâlânın izniyle, o fâhişe kadının rahminde bulunan çocuk orada bulunanların hepsinin duyabileceği bir ses ile konuşmaya başladı ve dedi ki: "Annem olacak bu kadının sözleri, kahredici bir yalandır, iftirâdır Bu kadın edebsizin, fâhişenin biridir HâceKutbüddîn'e düşman olanlar, onu kıskananlar, kendisini halkın gözünden aşağılamak için bu iftirâyı hazırladılar Zâten fâhişe olan ve falan kimseden hâmile kalan bu kadını kullandılar" Ana rahmindeki çocuğun bu sözlerini orada bulunanların hepsi duydular ve çok hayret ettiler Kadın bu hâl karşısında, Sultânın ve orada bulunan diğer zâtların huzûrunda suçunu îtirâf etmek mecburiyetinde kaldıHakîkat de anlaşıldı

Hâce Kutbüddîn; Dehlî'den, Ecmîr'de bulunan hocası HâceMuînüddîn'e, ayrılık ateşine dayanamadığını, huzûruna varıp elini öpmek, mübârek huzûrları ile şereflenmek için müsâade istediğini bildiren bir mektup yazdı Talebesini çok seven Hace Muînüddîn de, o günlerde Dehlî'ye doğru yola çıkmıştı Onun geldiğini haber alan Sultan ve ahâli, kendisini karşılamak ve evlerine buyur etmek için şehrin dışına kadar çıktılar Necmeddîn-i Sugrâ ise, HâceMuînüddîn'in gelişi ile hiç alâkadar olmamıştı Buna rağmen Hâce Muînüddîn, şehre geldikten sonra, Necmeddîn-i Sugrâ'yı evinde ziyâret ettiSohbet esnâsında, Necmeddîn, kendisinin Şeyhülislâmlık makâmında bulunduğu hâlde, herkesin Hâce Kutbüddîn'e rağbet ettiğinden, kendisinin îtibârının kalmadığından yakınarak bâzı şeyler söyledi Hâce Muînüddîn bu kimsenin hâline ve mânâsız düşmanlığına üzülerek, tatsızlığın ortadan kaldırılması için, talebesi Kutbüddîn'in Dehlî'den ayrılarak kendisiyle berâber Ecmîr'e gelmesini emretti Bunu haber alan Sultan ve ahâli şaşkına döndüler Çok üzüldüler Nihâyet, Hâce Kutbüddîn hocası ile berâber Ecmîr'e gitmek üzere yola çıktı Fakat Sultan ve ahâli, Hâce Kutbüddîn'i çok sevdiklerinden bu ayrılığı bir türlü kabûl edemiyorlardı Hepsi yollara döküldüler Feryâd ü figân ediyorlar, ağlâyıp sızlayarak Hâce Muînüddîn'e, Hâce Kutbüddîn'i götürmemesini,Dehlî'de bırakmasını isteyerek yalvarıyorlardı Hâce Muînüddîn de ahâlinin Kutbüddîn-iBahtiyâr'a olan muhabbetini anlayarak ve ısrârlarına dayanamayarak, HâceKutbüddîn'e burada kalabileceğini söyledi ve; "Seni buradan alıp götürmekle, bu kadar çok insanın üzülmelerini, gönüllerinin yaralanmasını istemiyorum Onları kendime tercih ediyorum Kendim, senin ayrılığına tahammül etmeye çalışacağım Sen burada kal! İnsanlara Muhammed aleyhisselâmın doğru yolunu anlatarak, onların ebedî felâkete gitmelerine mâni ol! Allahü teâlâ yardımcın olsun" buyurduHer ikisi de göz yaşları içinde ayrıldılar Biraz önce ayrılık gözyaşları döken Sultan ve ahâli, şimdi sevinçlerinden ağlıyorlardı Bu hâdise, onların Kutbüddîn hazretlerini daha çok sevmelerine, kendisine daha çok bağlanmalarına vesîle oldu

Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, vefâtından kırk gün evvel, Dehlî'de bulunan Hâce Kutbüddîn'in âcilen Ecmîr'e gelmesini istedi Bu haber Hâce Kutbüddîn'e ulaşır ulaşmaz hemen yola çıktı Ecmîr'e geldi Bir gün Hâce Muînüddîn talebelerine; "Ey dervişler! Biliniz ki ben, birkaç gün sonra bu dünyâdan ayrılırım" buyurdu Bu söz, talebelerin ve kendisini tanıyıp sevenlerin üzerine bir üzüntü bulutu olarak çöküverdi Yanında bulunan ve yazıcılık hizmetini gören Ali Sencerî'ye, Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî'nin Dehli'de bulunmasını, oraya gitmesini emreden bir ferman yazdırdı "Onu, vekîl tâyin ettim Bizim Çeştî hâcegânının (Çeştîyye yolu büyüklerinin) mukaddes emânetlerini, bunlara mahsus bâzı eşyâyı ona verdim" buyurdu ve Hâce Kutbüddîn'e hitâben; "Senin yerin Dehlî'dir" buyurdu



Alıntı Yaparak Cevapla

Kutbüddîn-İ Bahtiyâr Kâkî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kutbüddîn-İ Bahtiyâr Kâkî




Hâce Kutbüddîn hazretleri bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Dehlî'ye gitmek üzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman, hocamın huzûruna çıktım Külâhını başıma koydu Mübârek elleriyle sarığı sardı Sonra, hocası Osman Hârûnî'nin âsasını, kendi okuduğu Kur'ân-ı kerîmi, seccâdesini, nalınlarını verdi ve sonra: "Bunlar, bana hocam Hâce Osman Hârûnî tarafından emânet edilen ve Çeştiyye büyüklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emânetleridir Şimdi bunları sana veriyorum Bunlara lâyık olduğunu, senden önce bu emânetleri taşıyanların yaptıkları gibi güzel hizmet ederek isbât etmelisin Eğer bunlara lâyık olmazsan, ben, bu emânetleri lâyık olmayan birine teslim ettiğim için, kıyâmet günü Allahü teâlânın, Resûlullah'ın ve bu emâneti bizlere ulaştıran mübârek büyüklerimizin huzûrunda mahcûb olurum" buyurdu Bundan sonra, Hâce Kutbüddîn bu nîmetlere şükür olarak ve çok mesûliyyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi için Allahü telâya niyâz ile iki rekat namaz kılıp, gözyaşları içinde duâ etti Sonra Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, bu kıymetli halîfesinin (vekîlinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan bütün ilim ve hâlleri sana vererek, kendimin bulunduğu mertebeye seni yükselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allahü teâlâya emânet ediyorum dedi

Biliniz ki, şu dört şey tasavvufun esaslarındandır: 1) Bu yolda yürümek arzusunda bulunan bir velî, aç ve fakîr olsa da, hâlinden şikâyetçi olmamalı, dışarıdan, tok ve hâli, vakti yerinde görünmelidir 2) Fakirleri, maddî ve mânevî doyurmalıdır 3) Allahü teâlânın ihsân ettiğini nîmetlere şükredemediği, O'na lâyık ibâdet yapamadığı, âkıbetinin nasıl olacağını bilemediği için kendi içinden dâimâ üzgün bir halde bulunmalı, fakat başkalarını üzmemek, asık suratlı imiş gibi görünmemek, onların da rızâlarını, sevgilerini kazanabilmek için dışarıdan çok neşeli, mesûd ve memnun görünmelidir 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli, insanlara karşı lüzumlu nâziklik ve sevgiyi her zaman göstermelidir"

Bundan sonra Hâce Kutbüddîn hazretleri, öpmek için hocasının ayaklarına eğildiHocası müsâade etmeyip, hemen onu kaldırdı Muhabbetle sarıldılar Hâce Muînüddîn hazretlerinin talebelerine bir tavsiyesi de; "Büyüklerimizin bildirdiği saâdet yolundan ayrılmayınız! Bu mübârek vazifede cesûr bir er olduğunuzu isbât ediniz, gösteriniz!" şeklindeydi Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirlerine sarıldılar ve gözyaşları içinde ayrıldılar Hâce Kutbüddîn, Dehlî'ye geldikten yirmi gün sonra da, Hâce Muînüddîn-i Çeştî âhirete intikâl etti

