Tarihsel Gelişim İçerisinde Arap Müziği |
07-09-2010 | #1 |
Şengül Şirin
|
Tarihsel Gelişim İçerisinde Arap MüziğiTarihsel Gelişim İçerisinde Arap Müziği Müslüman Araplar'ın tarihteki büyük imparatorluklardan birini kurmaları, "Arap (Arab)" kelimesinin Arabistan'da yaşayan herkesi nitelendirmek için kulllanılmasına neden olmuştur Araplar, kısaca, Sāmi dilini konuşan, göçebe bir kabileler topluluğundan gelen halk olarak tanımlanabilir Arap Kabîleleri, MÖ yüzyıllarda Suriye ve Mezopotamya'ya akınlar yaparak buralara yerleşmiş; deve kervanları ile ticāret yaparak geçimlerini sağlamışlardır Bu çalışmada daha kapsamlı bir inceleme konusu olan Arap Müziği, Araplar'ın tarihî, toplumsal ve kültürel gelişimi içerisinde, genel olarak ele alınmıştır Arap Kültürü, Tarihi ve Müziği hakkında genel bilgilere yer verilmiştir Bu genel bilgiler, İslâm'dan önce ve sonra olmak üzere iki temel dönem ve bunların içerdiği ara dönemler çerçevesinde verilmeye çalışılmıştır Kısaca; Araplar'ın yaşamları, bulundukları coğrafî konum, İslâm'ın ortaya çıkışı ile değişen hayat görüşleri ve bunun müziklerine etkileri ele alınmıştır
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
"Arap (Arab)" İsminin Kökeni |
07-09-2010 | #2 |
Şengül Şirin
|
"Arap (Arab)" İsminin Kökeni"Arap (Arab)" İsminin Kökeni "Arap (Arab)" isminin nereden geldiği ve kelime olarak kökeni hakkında fazla bir bilgi yoktur Anlamı ve ortaya çıkışı üzerine öne sürülen çeşitli fikirlerden hangisinin tam olarak gerçeği yansıttığı bilinmemektedir Mezopotamya'daki arkeolojik kazılarda çıkan eski tabletlerden ve kitābelerden elde edilen bilgiler ışığında; "Arap" kelimesinin, bu yörede yaşayan "Sāmi" kültüründen geldiği düşünülmektedir Bu kaynaklarda (eski kitābelerde) geçen ve "Arap" isminin kökeni, "çöl ve çıplak ova" anlamına gelen "Urbe" kelimesidir Diğer bir düşünceye göre ise; yine Sāmi dilinde aslı "İrab" olan "Arab" sözcüğü; "ferahlık" veya "hākimiyet" anlamına gelmektedir |
Tarihçe |
07-09-2010 | #3 |
Şengül Şirin
|
TarihçeTarihçe Ancak günümüzde, Arabistan'ın Sāmi kökenli ulusların doğum yeri ve anayurdu olduğu teorisi pek fazla yandaş bulmamaktadır Bu durumda, Araplar kısaca; Sāmi dilini konuşan, geçimini ticāretle sağlayan halk olarak tanımlanabilir Müslüman Araplar'ın tarihteki büyük imparatorlukllardan birini kurması; "Arap" kelimesinin, Arabistan'da (Arap Yarımadası) yaşayan herkesi tanımlamak için kullanılmasına yol açmıştır Sāmi Alfabesinin bulunması, develerin evcilleştirilerek kabîlelerin Arabistan'a göç etmeleri MÖ 2000'lere rastlamaktadır [Araz: 196, 199) Arap Kabîleleri, Suriye ve Mezopotamya'ya akınlar yaparak buralara yerleşmiş; devecilikle geçimlerini sağlamışlardır Asur kaynaklarında, MÖ 853 yılından itibāren zaman zaman saldırıya geçen Arap kral ve kraliçelerinden bahsedilmektedir Araplar'ın gelişimi ve krallıklar kurmaları, daha çok elde ettikleri ticārî kazançlarla açıklanabilir Babil Kralı Nabunaid (MÖ 556-539), "Baharat Yolu"nun geçtiği Kuzey Arabistan'ı alabilmek için, sekiz yılını Tema'da (Teyma) geçirmiştir Kuzeybatıda Kedar (MÖVII ve IVyüzyıllar), yerini daha sonra Nabatiler'e bırakır (MÖ IVyüzyıl - MS IIyüzyıl) [Doğrul 1973: 196) Güneybatıda Sabā, Maan, Kataban ve Hadramut, kabîle aşamasını geride bırakarak siyasî bir birlik kurarlar MÖ Vyüzyılda oluşturdukları yerel alfabe ile (Güney-Arap Alfabesi), yazılı anıtlar dikmeye, yerleştikleri alanı kitābelerle donatmaya başladılar Yahudilik ve Hıristiyanlığın ortaya çıkması nedeniyle buralarda bir çok savaşlar olmuş ve bunlar, Hıristiyan Habeşler'in VIyüzyıl başında ülkeyi istilā etmesi ile son bulmuştur 575'te Persler tarafından yıkılmıştır |
Araplar'ın tarihi |
07-09-2010 | #4 |
Şengül Şirin
|
Araplar'ın tarihiAraplar'ın tarihi Araplar'ın tarihi, İslâm'ın doğuşunun, yayılışının kısaca; İslâm Tarihi'nin ayrılmaz bir parçasıdır Araplar'ın fetihleri, bu noktada 3 ana dönemde incelenebilir: 1 Hz Muhammed Dönemi Fetihleri: Peygamber hayattayken asıl Arabistan'ı egemenlik altına almak amaçlanmıştır 2 Hz Muhammed'in vef'atından sonra yapılan fetihler: Bu dönemde yarımadada yaşayan Araplar, Arabistan'ın kuzeyi ve doğusundaki bölgeleri fethetmeyi amaçladılar Batıya ilerleyip Afraika'ya girdiler Suriye ve Mezopotamya, İran ve Mısır, iki halîfe döneminde; Afrika'nın kuzeyi Üçüncü Halîfe Döneminde fethedildi 3 Emevîler zamanında yapılan fetihler: Bu dönemde, Bizans ve Pers İmparatorlukları'nın yerini alarak, Kuzey Afrika, İspanya, Māverāünnehir, Sind ve Kafkasya'ya kadar Müslüman Devlet sınırları genişlletilmiştir Arap akınları, 717'de İstanbul önünde ve 732'de Poitiers önünde durdurulmuştur Böylece İslāmiyet, Araplar'a ait ulusal bir din kimliğinden çıkarak fethedilen ülkelerin halkları tarafından da benimsenmiştir İslāmiyet ile birlikte giderek bu ülkeler arasında Arapça, (ana dillerinin yanısıra) ortak bir dil hālini almıştır Bütün bu gelişmeler onucunda ise; İslâm Medeniyeti'nin doğmuştur |
