Deyimler Sözlügü ( Y ) |
08-15-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlügü ( Y )Yörüngesine oturtmak: 1 (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak 2 Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak Yufka yürekli: Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse”Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır Yumruk kadar: 1 Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne) 2 Küçük çocuk”Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?” Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak”Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?” Yumurtaya kulp takmak: Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek Yumuşak yüzlü: Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse”Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?” Yuvarlak hesap: Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap”Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu” Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek”Yuvarlanıp gidiyoruz işte” Yuvasını bozmak: Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek”Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam” Yuvasını yapmak: Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek”Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer” Yuvasını yıkmak: 1 Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak 2 Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek”Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara” Yük altına girmek: Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek”Desene boş yere yük altına girmişiz biz” Yük olmak: 1 Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak 2 Masraflarını başkasına ödetmek”Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar” Yükseklerde dolaşmak: Elde edilmesi zor şeyler istemek”Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste” Yüksek perdeden konuşmak: 1 Yüksek sesle konuşmak 2 Meydan okurcasına sert konuşmak 3 Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak”Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor” Yüksekten atmak: Yapamayacağı şeyleri söylemek”Amma da yüksekten atıyor” Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi) Yükün altından kalkmak: 1 Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak 2 Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak”Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar” Yükünü tutmak: Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak”Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu” Yüreği ağzına gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak”Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an” Yüreği cız etmek: Çok acımak, içi sızlamak”Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti” Yüreği çarpmak: 1 Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak 2 Yüreği hızlı vurmak Yüreği dayanmamak: Çok acı duymak, acısına katlanamamak”Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü” Yüreği ezilmek: 1 Üzülmek, çok acı duymak 2 Çok acıkmış olmak”İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim” Yüreği hop etmek: Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak Yüreği ferahlamak: İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak Yüreği kabarmak: 1 Midesi bulanmak 2 Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak”Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu” Yüreği kararmak: İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak”Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol” Yüreği katı: Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse Yüreğine (içine) dert olmak: Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak”Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu” Yüreğine inmek: 1 Birdenbire ölmek 2 Büyük ölçüde üzülmek”Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?” Yüreğine (içine) işlemek: Çok tesirli olmak, derinden acı vermek Yüreğine od düşmek: Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek”Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur” Yüreğine su serpilmek: Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak”Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı” Yüreği küt küt atmak: Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak Yüreği oynamak: Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak Yüreği (içi) parçalanmak: Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak”Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı” Yüreği pek: 1 Korkusuz, yürekli, çok cesaretli 2 Yüreği katı”Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki” Yüreği yanmak: 1 Çok fazla acımak 2 Bir felâkete uğramak”Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum” Yürükten bağlanmak: İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak Yürürlüğe girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak Yüzünü ağartmak: Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak Yüze gülmek: 1 Sevimli, çekici görünmek 2 Yalandan dost görünmeye çalışmak”Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar” Yüze vurmak: İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak”Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu” Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak Yüz görümlüğü: Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak”İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar” Yüz karası: 1 Utanılacak bir durum 2 Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak”Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?” Yüz kızartıcı: Çok utandırıcı hareket veya durum Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak”Hava kararmaya yüz tuttu” Yüzde kalmak: 1 Derinleştirmemek 2 Önemli şeyler meydana getirmemek Yüzü ak: Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak”Alnım açık, yüzüm aktır” Yüzü görmemek: Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak”Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler” Yüzü gözü açılmak: 1 Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak 2 İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek Yüzü gülmek: 1 Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak 2 Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak”Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?” Yüzü kalmamak: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak”Bu güne kadar ne istedimse verdi Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste” Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak”Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?” Yüzünden okumak: 1 Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak 2 Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak”Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor” Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek”İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi” Yüzünü ağartmak: Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak”Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk” Yüzünü ekşitmek: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek”Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda” Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır Yüzünü kara çıkarmak: Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek”Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!” Yüzünü kızartmak: Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak”Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?” Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak”Baksana, yüzü sirke satıyor adamın” Yüz üstü bırakmak: Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak”İşleri yüz üstü bırakıp gitti” Yüzü soğuk: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,”Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!” Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırına değer verildiği için”Hz Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar” Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek”Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor” Yüzü yerde: Alçakgönüllü Yüzü yok: “Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor” anlamında kullanılır Yüz vermek: Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak Yüz yüze bakmak: Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek”Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız” Yüz yüze gelmek: 1 Birden karşılaşmak 2 Bir araya gelmek”Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz” |
Deyimler Sözlügü ( Y ) |
