Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kimdir, simya, simyacı

Simya Nedir,simyacı Kimdir?

Eski 08-18-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Simya Nedir,simyacı Kimdir?





SİMYA NEDİR, SİMYACI KİMDİR?


Göktuğ Halis


Çok sayıda hermetik disiplin gibi simya da iki farklı perspektifin açılımlarına maruz kalmıştır Her zaman ve her mekanda, bu uğraşların güç, para, tatmin yahut başarı gibi dünyevi amaçlarla anlamlanan tarafı, Hermetik felsefenin gizlici yüzüne karşıt bir yapı oluşturmuştur Hermesçi uğraşının bu anlamlı yüzü daima ve her yerde "bütüncül" olana kavuşmakla ilintilidir Simya'nın, yüzyıllar boyunca "adi madenleri altına çevirme" yeteneği olarak sunuluşu, kuşkusuz Hermetik felsefenin sadık savunucularından çok dönemin koşullarını kendi lehine çevirmek isteyen düzenbazların ve çaresizlerin trajedisini yansıtır Gerçek bir simyacının amacı asla çok zengin olmak, madenleri altına çevirmek veya bu yolla dünyayı ele geçirmek değildir Bir simyacının felsefi kaygısı, bütünün işleyişini anlamak ve bu bütüne müdahale etme yetkinliğine ulaşmaktır Modern dünyanın simyayı arsız bir servet anlayışı olarak görmesi en iyi ihtimalle parayı en yüksek değeri yapmış bir zamanın çapsızlığının işareti olabilir


Günümüzde modern bilimin, bazı madenleri uygun laboratuar koşullarında altına dönüştürebilme olanağı vardır Ancak örneğin kurşunu, bu tip koşullarda altına dönüştüren bir bilim adamını, bir simyacı olarak nitelememizin önündeki engel tam da Hermetik felsefenin söz konusu içeriği ve anlayışıdır Modern dünyanın bilim adamı bir simyacının felsefi donanımından yoksundur ve laboratuar düzlemindeki başarı, kendinden ayrı bir madde üzerinde ulaştığı başarıdır Katı maddenin yasalarını anlamaya çalışan ve onları anladığı oranda değiştirmeyi başaran bir modern bilim uygulayıcısının, özne-nesne arasında koyduğu temel ayrımın simyacı için anlamı yoktur Madde üzerinde yaşanan değişim, uygulayıcının benliği üzerinde dönüştürücü ve geliştirici bir etki sağlamıyorsa, simyacı, modern kimyacının aksine, kendisini başarılı saymayacaktır Öyleyse başlangıç olarak belirtmeliyiz ki bir simyacı için adi maddenin altına dönüşümü sadece araçtır Evrenin bütünlüğünü kurmuş bir simyacı için doğadaki herhangi bir dönüşüme katılım mümkündür ve bu dönüşüm onun kendi dönüşümüdür Kurşun altına dönüştükçe, simyacının ruhu da değerli bir aşama kat etmiş olur Doğal olaylara müdahaledeki bu cüret aslında Hermetik çok sayıda uğraşı, semavi dinler bağlamındaki "olumsuz" yargılamanın kökenine götürür Bir simyacı ölümsüzlük, bilgi ve güç gibi konularda uğraşırken kendisine örnek olarak TANRI'yı alır Tanrı gibi olmak, ya da onunla bir olmak hiç kuşkusuz modern bir bilim adamının sınırlarını aşan felsefi bir dizgenin parçasıdır "Büyük Eser" tanımının anlamı budur


Kökeni simyaya dayanan pozitif bir bilim olarak kimyada da, birkaç temel bileşenin etkileşerek ikincil bir katman üretme eğilimi kabul edilir Element tabloları bu durumu ayrıntılı olarak gösterir Bununla birlikte bu ilkesel benzerlik ayrıntılardaki farklılıklarla sarsılır Modern kimyanın yüzün üzerindeki elementine karşılık, simyacının elinde, hava, toprak, su ve ateşten oluşan dört element vardır Hiç kuşkusuz bu elementleri cevherler olarak adlandırmak yerinde olur Çünkü onlar ilkesel ve ideal oluşları bağlamında soyut unsurlardır Bir diğer ifadeyle bunların hiç biri gerçek hayatta, soyut düzlemde olduğu gibi saf halde değildir Kendisine katışmış diğer öğelerle anlamlıdır Bunları "yaşamın kökeni" olarak adlandırır bir simyacı Simya, bu elementlerin yönetimini içerir Evrendeki her varlığın kökeninde, değişik oranlardaki bu dört elementsel sentez bulunuyorsa, bunların yönetimi varlıkların yönetimi anlamına gelir nitekim Simyacı, sahip olduğu bu bilgiyle, doğanın işleyişine yardımcı olur ve en yüce olasılıkların zamanlamasında belirleyici bir rol oynar Bu kutsal amaç hiç kuşkusuz sistemli ve hummalı bir çalışmayı içerir Tüm Hermetik disiplinler gibi simya da, katışıksız ve zorunlu bir çileli çabayı gerektirir Deney ve modern anlamda laboratuar çalışması olarak tanımlayabileceğimiz aşama, söz konusu ideal açısından gerekli bir araçtır


Simya, temel amacı doğrultusunda metaller üzerindeki deneysel çabadan yararlanır Tüm metaller, kükürt, cıva ve tuzdan oluşur Tıpkı ana ilkeler gibi bu ilkeler de sentez halinde metallerde bulunur Cıva, pasif ilke olarak ruh 'u simgelerken, tuz ise maddenin sembolüdür Kükürt ise ortaya çıkan bütünlükteki enerjiyi, hareket ilkesini temsil eder Her maddede geçerli olan denge sabiti, bize Altın Oran'ı vereceğinden, cıva, kükürt ve tuzun uygun oranı da altını verecektir bir simyacıya göre