Araplar'ın tarihi |
07-09-2010 | #5 |
Şengül Şirin
|
Araplar'ın tarihiAraplar'ın tarihi Emevîler Dönemi ile Abbāsiler Dönemi'nin başında bir bütün olan Arap İmparatorluğu, çok geçmeden parçalanmaya başlamıştır Abbāsiler'in yönetime gelmesinden kısa süre sonra, İspanya'da ayrı bir Emevî Emirliği kurulmuş ve bu, daha sonra Xyüzyılın başında Halîfelik olmuştur IXyüzyılda Mağrib'de bağımsız krallıklar kurulmuştur Yine IXyüzyıl ile Xyüzyıl arasında Mısır Halîfelik ile olan bağlarını gevşetmiş; Fātımîler ise; Xyüzyıl'dan XIIyüzyıla dek olan süre içerisinde burada bir karşı halîfelik kurmuşlardır Bu arada doğuda yarı bağımsız hānedanlıklar ortaya çıkar Selçuklu Türkleri'nin gelişi ile birlikte, Xyüzyıldan beri gerçek bir iktidardan yoksun olan Bağdat Halîfesi yalnızca dînî bir rolle yetinmek durumunda kalmıştır Endülüs Emevî Devleti'nin yıkılmasından sonra Araplar kısa bir dönem kendi başlarına birer devletçik halinde yaşamaya başladılar Türkler'in İslāmiyet'i kabul ettikleri dönemden, Cumhuriyet'in ilānına kadar Arap toprakları, hep Türkler'in egemenliği altında bulunmuştur (XIyüzyıl - XXyüzyıl başı) Osmanlı İmparatorluğu'nun parlak dönemi padişahlarından Yavuz Sultan Selim, Mısır'a yaptığı seferle Arap topraklarını eline geçirmiş ve Mekke ile Medîne'den gelen "Kutsal Emānetler"i İstanbul'a getirirek, "Halîfelik" unvānının Türkler'e geçmesini sağlamıştır Araplar, İlk Halîfeler ve Emevîler Dönemi'nde önemli bir rol sahibi olmuşlardır Abbāsi İmparatorluğu'nun kuruluşuyla, bu rolleri sınırlanmıştır Bunda, Abbāsi Halîfeleri'nin Kureyş asıllı Arap olmalarına rağmen, İran törelerine bağlı kalmaları ve eyalet valilerinin pek Araplar'dan seçilmemesinin payı büyüktür Orduda da Araplar'dan çok Türk ve İranlılar gibi yabancılar görev almaktaydılar Bundan sonra XIXyüzyılın başına kadar sürecek olan bir gerileme dönemine girmişlerdir Bu dönem bir kültürel bir yenilik, devrim (en-Nahda) hareketinin belirdiği XIXyüzyıl başında sona ermiştir XXyüzyılın başında ise; siyasî bir yenilik hareketinin sonucunda Bağımsız Arap Devletleri kurulmuştur Aslında gerçek anlamda katışıksız, saf bir Arap Uygarlığı yoktur Pek çoğu aslen Arap olmamakla birlikte; iyiden iyiye Araplaşmış yazarlar, bilimadamları, hukukçular, tanrıbilimciler, filozof ve sanatçılar tarafından meydana getirilen ve temsil edilen, İslâm'ı kabul etmiş farklı kültürlerin birbirini etkileyerek oluşturduğu bir İslâm Uygarlığı'ndan söz etmek daha doğru olacaktır Bu uygarlık, Araplar'ın Suriye, Mezopotamya, Mısır, İran ve İspanya ile ilişki kurmasından doğmuş ve Ortaçağ'ın büyük bir bölümü boyunca dünyanın en parlak uygarlıklarından biri olarak, Batı Dünyası'nı önemli ölçüde etkilemiştir Arap ülkelerinin siyāsî birliğini sağlamak amacıyla, II Dünya Savaşı sonrası bu ülkeler arasında bir anlaşma imzalanmıştır (1945) Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Suriye ve Yemen, söz konusu anlaşmayı imzalayan ve Arap Birliği içerisinde yer alan ülkelerdir Diğer Arap Devletleri de bağımsızlıklarını kazanmaya başladıkça, bu birliğine katılmışlardır Libya 1953, Sudan 1956, Fas ve Tunus 1958 Kuveyt ve Cezayir 1961, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri 1971 Bahreyn ve Katar 1971 ve en son olan Filistin 1976'da bağımsızlığını ilan edip Arap Birliği'ne katılmıştır |
arap kültürü |
07-09-2010 | #6 |
Şengül Şirin
|
arap kültürüArap kÜltÜrÜ ARAP KÜLTÜRÜ Arap İmparatorluğu zamanında Araplar, egemen oldukları topraklarda önemli bir din ve kültür mirası bırakmışlardır Kuzey Afrika, Mısır, Suriye, Mezopotamya ve Arabistan halkları gibi farklı halkların Müslüman olmaları ve Arapça'yı ortak bir dil olarak kabul etmeleri, bu ülkeler ve Arap kültürü arasında karşılıklı bir etkileşim doğmasına neden olmuştur Araplar'ın İslāmiyet'i yaymak amacıyla çeşitli akınlar yaparak sınırlarını genişletmeleri sonucu; İspanya, Arap-Yunan uygarlığı ile Batı uygarlığının kültür alışverişin yapıldığı yer olmuştur Araplar, Suriye ve İran'ı işgal ettikleri zaman, Yunan düşüncesi ve Hint bilgeliğinin buluşması sonucu zenginleşmiş, ileri bir uygarlıkla temas kurmuşlardır Özellikle; Yunan kültüründen