08-15-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlügü ( Y )Ya Allah deyip (atılmak): Cenab-ı Hak`a sığınarak (atılmak)”Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı” Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak”Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme” Yabancılık çekmek: Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak”Ona hiç yabancılık çektirmedi” Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: “Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın” anlamında kullanılır Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: “Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak” anlamında söylenir Yad eller: 1 Baba ocağından uzak yerler, gurbet 2 Yabancı kimseler, yabancılar”Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim” Yâd etmek: Anmak, hatırlamak”Seni her gün yad ederiz buralarda” Yağ bağlamak: Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak Yağ bal olsun: “Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun” anlamında söylenir Yağcılık etmek: Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak”Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu” Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak”Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı” Yağlı kapı: Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer”Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı” Yağlı kuyruk: Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse”Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!” Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı”İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı” Yağma gitmek: Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak”Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş!” Yağma Hasan`ın böreği: Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak Yağma yok: “Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin” anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek”Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun” Yağ tulumu: Çok şişman, çok yağlı”Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese” Ya herrü (herro) ya merrü (merro): “Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız” anlamında kullanılır Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık”Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen” Yakadan atmak: Savıp kurtulmak, başından atmak “İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum” Yaka paça: Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek)”Polisler adamı yaka paça götürdüler” Yakası açılmadık: Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür Yakasına sarılmak: İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak”Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu” Yakasına yapışmak: Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak”Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım” Yakasını bırakmamak: Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak”Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan” Yakasını kaptırmak: Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak Yakayı sıyırmak: Kurtulmak, kaçmak”Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık” Yaka silkmek: Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek”Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de” Yakayı ele vermek: Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek”Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi” Yakayı kurtarmak: Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak”Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim” Yakınlık duymak: Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek”Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı” Yakışık almamak: Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak”Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı” Yalancı pehlivan: Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı”Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin” Yalancısı olmak: Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak”Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş” Yalan dolan: Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,”Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir” Yalan yere: Gerçeğe uygun olmayarak”Yalan yere adamı şikâyet ettiler” Yalayıp yutmak: 1 İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek 2 Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek”Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu” Yalpa vurmak: İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek”Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu” Yalvar yakar olmak: Çok yalvarıp yakarmak Yan bakmak: Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak”Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!” Yan basmak: 1 Aldanmak 2 Kaypaklık edip dürüst davranmamak”Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme” Yan çizmek: Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak”Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları” Yandan çarklı: 1 Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay”Usta, iki yandan çarklı yap!” 2 Bir omuzu düşük olarak yürüyen 3 Çarkı yanda olan gemi Yan gelip yatmak: Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak”Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar” Yangına körükle gitmek: Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak”Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?” Yan gözle bakmak: 1 Kötü niyetle, düşmanca bakmak 2 Göz ucuyla bakmak”Tezgâhtaki mallara yan gözle bakıp geçti” Yanık ses: Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren ses Yanına bırakmamak: Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek”Bunu, onun yanına bırakmayacağım” Yanına (kâr) kalmak: Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak”Adamın yaptığı yanına kâr kaldı, nasıl adalet bu?” Yanına salâvatla varılır: Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir Yanından bile geçmemiş: Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok”Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş” Yanıp tutuşmak: 1 Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak 2 Kuvvetli bir aşkla sevmek”Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu” Yanıp yakılmak: Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak”Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu” Yanlış ata oynamak: Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak”Meğer biz yanlış kapı çalmışız” Yan tutmak: Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak”Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur” Yan yan bakmak: Düşmanca, kötü niyetle bakmak Yapmadığını bırakmamak: Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek Yara açmak: 1 Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak 2 Büyük dert, acı, üzüntü vermek”Onun sözleri içimde bir yara açtı” Yaraya merhem olmak: Acil ihtiyaçları karşılamak”Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?” Yardan atmak: Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak”İnsan dostunu yardan atar mıymış?” Yarı buçuk: Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma Yarım adam: Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse”Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!” Yarım ağızlı (söylemek): İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek)”Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler” Yarım yamalak: Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu”Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!” Yarından tezi yok: En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden Yarı yolda bırakmak: Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek”Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın” Ya sabır çekmek: Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah`tan kendisine sabır vermesini istemek Yaş Dökmek: Ağlamak”Senin için az yaş dökmedi ailen” Yaşını başını almış (olmak): Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak”Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır” Yaşını içine akıtmak: Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak”O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir” Yatağa düşmek: Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak”Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız” Yataklık etmek: Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak”Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor” Yatırım yapmak: Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak”Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık” Yavaş gel: “Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma” anlamında kullanılır Yaya kalmak: 1 Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak 2 Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak”İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?” Yayan yapıldak: Çıplak ayakla, yayan”Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek” Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek”Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı” Yaz boz tahtasına çevirmek: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek Yedeğe almak: Bağlayarak arkasından çekip götürmek Yedi canlı: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan”Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?” Yedi düvel: Bütün devletler, herkes, bütün dünya”İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz” Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes”Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu” Yediği naneye bak: Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya”Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu” Yedi kat yabancı: El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok”Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor” Yeğ tutmak: Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek”Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır” Ye kürküm ye: Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır Yele