Altın yukarıda da değindiğimiz gibi, sistemli ve güçlü bir semboldür Simyacı için altına ulaşım, maddi ilkeden çok, bağıntılı olduğu ruhsal dönüşümle ilgilidir Altın üzerine geliştirilen felsefe dizgenin kökeni Mısır'a dek takip edilebilir Altının, göz alıcı güzelliği, şekil verilebilir ve paslanmaz niteliklerini, değişim ve mübadele aracı olarak değerini çok sayıda uygarlık gibi anlayan Mısırlılar aynı zamanda, Güneş'in özdeşimini yaparken inanç sistematiğinden yararlanmışlardı Altın içinde hiç bitmeyen bir ışığa sahiptir Ateşli elemenin sıradışı yükseklikteki oranı metafiziksel çağrışımları kaçınılmaz olarak besleyecektir Süreç içinde Yunan'da özellikle Platon ve Aristo sistematiğinde, ateşe biçilen değerle ilişkili hale geldi Onlara göre, ateş, yerküresel bir element olmasına rağmen, göksel bir gerçekliğe en çok yaklaşan elementti Bu nedenle içinde hiç sönmeyen bir ateş barındıran altının göksel kürelerin en muhteşemi güneş ile özdeşimi kaçınılmazdı


Altının içerdiği ateş, herşeyi canlı bilen Mısırlının düşünsel dizgesinde büyük bir can buldu Yerkürenin rahminde büyüyen metaller, yavaş ama kesintisiz bir biçimde, her varlık gibi mükemmelliğe doğru yol almaktaydı M Eliade, Türkçe'ye Babil Simyası olarak çevrilen kitapçığında, simyacının uğraşını, toprağın doğurganlığına bir müdahale olarak tanımlarken tam da bu noktaya parmak basmaktaydı:

"İnsan, doğa ile işbirliği yapabileceğini, toprağın derinlerinde meydana gelen büyüme süreçlerine yardım edebileceğini hisseder, yeraltında gerçekleşen bu yavaş olgunlaşmanın ritmini sarsar ve hızlandırır Hakları insana ait olmayan bir alana, Toprak Ana'nın derinliklerinde yavaşça yoluna devam eden mineral gebeliğin gizemleriyle birlikte yeraltı dünyasına gitmeyi göze aldıklarını hisseder"


Böylece simyacı, bir din adamı gibi kutsal bir çabayı üstlenir İlksel yaşam enerjilerinin idaresiyle dünyayı dürterek, sonu çabuklaştırır Bir metalin mükemmelliği ulaşımı sürecini hızlandırmak, kaçınılmaz olarak kişinin kendi ruhsal mükemmelliğiyle ilişkilendirilebilir Çünkü doğal kusurlar, rahatsızlıklar, bir metalin temel amacına ulaşmasını nasıl engelliyorken simyacı ona yol gösteriyorsa, dünyevi bir batakta sarsılan ruhu için de aynı kurtuluş mümkündür Metal, simyacının laboratuarında mükemmelliğe ulaşırken, simyacının ruhu yaşamıyla bu mükemmelliğin takipçisidir Her ikisi de sonu gelmez ateşlerde yanmak zorundadır mükemmellik için


Altının göksel bir küreyle özdeşleşimi kuşkusuz diğer elementler için de geçerlilik taşımaktadır Astroloji ve simyayı birbirine bağlayan bu yapıda, güneş altın'ı, ay gümüş'ü simgelerken, göklerdeki diğer 5 gezegenle birlikte, ortaya 7 metal 7 yıldız simetrisi çıkar Makro-micro kozmos ilişkisini oluşturan bu dizgeye göre en hızlı gezegen Merkür, cıva ile, Venüs bakır ile, Mars demir ile, Jüpiter kalay ile, Satürn ise kurşun ile ilişkilendirilir Bunlardan Jüpiter ve Venüs benzeşiminin neden olduğu bilinmese bile bilinen, elementlerin gelişiminin hamisi olunan göksel küre tarafından yönlendirildiği bilinmektedir Her gezegen kendi ayırt edici erdemini ortaya koymaktadır


Simyanın felsefi bir dizge olarak geniş çizgileri kendisini en belirgin şekliyle Felsefe Taşı kavramında gösterir Oldukça yoğun ve soyut anlatımlara sahiptir ki felsefe taşı Örneğin 16 yüzyıldan kalma bir metin felsefe taşını şu şekilde anlatır:

"Genç ya da yaşlı, tüm insanlara tanıdık gelir, Tanrı'nın yarattığı her şeyde bulunur, ama hepsi tarafından hor görülür Zengin fakir herkesin elinden her gün geçer Hizmetçiler tarafından sokağa silkelenir Oysa kimse değerini bilmez İnsan ruhundan sonra, yeryüzündeki en güzel ve krallarla prensleri alaşağı etme gücüne sahiptir" Büyü, Gizem Bilim sf 102)


Simyacı için temel amaç, mükemmelliğe ulaşmaksa, temel araç ise felsefe taşıydı Felsefe Taşı, İsa'nın Graal'i gibiydi Altın değildi ama Tanrı'nın dokunuşu gibi, değdiği her şeyi iyileştirirdi Kusurları gideren bu güç, cennet çağının habercisiydi Kaya veya taş ile oldukça az anlatımlarda özdeşleştirilir Kimi metinlerde "kırmızı bir toz" şeklinde tanımlanırken, kimi anlatılarda "nüfuz edici su" olduğu gözükür Bazen ilaç, bazen ölümsüzlük besini olarak tanımlanan felsefe taşı, bazı ilginç simgelerle de ifade edilir: "Bir şişenin içinde kalmış, kırmızı renkte bir Kral" olarak M Maier'in verdiği örnek ise çok daha ilginçtir:


"Bir erkek ve kadından önce bir çember, sonra bir kare, sonra bir üçgen, son olarak da bir çember yaparsan Felsefe taşını elde edersin" (Büyü, Gizem Bilim sf 102)

Simyacının dilindeki kapalılık ve simgesellik şaşırtıcı değildir aslında Ortalama anlayışın eleştirisi bir tarafa, gereklidir Modern bilim adamının, kesin konuşan tarzı yerine simyacı, olasılıkları hesaba katar Hakikatin ikinci elden anlaşılamazlığını savunurdu Gerçeklik istense bile asla anlatılamazdı Kitlelere, hatta yolun başındaki ustalara dahi bu bilgelik götürülemezdi Açık ifadelerde gözleri kamaştırır, büyük yıkımlar getirir, hazırlıksız kişilere zarar verebilirdi Simya, tüm Hermetik disiplinler gibi çeşitli kaygılarla gizli bir disiplin haline geldi Çok sayıda üstad, araştırma sonuçlarını birbirlerine büyük bir gizlilikle götürdü


Simyacı için yolun başı kuşkusuz önemli bir ayrıştırmadan geçer Laboratuarında onun yola çıkış noktası "ilk maddedir İlk maddeye ilişkin tasavvurların farklı oluşu, işleme geçmeden önce, nereden başlanması gerektiği konusunda çok sayıda farklı tutuma yol açar Çok sayıdaki girişimdeki başarısızlık ise, genellikle İlk Madde'nin bulunamayışıyla açıklanır Dışkı, çamur, tükürük ya da toz gibi çok sayıda madde kullanılmıştır Aristoteles'in kimi çıkarımları, özellikle biçimden yoksun madde çok sayıda simyacıyı etkilemiş olmalıdır Ona göre, ilk maddenin herhangi bir özelliği yoktur Özelliksizliği saptanmış bir maddenin ilk aşamada öldürülmesi gerekir Siyah aşama, ya da maddenin öldürülmesi aşaması Nigredo olarak adlandırılır Maddenin ölümü, bir sonraki aşamada maddenin diriltilmesi olarak da bilinen beyaz aşama, yani Albedo ya, oradan da Kırmızı aşama, yani maddenin beslenmesi, Rubedo aşamasına geçecektir Hıristiyan felsefesindeki yaşamın ölümden doğma diyalektiği, simyacıların çoğunu, İsa örneğinden hareketle etkilemiş olmalıdır Maddenin ölümü, yani tüm özelliklerinden arındırılması onun içindeki ilahi kıvılcımı, ilk koşullandırıcıyı, ya da ilkten öncekinin açığa çıkmasını sağlayacaktı Serbest kalan ilahi kıvılcım, simyacının avuçlarına düşecekti

Bir maddenin öldüğünden emin olmanın çeşitli yöntemleri vardır Madde yakıldıktan, toz haline getirildikten, cıva ile karıştırıldıktan sonra, kara bir madde yumrusu olarak karşımıza çıktığından, ceset gibi kokar Kurt tarafından kemirilen ölü kral, çarmıha gerilen yılan, ya da parçalanmış ceset gibi çok sayıda simgesi bulunmaktadır Madde öldürüldükten sonra, yeniden doğum aşaması gelir İlk madde, bir sıvı solüsyona batırılır Doğru yapılmışsa işlem, kara yumruyu beyaz bir taşa dönüştürürdü (Vahiy kitabında üstüne yeni bir isim yazılmış beyaz taş olarak görülebilir)Lekesi veya karası olmayan gerçek kristal taş diye adlandırır Michael Maier (Simgesi ay altında yıkanan insan) Simya bu aşama içinde bizzat yer alır, bu kez mistik diriliş ve yeniden doğuşa geçerdi Son aşama, beyaz taşın altına, yani felsefe taşına dönüştürüldüğü aşamaydı Rubedo aşaması Kurban kanı ve olgunlaşmayı akla getirir Beyaz taşın simyacı tarafından beslenmesiyle oluşurdu Beslenme sırasında bal veya insan kanı gibi şeylerle karıştırılabiliri Anlaşılan taşın, uzun süren işlemler sırasında güce ihtiyacı vardı Bu nedenle beslenmekteydi taş Beyaz taş sonunda felsefe taşı ile ilişkilendirilen kırmızı bir toza dönüşürdü


Simyacının ulaştığı ölümsüzlük aşamasının temel maddesi olan felsefe taşı, çileli bir yolculuğun sonucudur Simyacı için asla bir ayrıcalık değildir, ölümle kesilmemiş bir yaşam bütünlüğü simyacı için daha sistematik bir bilgi olanağına açılan bir kapıdır Bu anlamda, kişisel hayatını zengin ve muhteşem kılacak "felsefe taşı formülüne" sahip olmasına karşın, gerekli gördüğü haller dışında onu, adi madenleri altına dönüştürme yolunda kullanmaz Simyacı için felsefe taşı, maddi bedenin engellerinin aşılması yolunda kullanılır Bunun en önemli aşaması ise, yaşlanmayı ve çürümeyi engelleyen ab-ı hayat iksiri kullanımıdır