etkilenip gibi , medreseler kurmuşlardır Medreselerde, Din, Tarih, Söz Söyleme Sanatı (Kelam), Matematik, Astronomi ve Müzik eğitimi verilmiştir Bağdat, Kahire ve Kordona şehirleri, en büyük kültür merkezleri olmuştur Arap Alfabesi[3], Latin Alfabesinden sonra, dünyada en çok kullanılan alfabetik yazım sistemidir Kuzey Sāmi Alfabesinin Arāmi koluna bağlıdır Aslında Arapça'nın yazımı için geliştirilmiş, İslâm'ın kabul edilip yayıldığı hemen bütün bölgelerde resmî alfabe olarak benimsenmiştir [AnaBritannica, 1986: 437) Başta Abbāsi Dönemi olmak üzere İslâm aydınları, edebiyatın gelişmesi için zemin hazırlamıştır Araplar'ın en meşhur filozofu İbni Rüşd (1226-1198)'dür Araplar, daha çok şiir ve düşünce alanında çalışmayı tercih etmişlerdir Bağdat'ın parlak devrinde öykü ve masal yazarlarının sayısında bir artış görülür (Örnek: "1001 Gece Masalları") Arap edebiyatında, şiir de çok önemli bir yer tutar Araplar İslâm'ın ortaya çıkışı ve yayılmasından sonra, hukuk sistemini İslâmi öğretilere göre yeniden düzenlemişlerdir Hukuk sisteminde Hz Muhammed'in koyduğu kurallara uyulmuştur |
Arap Müziği |
07-09-2010 | #7 |
Şengül Şirin
|
Arap MüziğiArap Müziği ARAP MÜZİĞİ Arap Müziği'ni İslāmiyet ile birlikte ortaya çıkan büyük inanç ve toplumsal yaşam değişimine uygun olarak incelemek ve bu bağlamda iki ana döneme ayırmak uygun olacaktır: 1İslāmiyet öncesi dönem (MÖ1000-MS622) 2İslāmiyet sonrası dönem (MS622'den günümüze kadar) Tarihsel olayların etkileri göz ardı edilemeyeceğinden; Arap Müziği'ni bu iki ana dönemi de unutmadan kronolojik olarak dört dönemde incelemek en doğrusu olacaktır: 1İslāmiyet öncesi dönem; Cahilliye dönemi (MÖ1000–MS622) 2 İslāmiyet sonrası dönem a Gelişme dönemi (MS 622'den, XIIIyy veya; XVyüzyıla kadar) b Duraklama dönemi (XIIIyy veya XVyy'dan, XIXyüzyıla kadar) c Modern dönem (XIXyy'dan günümüze kadar) |
İslāmiyet Öncesi Dönem: Cahilliye Dönemi (MÖ.1000 – MS.622) |
07-09-2010 | #8 |
Şengül Şirin
|
İslāmiyet Öncesi Dönem: Cahilliye Dönemi (MÖ.1000 – MS.622)İslāmiyet Öncesi Dönem: Cahilliye Dönemi (MÖ1000 – MS622) 1 İslāmiyet Öncesi Dönem: Cahilliye Dönemi (MÖ1000 – MS622) İslamiyet Öncesi Arap Müziği hakkında günümüze çok az bir bilgi ulaşmıştır Arap Yarımadası, Mezopotamya Medeniyeti'nin etkisi altında gelişerek Sāmi Kültürü'nün merkezi konumuna gelmiştir Cahilliye Dönemi'nde Araplar, Arabistan Çölleri'nde göçebe hayatı yaşamaktaydılar Araplar, monoton geçen yaşamlarını renklendirmek ve deve kervanlarını yürütmek amacıyla, basit ezgilerden oluşan şarkılar söylerlerdi Arap Kültürü'nün içinde yer alan toplumların san'at ve edebiyata olan meraklı oldukları görülür Özellikle müzik, sosyal yaşamın önemli bir parçasıdır Başlangıçta vokal (sözlü müzik) müzik gelişmiş ve müziğin icrāsı şiirle yakın bir paralellik içermiştir Bu bakımdan Arap Dünyası'nda şarkıcıya önem verilmiş ve el üstünde tutulmuşlardır Cahilliye Dönemi'nde "Kayne" adı verilen kadın şarkıcılar, sosyal yaşam içerisinde önemli bir yer tutmuşlardır Müzik, "Kâinātın Kabîleleri" olarak bilinen kadın şarkıcılar ile nādiren "Mugannî" adı verilen erkek müzisyenler tarafından icrā edilmiştir Bu dönemde Araplar henüz İslāmiyet'i kabul etmedikleri için, kadınların sosyal yaşamda etkin oldukları ve kadın şarkıcıların müzikte etkin bir rolü olduğu görülür İçkili toplantı ve eğlencelerde kadın şarkıcılar, hem Arap Şarkılarını hem de Arapça söz yazılmış başka toplumlara (milletlere) ait şarkıları seslendirmişlerdir İslāmiyet sonrası dönemde ise; müzik daha çok erkek şarkıcılar tarafından icrā edilmiş ve kadın şarkıcıların önemi azalmıştır İslāmiyet'in kabulünden sonra kadınlar müzik geleneğini, toplum içinde değil aile içerisinde sürdürmüşlerdir En eski vokal müzik formu "Hûda (Allah)"'tır Bu geleneksel form, develerin adımlarından çıkan seslerin oluşturduğu ritmik bir yapıya sahiptir Hayatlarının her bölümünde çöl yaşantısının etkin bir yer tutması, bu formun gelişme nedenidir Yaz-Kış her dāim deve kervanları ile yapılan uzun çöl yolculuklarına şarkıcılar da eşlik ederek; Hû da formundaki ezgileri seslendirmişlerdir Bir devenin adımlarının çıkardığı seslerin oluşumuna "Ritim", bir şiirin ezgiyle söylenmesine ise; "Gınci" adı verilmiştir Cahilliye Dönemi'nde Arap Şarkılarının makamsal yapısı ve besteler çok sādedir Her beyit veya mısrāda bir satırı aşmayan bir müzik cümlesi yer alır Hâttā bazen iki, dört ya da beş nota, sesin genel melodisini oluşturur Cahilliye Dönemi sırasında Araplar, İslām öncesinde Sasani İran'ı olarak bilinen bölge ile Kuzey Hint ve Kuzey Afrika bölgelerinden etkilenmişlerdir VI yüzyılda, Kâbe'nin onarımında çalışan İranlı ustalar ve işçiler aracılığıyla İran Müziği ile tanışmışlardır Tahmin edileceği üzere bu tanışma sadece folklorik düzeyde olmuştur |