Dehlî'de SultanŞemseddîn, Hâce Kutbüddîn hazretlerine fevkalâde bağlı, önde gelen talebelerinden idi Hâce hazretleri sözünü dinleyen herkese yaptığı gibi, sultan olan bu talebesine de, dinleyenlerin dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşacakları çok kıymetli nasîhat ve tavsiyelerde bulunmuştu Ona, hazret-i Ömer gibi ve Ömer bin Abdülazîz gibi bir sultan olmasını, âdil olmakta, mazlûmun hakkını korumakta, insanların ihtiyaçlarını gidermekte, onlar gibi olmaya gayret etmesini, geceleri uyanık kalmasını, ibâdet ve tâatle meşgûl olmasını, uyku bastıracak olursa, abdestini tâzelemek sûretiyle bunu gidermesini, böylece namaz kılmaya, ibâdet ve tâat yapmaya devâm etmesini söyledi Gece, hizmetçileri dâhil hiç kimseyi uyandırmamasını, rahatsız etmemesini bildirdi Gece karanlık bastırdığında, tebdîl-i kıyâfet ederek, tanınmamak için, fakirlerin giydiği bir elbise giyerek şehri dolaşmasını, fakirlerin ve ihtiyaç sâhiplerinin kapılarını çalarak onlara gizlice yardımda bulunmasını tenbih ederdi Câmilerin devamlı kontrol edilerek, rahatça ibâdet edilmesine mâni olan bir şeyin bulunmamasını, varsa derhal yok edilerek, müslümanların gâyet rahat ibâdet edebilmelerinin temin edilmesini sultâna emrederdi Gündüz olduğunda, sarayın, bütün sıkıntıların çaresine bakıldığı bir yer olmasını, geceyi aç geçirmiş olanların aranıp bulunmasını, saraya çağrılarak yardım edilmesini tavsiye ederdi Nerede, kime bir sıkıntı veriliyorsa, sıkıntıyı verenin sarayın adamlarından biri bile olsa derhal cezâlandırılmasını, ahâliden dinli dinsiz hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasını emrederdi Hattâ bu gibi hâllerin derhal tesbit edilebilmesi için sarayın çatısında bir kulübe bile yapılmıştıAllahü teâlânın huzûrunda ağırlığını taşıyamayacağı mesûliyetlerin, işitmeye tahammül edemeyeceği, izâh etmeye imkân bulamayacağı, şikâyetlerin ortaya çıkabileceği kıyâmet gününden çok korkmasını emrederdi Sultan hazret-i Hâce'nin nasîhatlerinden, sohbetlerinden, feyiz ve bereketlerinden çok istifâde edip, bu yolda çok ilerlemiş idi Ahâlisinden hiçbir kimseye zulüm ve haksızlık edilmezdi Sultan bir gün Hâce Kutbüddîn hazretlerinin yanına geldi Eteklerini tuttu Hâce hazretleri ona bakıp, aklından geçenleri söylemesini istedi Sultan şöyle anlattı: "Allahü teâlâ bana bir saltanat ihsân eyledi Elbetteki kıyâmet günü bana bu ağır yükün hesâbını soracak O zor günde sizin beni terk etmemeniz için yalvarıyorum" O da bunu kabûl etti

Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr hazretleri, devamlı ibâdet eder, bir ân Allahü teâlâdan gâfil olmazdı Devamlı namaz kılardı Her gece, Resûlullah efendimize üç bin salevât-ı şerîfe okurdu Zamânın sultânı dâhil, birçok kimse, kendisine her türlü maddî imkânı sağlamak için sâdece bir işâretini bekledikleri hâlde, Hâce hazretleri fakirlik içinde yaşamayı tercih ederdi Bir şey veren olursa, onunla iktifâ ederlerdi Zor durumda kalınca, hanımı, komşuları olan bakkalın hanımından borç ister, bununla yiyecek birşeyler alırdı

Bir gün bakkalın hanımı, Hâce hazretlerinin hanımına; "Eğer ben sana borç vermeyecek olsam, sen ve evinizde bulunanlar açlıktan ölürsünüz" diyerek övündü Başka bâzı kadınlardan da buna benzer sözler işiten mübârek hâtun dayanamayıp, durumu Hâce hazretlerine arz etti O da üzüldü Kendi hâllerine değil, insanların dünyâlık için bir müslüman kardeşini nasıl üzebildiğine ve olmadık sözleri nasıl söyleyebildiklerine üzülüyordu Hanımına, başkalarından birşey istememesini, yiyecek bir şeye ihtiyâcı olunca, (odanın bir köşesini işâret ederek) Besmele-i şerîfe söyleyerek oraya gitmesini, orada ihtiyâcı kadar (elma, armut kurusu) bulacağını, onu alarak açlıklarını gidermelerini emretti Hanımı; "Peki efendim" diyerek bildirilen şekilde yaptı Kendisini komşu kadınlarına mahcûb olmaktan kurtardığı için Allahü teâlâya şükrediyor, buna sebeb olan efendisine de çok teşekkür ediyordu Hâce hazretlerinin isminde bulunan "kakî" ilâvesi, bu hâdiseye nisbetle söylenmiştir