Sahip olduğu bilgi, simyacıyı yeraltına iter Gölgede kalmak, evrenin sırlarını isteyenin ayrıcalığıdır, ona göre Popüler olmamaya özen gösterir, sıradan, herkes gibi bir hayat oluşturarak dikkat çekmemeye çalışır Paracelsus, St Germain Kontu gibi yarı mistik şahsiyetlerin yanı sıra, Locke, Newton gibi, bilim ve felsefe dünyasının popüler isimlerinin de yer aldığı "simyacı" listeleri inandırıcılıktan uzaktır Çok sayıda hermetik disiplin gibi, simya da, öğretmen öğrenci ilişkisi temelindeki gizlici ve dışa kapalı bir yöntem olarak, kuşaktan kuşağa aktarılır

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Simya

Eski 08-18-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Simya



Simya daha önce Helenistik Mısırda veya Çin'de mı geliştiği halen belli değildir
Her iki toplumun en eski kanıtı henüz belirli bir tarihe iliştirilmedi Simya için bir Çin menşei kabul eden görüşler arasında farklar olmakla beraber efsanelerde tarihsel gerçek payı kabul etmeye bağlı kalmaktadır


Zincifre ve benzeri kan rengi bileşkenler neolitik çağdan itibaren ölüm ve ölümsüzlükle bağlantılı fikirlerle ilişikti
Araştırmalar gömülecek ölülerin üzerine kırmızı toz serpme arkaik adetinin bu şekilde izah ederler Tai'lı (veya Dai) Hanımın mükemmel korunmuş cesedi (MÖ 168 yılın başlarında ölen ve 1972 yılında kazılan) yüksek derecede cıva ve kurşun konsantrasyonları içermekteydi Bu elementler ölümden önce sindirime uygun bir şekilde dağılmışlardı

Bağırsaklarda sık sık bir ölümsüzlük ilacı olarak hekimler tarafından verilen zincifre bulunmuştu MÖ 144 yılı tarihli sahte altın yapımına karşı yasaklayıcı bir beyanat bazen de simyanın yaygınlığını kanıtlamak için kullanılır, ancak bu kuyumcuların metal karışımları kullanmalarından başka bir şey olmayabilir MÖ 133 yılında İmparatora bir okültist suni altından tabaklardan yemek yediğinde yaşamı uzar ve böylece bazı ölümsüz kişileri bulup onların yardımıyla bazı ritüeller uygulayarak kendisi de ölümsüz olabilir

Bu himaye talebi altını dolaylı olarak ölümsüzlükle iliştirir ve doğrudan simyasal bağlantının henüz yapılmadığını ima eder Himayenin giderek yaygınlaştığı bunu takip eden yıllarda himaye edenlerin temas kurabileceği ölümsüzler konusundaki efsaneler giderek arttı "Ölümsüzlük İlaçları" sık sık söz edildi, ancak bunların suni oldukları söylenmedi Eleştirisel araştırmacılar sadece simya konusunda ilk eserlerin "Üçün Uyumu" ("Chou its 'ant'ung ch'i" - MS 140 ve kısmen 9 asırda) çıkmasıyla ve "Sarı Efendinin Dokuz-Şişe Kutsal İksir Kitabı"nın (Huang ti cbiu ting sben tan ching) hemen hemen kesin olarak 3 asrın sonlarında yazılan ilk bölümünün çıkmasıyla simyanın ortaya çıktığı tarih konusunda açık kanıt bulmaktadırlar

Dünyanın her iki tarafında işlemler yeteri kadar aynı olması dışında, kronoloji açısından doğu ve batı arasında bir ilk tarih fazla önem taşımaz

Ancak durum böyle değildir
Joseph Needham, Çin simyası Makrobiyotik (ilaçlarla bedensel ölümsüzlük arayışı) ve altın imalatının ("aurifiction", yani bilinçli olarak altının sahtesini üretmek yerine "aurifaction", suni yöntemlerle gerçek altını yapma girişimi) bir karışımı olarak tanımlarken önemli bir farka işaret ediyor Bu tanımlarda zincifrenin önemli rolünden söz edilmemektedir Needham markobiyotik daha eski batı sanatında eksik olduğunu, dolayısıyla "gerçek" simya olmadığını belirtiyor

Diğer araştırmacılar simyagerlerin sadece tekniklerini değil, fakat aynı zamanda inançlarını değerlendiriyorlar

Yukarıda özetlenen ruhsal deneyimler ve simyanın ilahi bir hiyerarşide atama aracı olabileceği Çin'e özgündür Bunlar Doğu Asya'da simya arayışının, İskeneriye'de olduğu gibi sadece teknik hedeflerle ifade edilemeyeceğini ima etmektedir

Her iki uygarlık kimyasal metotları ve metotları ruhsal halasa yönelik hedefler için kullandılar

Hedefler faklı çünkü Çin ve Helenistik Mısır arasındaki mana ve değer yapılarında farklar vardı Her ikinin sanatlarını "gerçek" simya olarak nitelendirmek doğru olur ve şimdiki bilgimize göre her ikisinin yaklaşık olarak aynı zamanlarda ortaya çıktıklarını söyleyebiliriz

Simyagerler, tarihçiler gibi sanatlarının geliştiğini veya değiştiğini kabul etmiyorlardı

Bütün Çin dini veya teknik geleneklerde olduğu gibi, uygulayanlar onun bütün olasılıklarının onu kuran kadim ve ilahi düzen tarafından indirilip kurulduğunu kabul eder Simya olarak daha önce söz ettiğimiz iki eser dışında öncü bir kaç temel eser vardır Bu yazmalar sözlü açıklamalarla ilaveli olarak değiştirilmeden layık olan kişilere nesilden nesile aktarılacaktı Metafor ve sembollerden dolup taşan bu yoğun temel eserler için çok izah gerekiyordu (özellikle "Üçün Uyumu" için) Bilginlerin tükenmez anlam bolluğu ancak nispi olarak idrak edilebilir Sorun bilgiyi geliştirme değil, kadim bilgeliği korumaktı