İslāmiyet Sonrası Dönem |
07-09-2010 | #9 |
Şengül Şirin
|
İslāmiyet Sonrası Dönemİslāmiyet Sonrası Dönem 2 İslāmiyet Sonrası Dönem a) Gelişme Dönemi (MS622 – XIIIyüzyıl veya; MS622 - XVyüzyıl) Araplar İslāmiyet'in kabulünden sonra, bilim ve edebiyat alanında bir çok gelişme göstermişlerdir İslâm Medeniyeti, İslâm İmparatorluğu çevresinde gelişme göstermiştir VI yüzyılda ortaya çıkan sağlam politik bir güç, sadece Yakın Doğu değil, batıda İspanya ile doğuda Hindistan'a ve Asya'nın ortalarına kadar yayılmıştır Bu çok milletli imparatorluğun oluşumunda başlıca iki kültürel unsur birleştirici bir rol oynamıştır Bunlar: Din (İslâm) ve Lisan (Arapça)dır İslâm Kültürü oluşumu ve yayılmasında Araplar'ın yanı sıra İranlılar, Türkler ve Bizanslılar'ın da katkısı olmuştur Arap Müzik Geleneği, İslāmiyet'in ilk dönemlerinde büyük bir gelişme göstermeye başlar Bunda İslāmiyet'in doğuşu ve kabulünün etkin bir rol oynar Müzik diğer milletlerden gelen kültürel unsurlarla zenginleşir Yakın Doğu'daki sanatsal (klasik) müziğin temelleri bu soydan gelen İslām İmparatorluğu Sarayı'nda ilerleme göstermiştir Dolayısıyla söz konusu gelişme dinsel kaynaklıdır İslāmiyet'in yayılmasıyla beraber o dönemde yapılan ve icrā edilen müziğe, karşıt bir tutum da oluşmuştur Bunun en büyük nedeni, müziğin şiirle olan ilişkisidir Çünkü o dönemlerde altın çağını yaşayan şiir, İslāmiyet öncesinin en önemli kültür özelliğiydi Bu sebeple İslâm'ın ilk yıllarında müzisyenler, yenilikçi olarak tasvir edilmişlerdir Arap Müziği bu dönemde, özellikle İran'ın etkisiyle, eski sādeliğinden uzaklaşarak; keskin, kuvvetli bir nitelik kazanmaya başlar İlk Arap Devleti olan Emevîler zamanında Şam ve Bağdat, sanat, kültür ve bilimin merkezi hāline gelmiştir Sanatsal (klasik) müzik anlayışı, Emevî Halifeliği zamanında (661-750) gelişmeye başlar Emevî Sarayı bir müzik merkezi olur ve burada müzik, farklı kültürlerin de etkisiyle zenginleşir Kadınlardan oluşan "Gaynacılar" tarafından icrā edilen eğlence müziği, "Mugannî" adı verilen erkekler tarafından icrā edilmeye başlar Kadınların sanatsal alanda ünlü ve başarılı olmaları, İslâmî ahlâka ters düştüğünden, kadın müzik grupları yerini erkeklere bırakmıştır Zamanın en önemli müzisyenleri İbn-i Misah, İbn-i Süradi ve Ma'bad'dır Bu müzisyenler İran'a giderek yeni melodiler ve müzik bilgileri öğrenmişlerdir O dönemde, İran Müziği'nin daha popüler olması nedeniyle, Arap Müziği'nde de İran etkileri kendini göstermiştir Bu dönemin Arap Müziği Abbāsi Hānedanlığı (750-1258) zamanında ortaya çıkmış; Al-Mahdi, Harun Al-Reşid ve Ma'mun'un saraylarında gelişmiştir Bu dönem gelişme dönemidir ve "Altın Çağ" olarak kabul edilir (803) [Ve Müzik s57) Abbāsi döneminin en önemli müzisyenleri eski Arap tarzının temsilcileri olan Zalzal, Yahya el Maki ve İbn-i Hami'dir Bu dönemdeki ritim anlayışları kurallara bağlı, ezgi ise Kur'an okumaya uyarlıdır Arap şiirlerinde olduğu gibi her dize kendine uygun bir melodi bütünlüğünü oluşturmuştur VIIIyüzyıldan itibaren, Kuzey Afrika, İspanya ve Akdeniz ülkelerinden gelen Haçlı orduları da Araplar'ın bilim ve tekniklerinden yararlanmışlardır Aynı dönemde Arap Müziği İspanya'ya kadar yayılmış ve Endülüs, Arap Müziği'nin merkezi durumuna gelmiştir |
Endülüs Müzik Okulu |
07-09-2010 | #10 |
Şengül Şirin
|
Endülüs Müzik OkuluEndülüs Müzik Okulu Endülüs Müzik Okulu: Araplar'ın ilk müzik ekolleri "Endülüs" diye adlandırır ve müzik okulu ikincisi de klasik okul olan Büyük Selçuklu Devleti Dönemi'dir["Ve Müzik", S2/97, s66) Ishak el-Musuli ve İbrahim El-Mehdi, bu dönem Arap Müziği'nin ilk büyük kuramcı ve bestecileridir Bağdat, bu dönemde bir kültür ve sanat merkezi olarak en parlak çağını yaşamıştır Ishak el-Musuli'nin öğrencisi ve Endülüs Müzik Okulu'nu kuran Ziryap (Al İbn Nafaâ) hocasıyla olan bir anlaşmazlık nedeniyle Irak'ı terk etmiş ve Endülüs'ün Kurtuba (Kordoba) şehrine yerleşmiştir Kurtuba'ya vardığında Halîfe Abdurrahman İbn Al-Hakan (822-852) tarafından karşılanmış ve kendisine bütün olanaklar sağlanarak İslâm Ālemi'nin ilk müzik konservatuvarını kurmuştur Tunus'un başkenti Kayruvan'da, Tunus Müziği'ni incelemiş ve sonradan İspanyol Müziğiyle tanışmıştır Endülüs'te bulunduğu dönemlerde doğudan edindiği müzik geleneğini batıya taşımış ve dönemin ünlü bestecilerinden biri olmuştur XIyüzyıldandan itibaren Selçuklu Türkleri'nin Bağdat'daki etkisinin hızla artması sonucu Arap İmparatorluğu zayıflamaya başlamıştır Politik sorunlar müzik ve sanat üzerinde de etkili olmuş; saray müzisyenlerden desteğini çekmiştir 1258'de Moğol istilāsıyla bir sanat ve kültür merkezi olan Bağdat yıkılmış ve müzikal kültür duraklama devrine geçmiştir |