vermek: 1 Boşuna harcamak 2 Savurmak”Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?” Yelkenleri suya indirmek: Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak”Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca” Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak”Yemeden içmeden esildi, âşık mıdır nedir?” Yeme de yanında yat: İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır Yemin etsem başım ağrımaz: “Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim” anlamında kullanılır Yenilir yutulur gibi değil: 1 Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için) 2 Aşırı, çok pahalı 3 Çok ağır, kabul edilmez (söz) 4 Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan”Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler” Yer almak: 1 Bir şey yapanların arasında bulunmak 2 Adına ayrılan yerde bulunmak”Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?” Yer cücesi: Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse Yer demir gök bakır: “Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm” anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak”Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı” Yere bakan yürek yakan: Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse”Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da” Yere göğe koyamamak: Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek Yer etmek: 1 İz bırakmak 2 İyice yerleşmek”Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım” Yerinde duramamak: Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak”Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu” Yerinden oynamak: 1 Bulunduğu bir yerden ayrılmak 2 Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak”O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!” Yerinden oynatmak: Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak”Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın” Yerinde saymak: 1 Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak 2 Hiç gelişme, ilerleme gösterememek”Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi” Yerinde yeller esmek: Yok olmak, artık bulunmamak”Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu” Yerin dibine geçmek: 1 Çok utanmak, sıkılmak 2 Kaybolmak, göze görünmez olmak”Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!” Yerine geçmek: 1 Görevden ayrılan birinin yerine geçmek 2 Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek”Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular” Yerini bulmak: 1 Aradığı bir yeri bulmak 2 Yerine gelmek 3 Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak”Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim” Yerini doldurmak: 1 Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak 2 Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak”Bakalım yerini doldurabilecek mi?” Yeri yurdu belirsiz: Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen”Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?” Yerle bir etmek: Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak”Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler” Yerli yersiz: Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan”Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam” Yer tutmak: 1 Bir yeri kaplamak 2 Birine bir yer ayırmak”Salonda yer tutmak yasaktır!” Yer vermek: 1 Önemini belirtmek 2 Kendi yerini bir başkasına vermek 3 İmkân tanımak”Bu fikre de yer vermeliyiz” Yer yarılıp içine girmek: 1 Çok utanmak 2 Yitirilen şey bir türlü bulunamamak”Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu” Yer yerinden oynamak: Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak”Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık” Yeşil ışık yakmak: Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak”Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum” Yılan hikâyesi: Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş)”Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?” Yılanın kuyruğuna basmak: Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek: Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak”Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun” Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek”İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı” Yıldızı barışmamak: Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak”Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti” Yıldızı parlamak: Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak”Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti” Yıldızı sönmek: Ününü ve itibarını kaybetmek”Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!” Yiğitlik sende kalsın: “Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun” anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir Yiyip bitirmek: 1 Parayı tüketinceye dek harcamak 2 Yemeği sonu gelinceye kadar yemek 3 Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak”Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!” Yok canım!: 1 Gerçek mi, öyle mi? 2 Hayır inanmam, doğru değil bu!”Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile” Yok devenin başı!: “Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam” anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır Yok pahasına: Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına”Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu” Yol açmak: 1 Yeni bir yol yapmak 2 Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek 3 Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak 4 Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek”Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı” Yola çıkmak: 1 Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak”Sabah erkenden yola çıkacaklarmış” Yola düşmek: Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak”Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile” Yola gelmek: Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek”Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir” Yola getirmek: Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek Yol almak: 1 Çıkılan yolda ilerlemek”Bir saatte epey yol alırız” 2 Mesleğinde ilerlemek”Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı” Yol aramak: Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak”Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz” Yol bulmak: Bir çözüm, bir çare bulmak”İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu” Yoldan çıkmak: 1 Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak 2 Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek”Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor” Yoldan kalmak: Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek”Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız” Yol geçen hanı: Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer”Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!” Yol göstermek: 1 Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak 2 Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek”Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana” Yol iz bilmemek: 1 Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek 2 Görgüsüz davranmak Yol kesmek: 1 Birinin geçmesine engel olmak 2 Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak”Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar” Yol tutmak: Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek”Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!” Yolu (ayağı) düşmek: Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak”Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi” Yoluna çıkmak: 1 Karşılamaya gitmek 2 Yolda karşısına çıkmak”Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı” Yoluna (rayına) girmek: İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek Yoluna koymak: Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek”İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı” Yolunu beklemek: Gelmesini beklemek”Az yolunu beklemedi oğlunun” Yolunu bulmak: 1 Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak 2 Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak”Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel” Yolunu kaybetmek: Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak”Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı” Yolunu sapıtmak: Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak”Yolunu sapıtmış şu adamı Allah` tan başka kim doğru yola getirebilir?” Yolunu yapmak: Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak Yolu tutmak: Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak”Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı” Yol yordam: Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları”Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe” Yorgan gitti, kavga bitti: “Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi” anlamında kullanılır Yorgunluğunu almak: 1 Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek 2 Yorgun birini dinlendirmek Yorgunluğunu çıkarmak: 1 Dinlenmek 2 Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak |
Deyimler Sözlügü ( Y ) |
08-15-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlügü ( Y )hayttt kanki kim tutar seni yürü beee iyi gaza geldin şimdi |
|