Yine de, asırların geçmesiyle simya metinlerinde kimyasal işlemler üzerinde giderek daha kapsamlı bir bilgi sergilemekte

Ayrıca popüler dinden gelen yeni etkileri uyarma konusunda daha açık olabilmekteydiler Bazı üstatlar simyadaki bu yeni içerik konusunda bilinçliydiler Onları esinlenen ek (anacak ilke olarak zamansız) ifşalara addediyorlardı Bunlar çoğu kez farklı kılıklara bürünmüş ölümsüzler, tuhaf durumlarda rastlanan "olağanüstü insanlar" veya da rüya veya düşlerde ifşa edilir Değişmezlik ideali değişimi silmemişti

Günümüzdeki anlayış içsel ve dışsal simyanın birlikte başladığını ima etmektedir Her ikisinin birlikte yürütülmesinin geç başladığını veya kademeli bir gelişmeye tabi olduğuna dair herhangi bir gösterge yoktur "Üçün Uyumu" hem içsel, hem de dışsal olarak yorumlanabilir işleme karmaşık bir sembolizmi getirmektedir Kitap sadece iç simyanın imgelemeleri değil aynı zamanda mutlak kurtuluşu veren zıtların evliğini içeren cinsel disiplinleri de vermektedir

Sonraki simyagerler cinsel uygulamaların konusunda farklı düşünceler sergileyip, kimi ölümsüzlüğü ilerlettiğini, kimi de engellediğini iddia ettiler, ancak birçok önemli üstat "Üçün Uyumu"nu takip ederek dışsal, içsel ve cinsel simyanın tek bir sürecin değişik yönleri olarak görmektedirler Dolayısıyla, kimya tarihçileri belerli metinlerin madensel işlemleri içerip içermediği konusunda karar vermede zorlanıyorlar

Dışsal simya içsel benzeriyle aynı dinamiği korumadı 1000 tarihinden sonra kimyasal işlemler konusunda yeni bilgiyi yansıtan yazılar ender olarak görüldü Daha sonraki yazarlar sık sık sadece hariçte olanların simyanın bir laboratuarda yapılması gerektiğini veya yapıldığını inandıklarını açıkladılar Dolayısıyla gözükmektedir ki dışsal simyada uygulama veya en azından keşif varlığını büyük çapta sürdürmemişti

Bu tahsili insanların sanatlarla uğraşmasını teşvik etmeyen Confuçuşcu ideallerin yeniden doğmasıyla izah edildi Diğer bir sebepte, 11 ve 12 asırda elit tabakadan heveslileri çeken Taocu ekollerde meditasyon ve imgelemenin pratik operasyonlar giderek yayılmasıydı Yukarıda anlaşılabileceği gibi, erken dönemde okült ve ameli uygulamalar birbirini dışlamıyordu

Diğer bir neden de birkaç imparator ve yüksek görevlilerin simyasal iksirleri aldıktan sonra ölmeleri yaygın olarak bilinmekteydi Üstadlar için ölüm mükemmelleşmiş benliğin yumurta görevini gören eski bedenden ayrılıp ölümsüzler arasında mevki almasıydı Popüler inançları ciddi almayan laik hümanistler için bu intihar için budalaca bir gerekçeydi

Simyanın tarihi çok eski devirlere uzanmaktadır

Aslında ilk devirlerde kimya ve simya tarihi ortaktır denebilir İnsanın ilk bu kavramlar hakkında düşünmesi ve kullanması kuşkusuz ateşin elde edilmesinin öğrenilmesi ile başlamıştır Daha sonra metalleri kullanmayı ve doğal halinden saf haline getirmeyi öğrenen insan zamanla madde üzerine düşünmeye başlamıştır

Aslında metallerin maden filizinden elde edilmesi de ezoterik simyada sık kullanılan bir örnektir İnsan da filiz içinde saflaştırılmayı bekleyen metal gibidir denir

Her durumda, madenin filizden ayrılması , simya için önemli bir örnek oluşturmuştur Filizinden ayrıştırılan metalin geçirdiği evreler gibi , altın da pisliklerinden arınabilir diye düşünülmüştür

Simyanın tarihi altının maden filizinden elde edilmesiyle başlar diyen görüş bir yana , tarihçiler simyanın Mısır’da doğduğu konusunda ısrarlılardır

Aslında Mısır’da altın elde etmek bir ruhban sınıfının elinde olduğundan iki görüş de birbirine yakın kabul edilebilir Doğuda, Çin ve Hint’te de simyanın varolduğu bilinmektedir Ancak biz kendimizi simyanın batı dünyasındaki tarihi ile sınırlayacağız

İlk simya bilgilerinin Hermes Trimegistus, Üç Kere büyük Hermes, tarafından verildiği söylenir

Bu ise daha önce de belirttiğimiz gibi , insanlığa bütün bilgileri veren Mısır tanrısı Thoth’un Yunanlaşmış halinden başka bir şey değildir Hermes Trimegistus Orta Çağ simyacıları tarafından tanrısal bilgileri bilen ve veren, ilk mürit olarak görülmüştür

Orta Çağ boyunca varolan simya sadece Mısır’dan gelme değildir

Karmaşık bir kökeni vardır, daha doğrusu bir çok kültürden farklı şekillerde etkilenmiştir

Yunan kültüründen simyaya geçen en önemli teori elementler teorisidir Eski Yunan’da maddenin yapısı ile ilgili iki önemli teori gelişmiştir Bunlardan biri atom teorisi öteki de elementler teorisidir Kökenleri daha eskiye de dayansa dört elementin teori haliyle sunulması Eski Yunan’da olmuştur