Duraklama Dönemi (XIII.yüzyıl -XIX.yüzyıl veya XV.yüzyıl.-XIX.yüzyıl) |
07-09-2010 | #11 |
Şengül Şirin
|
Duraklama Dönemi (XIII.yüzyıl -XIX.yüzyıl veya XV.yüzyıl.-XIX.yüzyıl)Duraklama Dönemi (XIIIyüzyıl -XIXyüzyıl veya XVyüzyıl-XIXyüzyıl) b) Duraklama Dönemi (XIIIyüzyıl -XIXyüzyıl veya XVyüzyıl-XIXyüzyıl) Bağdat'ın düşmesi ve Abbāsi Halîfeliği'nin sonu, kültürel ve bilimsel alanda bir durgunluğa neden olur Kültürel merkezler daha çok Fas ile Asya'nın merkezine taşınır Böylece Moğollar'ın himāyesindeki Buhara ve Semerkant da birer kültür ve eğitim merkezi haline gelip gelişmeye başlar Hıristiyanlar tarafından tehdit edilmeye başlayınca, İspanya'da yaşayan son Müslümanlar'ın da buradan kovulması ile Endülüs Dönemi'nin "Altın Çağ"ı sona erer Kültürlerini de beraberinde götüren Müslümanlar; Kuzey Afrika, Moroko, Tunus ve Cezayir'e yerleşirler Bu dönem Araplar'ın büyük bir kültürel yıkım yaşadıkları dönemdir Kültürel birikimleri ve dolayısıyla müzikleri çevrelerindeki kültürel yapıdan etkilenmeye başlar ve eskilerin unutulduğu görülür Aynı dönemlerde Türk hākimiyeti yükselmekte,Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları genişlemektedir Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun parlak çağlarında, Yakın Doğu'da Türk Müziği hākim konumdadır İşte bu dönemden XIXyüzyıla kadar olan süre içerisinde, Araplar'ın Türk Müziği öğeleriyle yoğrulduğu görülmektedir |
Modern Dönem (XIX. yüzyıldan günümüze kadar) |
07-09-2010 | #12 |
Şengül Şirin
|
Modern Dönem (XIX. yüzyıldan günümüze kadar)Modern Dönem (XIX yüzyıldan günümüze kadar) c Modern Dönem (XIX yüzyıldan günümüze kadar) Napolyon'un 1789'daki Mısır seferi Yakın Doğu'da karşı konulmaz değişimlere yol açmıştır Avrupa'yla kurulan yeni ilişkiler hayatın bütün alanlarında değişimler getirmiştir Batı kültürünün hızla yayılması, matbaanın gelişmesi, modern üniversitelerin kurulması, Arapların kültürel ve politik görüşlerine yeni bir sayfa açmıştır Uzun süre Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde kalan Araplar, 19yy başlarından itibaren yeni bir gelişim sürecine girmişlerdir Özellikle II Dünya Savaşından sonra Mısır'dan oluşan milliyetçilik akımıyla besteciler Batı müziği ve Arap müziği sentezleriyle yeni bir müzik türü yaratmaya başlamışlardır Ve buna "Modern Dönem Müziği" adı verilmiştir Modern dönem müziği bir ihtiyaçtı Çünkü Gramofonların icadı ve yayılması müzisyenler ile dinleyicisi arasında ilişkiyi farklılaştırdı Teori ve icradaki gelenek daha fark edilir oldu Doğaçlama teknikleri kayıt edilen, daha sonra dinlenip fikir yürütülen icra eksikliği fark edildi Bu eksiklikler müzikolog ve teorisyenler arasındaki tartışmalarına neden olmuştur Kahire'de Arap müziği hakkında 1932 yılında bir kongre organize edilmiştir Bu kongreye Arap ve Avrupa'nın büyük müzik otoriteleri katılmıştır |
İslâm'ın Arap Müziği'ne Etkileri |
07-09-2010 | #13 |
Şengül Şirin
|
İslâm'ın Arap Müziği'ne Etkileriİslâm'ın Arap Müziği'ne Etkileri İslâm'ın Arap Müziği'ne Etkileri İslâm'ın başlangıcından itibâren tegannîye karşı gösterilen direnç sonucu müzik tartışılır bir konu olmaya başlamıştır Bu devrede müziğin Araplar arasında uygulanışı genelde Kur'an tilâveti ile kendini göstermeye başlar İslâm'ın ilk çağında Kur'an, şarkıya benzemeyen, hüzünlü bir tazda, sāde bir elhan (melodi) ile okunmakta idi [M Tayyib Okiç, Kurân-ı Kerîm'in Üslûb ve Kırāatı, s19) Tarihte Kur'an'ı melodi ile ilk defa okuyan kimse, Abdullah İbn-i Ebî Bakra olarak kabul edilmiştir [İbn-i Kuteybe, Kitābu'l Maārif, s180) İslâm'ın ilk yıllarında ve dört halîfe döneminde yalnız Kur'an Kırāati ile sınırlı kalan müzik, Emevî ve Abbāsiler döneminde gittikçe yaygınlaşarak, özellikle eğlence müziği tarzında gelişir Daha sonra müziğin kuramsal olarak incelenmeye başlandığı görülür Arap filozof ve bilim adamlarına ait müziği teorik olarak inceleyen ve anlatan eserler ortaya çıkmaya başlar XIX ve X yüzyıllardan başlayarak kaleme alınmış, bu kuramsal çalışmalarda ses sistemini anlatmak amacıyla harf notasına dayalı bir nota sistemi kullandıkları görülür Bu nota sisteminde, Arap alfabesi kökenli Ebced harfleri kullanılmıştır Söz konusu