Hâce Kutbüddîn, çok cömert ve eli açık bir zâttı Kendisini tanıyan ve seven varlıklı kimseler tarafından dergâhına gönderilen yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaç maddelerini, ihtiyâcı olanlara dağıtırdı Kendisi bol bol kullanmak imkânına sâhib olduğu hâlde, sıkıntı ve fakirlik içinde yaşamayı sever, başkalarını kendisine tercih ederdi Gelenlere ikrâm ve ihsânda bulunmaya o kadar ehemmiyet verirdi ki, mutfakta hiçbir şey bulunmadığı zamanlar, ziyârete gelenlere hiç olmazsa su dağıtılmasını hizmetçilere emrederdi İsteseydi fevkalâde bolluk ve gösteriş ile yaşardı Fakat böyle fakir olmak, kendisine daha çok sevimliydi ve bu sıkıntılara sabretmek, mânevî nîmetlerin gelmesine, bu yolda yükselmeye vesîle oluyordu Hâce hazretleri de fakr (yokluk) ve sıkıntı yolunu tercih ediyor, diğer taraftan mânevî olarak daha çok şeyler kazanıyordu Kanâat ediyor, hâlinden aslâ şikâyetçi olmuyordu

Hâce Kutbüddîn, bütün güzel huyları kendisinde toplamıştı Allahü teâlânın takdîrine teslim olmakta ve sabırlı olmakta da son dereceydi Birgün kendisi bulunmadığı bir sırada, küçük çocuğu vefât etti Cenâzesi defnedildikten sonra geldiHanımı, evlâd acısıyla ağlayıp, sızlanıyordu HâceKutbüddîn bunun sebebini sordu Küçük çocuğunun vefât ettiğini bildirdiler "İnnâ lillâh" okudu ve; "Hepimiz, Allahü teâlâın irâdesine, rızâsına, râzı ve teslim olmalıyız" diyerek hanımını teselli etti

Hâce Kutbüddîn, ömrünün son yirmi yılında hiç uyumadı Hattâ dinlenmek için bile sırtını bir yere dayamamıştı "Birazcık uyuklayacak olsam, kendimi hasta ve rahatsız hissederim" buyururdu Her zaman derin murâkabede, yâni nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamak hâlinde bulunurdu O kadar ki, biri onu görmeye veya bir şey sormaya gelse, bir müddet sonra ve güçlükle kendine gelebilirdi Bu hâl, namazların hâricinde devamlı olurdu Hâce Kutbüddîn, odasında, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin aşkı ve muhabbeti ile yanmış olarak, kırık kalb ile, dili bağlı, hiçbir şey söylemeyerek ve iç çekip ağlayarak dururdu Kendisini görmek arzusuyla yanan âşıkları ise, dışarıda toplandıkları zaman, dışarı çıkar, bir mikdâr sohbet eder, Allah korkusunu ve O'na hakîkî kul olmayı, Muhammed aleyhisselâma tam tâbi olmayı, onun yoluna sımsıkı sarılmayı teşvik edici, çok güzel ve tesirli sözler söylerdi Bütün saâdetlerin, rahatlıkların başının, Muhammed aleyhisselâma uymak olduğunu bildirirdi Bir defâsında şöyle anlattı:

Ben, ilk zamanlarda Kur'ân-ı kerîmi ezberlemek için çok gayret etmeme rağmen muvaffak olamazdım ve ezberleyemezdim Bir gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm Ayaklarına kapanıp, Kur'ân-ı kerîmi ezberlemek istediğimi, fakat çok güçlük çektiğimi arz ettim Bana acıyarak başımı kaldırmamı istediler Başımı kaldırdığımda, Yûsuf sûresini tekrâr etmemi emrettiler ve; "Bununla Kur'ân-ı kerîmi ezberlersin" buyurdular Emirlerini yerine getirdim ve Kur'ân-ı kerîmi ezberlemeye muvaffak olabildim Hâce hazretleri, böyle bir mikdar sohbet ettikten sonra, yine odasına girer ve tekrar murâkabeye dalardı Hattâ vefâtı da böyle aşk ve muhabbet ile kendisinden geçmiş bir hâldeyken vukû bulduğu için kendisine Şehîd-i muhabbet (Muhabbet şehidi) denilmiştir