MÖ Yedinci yüzyılda yaşayan Thales , doğanın akıl ile anlaşılabileceğini savunmuş ve suyun dünyanın ana prensibi olduğunu iddia etmiştir

MÖ 610-545 yılları arasında yaşadığı düşünülen Anaximandros apeiron diye adlandırdığı amorf bir prensibi ortaya atmıştır Anaximenes ise her şeyin kökeninde hava olduğunu söylemiştir Heraklit’e göre ise bu prensip ateştir

MÖ 540-450 yılları arasında yaşayan Parmenides ise daha ilginç bir görüş geliştirmiş ve evrenin aslında Tek olduğunu ve farklı görüntüler aldığını savunmuştur En büyük karakteristiği hareketli olması , devamlı form değiştirmesidir

MÖ 485-425 yılları arasında yaşayan Empedokles için ise ateş, hava,su ve toprak maddeyi oluşturan dört elementtir ve aşk adı verilen çekim kuvveti ile Parmenides’in evrenine benzeyen evreni oluştururlar Ancak Nefret adı verilen itim kuvveti ile itildiklerinde çözülmeler olur

Dört element düşüncesinin Orta Çağlar boyunca varolan şekli kuşkusuz Platon’un ve özellikle de Aristo’nun eseridir Platon elementleri geometrik formları ile ortaya koymaya çalışmıştır Ancak simyadaki teori büyük ölçüde Aristo’nun teorisidir

MÖ 384-424 yılları arasında yaşayan Aristo, bir çok konuda olduğu gibi dört element teorisi ile de Orta Çağ boyunca tek otorite olarak kalmıştır Aristo’ya göre ilk madde çeşitli formlar alabilmektedir Bu alınan formlar da bazı temel özelliklere bağlıdır Bu özellikler dört tanedir : Sıcak, soğuk, kuru, ıslak


kaynak:simyacıtrcom

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Simya Nedir,simyacı Kimdir?

Eski 08-18-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Simya Nedir,simyacı Kimdir?



Etimolojik olarak Simya sözcüğü Türkçe’de varolan Kimya sözcüğü ile aynı kökenden gelmektedir Kökeni Arapça olan bu sözcükler Arapça’ya da “Kara Ülke” anlamına gelen Khem sözcüğünden gelmiştir Bu “Kara Ülke”ise Mısır’dır Etimolojik olarak da Simyanın kökeni Mısır olarak gözükmektedir

Simya gerçekte bir dönüşüm sanatıdır Kirli olanı, hasta olanı bir çok süreçten geçirerek , arınmış ve mükemmel olana dönüştürmeyi amaçlar

Simya okült bir sanat olarak gözükmektedir Bunu sadece belli kimseler uygulayabilmekte, geniş kitlelere yayılması engellenmektedir Ayrıca Simyanın ezoterik bir karakteri de vardır Simya öğrenimi inisiyasyona dayanmakta, kullanılan semboller sadece bu eğitimi geçmiş kişiler tarafından anlaşılabilmektedir Simya felsefesinde ise Tanrı’nın birliği ve ruhun ölümsüzlüğü yer almaktadır

Simya eğitimi sırasında adaya öğretilen temel esas , simyacının bir şeyler icat ettiği değildir; simyacı sadece sırları çözmektedir Bu yönüyle simya uzun yıllar boyunca genel karakterini değiştirmemiştir

Simya aynı zamanda Hermetik felsefenin de bir uygulaması olarak kabul edilmiştir Zaten simyacılar da kendilerini filozof olarak kabul etmişler ve bu sırların Hermes (Mısır panteonunda Thoth) tarafından verildiğini iddia etmişlerdir

Simya en genel anlamı ile bir sanat ya da bir teknik olarak anlaşılabilir ve amacı maddenin içindeki altını ortaya çıkartmaktır Simyacılara göre madde hastadır ve iyileştiğinde altın ortaya çıkmaktadır

Simya bu amaçla “Felsefe taşını” aramaktadır Bu taş maddeyi altına çevirebilmekte ve bundan elde edilen iksir (Elixir) ile insan ölümsüzlüğe kavuşabilmektedir

Simyada ulaşılan bu son noktaya giden yol Ars Magna (Büyük/ulu Sanat) olarak adlandırılmaktadır

Tarih boyunca simya mistik ve pratik simya olarak iki yönde gelişmiştir Pratik simya , kimya biliminin doğuşunda büyük rol oynarken , mistik simya,ezoterik felsefenin bir başka çehresi olarak günümüze kadar gelmektedir

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Simya

Eski 10-09-2009   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Felsefi Simya



Simya yaygın biçimde, temelsiz boş inanç ya da en iyimser gözle kimya biliminin gelişmesinden önceki ilginç bir geçiş dönemi olarak görülmektedir Simyanın, Aquinos’lu Thomas, Isaac Newton, Robert Boyle gibi insanlarca da ciddiye alınmış olduğu ve simya ile Ortaçağ felsefesi ve dini arasında önemli bağlar bulunduğu çok az bilinir Simyacı, altın üretmeye çalışan bir kimse olarak tanınmaktadır Elbette bu işle uğraşan birçok kimse vardı