müzik teorisi çalışmalarının elde mevcut en eski örneği, IX yüzyıldan kalma "Risāle-i fî Hubri Telif'il Elhan" adlı Kindî'ye (790-874) teorik ait bir eserdir Kindî, ses sisteminde yer alan perdeleri gösterebilmek için; Arap alfabesindeki harflerden yararlanmıştır Bunlar daha çok kromatik diziyi göstermek için seçtiği ve Arap Ebced Alfabesinin ilk 12 harfi olan: A, B, C, D, H, V, Z, H, T, Y, K, L'dir Kindî'nin nota sistemi Tabulatur'un harf notasına uyarlanmış bir şeklidir yani her bir harf, parmakların çalgıda üzerindeki poziyonunu (hangi perdeye basılması gerektiğini) gösterir Günümüzde, Araplar'ın IX yüzyılın ortalarından önceleri de enstrümantal müzik için, fonetik bir nota sistemi kullandıkları, akademik çevrelerce kabul edilmektedir Ancak, fonetik nota sistemini yazılı bir müzik parçasını icrā etmek için değil, müzik teorisi uygulamalarında kullanmışlardır |
Arap Müziği Kongresi (Kahire 1932) |
07-09-2010 | #14 |
Şengül Şirin
|
Arap Müziği Kongresi (Kahire 1932)Arap Müziği Kongresi (Kahire 1932) Arap Müziği Kongresi (Kahire 1932) İlk Arap Müziği Kongresi, 1932'de, 28Mart–3Nisan tarihleri arasında, Kāhire'de yapılmıştır Sanatsal konulara ilgi duyan Mısır Kralı I Fuat tarafından düzenlenen kongre, Batı müziğinin dışında tutulmuştur Bu kongrenin toplanma amacı; "Arap Sanatı ve Arap Rönesansı" adı verilen "Nadha" sürecinde yapılan Arap Müziği'ni incelemekti Uluslararası bir nitelik taşıyan kongreye, müzik dünyasından Bella Bartok, Paul Hindemith, Alois Habin ve Henri Rabavd gibi besteciler, Emile Voillermoz ve Erich Moritz von Hornbostel, Robert Lachmann, Curt Sachs ve Egon Welesz gibi müzik eleştirmenleri ve müzikologlar katılmıştır Kongreyi yönetenler Baron Carra de Vaux, papaz Xavier Collangettes, Henry George Farmer ve Elexis Chottin ve kongre başkanı Baron Rodolphe'd Erlenger'dır Kongreye ayrıca Ali al-Khula'i, Safar Ali, Mustafa Rida Bey, Mısır'dan Muhammed Abdul al-Wahap, Türkiye'den Mehmet Rāuf Yektā Bey ve Mesut Cemil Bey'in dāhil olduğu icrācılar dāvet edilmişlerdir Ozan Ahmed Sawgi, Kıptılog Kaghip Mugtah, müzikolog Muhammed Kamil al-Hajjaj,Ahmed al-Dik, Mahmud Ahmed al-Higni, konuşmalara, al-Arabi İbn Sari'nin Cezāyir Grubu, Muhammed al-Qabbanzi'nin Irak grubu Wadia Sabra'nın Lübnan Grubu, Umar Fa'id al-Du'aydi'nin Fas Grubu, Ahmed al-Uburi ve Salim al-Hanafî'nin Suriye Grupları ve Muhammed Ghanni'nin Tunus Grubu gibi müzisyenler ve müzikologlar ise; kongreye katılan diğer kişilerdir Kongre tutanakları 1933'te Arapça, 1934'te Fransızca ve Arapça olarak yayınlanmıştır Tutanaklarda, müzik dizilerinin problemlerine ve sanat biçiminin moderleştirilmesine yer verilmiştir Aynı zamanda d'Erlenger tarafından yazılan "La Musıg ve Arabe"nin (Arap Müziği) 5 ve 6 ciltlerinin Arapça çevirileri de bu söz konusu tutanaklarda bulunmaktadır İlk olarak geçmişten günümüze kadar gelen, geleneksel müziğin gelişiminin incelenmesi hedeflenmiştir Böylelikle var olan sistemin yeni Arap müziğine pratik çözümler kazandırmaktır Alexandre Chalfoun'a (1881-1934) göre; disiplinsiz müzik öğretimi, verimsiz bir uygulamadır ve sadece sözlü uygulamalarla müzik gelişemez Bu düşünceden yola çıkarak 1919'da College de Musique'i (Müzik Koleji) kurmuş ve eğitim öğretim metotlarının gerekliliği ve önemini vurgulamıştır Muhammed Kamil al-Hajjaj (1877-1943) ise; 1924 yılında "Arap Müziği – Geçmiş, Bugün ve Gelecekteki Gelişim" adını verdiği eserinde, Arap Müziği kaynaklarını ve yayılmasını anlatmış ve Arap Müziği'ni, Batı Müziği ile karşılaştırmıştır Modernleşme yolunda savunduğu sistem için ise; Rus Okulu ve Rus Beşleri'ni örnek olarak seçmiştir Yerel renklerin Batılı besteleme teknikleri içerisinde ele alınması gerektiği sonucuna varmıştır Alfred Berner'in, 1937 yılında yayınlanan, "Studien zur Arabıschen Musik (Arap Müziği Öğretimi)" adlı çalışmalarında Arap Sanat Müziği'nin özellikleri betimlenmektedir Bu eserde, daha çok çalgı müziğine dayalı doğaçlamalar ve 1910-1930 arasında Kāhire'de ortaya çıkan (ve Avrupalı olmayan) ticārî kayıtlara ait bir dizi müzik yazısına yer verilmektedir Yazar, Arap Sanat Müziği'nin tüm yabancı etkilerden arınmış olmasının, onun ortaya çıkmasına neden olan şey olduğunu fikrindedir Savunduğu bu modernleşme düşüncesi Araplar açısından farklı bir bakış açısıdır Lübnanlı Wadia Sabra (1876-1952) ise; uyum eksikliği ile, zihnini meşgul eden farklı sistemlere sahip iki dünya için ortak teorik düşünceyi savunmuştur Sabra, 1938'li yıllarda çok karmaşık ve hızlı bir şekilde matematik hesaplarını tamamladıktan