Hâce hazretleri, vefâtından birkaç hafta evvel, bayram namazından dönerken bir yerden geçiyordu Orada durdu ve yanındakilere; "Burada aşkın kokusunu duyuyorum Buradan muhabbet kokusu geliyor" buyurdu Hemen arâzinin sâhibi çağrılarak bu arâzi kendisinden satın alındı Hâce hazretlerinin kabr-i şerîfinin orada hazırlanması için çalışmalara başlandı Vefât ettiğinde oraya defnolundu Daha sonra kabri üzerine mükemmel bir türbe yapıldı

Hâce hazretlerinin söylediği kıymetli şiirlerinin toplanarak kitap hâline getirildiği bir Dîvân'ı vardır Ayrıca, sözlerinden ve sohbetlerinden bir kısmını, talebelerinin en yükseği ve halîfesi Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker hazretleri toplayarak kitap hâline getirip Ferâid-üs-Sâlikîn ismini verdi Bu eserde, tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen bir sâlik için lâzım bâzı hassas noktalar ve başka kıymetli bilgiler bulunmaktadır

BİR KAÇ KURUŞA MI İLTİFÂT EDELİM?

Bir gün, sarayın mâliye işlerinden mesûl olan vezîr İftihârüddîn Aybek gelecek, bâzı köylerin gelirlerini kendilerine tahsis etmek istediklerini, bu gelirleri kendisinin ve talebelerinin ihtiyaçları için sarf edebileceğini, istediği gibi kullanabileceğini bildiren bir ferman hazırladıklarını, bunu lütfen kabûl etmesini ricâ etti Hâce hazretleri, İftihârüddîn'e yanına yaklaşmasını söyledi Yaklaşınca, üzerinde oturmakta olduğu seccadesinin bir köşesini kaldırarak; "Ne görüyorsun? bak bakalım" buyurdu Vezîr, orada büyük bir hazîne nehrinin akmakta olduğunu görerek gözleri kamaştı Hayretler içinde kalmıştı Hâce Kutbuddîn; "Biz buna bile iltifât etmiyorken, sizin birkaç köyünüzün, birkaç kuruşluk gelirine mi iltifât edelim? Onu mu kabûl edelim? Şimdi gidiniz! Bir daha da böyle bir teklif ile dervişlerin huzûruna çıkmayınız!" buyurdu Vezîr mahcûb bir şekilde; "Peki efendim" diyerek ayrıldı

NASİHÂTLARIN ÖZÜ

Kutbüddîn Kâki buyururdu ki: "Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur Bunun için az yemelidir Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibâdette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir Normal ve basit giyinmeli, süsten, gösterişten uzak olmalıdır Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, kendini aşağılamak yolunda silâhlı bir soyguncu gibi olur Az uyumalıdır Değersiz ve kıymetsiz dünyâ işlerine gönül vermek şöyle dursun, bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınmalıdır Böyle dünyâlık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi için kusûr, kabahat ve bu yolda ilerlemeye mâni bilmelidir

Tasavvuf yolunda ilerlerken görülen mânevî hâlleri, garib mânâları, insanların anlayamayacakları şeyleri, aslâ insanların anlayamayacakları şekilde söylememelidir Zîrâ insanların anlayamayacağı bir şeyi söylemek, onların yanlış anlamasına, böyle şeyleri söyleyen zâta düşman olmalarına sebeb olur

Dînin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli olmalıdır Zîrâ bu olmayınca, bu yolda ilerlemek olmaz Bir kimse hem bu yolda ilerlediğini söylüyor, hem de dînimizin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranıyorsa, biliniz ki o kimse yalancıdır Bu yolda bulunanlarda olan hâllerden biri veya birkaçı o kimsede bulunursa, biliniz ki o hâller şeytandandır, onu aldatmaktadır"

1) Siyer-ül-Aktâb; s142
2) Siyer-ül-Evliyâ; s49
3) Siyer-ül-Ârifîn; s48
4) Kâmûs-ul-A'lâm; c5, s3672
5) Ahbâr-ül-Ahyâr; s31
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c9, s92

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.