Fakat onlar kadar, yüksek düşünceli ve zeki başka insanlar da vardı ki, altın elde etmek için uyguladıkları kimyasal işlemler aslında simgeseldi ve amaçlanan sonuç altın elde etmek değil, ‘Filozof Taşı’nın keşfedilmesi idi Sanat’ın tüm sırrını kapsayan bu gizemli “taş” bir yandan onların çalışmalarının bir ürünü, öte yandan da, varlığı olmaksızın simyanın da var olamayacağı, Tanrı’nın bir armağanıydı Hem bir ruhu vardı hem de ruh’un kendisi olarak kabul ediliyordu Onu araştırırken simyacı, maddenin içinde gizlenmiş olduğuna inandığı ruhu özgürleştirmek çabasındaydı ve böyle yaparak, bir bakıma ruh ile fiziksel gerçeklik arasındaki köprüyü kuruyordu



15 yüzyılda bir yazar şöyle diyor: "Sadece felsefe taşını yapmayı bilen kişi onunla ilgili sözlerin anlamını bilir" Bu taş maddeyi altına çevirebilmekte ve bundan elde edilen iksir ile insan ölümsüzlüğe kavuşabilmektedir Simyada ulaşılan bu son noktaya giden yol “Ars Magna ” olarak adlandırılmaktadır Metallerdeki hastalığın, kirin yok edilip altının ortaya çıkarılması gibi, uzun bir süreçten sonra da insandaki tanrısal töz açığa çıkabilir ve kişi iyi için çalışabilir Ars Magna, bu açıdan insan için de kullanılabilir, bu anlamı ile inisiyasyonu da temsil etmektedir Ars Magna ile insan Tanrı ile birleşebilmekte, kendini maddeye bağlayan bağlardan kurtulabilmektedir




Bu bağlamda “Felsefe Taşı” da mutlak olana, tanrısal töze kavuşturan bilinç anlamını kazanmaktadır Aynı şekilde iksiri içip ölümsüzlüğe kavuşmak da ruhun ölümsüz olduğunu anlamak anlamına gelmektedir Öyleyse kendi içindeki Tanrısal özü bulmak isteyen kişi, tıpkı maddenin saflaştırılması gibi, kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan, içindeki “Felsefe Taşı”na ulaşmalıdır Simyada kullanılan yöntemler ezoterik olarak inisiyasyonu da bu anlamı ile temsil etmektedir


Simyacılar eski düşünceye bağlı kalarak Ateş, Toprak, Su, Hava olmak üzere dört elementin varlığını kabul etmişlerdir Bu elementler bildiğimiz anlamlarından öte bazı özellikleri temsil etmektedirler Simyaya göre görünen iki element, Toprak ve Su, içlerinde görünmeyen iki elementi de barındırmaktadırlar: Ateş ve Hava Bunun dışında, bazı simyacılara göre beşinci bir element daha vardır ki bu da Ether’dir Ether beden ile ruh arasında da aracılık görevi görmektedir
Simyada Platon döngüsü denilen kavrama göre elementler arasında sürekli bir de dönüşüm vardır Ateş Havaya, Hava Suya, Su Toprağa ve Toprak Ateşe dönüşmekte olup bu döngü bu şekilde sürmektedir

Ateş; tarih boyunca ilahi gücün sembolü görülmüştür Herakleitos’a göre her şey ateşten gelmiştir ve ateşe dönecektir Ateş dönüşüm aracıdır Dolayısıyla diğer elementler arasında bir aracı görevi görür Ateşin rengi kırmızıdır ve erkeklik unsuru içerir Ateş ışık verdiği için aydınlığı simgeler Ateş yakıcı olduğu için azap verici rolü de olmuştur Yıkıcı ve tahrip edici yan da vardır Dolayısıyla sembolik olarak arınmak ve aydınlanmak ile ifade edilen yüksek bir yanı olduğu gibi ayrıca ihtirasları, azabı ve yıkıcılığı simgeleyen aşağılık bir yanı da vardır Yüksek unsurunu güneş simgeler ve aşağı unsurunu Mars gezegeni simgeler Ayrıca insanın ilahi pırıltısını simgeler

Su, ateşe zıttır Dişi unsuru içerir Yansıma gücünden dolayı kadimler onu bilgeliğin simgesi olarak görmüşlerdir Diğer özellikleri soğukluk, gizlilik ve uykudur Ateş şuuru ve su şuur altını simgeler Ateş gündüzün hakimi Güneş’i içerir, su ise gecenin hakimi Ay’ı içerir Su değişkendir ve etrafındaki tesirlerin özümseyerek sergiler Dolayısıyla hayat verici de olabilir, zehirleyici de Temizleyici de olabilir, kirletici de Ancak saf hali ile sadece hayat verici ve arındırıcıdır
Hava; ateş ve suyun unsurlarını içerir Hava simgesi ortasından çizgi geçen eşit kenar üçgendir Hava kendi başına bir elementtir ve nötr prensibi içerir Hava hareketli ve incedir Genel olarak zihni temsil eder ve mental alemi simgeler
Toprak; bazı görüşlere göre gerçek bir element değildir ve diğer üç elementin karışımından meydana gelmiştir Ancak, tradisyona uygun olarak elementlere dahil edilmektedir Toprak maddi varlığın temelidir ve pratiktir Toprak bereketi ve kazancı simgeler


Simyada bir önemli ayrım da dişil/eril ya da dişi/erkek ayırımıdır Bazı simyacılar İlk Çağdaki bir düşünceyi savunmuşlar ve Tanrı’nın yaradılıştan önce hermafrodit olduğunu ve yaradılışla birlikle erkek ve dişi olarak ayrıldığını iddia etmişlerdir Buna göre Güneş eril, dünya dişildir Aslında dişil özellik en çok Ay ile kendini belli etmektedir