sonra tümüyle farklı bir buluşla; Arap ve Batı müziği ile uyum içerisinde olan evrensel bir dizinin teorik varlığını öne sürmüştür 1943 yılında yayınlanan "La Musique Arabe Base de l'art Occidental (Doğu Sanatına Dayalı Arap Müziği)" adını taşıyan çalışmasında, gelişimi ve modernleşmeyi savunmuştur Araplar'ın Altın Çağı'nı yaşadıkları dönemde, klasik eserlerin armonik kuralları hakkında bilgi vererek, konuyla ilgili fikirlerini ortaya koymuştur Bu kongre ile amaçlanan; Arap Müziği'ne ait önemli problemleri tespit ederek ortaya çıkarmak ve üzerinde tartışmak, olası yeni çözümleri gözden geçirmekti Arap Müziği'ni, içinde bulunduğu metotsuzluk ve disiplinsizlikten kaynaklanan olumsuz durumdan kurtarmak; yeniliklerle, eğitim metotları geliştirerek modernleştirerek daha çağdaş ve kalıcı bir hale getirmekti Bu bakımdan 1932 yılı Arap Müziği'nde bir dönüm noktası olmuştur Bu kongre tarihsel süreç içinde oluşan sistemi sözlü ve yazılı bir şekilde ifāde ederek karşımıza çıkarmayı başarmıştır Söz konusu sistem içerisinde çeşitli müzik okulları, akademi ve üniversiteler kurularak Arap geleneksel formları Batı tekniğiyle birleştirilmiştir Bölgesel ve yöresel keşiflerle genişletilmiş, bir bütünlük içindeki Arap Müziği Dünyası bugün, beklenmedik zenginlikleri ortaya çıkmıştır Böylelikle geçmişin müzik değerleri XXyüzyıl Arap Dünyası için yeni modeller oluşturmuşlardır 1932 yılında yapılan bu kongre, Arap Müziği'nde Modern Dönem'in başlangıcı olarak düşünülmekte ve kabul edilmektedir Özellikle Mısır, Arap Müziği genelinde Popülerlik kavramını daha elverişli bir hāle getirerek, halkı bu konuda etkilemiştir Kırsal bölgeyle, kent arasındaki tarzlar da bir bütünlük göstermiştir Arap Dünyasının duayeni Muhammed'Abdu'l-Wahap (1917-1991) bu sistemin öncüsüdür Ardından onu Farid Al-Atlar (1974) izlemiştir Teknolojinin gelişmesi, özellikle de plâk ve radyo, televizyon gibi iletişim araçları aracılığıyla bu kişilerin popülerliği artmıştır Ses sanatından dolayı tüm Arap ülkelerinde tanınan ve yeni icrānın öncüsü olan Ümmü Gülsüm (1904-1975) Şehirci – Halkçı Geleneğin gelişimine büyük katkıda bulunmuştur Ümmü Gülsüm ulusal geleneklerini koruyarak Mısır Müziği'ne katkıda bulunmuştur Bu yeni akım Arap Müzik Hayatında bir hareketlenme başlamıştır Özellikle Kāhire ve İskenderi'ye olmak üzere bir çok Arap şehirlerinde müzik gösterilerinin sahnelenbilmesi için salonlar kurulmaya başlanmıştır Bu salonlarda tiyatrolar, operetler ve dönemin ünlü bestecileri ve şarkıcıları konserler vermiştir Bugün Arap Müziği, Popüler Müziğin vazgeçilmez bir kültürü durumuna gelerek Dünya müziğinde bir yer edinmeye başlamış ve saygın bir konuma ulaşmıştır |
Arap Müziği Formları Cahilliye Dönemi'nden günümüze gelen |
07-09-2010 | #15 |
Şengül Şirin
|
Arap Müziği Formları Cahilliye Dönemi'nden günümüze gelenArap Müziği Formları Cahilliye Dönemi'nden günümüze gelen Arap Müziği Formları Cahilliye Dönemi'nden bu yana, günümüze gelen Arap Müziği formları (alfabetik düzende) şu şekilde sıralanabilir: Amel: Genellikle İranlılar tarafından ve XVIyüzyıl ile XVIIIyüzyıllarda kullanılmış bir Arap Müziği formudur Bu form Matla, Cedvel, Savt'ul-Vasat ve Teşyia adlı bölümlerden oluşur Giriş kısmı olan Matla, Beyt-i Duhul ya da Tarika adını alır Savt-ul Vasat, Meyan görevi yapar ve çift olarak bestelenir İstenildiği takdirde Savt-ul Vasat'ın kullanılmadığı da olur, ancak teşyianın bulunması zorunlıdur Muhammes, Remel veya Hezec gibi kısa usûllerle bestelenirler [Murat Bardakçı, Maragalı Abdülkadir, 1986: 93) Basît: Sakıyl-i Evvel veya Sakıyl-i Sānî usûllarinde bestelenen Arapça bir kıt'adan oluşur Tarika veya Pişrev adını alan, sazla çalınan bir giriş kısmından sonra, Bazgeşt ya da Teşyia denilen bir nakarat ve daha sonra da meyan görevi yapan Savt'ul Vasat kısmı gelir Bazen Savt'ul Vasat'a yer verilmeyebilir Genellikle Edvār-ı Sitte (Altı Devir) şeklinde anılan dizilerden yapılır [Bardakçı 1986: 92) Darbeyn: Aynı anda iki usûl kullanılır ve birinci usûl sağ, ikinci usûl sol elle vurulur Sağ el 24 zamanlı Sakıyl-i Remel'i, sol el ise 16 zamanlı Sakıyl-i Evvel'i vurur Muttehid ve Muhtelif adlarıyla anılan iki çeşit olan darbeynde, aynı anda dört ika' devri de icrā edilebilir [Bardakçı 1986: 93) Gın'a: "Tegannî etmek, şarkı söylemek" demek olan Gın'a, genellikle "Müzik" anlamında da kullanılmaktadır Büyük bir olasılıkla güfteleri halk dilinde olan bir şiir söyleminden gelmektedir Halk şarkılarının makamsal yapısının basitliği nedeniyle genel olarak tek bir makamsal cümle