Simyadaki bir başka düalite de macrocosmos/microcosmos’dur Bu ikisi arasındaki benzerlik de daha önce gördüğümüz gibi ifadesini zümrüt tabletlerde bulmuştur Bir başka görüş de insanın doğuşunun evrenin doğuşuna benzediği yönündedir Simyadaki bir önemli kavram da düalitenin yanında üçlemedir Ünlü simyacılardan Robert Fludd “Üç dünya vardır: arketipler dünyası, macrocosmos ve microcosmos; yani, Tanrı, Doğa ve İnsan ” demektedir
Bu üçleme elementlerde de karşımıza çıkmaktadır Nasıl Tanrı’da bir üçleme var ise insanda da ruh, can, beden olarak üçleme vardır Bunun elementler dünyasına yansıması ise, Kükürt, Tuz ve Cıva şeklindedir

Burada anlaşılması gereken bildiğimiz anlamda kükürt, cıva ve tuz olmamakta, ancak bunların temsil ettiği prensipler olmaktadır Aslında kükürt ve cıva iki karşıt prensip olup aralarında tuz ortayı temsil etmektedir Kükürt aktif olanı temsil etmekte olup erildir Cıva ise tam tersi olarak pasif olanı temsil etmekte olup dişildir Tuz ise ikisini arasında bir bileşim olup, gövdeyle ruhun bağlanması gibi bağlayıcı bir görev yapmaktadır


Simyacılara göre: kırmızı iksir adi metalleri altına dönüştürür Beyaz iksir adi metalleri gümüşe dönüştürürElixir Vitae” ise, bitkilere ve hayvanlara uygulanır, yaşamı yoğunlaştırır, uzatır ve genişletir Bazı simya metinlerine göre de, Materia Prima içinde Cıva ile belirtilen pasif prensiple, Kükürt ile belirtilen aktif prensip, yumurtanın içinde etkileşime girerler Daha sonra bunların ölümü ile “Bilge Cıvası” doğar Bu siyah olandır Bu yine mükemmel bir metal değildir, ancak bu da bir aşamadır Daha sonraki aşamada ise beyaz olan açığa çıkarAlbedo” diye adlandırılan bu beyazlık aşamasında “Rosa Alba”[2] ortaya çıkar Bu aşamanın sonucu kırmızıolan “Bilge Kükürdü” ile tamamlanır Son aşama ise “Kırmızı Kükürt” ile “Beyaz Cıva”nın birleşimidir Bu kutsal birleşme sonucu Felsefe Taşı ortaya çıkar

Simyanın pratiğine de baktığımızda ezoterik yön açığa çıkmaktadır Bu aşamalar aslında adayın inisiyasyon yolunda kat ettiği mesafedir Şimdi bu aşamaları, simya yöntemiyle yorumlamaya çalışalım: Birinci aşamada haricinin içeriye alındığı tefekkür hücresi siyahtır

Tıpkı simyadaki kara yapıt gibi Harici burada yeni bir hayata girmektedir Harici hamdır, rafine edilmemiştir, yontulmamıştır İçeriye alındığı andan itibaren çürüme başlamıştır Değişim başlamıştır Maddenin özü ölmektedir İkinci aşamada Nur’a kavuşmaktadır Bu simyadaki beyazdır Değersiz bir metal altın olma sürecine girmiştir Yani saflaştırma başlamıştır Yer altı dünyası denilen kendi benliği içerisinde yol almakta ve kendini tanımaktadır Tüm boş inançlardan ve bağnazlıklardan uzaklaşmıştır Özündeki kötülükleri ve iyilikleri ortaya çıkarmaktadır Bencillikten uzaklaşmaya başlamıştır Öldürülen maddenin yerine, yeni bir elementin katılması söz konusudur Madde, yeni kimliğini kazanmaya hazırdır Üçüncü aşama felsefe taşının ele geçirilerek kırmızıyapıta ulaşılmasıdır




Simyacı için amaç felsefe taşını elde etmektir Ancak bunu elde edebilmesi uzun ve zahmetli bir iştir Simyacı uzun proseslerden geçireceği “İlk Madde”sini dikkatli seçmek zorundadır Latince Materia Prima” diye adlandırılan ilk madde çalışmanın başarıya ulaşabilmesi için çok büyük önem taşımaktadır Pratik simyada genelde uçucu ve hareketli olarak cıvaya karşılık gelen ilk madde, ezoterik olarak da çırağı, inisiyasyona alınacak, mükemmel olmayan, kişiyi temsil etmektedir

Simyacı kendi laboratuarını da kendi kurmak zorundadır Aletlerini kendi temin etmeli ve laboratuarını bütün gözlerden uzak bir yerde oluşturmalıdır İlk madde ile uygun zamanda çalışmaya başladıktan sonra, gelen aşama hasta olan metalin temizlenmesi, arınması işlemidir Bunun için “ignis innaturalis” gerekmektedir Bu elleri ıslatmayan su ya da alevsiz yanan ateş diye açıklanmaktadır


Bütün bunlar hazırlanıp uygun şekilde hazırlandıktan sonra hermetik olarak kapatılmış bir kap içine, ya da yaygın adı ile “Filozofik Yumurta”nın içine konduktan sonra, tıpkı kuluçkada olduğu gibi burada sabit bir sıcaklıkta beklemek üzere, “Athanor” adı verilen fırının içine konur Yumurta aynı zamanda yaradılışın da bir sembolüdür

Burada da görüldüğü gibi pratik simya ile ezoterik simya arasında büyük bir paralellik vardır Adayın yetişebilmesi için, içinde yakmayan bir ateş olması gerekmektedir Hermetik kap ise dış etkilerden uzaklaşmayı temsil etmektedir Yumurta sembolizmi ise zaten adayın yeniden dünyaya geleceğini göstermektedir
Derleyen Bülent Şenocak




__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.