kullanılır Bu cümle, her beyit ve mısrāda tekrar edilir Hevāyî: Bu formu, yalnız erkekler tarafından seslendirilir Bunlara "Merdomzad" da denir Belirli bir kuralı yoktur, istenildiği şekilde icrā edilir [Bardakçı 1986: 94) Kulli'd-durub: Bütün usûllerin ardarda kullanıldığı bir formdur "Tarik" adı verilen bir saz girişi ile onun ardından nakaratı teşkil eden olan Teşyia gelir Eser, tüm ika' devirlerinin peşpeşe kullanılması ve karara gidilirken, tekrar başlangıçtaki devire dönülmesiyle tamamlanır [Bardakçı 1986: 92) Kulli'n-nagam: Bu formun iki biçimde olur: 1) 6 āvāze ve 24 Şûbenin tamamı, bir kıt'a içerisinde kullanılır İstenildiği takdirde Terkîb'lere de yer verilebilir ve böylece eser 91 diziyi birden ihtivā eder 2) Yine bir kıt'a içerisinde, oktavı meydana getiren 17 sesin tamamında dolaşır Ancak bu iş yapılırken Mütenāfir yāni Uyumsuz Ezgiler meydana getirmemeye dikkat edilmesi gerekir [Bardakçı 1986: 93) Kulli'd Durub ve Nagam: Aynı eser içerisinde, hem Kulli'd-durub ve hem de Kulli'n-nagam formlarının birlikte kullanılmasından oluşan bileşik bir formdur [Bardakçı 1986: 92) Longa : Balkan Müzik Kültürü'nden gelen bu müzik formu, Osmanlılar'dan Araplar'a geçmiştir Kolay bir ritimde bestelenmiş sürükleyici bir ezgiden meydana gelir Arap Fasılları'nın sonunda yer alır Maval: Arap Müziği'nin eski dönemlerinden bugüne ulaşmış bir uzun hava türüdür Günümüzde Arap Müziği'nin vazgeçilmez bir parçasıdır Terennüm içeren bu form, belli bir usûlde başlar ve değişik usûllerle devam eder En fazla bir saat sürmektedir Muhasebe: Kuzey Afrika'da "Raddan El-Cavab (Cevap verme)" anlamına gelen bu form, bir kaç şarkıcı tarafından söylenen sözlü parçaların ezgilerini sazların tekrar etmesine dayanır Murassa': Güftelerinde Farsça, Arapça ve Türkçe'nin birlikte kullanıldığı eserlerdir [Bardakçı: 94) Nash: Ölülerin arkasından okunan bir çeşit ağıttır Cahilliye Dönemi'nde kullanılmış bir formdur Bu formdaki eserlerden günümüzde bir örnek bulunmamaktadır Nevbet-i Mürettebet: Formların en uzunu ve bestelenmesi en güç olanıdır Kavl, Gazel, Terāne ya da Ferudaşt adı verilen dört bölümden meydana gelir Kavl, Arapça bir şiirdir, gazel ise; Farsça beyitlerden oluşur Terāne kısmı, Rubāi vezinlerinden meydana gelir Ferudaşt bölümü, kavl biçiminde bestelenmiştir [Bardakçı: 92) Neşid-i Arab: Usûllu ve usûlsuz bölümlerden meydana gelir Bölümlere "Şatr" adı verilir İki tür Neşid vardır: 1- Neşr-i Nagāmat: İki beyitten oluşur 2-Nazm-al Nagāmat: Ritmik bir bestedir İlk önce "Neşr'i Nagāmat" adı verilen Arapça bir Dubeyt (Rubāi) okunur Ardından "Nazm'un Nagāmat" denilen bir beyit icrā edilir Genellikle Remel ve Muhammes usûlleri kullanılıyor olsa da istenilen başka usûller de kullanılabilmektedir [Bardakçı: 91, 92) Nakş: Gazel'lerden meydana gelir Beste biçimi Amel'in girişini oluşturan Matla gibidir Savt'ul Vasat ve Teşkiya kısımları yer almaz Bir gazel bittiğinde bir diğerine geçilir [Bardakçı: 93) Neşk: Neşk sözcük olarak; "Ölü için dövünme" anlamına gelir Ölülerin arkasından söylenir Günümüze kadar gelmiş örnekleri yoktur Tahınika: Bütün sazlar tarafından çalınan, uzunluğu bir ölçüyü geçmeyen, cümlelerinden biri tekrarlanabilen, bir çalgı müziği formudur Doğaçlama yapılarak çalınır Teşviye: 2/4 ve ya 4/4'lük ölçüde bestelenen, güftesi olmayan bir formdur Bazen İstihbar'ın iki ritminin araya sokulduğuda olur Pişrev: Bir çalgı müziği formudur Sayısı 15'e kadar çıkabilen 'Hāne'lerden (Bölüm) meydana gelir Her Hāne'nin sonunda tekrar edilen "Serbend-i Pişrev" adlı bir kısım bulunur [Bardakçı: 94) Savt: "Elvaz-ı Nakarat" adı verilen ve Terennüme yer verilmeyen bir formdur Meyanhāne ve Teşyia kısımları da bulunmaz Sinat: "Biga" formunun bir alt formudur Güçlü ve keskin bir üslubla icrā edildiği bilinen bu form hakkında, günümüzde ulaşmış çok fazla detaylı bir bilgi yoktur Vasla: Sazlı ve sözlü parçaların bir arada çalınmasına Arap Dünyası'nda "Vasla" adı verilir Vasla, Kuzey Afrika'da "Nevbe", Türkiye'de ise "Fasıl" olarak bilnir Genel olarak aşağıdaki gibi tanımlanabilir: 1-Bir Peşrev, yani enstrümantal parça ile başlanır 2-Dinleyici ve ortamına göre seçilen eserlerden oluşur 3-Semāî'ler, 10/8 ile başlayıp 6/4, 3/4 ya da 6/8'lik usûllerle bitirilir 4-"Taksim" denilen ritimsiz bir doğaçlama ve daha sonra Leyali ve Maval, adlarıyla bilinen vokal kısımlarla devam edilir 5-Taksim'den sonra "Vahdet" ya da "Kasid Mauz'un" adı verilen bölümler gelir Bu bölümlerde usûl, 4/4'lüktür 6-Daha sonra halk türküleri veya folklorik parçalara yer verilir |
|